Dünya Churchill’i şu sözleriyle tanıdı: “Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir.” (1)
Özelikle 19. Yüzyılın başlarında sermaye güçleri büyük şirketlerin kendi aralarında açık ve gizli Petrol savaşı başlamaları Churchill’in sözlerin ne kadar doğru olduğunu tarih bize kanıtladı.
Bir damla Petrol, O bölge halkının kanından daha da değerli anlamını yükleyen sermaye güçleri orada petrol için kanın hiç bir kıymeti yoktu, olamazdı da.
Nitekim sermaye güçleri, son yüz yılı tamamen Petrol üzerinde tüm plan ve projelerini yaparak Sahra Çöllerini Cehennem kazanları misali yaktılar-yıktılar.
Koca bir asır geçmesine rağmen Petrol önemini korurken Emperyalistler de kendi aralarında ki petrol rafineleri ele geçirmek için savaşlardan savaşlara halkları sürüklediler.
19. yüzyılın başında Petrol Sanayide devrim niteliğinde gelişme kaydedince Çöllere hakim olan dönemin Osmanlı İmparatoruna Sermaye güçleri tarafından “Hasta Adam” ilan ettiler.
Ekonomisi kötüye giden Çarlık Rusya, AB, Britanya vb. dönemin büyük devletleri krizlerini atlatmak için gözlerini Çöllerin derinliklerinden yeryüzüne çıkan siyah altına diktiler ve böylece birinci paylaşım savaşı kaçınılmaz oldu.
Bulunan bu siyah altın akaryakıtı “Hasta Adamın” yıkılmasına, dağılmasına neden oldu.
Osmanlı İmparatorluğu dağılırken batılı emperyalist güçler Ortadoğu da Osmanlının işkal ettiği toprakların olduğu bölgelerde bugünkü devletleri batılı emperyalist, Kapitalist sermaye güçleri tarafından kendilerine bağımlı olarak kukla, işbirlikçi devletçikler oluşturdular.
Bir asır içerisinde bölgelerde büyük devletler tarafından bazı darbeler yaparak, yaptırarak Arap devletlerin yönetimleri el değiştirip klikleri değişse de esasında Ortadoğu da ki Arap devletleri bağımlı, uşak özelliklerini korudular.
Ancak dönem, koşullar, çağ değişti, insanlar bıktı usandı bu diktatör devletlerden. Artık bu devletleri yöneten kişi, ailelerde tıpkı Osmanlı gibi “Hasta Adama” dönüşmüşlerdi.
Kapitalist, emperyalist güçler Ortadoğu da ki bu kukla devletlerle yeni bir sayfayı açmak, onlarla yeni süreci yürümek imkansızdı. Olamazdı da.
Bundan dolayı da Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında yıllarca dünya kamuoyunu tartıştırarak yeni bir döneme hazırladılar.
Sonunda;
Arap Baharı adı altında emperyalistlerin altın tepside hazırladıkları büyük oyunu dünya kamuoyuna kanlı BOP projesini olarak sunmayı başardılar. Fakat esasında da bu BOP adı altında sundukları Arap Baharı 11 Eylül sonrası ABD’nin Irak’a yönelik başlatmış oldukları Askeri hareketin hemen akabinde denk gelmektedir.
ABD kendi işbirlikçisi, uşağı olan Saddam’ı gözden çıkarıp ‘Çöl Fırtınası’ ve benzeri adı altında operasyon başlatması ile BOP’ un da uygulamaya konmanın da zamanı gelmişti.
Karadan ve havadan başlayan hareket fiili olarak Irak’ı 9 Nisan 2003’te işkal ederek başarılı operasyonundan sonra Bağdat’ı ele geçiren ABD, Ortadoğu ve K. Afrika ülkelerinde ki kendi kukla dikta rejimleri ile artık beraber yürütemeyeceklerinin kararını vermişlerdi.
Kendilerine bağlı olan bölgelerin diktatörlerine artık ihtiyaç duymadıklarını, kendilerini yenilemeleri, reform yapmaları dahi o kukla diktatörleri kabul etmeyeceklerini, yeni sürece onlarla yürümeyeceklerini açıkça medya aracılığı ile beyan etmişlerdi.
Bundan dolayı da Bağdat düştükten sonra bu diktatörlerin kaderlerine razı olmaktan başka şansları kalmamıştı.
Biraz kısa tarihimize geri dönersek yukarıda söylemek istediklerimi rahatlıkla görebiliriz.
Tarih 3 Eylül 2003’te Amerikalı general ve o dönemde Dışişler bakanı olan Colin Powell Şama gidip Esad’ı ziyaret ettikten sonra basına açıktan verdiği demeç aynen şuydu “İran’dan uzaklaşın, uzak durun, Hamas ile Hizbullah’a verdiğiniz desteğinizi durdurun ve derhal ilişkilerinizi de kesin” demişti.
Bu demeçte okumamız gereken esas konu şudur Şii ile Sunni inançların bölgeye hakim olma savaşların dönemi başlamış anlamına gelmektedir.
Yani mezhep, aşiret savaşları kapıdadır. Bölge ve Dünya savaşlarını göze alamayan ABD ve batılı güçler ne yapacaklardı? Kuşkusuz bölgede iç savaşları yaratarak o bölgedeki halkların arasına nifak tohumlarını koyarak onları bir birlerine kırdırtmak ve böylece de bölmek, parçalamak ve yönetmek siyasetini başarılı bir şekilde uygulamak. Ki uyguluyorlar da.
Powell ABD’nin Ortadoğu için yeni stratejilerini böylece basın aracılığı ile tüm dünya kamuoyuna sunmakla kalmayıp aynı zamanda bölgedeki kendi uşakları olan diktatörlere de “Sizlerle bundan sonra yol yürüyemeyiz” mesajını da açıktan vermiş oldu.
Powellin söylediklerin pratikte uygulanan siyasetin; Saddam Hüseyin, Hüsnü Mübarek ve Kaddafi gibi uşakların sonu burada örnek olarak vermek mümkün.
Powell aynı mesajı Şam yönetimine de vermişti. Oğul Esad “Reform, değişim” sözü verdiyse de sadece ABD değil, Bölgedeki ABD’nin uşak AKP yöneticileri olan Dışişler bakanı Davutoğlu ve Türk Başbakanı R.T. Erdoğan dahi Esad’ın bu değişimini “Kabul etmiyoruz. Gideceksin” diyorlardı.
Tamda bu süreçte kimsenin bilmediği, tanımadığı IŞİD ve Nusra gibi örgütler ortaya çıktılar. Bu örgüt militanları dünyanın dört bir yanından toplanıp Suriye’ye getirildiler. İşte ABD’nin bölgedeki yeni politikasının ürünü olarak sadece bölge halkı değil tüm dünya halkları da böylece bu örgütleri Arap Baharı adı altında ABD’nin de altın tepside sunduğu BOP Projesini de tanımış, öğrenmiş oldular.
IŞİD denen örgüt kısa sürede palazlanıp gelişmesini, büyümesini kimse görmek istemedi, tüm bu gelişmelerden başta ABD, İsrail ve Türkiye haberleri yokmuş gibi davrandı. Oysa tüm bu gelişmeler esasında da bu üç devletin denetiminde gelişti.
Bu örgüte para kaynağı nereden akıyordu, silah ve militanlar nereden geliyordu sorusunu soran yoktu.
Türkiye de eğitilen ve her türlü destek alan bu örgüt ve militanları aynı zamanda da Türkiye sınır kapıları sonuna kadar bu örgütlere açılmıştı.
Suudi Arabistan, Katar gibi hak ve hukukun olmadığı bu ülkenin kralları ise Suriye’ye “demokrasi” getirmek için paralı militanlar gönderdiler. Militanlara istedikleri kadar para, silah ve insan gücü temin ettiler.
Afganistan’a, Irak’a, Libya’ya, Mısır’a “Demokrasi” getiren ABD şimdide Suriye’de diktatör Esad’ı devirip onun yerine IŞİD, Nusra gibi örgütler aracılığı ile “Demokrasi, insan haklarını” getirecekti.
ABD ve İsrail son anda politika değişikliğine giderek Esad’ın düşmelerini önlediler. Bu eli kanlı örgütler ileride bölgenin jandarması olan İsrail devleti için büyük tehlike arz etmekteydi. Ve ayrıca da Türkiye’de barınan beslenen bu örgütlere destek veren Türk devleti ve onun siyasi temsilcisi R. T. Erdoğan Katarın da desteğini ardına alarak ABD’nin kendisine biçtiği misyonun dışına çıkmaya çalıştı. Tamda burada ABD ve İsrail AKP’ye müdahale etti, müdahale edince Türkiye zeytinyağı gibi su yüzüne çıktı, kolu kanadı kırılan bir Türkiye siyasetini görmeye başladık. Tamda bu noktada ABD ve İsrail, Suriye politikasında değişikliğe gittiğini görüyoruz.
ABD bu IŞİD denen bir grup Terörist militanına öyle büyük misyon biçti ki, Irak da yarattığı kaos sonucu Sunni bölgesine doğru bu örgütü sürünce tüm sunilerden taban buldu ve milyonların yaşadığı kentlere hakim oldu.
IŞİD, böylece Irak da ki Cehenneme giden yolun kapısını da açmış oldu, o cehennemde sadece Şiiler değil tüm bölge halkın uzun süre yanacağı muhakkak. En çokta IŞİD ve buna benzer örgüt militanları ileride yanacaklarına inanıyorum.
IŞİD üç yıldır Suriye de yaptığı vahşilikleri ileriki dönemde ABD, IŞİD’ı gözden çıkaracağı muhakkak, işte o zaman tüm dünya kamuoyuna Suriye de yaptıkları vahşeti göstererek. O görüntülerle başta İslamiyet’i bir canavar, vahşi inançlı insanlar olduklarını batılı topluma gösterecekler. Tüm dünya kamuoyuna da bu teröristleri silip atmak “Sonsuz özgürlükler getireceğim” diyecek ve destek istiyecektir. Tıpkı Afganistan da Taliban ve El Kaide’ye yaptığı, uyguladığı siyaseti uygulayacaktır. Irak da Saddam Hüseyin’e önce kimyasal silahlar vererek kullanmasını, Kuveyt’e girmesi için teşvik etmesi ve sonrada Saddam’a müdahale etmesi için meşru olan koşullar ortaya çıkararak müdahale etmesi gibi. Yani her zamanki gibi ABD böl parçala siyasetini uygulayarak yönetmeye devam edecektir. Bölgenin geldiği sonuç ise;
IRAK: Irak’ı Sunni, Şii ve Kürt bölgesi olarak üçe bölecekler.
SURİYE: Suriye de şimdilik üç bölge haline gelmiş durumda Esad’ın denetiminde olan Şam hükümeti, IŞİD- Nusra gibi Radikal örgütlerin dışarıdan aldıkları destek ile Halep, Hama gibi şehirlerden oluşan bölge ve Kürtlerin denetiminde olan Rojava Kürdistanı.
Yüz yıl önce bölgede devletleşmeyen tek Ulus Kürtlerdi, bu dönemde emperyalistler Kürtlere sağladıkları olanaklar ile stratejik müttefikler haline getirdiler ve Kürtler ulusallaşma meselesinde kazanan Kürtler oldu Devletleşecekler. Kürdistan devleti güney Kürdistan da bağımsızlığını ilan etmek için koşullar olgunlaşmış kapıda bekliyor.
Önümüzdeki dönemlerde de bu Katil sürüsü olan IŞİD ve benzeri radikal İslam örgütleri Türkiye’nin içini karıştıran, Suudi Arabistan’ı ve Katar Emirliği’ne “Özgürlük getiriyoruz” diye ortaya çıkarlarsa hiç şaşırmayın. Bunlar seyyar birlikler gibidirler. Bu örgütler artık ABD’nin elindeki Kurt sürüsüdür. Kışın kurtlar sürekli açtırlar ve hep saldırırlar kan olmadan yaşayamazlar bunlarda tıpkı bu vaziyete dönmüşlerdir.
Devrimci dinamiklerin oldukça cılız olduğu bir dönemde Ortadoğu geçmektedir.
Ortadoğu’nun yoksul emekçi halkların nihai zaferleri oldukça uzak görünse de, devrimci mücadele zayıf olsa da, bugün açısında emperyalistlerin istediği biçimde at oynatsa da bu hep böyle gider anlamına da gelmez.
O coğrafyalar yıkılmaz nice saltanatlar yıkmıştır.
Er yada geç ABD ve diğer gerici güçlerin saltanatları da yıkılmaya mahkumdur…
Notlar
(1) Alperen Gürbüzer, Bir damla kan bir damla PETROL Kitabından
29.06.14
Kasım Koç