Kasım Koç (07-05-2015) 100. yıla girerken dünya kendi vicdanı ile hesaplaşmak için aylar hatta bir yıl önceden Ermeni soykırımı ile ilgili araştırmalar yapıp, ses bant kayıtlarını dinledi, video görüntülerini, Belgeseller Filimler izleyip kendileri ile bir vicdani hesaplaşmaya tarih karşısında karara varmaya çalıştı.
Kuşkusuz ki soykırımın mağdurları durumda olan Ermenilerin yüzüncü yılda ki çalışmalarına karşı Türk burjuvazisi de boş durmadı. Türk egemen güçleri de tüm kurumları ile yüz yılında kendisinin bu olaylarda soykırımda payları olmadığını savunmak için kendisine göre daha da büyük organizeli ve donanımlı duruş sergilemeye çalıştı. Türk büyük burjuvazisi yine her zamanki argümanları kullanmasından dolayı geçmişi ile hesaplaşmadı. Hesaplaşmadığı gibi bütün suçu Ermeni Örgütlerine yükledi. Hatta Türk devleti daha da ileriye giderek mağduriyete rollerine büründü göz yaşı döktü, bu meseleyi ört bas etmek için işi getirdi Çanakkale ile birleştirerek resmen tarihe ve halklara karşı ikinci bir suç işlemiş oldu.
Türk devletinin kullandığı birinci argüman “1915 de yaşananları tek sorumlusu ve suçlusu Ermeni örgütlerini gördü.”
Kullandığı ikinci argüman ise şöyle “Ermeni soykırımını Türk halkı yapmamıştır” tezi üzerinde kendisini savundu.
Böylece Türk burjuvazisi bu yıl yine çok ince bir siyaset izledi, halkın mili duygularını kabartarak, halkı kendi etrafında koruma kalkanı olarak kullandı.
Türk halkı soykırım yapmaz siyaseti diye demeç veren siyasetçiler tek bir amaçları vardır. O da Türk halkının nabzını tutma ve bu halkı yüz yıldır konumlandırdığı gibi elde tutmak, her Nisan ayında Türk Milletini soykırım diyenlere karşı ayağa kaldırarak geçmişten günümüze kadar bu konuda uyguladıkları bu Milliyetçi anlayış ile başarılı oldu. Lakin her daim bu halkı kandırarak başarılı olacağına anlamına gelmemeli gelmez de.
Şurada bir noktaya temas etmek istiyorum, millet kırımlara ortak olur mu? Katliamların suç ortağı mıdır? Bence olur, fakat bu merkezi devletlerin kararına uyan millet asla ve asla soykırımlar meselesinde birinci derecede suçlu değildir. Ermeniler bu kırım meselesinde Türk halkını değil devleti hedef almaktadırlar. Türk egemen güçleri bilinçli bir biçimde halkları suçlu hem de kurbanlık koç gibi öne sürerek meseleyi farklı bir boyuta çekmeye çalışmaktadırlar. Türk devleti Türk halkını önüne kalkan olarak alsa da Tarih karşısında mahkum olmaktan kurtulamaz. Yüz yıl kaçtı, inkar etti lakin gelinen aşamada tarih karşısında diz çökmüş durumda.
Tarih den kaçmak ve geçmişin üzerine bir sünger çekmek için Türk egemen güçleri ve onların sözcüleri “arşivleri açın” safsatası ile halkları uyutmaya, kandırmaya ve meselelerden kaçma taktiklerini izlemeye devam etse de başarılı olamazlar. Dedikleri arşivler hem mevcut Türk, Rus, Alman, İngiliz devletlerin arşivinde tozlanmaktadır. Ve o dedikleri kanlı tarihi arşivler Paşaların, Diktatörlerin anı, biyografi kitaplarında da yazılarak aşikar bir biçimde kütüphanelerde ki rafların da duruyor. İttihat ve Terakki’nin Mimarları ve Ermeni Soykırımda birinci derecede rol oynayan ve onları destekleyen devlet adamlarından bazı pasajlar aktaralım daha iyi anlaşıla bilmesi açısından:
Talat Paşa:
“…Anadolu’nun hiçbir yerin de Ermeni kalmayacağını, onların ancak çölde (Zor ve başka yerler) yapabileceklerini,” söyledi. …“Büyük bir hata yapıyorsun” dedim ve cümlemi üç kez tekrarladım. “Evet, hata olabilir” dedi “Lakin pişman olacağımızı zannetmiyorum” dedi. Büyükelçi Henry Morgenthau’nun Günlüğü
Celal Bayar’a Ermeni soykırımını hakkında yıllar sonra sorulduğun da Talat Paşa’yı övgü ile anacaktı: “…Meşrutiyet’in ilanından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sonuna kadar beraberdik ve şefimdi. Çok vatanperver, kudretli ve mümtaz bir şahsiyetti. Kendilerinin memleket dışında hain bir Ermeni kurşunu ile şehit edildiği malumdur” der.
Paşalardan aktarmaya devam edelim:
“… Tehcirden alıkonan bazı Ermenilerin, koruyucularına karşı reva gördükleri muameleleri delil ve vesikalarla medeniyet alemine arz etmeye ve Doğu vilayetleri üzerine çevrilmiş ihtiraslı gözleri hükümsüz bırakmak için çalışmaya karar veriyor.”(Mustafa Kemal ATATÜRK Nutuk)
Tehcir kelimesinin anlamını ve manasını bugün bilmeyen yok. Tehcir kelimenin kökeni Arapçadan gelmektedir. Manası göç etmek, zoraki göç ettirmektedir. Bu insanlık suçudur. M. Kemalin Nutukta da parmak bastığı üzere zorlan Tehciri uyguladıkları açıktır.
İsmet İnönü’nün 27 Nisan 1925’te Türk Ocağı Kongresi’ndeki konuşması da aynen şöyledir
“Biz açıkça milliyetçiyiz ve milliyetçilik bizi birleştiren yegâne unsurdur. Türk çoğunluğunun yanında diğer unsurların hiçbir etkisi yoktur. Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek, Türklere ve Türkçülüğe karşı çıkanları yok edeceğiz…”
İşte burada da anlaşılacağı üzere bu zihniyet katletmeyecek de ne yapacak? Türk olmayanın dışında her kes ölecek yada asimle yada Tehcir edilecek. Kürt, Laz, Ermeni, Kızıl Baş, Çerkez, Arap, Ezidi, Kerdani ve daha çoğaltacağımız onlarca Türk olmayan millet, suni olmayan inançlar yok olmak zorundaydı. İsmet İnönü bütün her şeyi burada açıkça geçmiş tarihi bize anlatmaktadır. Anlayış ve zihniyet açıktır, ortadadır.
Cemal Gürsel “Efendim, birçok masum Ermeni’nin yok olması vakıalarını bilmiyor değilim. Annemin şahit oldukları fantezi şeyler değildir. Bunlar gerçekti…”
Burada da anlaşılacağı gibi Cemal Gürsel’in annesi yaşanan bu kadar vahşi olayları kendi gözleri ile görmüş ve yaşamış, yaşadıklarını da anlatmış. Kendi oğluna tarihte yaşananları iyi bir biçimde anlatmasından dolayı yaşanan hadiselerden haberdardır C. Gürsel.
İşte size arşiv; arşiv dediğin bu olayları yaşayan insanlar değil mi? İnsanların fiilen yaşadıkları olayların arşivi de yine o insanalardır. Soykırımın yaşandığı dönemde olayları yaşayanlara ait Fotoğraflar, Ses ve Video bantları, yazılı devlet belgeleri, olaylarda adı geçen tarafların anı, Biyografilerinde ele alan kitapların tümü belgedir. Ermeni soykırımını anlatan arşivler, resmi belgeler yığınca piyasa da var. Yukarıda ki alıntıların tümü belgedir, daha başka arşivlerde mutlaka vardır ancak bu yazı için yeterlidir bu belgeler. Soykırımın anlatan arşivleri çıkarın diyenler Anadolu’ya gitmelidirler. Kiliselerin olduğu köy ve kasabalarda kiliseye gidecek ibadetini yapacak tek ermeni yok. O zaman görecek ve anlayacaklardır bir ulusu nasıl yok ettiklerini.
Bugün uluslararası hukuk dahi Tehciri, planlı, projeli yapıldığı taktirde soykırım olarak değerlendirmektedir. İşte bu da kanıt değil midir, planlanmış hangi şehirden, kasabadan, köylerden ne kadar insan alınacak, onları hangi yol güzergahın da götürüleceği önceden planlanmıştır. Enteresandır İttihat ve Terakkinin paşaları daha sonrada çoğu kurtuluş savaşına katılmış Türk Devletinin kurucuların arasında yer almışlardır.
Son olarak şunu da belirtmek isterim ki soykırım ve katliamlarda hiçbir ulus, millet temiz değildir. Merkezi devler- devletlerin almış olukları kararlara din yada milli çıkarlar gereği galeyana gelip soykırım ve katliamlara ortak olmuşlardır. Bu soykırımda sadece Türk, Kürt vb. halklar değil devrimci ve komünistler dahi İttihat ve Terakki’yi kavrayamamışlar onların olumsuzluklarını onaylamışlar. Komünter, Lenin, Stalin başta olmak üzere Mustafa Suphi ve sonrasında ki 68 kuşağı dediğimiz ve 71 devrimci çıkış dediklerimiz dahil İttihati ve Terakkinin uygulamalarını normal karşılamışlar o dönemin koşullarına uygun görmüşlerdir. Ancak burada kalın ve kırmızı çizgiyle ayıracağımız tek bir siyasal çizginin sahibi vardır o da Komünist İbrahim Kaypakkayadır. Kaypakkayadan öğreniyoruz soykırımları ve katliamları ve yine bu katliamları yapanların siyasal karakterlini de analiz eden, Neşter ile Resmi tarihe vurmayı, İttihat ve Terakki’yi, Kemalizm’i açıktan niteliklerini koyup bayrak açan, tavır alan İbrahim Kaypakkayadır.
24 Nisan Kırımına karşı sınıfsal bir tavır alan Kaypakkaya’nın 24 Nisanda Komünist partisini inşa etmesi tesadüfü değildir, iradeli bir tavırdır.
Ermeni, Dersim ve diğer Kırım ve katliamlarda yaşamlarını yitirilmiş olanları saygı ile anıyorum.
Kasım Koç