Peru’da Aydınlık Yolu ve MRTA gerillalarının devlet güçleriyle yürüttüğü savaş, 1992 yılında Guzman’ın tutuklanmasıyla yeni bir boyut kazandı. 1980-2000 yılları arasındaki ihlallerini araştırmak üzere kurulan Hakikat ve Adalet Komisyonu,
ihlallerin yüzde 80’inin devlet güçleri tarafından yapıldığı ve toplam 69,280 insanın savaşta yaşamını kaybettiğini tespit etti.
Peru’da Aydınlık Yolu (Sendero Luminoso) gerillaları ile devlet güçleri arasındaki çatışmalar ülkenin her tarafında yaşansa da en fazla Andean dağlık alanları ve özellikle de Ayacucho bölgesinde yoğunlaşır. Peru iç savaşı Kolombiya ve Guatemala’dan sonra Latin Amerika’daki üçüncü en uzun iç savaştır.
1894 yılında doğan Marksist Entelektüel José Carlos Mariátegui kendisinden sonraki birçok devrimci örgütü etkiler. 1928 yılında ‘Peru Hakkında 7 Açıklayıcı Kompozisyon’ adlı yapıtını yayınlar ve aynı yıl Peru Sosyalist Partisini kurar ve Komünist Enternasyonal’e üye yapmaya çalışır. 1930 yılında ölümü ardından Peru Sosyalist Partisi, Peru Komünist Partisi olarak isim değiştirir. 1964 yılında ise Komünist Parti Moskova ve Çin yanlısı olarak ikiye bölünür. 1970 yılında Abimael Guzmán, ki o zamanlar Ayacucho bölgesinde ki Huamanga Üniversitesinde felsefe profesörüdür, Komünist Partiden koptuğunu ve José Carlos Mariátegui’nın aydınlık yolundan gideceğini duyurur. Bu isimle kurduğu grubu daha sonra Peru Komünist Partisi – Aydınlık Yolu olarak (Partido Comunista del Perú—Sendero Luminoso) değiştirirler.
Mariátegui 20. yüzyılın başlangıcında çok az sayıda kentli proletarya olduğunu görmüştür. Böylece kendisi, işçi sınıfının devrimin öncüsü olma durumunu ve geleneksel köylülüğün gerici olduğunu düşünmekten ziyade İnka imparatorluğunun antik komünal değerlerine dayalı bir sosyalizmi öngörür. Böylece tarihin belirlenen aşamalarından geçmek yerine yerli köylülüğün direk komünüst toplum aşamasına geçebileceğini savunur. Guzmán Aydınlık Yolu’nun ideolojisini oluştururken bu fikirlerden etkilendiği söylenir.
Gerek gereken toprak reformlarının yapılmaması gerekse de derin eşitsizliğinin devam etmesi ve yerine getirilmeyen sözler giderek daha militan gerilla hareketlerine yol açar. Hugo Blanco’nun (1963) örgütlediği Devrimci Halk Hareketi ve ardından Héctor Béjar’ın (1965) Ulusal Kurtuluş Ordusu (Ejército de Liberación Nacional) hızla silahlı kuvvetler tarafından yenilgiye uğratılır. Yaşanan bu başarısızlıklar 15 yıl sonra Aydınlık Yolu’nun kuruluşuna kadar herhangi bir gerilla hareketine izin vermez.
1968 yılında General Juan Velasco Alvarado hükumeti ele geçirdiğinde adil olmayan sosyal ve ekonomik yapılarda bazı reformlar yapmaya çalışır. Bazı değişiklikler ortaya çıksa da merkeziyetçi yaklaşımlardan dolayı sınırlı bir etki açığa çıkarır. 1978 yılında tekrardan sivil hükumet oluşturmanın önü açılır ve ilk defa okuma-yazma bilmeyenlerin oy kullanma hakkı verilir. Seçilen sivil hükumet Velasco’nun gerçekleştirdiği birçok reformu ortadan kaldırır. Kooperatiflere çevrilen tarım arazisinin özelleştirilmesi ve serbest piyasa sistemini restore etme bu politikalardan sadece bazılarıdır. Bu neo-liberal politikalar işsizlikte artışı ve yaşam standartlarında düşüşü ve protestoları beraberinde getirdi. Yerli halk korkunç bir yoksulluk ve ırkçı baskı altındadır. Aydınlık Yolu bu siyasal atmosferin sonucu olarak doğar.
İç Savaş (1980-2000)
Velasco ve Morales askeri rejimleri süresince Aydınlık Yolu kendini örgütler. Guzman, 1965 yılında Çin’e yaptığı bir gezide tanık olduğu Kültürel Devrim’den oldukça etkilenmiş ve esinlenmiştir. Guzman, 1970 yılında Peru Komünist Partisini – Aydınlık Yolu’nu- kurar. 1982 yılında ise Aydınlık Yolu silahlı kanadını olan ‘Halk Gerilla Ordusunu’ resmi olarak kurmuştur.
1984 yılında ise Tupac Amaru Devrimci Hareketi (MRTA) Peru devletine karşı gerilla mücadelesi başlatır.
Bu yıllarda geçmiş askeri rejimlerden kalma ekonomik problemler, halkın özellikle de yerli halkın yaşadığı korkunç düzeylerde ki yoksulluk ve dayatılan antidemokratik ve vahşi baskılar, resmi yapılan yolsuzluklar ve 1982-1983 yılında bazı yerlerde sel, bazı yerlerde ise yaşanan kuraklık tüm bu sorunları daha da derinleştirmiştir.
Aydınlık Yolu aynı zamanda ülkede sosyal değişikliği açığa çıkarabilmenin herhangi yasal bir yolunun olmamasının ürünüdür. Aydınlık Yolu, bütün Peru’ya yayılmış ve gücünün doruk noktasındayken 10 ile 12 bin arasında gerilla gücünün ve oldukça geniş kitle tabanının olduğu söylenir.
1982 yılında Cumhurbaşkanı Fernando Belaúnde Terry polis güçlerini bölgeye isyanı bastırmaları için yollar. Başarılı olunmayınca Ayacucho bölgesinde olağanüstü hal ilan eder ve ardından çok sayıda silahlı kuvvetleri yollar. Silahlı kuvvetlerin en gaddar ‘isyanla mücadele birimi’ ABD özel kuvvetleri tarafından eğitilenlerdir. Askeriye sivil halka korkunç derecede baskı uygular; tecavüz, işkence, kayıplar ve katliamlar gerçekleştirir. Askeriyedeki bazı kişiler bile öldürülenlerin birçoğunun gerilla ile bir alakaları olmadığını kabullenmektedir. 1982 ile 1985 arasında halktan binlerce kişi öldürülmüştür.
Bu iç savaş sırasında Aydınlık Yolu’nun insan hakları ihlalleri Latin Amerika’daki diğer hareketlerden daha fazla olsa da silahlı kuvvetlerin ihlalleri daha aşırı ve problemli olandır. Birçok Latin Amerikalı izleyici temel olarak Aydınlık Yolu’nun mücadelesini siyasal mücadele olarak nitelendirmektedir. Ordunun yaklaşımları köylüleri Aydınlık Yolu’na katılmaya daha fazla itmiştir. Lima’da oturan hükümetin kırsaldaki yerel halkın gerçekliği ile fazla ilgili olmadığı ve iki farklı Peru kolonyal ayrımının hala geçerli olduğu kanısı taşınmaktadır.
Guzman’ın toplum analizi çekim merkezi oldu
Aydınlık Yolu, kadınlar tarafından da büyük ilgi ile karşılanmıştır ve birçok liderinin de kadın olduğunu eklemek gerekmektedir. 1975 yılında Abimeal Guzman tarafından yazılan bir yazıda Mariátegui’nin toplumun analizinin tabandan başlaması gerektiğine yani kadın ve aile yapılarının ele alınması gerekliliği temelinde geliştirdiği argümanlarına dikkat çeker. Bu temelde diğer sol partilerin söylem düzeyinde kalan teorisi yerine söylediklerini pratikleştirerek daha fazla çekim merkezi haline gelir.
Örgüt bu yıllarda Peru ve uluslararası alanda oldukça sempati toplamıştı. Yine bu yıllarda bazı kesimler rondas campesinas’lar (yani kırsal devriyeler) adı altında bizdeki köy koruculuğuna benzer bir sisteme dahil edilerek kendilerini ‘gerilla saldırılarından’ korumaları için silahlandırılırlar.
1985’e gelindiğinde Alán García’nın seçimlerden zaferle çıkması yeniden ümitlerin yeşermesini beraberinde getirir. García seçim propagandasını Velasco’nun tarım ve endüstriyel reformlarını savunan ve Belaúnde’nin serbest piyasa politikalarını ret eden bir programa oturtur. Fakat bunların ete kemiğe bürünmemesi giderek tansiyonu yükseltir. Bununla beraber Aydınlık Yolu ile mücadele edeyim derken baskıcı güvenlik güçlerinin aşırılıkları insan hakları grupları tarafından eleştiriye tabii tutulmuştur. İşin ilginç yanı García merkez sol parti olan (APRA) Amerika Devrimci Halk Partisindendir.
18-19 Haziran 1986 yılında ise Lima ve Callao’da bulunan San Pedro, Santa Mónica ve El Frontón cezaevlerine gerçekleşen askeriyenin saldırısında 224 tutuklu öldürüldü. Bu müdahale savaşı daha da derinleştirdi. García’nın halk desteği gittikçe zayıfladı ve askeriyenin ihlalleri gittikçe aşırılaştı. Alán García, görevi bıraktığında Peru’nun en sevilmeyen politikacısı konumuna gelmişti bile. 1980’lerin sonuna doğru Peru kayıplar ve güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği katliamlar açısından birinci sıraya aday konuma yükselmişti.
Bu aşamadan sonra Aydınlık Yolu diğer sol partileri eski düzenin parçası olarak, revizyonist ve reformist olarak nitelendirerek tüm ilişkilerini kesmiştir.
Fujimori’nin iktidarı savaşı tırmandırdı
1990 yıllarının başlarında Lima’da bulunan Canto Grande yüksek güvenlikli cezaevine yapılan saldırı sonrasında yaklaşık 50 militanının öldürülmesi ardından Aydınlık Yolu da orta ve üst sınıflara yönelik bir saldırı kampanyasına girişir ve bu beraberinde savaşın daha fazla yükselmesini getirir. 1992 yılına gelindiğinde 25 bin kişi hayatını kaybetmiş ve 250 bin insan zorunlu göçe maruz kalmıştır. Ne Aydınlık Yolu askeri olarak iktidarı ele geçirebilmiş ne de hükümet her şeyi denemesine rağmen onu ortadan kaldırabilmiştir.
1990 yılındaki seçimler Japon asıllı ve nereden geldiği pek de belli olmayan fakat halka var olan sorunları çözme sözü veren bir tarım bilimci olan Alberto Fujimori’nin zaferini açığa çıkarır. Neo-liberal kemer sıkma politikalarını hemen gündeme koyan Fujimori 5 Nisan 1992’de anayasayı askıya alarak diktatoryal rejime adım attı. Kendi kabinesine de yapılan bir darbeydi bu.
12 Eylül 1992’de Abimeal Guzmán ve 19 Aydınlık Yolu lideriyle beraber önemli örgütsel dokümanlar ele geçirildi. 1992 darbesi ardından Fujimori suçlanan kişilerin hukuki savunma ve adil yargılanma haklarına anti-terör yasaları çerçevesinde katı kısıtlamalar getirdi. Anonim askeri mahkemeler (yargıçların maskeli yüzlü olarak mahkemeyi yürütmeleri dahil) birçok ağır yargı ihlalleri ortaya çıktı. 1995’deki genel seçimlerde Fujimori tekrar seçildi. 2000 yılına gelindiğinde iktidarını kötüye kullanma, yolsuzluk ve insan hakları ihlallerinin belgelenmesi ile beraber Japonya’ya kaçtı ve oradan istifasını sundu. Ana istihbarat şefi, Vladimiro Montesinos, daha sonra Fujimori’nin dönemi boyunca gerçekleştirdiği yolsuzluk ve insan hakları ihlallerinden dolayı tutuklandı.
Hakikat ve Adalet Komisyonu kuruldu
1993 yılında Guzman cezaevinden silahlı mücadelenin bırakılmasını istedi ve hükümetle bir barış anlaşması için uzlaştı. Savaşın ardından 2001 yılında 1980-2000 yılları arasındaki ihlallerini araştırmak üzere Hakikat ve Adalet Komisyonu kuruldu. Bu komisyon 2003 yılında düşünülenin iki katı ihlallerin olduğunu ve orantısız bir şekilde bu mağdurların kırsal kesimden ve yerel halktan olduğunu tespit etti. Toplam 69,280 insanın öldürüldüğü ya da kaybedildiği sonucuna ulaştı. Çatışma sürecinde cinsel şiddetin kullanımına ilişkin birçok kanıt ortaya çıkmıştır. Hükümet güçlerinin işlediği suçların yüzde 80’den fazlasını teşkil ettiği de ortaya çıkan diğer bir gerçektir.
Çok uzun bir süre ve çaba sonucunda Fujimori’nin yargılanmak üzere Peru’ya iadesi sağlanabildi. Mahkeme Nisan 2009’da insanlığa karşı suçlardan Fujimori’yi 25 yıl hapis cezasına mahkum etti.
2001 yılında Alejandro Toledo Peru’nun ilk demokratik bir biçimde seçilen yerli cumhurbaşkanı oldu. 2003 yılında gerçekleşen ulusal grev ardından Toledo da 12 bölgede geçerli olan olağanüstü hal ilan ederek bazı özgürlükleri askıya aldı. Daha sonra olağanüstü halin geçerli olduğu yerler Aydınlık Yolu’nun yoğun olduğu yerlere indirgendi.
Meclis komisyonu cumhurbaşkanı Toledo’yu 2000 seçimlere hile karıştırmaktan dolayı suçlu buldu. Fakat meclis daha sonra cumhurbaşkanını görevden almama yönünde oy kullandı.
Yolsuzluklar adeta ülkenin kaderi olmuş
2003 yılında 5 bin kişinin anayasa mahkemesine başvurmasıyla beraber Guzman’ın da içinde bulunduğu 1800 kişinin yargılanmasının anayasal olmadığı kanaatine vardı. Yeniden yargılanma sonucunda 400 kişi serbest bırakıldı ve 2004 yılının sonlarında Guzman’ın yeniden yargılanmasına başlandı. Guzman’ın attığı sloganlar ardından mikrofonlar kapatılırken mahkeme basına kapalı devam etti. 2006 yılında Guzman ve örgütün iki numarası olarak kabul edilen Elena Iparraguire tekrar ömür boyu hapse mahkum edildiler. Elena Iparraguire da son yıllarda diğer kadın tutuklulardan koparılıp tek kişilik hücreye alındı. Guzman ise Callao’daki deniz üssündeki dört yer altı hücresinden birinde tutulmaktadır. Diğer bir hücre de ise Tupac Amaru Devrimci Hareketinin lideri Victor Polay ve eski Fujimori dönemindeki gizli servis şefi Vladimiro Montesinos bulunmaktadır.
2006 Haziran seçimlerini geçmişte cumhurbaşkanlığı yapan Alan Garcia kazandı. Fakat bu süreçte de kabinesi petrol firmalarıyla yapılan sözleşmelere karışan yolsuzluklardan dolayı istifa etmek durumunda kaldı. Yolsuzluk genel olarak ülkede politikacıların itibarını son derece sarsmış durumda bu nedenle ciddi bir güven bunalımı yerleşmiştir. Ülke genel bütçesinin yüzde 15’i yolsuzluk nedeniyle her yıl ortadan kaybolmaktadır. Bu süreçten itibaren ülke bu sefer de petrol, doğal gaz ve maden firmalarının istilası sonucu ortaya çıkan yolsuzluk ve yerel halka yönelik çeşitli insan hakları ihlallerine ve uygulanan şiddete sahne olmaya başlamıştır.
Neo-liberalizme karşı MOVADEF
2009 yılında ise MOVADEF (Temel Haklar ve Genel Af Hareketi) siyaset sahnesine çıktı. Neo-liberalizmi ret ettiğini, fakirlere yardım ve doğal kaynaklara ulaşımı garantileyecek politikalarını açıklamakla gittikçe cumhurbaşkanı Ollanta Humala’dan umutlarını yitiren Perulular tarafından benimsenmeye başlıyor. Ollanta Humala, 2011 Haziran genel seçimlerde cumhurbaşkanlığına seçildi. Cumhurbaşkanı Humala solcu bir platformdan seçilmesine rağmen tutucu bir ekonomik duruş benimsemeye başladı.
MOVADEF ise yakın zamanda ülke genelinde 370 bin imza toplayarak siyasal sürece dahil olma taleplerini dile getirdi, fakat bu talep hükumet tarafından karşılanmadı. MOVADEF aynı zamanda başta Guzman olmak üzere tüm siyasi tutukluları kapsayacak bir genel af ile beraber ülke genelinde bir uzlaşmanın da gerekliliğini talep etmektedir. Bu ciddi büyüme karşısında hükumet yeni bir kanun tasarısıyla meydana çıkmış durumda. Bu yasaya göre kim Aydınlık Yolu’nun ‘zulmünü’ ‘inkar eder, aza indirger ya da haklı gösterirse’ 4 yıl ile 8 yıl arası bir ceza ile karşı karşıya kalacaktır.
Birçok Perulu için bu kanun 1990’lı yılların ‘teröristlere’ karşı olan cadı avına benzemektedir. Bu yıllarda, daha sonra Hakikat ve Adalet Komisyonunun da bulgularına göre, çoğunlukla suçsuz insanlar zarar gördü. Hükumet ise açıkca bu kanunla hedeflenenin, insanların nasıl düşünmesi gerektiğini kontrol etmeye dönük olduğunu savunmaktadır.
Tüm bu tarihsel arka planda olduğu gibi halen de devam eden politik çatışmalar, henüz Peru’da katedilmesi gereken yolun olduğunu ortaya koymaktadır. Devlet güçlerinin baskıcı geleneğine ve güncel uygulamalarına karşı, muhaliflerin yeni mücadele ve uzlaşı olanaklarına yönelik arayışları da paralel olarak devam ediyor. BİTTİ
HAVİN GÜNEŞER
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA