CEMAAT-AKP “KAPIŞMASI”NA DAİR[*]

TEMEL DEMİRER

“Bitmeyen söylentiler,
söylenti olmaktan çıkar.”[1]

 

Cemaat-AKP “kapışması”nın ayyuka çıkıp, sağır sultanın bile bilgisine dahil olmasıyla kimileri “Ne oluyor?” şaşkınlığıyla sarsıldı…

Aslında şaşırtıcı hiçbir şey yoktu.

Bir “ittifak”ın sonuna gelinmişti. Tabir-i caiz ise bagajlar boşaltılıyordu.

Öncelikle şunu belirtelim: Hiçbir ittifak “sonsuz” değildir; her ittifakın bir ömrü, miyadı olduğu gibi Cemaat-AKP beraberliğinin de bir sınırı vardı.

Şimdi o sınırlardayız!

Neden mi?

Türkiye’de (uluslararası sermayenin de bilgi ve etkisi dahilinde) yeniden yapılanan sermaye “eski(yen) statüko”nun yerine (Anadolu Kaplanları destekli) Cemaat-AKP beraberliğini ikame ettiğinde (liberalleri çok “heyecanlandıran”!?) “yeni” devreye sokuluyordu.

Tam bu noktada Fethullah Hocalı Cemaat ile Tayyip Erdoğan’lı AKP, “pasif devrim” yapan “demokrat”lar(!?) ilan ediliveriyordu.

Oysa olup biten (liberallerin de “Yetmez ama evet” çığırtkanlığıyla taraf olduğu[2]) sermayenin yeniden yapılanmasıydı; hepsi bu…

 

SERMAYE -YENİDEN- YAPILANIRKEN

 

Jenny White’ın, “Yeni Türk kimliği Müslüman milliyetçiliğidir ve İslâmi burjuvazi inşa eder,” derken “Osmanlı modeli azınlıklara çerçeve sunmuyor,”[3] notunu düştüğü “yeni(lenen)” sermaye güzergâhında Fuat Keyman da “AKP eliyle gerçekleştirilmeye çalışılan Türkiye’nin yeniden inşasıyla yaşadığı dönüşüme”[4] dikkat çekiyordu.

Bu bir alt üst oluş; fragmantasyon + polarizasyondu ki, kaçınılmaz olarak da iktidar kontrolü bağlamında otoriterliği devreye sokmakla mükellefti.

Ancak her siyasi temerküz, o siyaset bileşenleri arasındaki ittifakı da sarsmaktan kaçınamaz…

Tam da bunun için ‘The Financial Times’ yazarı Dan Dombey’in, “Eski ittifaklar çözülüyor. Erdoğan Gülen hareketiyle ters düşmüş durumda. Kürtlerle görüşmeler gerginliği daha da artırıyor”; Ergin Yıldızoğlu’nun, “Her ‘şey’ darbe her ‘şey’ paralel,” notunu düştükleri kapışma ufkuna ulaşılması şaşırtıcı olamazdı ve değildir de…

Kaldı ki bu hâlin verileri, hadi emareleri/sinyalleri diyelim, önceden de ayan beyan ortadaydı.

“Erdoğan-Cemaat kavgası”na dikkat çeken Mehmet Bekaroğlu, “AKP projesinin sonuna gelindi.” “Cemaat, Erdoğan sonrası AKP’nin planlarını yapıyor,” derken; Özgür Mumcu da ekliyordu: “Kavga kızgınlaştıkça kavganın tarafları kendi iktidarlarının kodlarını da alenileştiriyor. AKP ve cemaat arasındaki kavga kısa sürede biteceğe benzemiyor. Muhafazakâr camiada tarafların belirlendiği bir dönemdeyiz. (…) Askeriyenin ve yargının üzerinde kurduğu baskıdan büyük ölçüde kurtulan AKP, cemaatin emniyet ve yargı eliyle elde ettiği gücü de tasfiye etmek amacında. Beklenmedik gelişmeler olmazsa da bu tasfiyeyi gerçekleştirecek kudret ve imkâna sahip…”

Elbette bu ayrışmada Gezi/ Haziran Ayaklanması faktörü de hızlandırıcı/ tetikleyici bir rol oynadı.

Yani Yrd. Doç. Erhan Keleşoğlu’nun, “AKP üzerinde Gezi’nin etkisinin derin olduğunu”; Kadri Gürsel’in de, “Gezi Parkı direnişi ve tetiklediği dinamikler, Erdoğan ve partisine gücünün sınırlarını gösterdi. Erdoğan iktidarı 31 Mayıs’ta kendi çan eğrisinin zirvesindeydi; ülkeyi yönetememesindeki vahametin büyüklüğü ile düşüşünün hızı doğru orantılı olacaktır,” ifadeleri boşuna değildir.

Tüm bunlar Milli Görüş kökenli İslâmi muhafazakârlığın neo-liberal AKP’sini daha da otoriterleştirdi.

‘The Economist’in, “Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı olmaya fazla odakladığı” ve “otoriter eğiliminin giderek arttığı”nı yazdığı; Vahap Coşkun’un, “AKP, bir lider partisi ve bu partide Erdoğan’ın dışında toplumda karşılığı olan bir politik aktör yok,” notunu düştüğü tabloda; Yüksel Taşkın da uyarıyordu: “Parti içinde… biat kültürünü yaratanlar, AKP’nin hızla parçalanmasına yol açacak”!

“Biat kültürü”, “teklik dayatması” geri dönülmez biçimde Cemaat-AKP “kapışması”nı görünür kılıacaktı.

 

DEVLETÇİ AKP

 

Sisteme hâkim oldukça, ondan nemalanan ve yeni zenginlerini yaratan AKP’nin devletçileşmesi kaçınılmazdı ve böyle de oldu.

Cengiz Çandar’ın, “… ‘Muhafazakâr demokrat’ değil kaba ‘devletçi’…”; Mehmet Kamış’ın, “AKP, yeni devletin resmî partisi mi oldu?” eleştirilerini devreye sokan bu hâle; “Başbakan Erdoğan’ın ölümüne arkasındayız… Biatsa biat, itaatsa itaat, ölümüne arkasında duruyoruz. Evet biz biatcıyız,” diyen AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner “N milliyetçi ne de devletçi değiliz,” yanıtını verse de; bu asla inandırıcı değildir…

Giderek devletçileşen AKP gerçeği, Şaban İba’nın ifadesiyle “… ‘Sessiz devrim’ safsatası”nı yerle yeksan etmiştir ki, bu da Abdüllatif Şener’in çok önceleri, “Büyü bozulur AKP gider” diye ifade ettiği koordinatlara ulaşılmasına kapı açmıştır…

Çünkü AKP yolsuzlukları artık inkâr edilebilir olmaktan çıkmıştır.

Diktatoryal gücün yolsuzluklara eşitlendiği tabloda mesela ‘Usta’nın Hikâyesi’nde Başbakan Erdoğan’a “Nasıl zengin oldunuz?” sorusu sorulmadı

Başbakan’ın öğrencilik yıllarında -misal!- simit sattığı, su sattığı, hatta sınıf arkadaşlarına Sirkeci’den aldığı “kartpostal” sattığı bol bol anlatıldı da; ilaç olsun diye şu soru mesela hiç yöneltilmedi:

“Bu kadar dar ekonomik imkânlardan geldiniz, nasıl bu kadar zengin oldunuz ve dünyanın nasıl en zengin başbakanları arasına girdiniz?”

 

VE -ALENİ- KAVGA!

 

Böylesi bir tabloda, çok önceleri çekilmiş silahların tetiği dershaneler ile çekildi…

Dr. Hidayet Şefkatli Tuksal’ın, “ “Gülen Cemaati, önceleri hep öğretmen yetiştirdi. Sonra Dershane, okullar açtı, öğretmenleri orada istihdam etti. Sonra asker, polis yetiştirdi. Şimdi de hukukçu yetiştiriyor. Bütün parlak beyinler hukukta. Bu, alternatif bir stratejidir,” notunu düştüğü koordinatlarda kolay mı?

AKP’nin dershaneleri kapatması Gülen cemaati için ekonomik + siyasi açıdan onulmaz bir yaraydı. Çünkü 4 bin ruhsatlı, 2 binle 5 bin arasında da yasadışı dershanenin hizmeti verdiği Türkiye’de dershanelerin yüzde 60’ı, dershane yayıncılığının ise yüzde 80’i Gülen cemaatine aitti!

Aslında kılıçlar, dershanelerden çok önce çekilmiş, MİT içinde yürütülen operasyonlarla doruk noktasına ulaşmıştı…

Eğer herkul.org’a şöyle bir göz atarsanız kapışmayı, pay ve güç savaşının neden kaynaklandığını görebilirsiniz.

Elbet birincisi dershaneler…

Bunun dışında polis, yargı, MİT ve diğerleri de var…

İsrail’le  ilişkiler…

Biraz daha geriye gidersek Erdoğan’ın Davos’taki “van minüt” çıkışı, Mavi Marmara olayı, hani o İsrail komandolarının kanlı baskını, Suriye ve El Nusra…

Zincirin halkaları çoğaltılabilir.

Gülen’in şu sözleri aslında bu savaşın boyutunu gösteriyor:

“Firavun ile Harun aleyhinizde ise isabetli yolda yürüyorsunuz demektir…”

Güç ve pay savaşımı daha da şiddetlenerek sürecekti artık!

Çünkü Gülen hareketi ve (Milli Görüş kökenli) AKP, iki farklı gövdeydi. AKP, 12 yıl kadar önce klasik bir parti olarak kuruldu. Gülen hareketini bazıları hâlâ ”hizmet hareketi” sansa da, özünde siyasi bir harekettir ve 1970’lerden beri örgütlene örgütlene bugünkü düzeyine ulaştı… Birbirlerinin içinde eriyip yokolacak bir durum yok!

Her ikisinin de, din olgusunu kullanmasına bakılarak, aynı ”hedef ve amaç” taşıdığı sanılıyor! Siyasi İslâm’ın ne olduğunu anlamak için İslâm dünyasına bakın!

Neden parçalandılar, sorusuna gelelim: Çünkü her ikisi de iktidara tırmanmanın doruklarına dayandılar. Dorukta iki büyük güç, iki büyük odak, iki büyük hırs oturamaz. Çatışma, işte doruğa ulaşılınca başladı!

 

GÜLEN HAREKETİ

 

Burada bir parantez açarak Gülen Hareketi’ne göz atmakta yarar var.

Gülen Hareketi 80’li yıllarda ivme kazanmış, 1982 anayasa oylamasıyla biçim değiştirmiştir.

Mehmet Kutlular’ın Yeni Asya kolundan kopan Gülen ve arkadaşları, Kenan Evren’in ”Anayasayı desteklesinler” mesajına olumlu yanıt verince, eksen değişmiştir.

Turgut Özal’ın katkısı bunda büyük rol oynamıştır 12 Eylül darbesi sürecinde.

Aslında öykü uzundur: Bugüne dek uzanan çizgi şimdilerde ”hizmet zinciri” adını alsa bile, Gülen zamanında Turgut Özal, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, kimi CHP’lilerle yakından ilişki kurmuştur. Parti gözetmeksizin hem Tansu Çiller’le hem de Alparslan Türkeş’le ilişkilerini sürdürmüştür. Bir kişi dışında: Necmettin Erbakan…

Sovyetler Birliği’nin likidasyonu, Doğu ve Batı Almanya arasındaki Berlin duvarının yıkılması Gülen cemaatine yaradı

Üniversiteler, okullar… Finans kurumu… Rusya’dan Afrika’ya değin uzanan bir pazar, okullar…

28 Şubat sürecinde Orgeneral Çevik Bir’e tüm okullarının anahtarlarını vermek istemeleri…

Unutmadan ekleyeyim: Erdoğan 1994 yerel seçimleri öncesi Gülen’i ziyaret edip elini öpmüştür.

Gülencilerin polis ve yargı içindeki örgütlenmeleri 2002 seçimlerinden sonra yani AKP’nin iktidar olmasının ardından değil, 80’li yıllarda başlamış, 90’lı yıllarda da sürmüştür.

Yargıda en güçlü dönemi yaşıyorlar 2013 yılında…

“Bunlar nasıl olmuştu” mu?

Gayet basit: ABD emperyalizminin “ılımlı İslâm projesi” ekseninde verdiği açık destekle…

Kimse inkâra kalkmasın Gülen Hareketi ABD emperyalizmi ile “fazlaca içli dışlı”dır; “demokrat” falan da değil; takiyecidir!

 

CEMAAT DEMİŞTİ Kİ[5]
KOMÜNİZMLE MÜCADELE “Ve yine bu devreye ait bir teşebbüs de Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’ni açma teşebbüsümüz oldu. O güne kadar sadece İzmir’de vardı. İkincisi de Erzurum’da bizim gayretlerimizle açılacaktı.“İsmi Ali’ydi, bir arkadaşı İzmir’e gönderip tüzük getirttik. Derneği kuracaktık. Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve gençlerle Caferiye Camiinin önünde toplandık. Gayemiz komünizme karşı örgütlenmekti. Dernek ve cemiyet işlerinden anlayan bir akrabam vardı. O gelip bizi uyardı, bize yol gösterdi… Tabii, o gün için içimizde kanunları bilen de yoktu. Zaten Erzurum’daki arkadaşlar da, benim derneklerle bu kadar içli-dışlı olmamı biraz fazla buluyorlardı. Benim hareketlerimden rahatsız oldular. ‘Bu Komünizmle Mücadele Derneği’ de nerden çıktı? Sen, ‘Nurları oku. Bundan iyi mücadele olmaz.’ dediler. Daha sonra da ‘Meğer biz yanılmışız’ diyecekler ve Komünizmle Mücadele Derneğini onlar kuracaklardı. Fakat o gün için benim teşebbüslerim yadırganıp tenkit konusu yapılıyordu.”[6]
12 EYLÜL “Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.”[7]
SİVAS KATLİAMI “Kontrolden çıkan bu şiddet, misafirlerin kaldığı Madımak Oteli’nin perdelerinin tutuşturulması ile bir katliamla sonuçlandı. Aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok ve Hasret Gültekin gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu, şenlikler için şehre gelmiş 33 davetlinin içinde yer aldığı toplam 37 kişi, bu otelde çıkan yangında dumandan boğularak veya yanarak hayatlarını kaybetti.”[8]“2 Temmuz 1993’te gerçekleştirilen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli’nde yangın çıkmış, aralarında otel görevlilerinin de bulunduğu 37 kişi ölmüştü.”[9]
GAZİ DİRENİŞİ “Gazi olaylarını tetikleyen saldırıda ölen ‘Alevî dedesi’ değil kimsesiz biriymiş.Saldırıda ‘Alevî dedesi’ Halil Kaya’nın öldüğü bir TV kanalından kamuoyuna duyurulurken haber, olayların tetiklenmesinde önemli rol oynadı. Ancak bunun büyük bir ‘provokasyon’ olduğu yıllar sonra ortaya çıktı. Saldırıda ölen Halil Kaya, sanıldığı gibi Alevî dedesi değil, naylon çadırda yaşadığı için cemevine yerleştirilen bir evsizmiş. Faili meçhul saldırıda ölen tek kişi olan 67 yaşındaki Halil Kaya’dan, binlerce yayında hâlâ ‘Alevî dedesi’ olarak söz ediliyor… Gazi Cemevi Başkanı Hıdır Elmas ise gerçeği bütün açıklığıyla anlatıyor.

Gazi Mahallesi’nde neredeyse bütün duvarlar yasadışı örgütlerin sloganlarıyla dolu. Birçoğu boyayla kapatılarak silinmiş. Emniyet, 12 Mart’ta bir olay beklemiyor; ancak tedbiri de elden bırakmıyor.”[10]

KÜRTLER VE PKK ZERDÜŞT Kürt ırkçılığı ilhamını Türk ırkçılığından alıyor. Onlar da tarihin İslâm öncesi evrelerine özel bir gurur ile sığınıyor. Onlar da cahiliye dönemine dair ırki seyahatler düzenliyor. Onlar da mitolojinin efsunkâr rüzgârıyla coşup, folklorik gösterilere başvuruyor. Her iki ırkçı zümrenin de görmediği; daha doğrusu görmek istemediği bir gerçek var. Türkler de, Kürtler de Müslümanlığı kültürel bir fantezi olarak algılamıyor; onu varoluş gerçeği olarak bizzat yaşıyor. Örgütlerin göz ardı ettiği bu hakikâti vatandaş görüyor; tıpkı PKK’nın da, TİT’in de derin bağlantılarını gördüğü gibi. Kürtlerin en büyük talihsizliği, Kürt aydınının kendisine cesur bir söylem seçememesidir.”[11]
AÇLIK GREVİNDE ZİYAFET VE UYUŞTURUCU “… ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ kapsamında, Tokat’ın Turhal ilçesindeki E Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan ve açlık grevi yaptıklarını açıklayan 6 terör örgütü üyesi, yemek yerken jandarma tarafından yakalandı.Cezaevinin 4. koğuşunda bulunan TKP–ML–TİKKO örgütü davalarından tutuklu Kamil Sekman, Ergül Koç, Alişan Akdeniz, Serhat Uğurlu ile DHKP–C üyesi İnan Yamaç ve Yıldıray Okuyan isimli örgüt üyeleri bir süre önce ‘F tipi cezaevlerini’ protesto etmek amacıyla açlık grevi başladıklarını açıklamışlardı. Cezaevine baskın düzenleyen jandarma, 6 örgüt üyesini yemek yerken yakaladı. Hastanede sağlık kontrolünden geçirilen 6 örgüt üyesinin sağlık durumlarının iyi olduğu bildirildi.

Bayrampaşa Cezaevi’nde ölüm oruçlarının sona erdirilmesi için gerçekleştirilen operasyondan sonra harabeye dönen cezaevinde yapılan aramada, uyuşturucu dahil birçok malzeme ele geçirdi.”[12]

ROBOSKÎ “PKK Köylüleri Yem mi Yaptı?”[13]“Şırnak’ın Uludere ilçesinin Irak tarafında kalan bölgeye düzenlenen hava operasyonunda, sınırda kaçakçılık yapan 35 köylünün hayatını kaybetmesini bahane eden PKK yandaşları, doğu ve güneydoğu illeri ile bazı büyük şehirlerde terör estirdi.”[14]
ALEVİLERE “CAMİ-CEMEVİ” İLE SAMİMİYET TESTİ “Ankara Mamak’ta temeli atılan cami-cemevi projesi pek çok gerçeği birden su yüzüne çıkardı. Bir samimiyet testine dönüştü. Alevî-Sünni meselesinde kimlerin kafası karışık, kardeşliğin tesisini kimler istiyor, kimler köstekliyor, kim sorunun devamından yana, kim bu ayrılığı fitneye dönüştürmek istiyor…“Hatırlayın lütfen; daha birkaç ay önce Alevî evlerine çarpı işareti konulmuş, yer yerinden oynamıştı. Sonra ortaya çıktı ve mahkemeye intikal etti ki, Alevîlerin kapısına kırmızı boya çalanlar Alevîliği tepe tepe suistimal eden DHKP-C’den başkası değil. Bu örgüt canlı bombalarını ve örgüt yöneticilerinin cenazelerini cemevinden kaldırdıkça makul Alevî çoğunluk ıstırap çekiyor, iki arada bir derede kalıyor…”[15]
GEZİ İSYANLARI “Çevre Duyarlılığı Yakıp Yıkmaya Dönüştü”[16]“Provokatörlere Suç Üstü”[17]

“Demokratik Taleplere Canımız Feda”[18]

“Sarısülük Davasında Polise Linç Girişimi”[19]

“Zaman İstihbarat Şefi: Gezi Sırasında Camiye Bira Tenekesi Sonradan Konuldu”[20]

“Özgürlük istemekle özgürlüğün genel bir değer olarak ne olduğunu ve nasıl tesis edilebileceğini bilmek ayrı ayrı şeyler. Taksim Platformu’nun (TP) mantığı ve tavrı bu tespitin en büyük ispatı. TP sözcüsü şöyle bir açıklama yaptı: ‘Gezi Parkı için referandum olmaz. Dünyanın gelişmiş demokrasilerinde toplumsal duyarlılık dikkate alınır ve gereği yapılır. Bilimsel gerçekler referandum yoluyla değiştirilemez.” Halk arasındaki deyişle, bu söze, ancak, ‘buyur burdan yak!’ diye cevap verilebilir. Bu açıklama hükümetin şikâyetçi olunan ‘dayatma’sından kat kat güçlü bir dayatma, zira, Başbakan’a ‘sen de kimsin!’ diyebilirsiniz, ama ‘bilim”e diyemezsiniz, değil mi? Bu, arkaik XIX. yüzyıl pozitivizmine dayanan totaliter zihniyeti yansıtan bir duruştur.”[21]

 

“YENİ -OLMAYAN- EVRE”

 

Evet Gülen Hareketi de, Erdoğan’ın AKP’si gibi ABD mamulatıdır; ama sadece bu kadar da değil…

Bunun Sarıgül’lü, Kılıçdaroğlu’lu CHP boyutu da var.

‘ABD Kongresi Araştırmalar Merkezi’nin hazırladığı ve Ortadoğu uzmanı Jim Zanotti imzasını taşıyan 41 sayfalık raporda, AKP’nin Gülen Hareketi’nden gelen yetkilileri, siyasi ve ideolojik muhalifleri susturmak veya zayıflatmak için kullandığı belirtilirken; Cemaat-AKP “kapışması”nın devreye soktuğu boşluk CHP ile doldurulmak isteniyor.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun da aralarında bulunduğu bir grup CHP’li, Gülen’e yakın sivil toplum kuruluşlarından Pasifik Enstitüsü’nün Los Angeles’ta düzenlediği ‘Gıda ve Kültür’ festivaline katılıyorlar.[22] Sonrası malum…

“İyi de bunlar niye” mi?

Öncelikle AKP iktidar yorgunluğundan malûlken, ‘Zaman’ yazarı Mehmet Kamış, kanunsuz işler yapan iktidarlardan daha sonra hesap sorulacağını belirterek AKP’ye göndermelerde bulunup, “Seçimle gelen hiç kimse devletin sahibi olmaz,” derken; 16 yıl aradan sonra ilk televizyon röportajını BBC’ye veren Gülen, AKP ile Cemaat arasındaki kavganın geleceğiyle ilgili bir soruya “Bu isyan ruhu, bu kin ve nefret ruhu çabuk bastırılamaz” diye dikkat çekici bir yanıt verdi.

Hükümet-cemaat tartışmaları ve cemaate yönelik eleştirilere sert tepki gösterirken, “Bazen kuvvet insanı küstahlaştırabilir” diyen Gülen, “Mümin bile olsa ahlâken firavun olur. Sıfatları itibarıyla firavun olur. Bazen nimetlerin sağanak sağanak baştan yağması o da insanı böyle nemrutlaştırır, firavunlaştırır” diye konuştu.

Yine ‘The Wall Street Journal’a yaptığı açıklamada Gülen,, Batı ülkelerinin çalkantılı bir bölgede en büyük müttefiki olan Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarını etkileyebilecek kesin ayrılık sinyallerinde bulundu.

Burası çok önemlidir. Çünkü sermaye “yeniden” yapılanırken; yeni uluslararası ilişkiler ekseninde bir çok şey farklılaşarak, yeniden ve bir kez daha tanımlanıyor!

Örneğin Bülent Özçelik’in, “Yeniden Milli Mücadele’den Stratejik Derinliğe AKP Milleti”[23] veya İlker Demir’in, “Başbakan Milli Görüş’e mi Koşuyor?”[24] başlıklı yazılarında altını çizdikleri üzere Erdoğan AKP’sinin “İslâmi Milli Görüş”çüğü yeniden depreşirken; “Arap Baharı”nın “Hazan”a dönüşmesiyle ABD patentli “ılımlı İslâm” yönelimi de askıya alınmıştır…[25]

Tam da bunun için Cengiz Çandar, “Türkiye’nin AB yönünü terk ederek, Şanghay yoluna koyulması, Selçuklu öncesine dönmek anlamına gelir,” diye haykırırken; Koray Çalışkan da ekliyor:

“Batı’da AKP artık muhafazakâr ve demokrat olarak görülmüyor. Avrupa Birliği sürecinde gayet isteksiz ve hatta engelleyici bir parti görünümü çiziyor. El Nusra gibi bütün dünyanın terörist olduğunu bildiği bir oluşumun Davutoğlu tarafından yalnızca ‘extremist’ bir örgüt olarak nitelendirilmesini anlamakta güçlük çekiyorlar.”

Evet durum ve gidişat buyken; geçmişte Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Muhterem Gülen Hoca Efendi’yi 2013 Mayıs’ında ziyaret ettim. 3 saat neler konuştuğumuzu tek tek anlatacak değilim. Hoca Efendi’yi yeni tanıyan biri değilim. Ondan hiç ayrılmayan da biriyim. Cemaat de kötü bir şey değil. Sosyolojinin bir varlığı. Gülen siyasi bir kişilik değil. Hayatın her alanında dernekleri, vakıfları var. Medyada, yazılı basında çok güçlüler. Ama tüm gördükleri Türkiye’nin hayrına yapılacak ne varsa onu yapmaya çalışıyorlar… Başbakanımız, Hoca Efendi’ye karşı çok güzel hisler içinde. Gülen Hoca Efendi de hükümeti, Başbakan’ı, Cumhurbaşkanı’nı çok seviyor, beğeniyor. Hizmetlerinden ötürü sabahlara kadar dua ettiğini ifade ediyor,” sözleri bugünlerde hepimizin gülümsemesine yol açıyorken; Emma Goldman’ın, “Kapitalist toplum, hiç durmadan çalışanların asla bir şeye sahip olmadığı, buna karşılık hiç çalışmayanların her şeyin keyfini çıkardığı bir toplumdur,” uyarısını da anımsatıyor “Sürdürülemez kapitalizmin tüm piyonlarına, alayına isyan” diyenlere…

 

11 Şubat 2014 13:11:01, Ankara.

 

N O T L A R

[*] Mali Müşavirler Muhasebeciler Birliği Derneği Ankara Şube Bülten, Yıl:40, No:74, Ekim 2013-Mayıs 2014…

[1] Verbal Kint.

[2] “Siyasi iktidarı AKP hükümetinde ifadesini bulan Müslüman entelijensiyanın (Osmanlı egemen sınıfın bir kalıntısı olarak) Osmanlı dönemine geri dönme, onun yönetim biçimini, uluslararası ilişkiler anlayışını restore etme amaçlarını liberal-postmodern zevzekliklerden de (‘öteki’ söyleminden, kimlik siyasetinden, küreselleşmeci fantezilerinden) destek alarak dile getirdiklerini biliyoruz.” (Ergin Yıldızoğlu, “Bourbons Alla Turca”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2013, s.11.)

[3] Jenny White, Müslüman Milliyetçiliği ve Yeni Türkler, Çev: Fuat GüllüpınarCoşkun Taştan, İletişim Yay., 2013.

[4] Türkiye’nin Yeniden İnşası: Modernleşme, Demokratikleşme, Kimlik, Der: E. Fuat Keyman, İstanbul Bilgi Üniv. Yay., 2013.

[5]Emrah Emrah Zıraman, “Gülen Cemaati Halk Düşmanıdır”, Birgün, 28 Aralık 2013.

[6]http://bit.ly/K8BBV1

[7]Fethullah Gülen, Başyazı, Sızıntı Dergisi, Ekim 1980 http://bit.ly/18tYzB6

[8]Mümtaz’er Türköne, “15 Yıl Sonra Madımak”, Zaman, 1 Temmuz 2008,http://bit.ly/1hIQFEO

[9]“Madımak Provokasyonuna Karanfilli Anma”, Zaman, 2 Temmuz 2009,http://bit.ly/K9sRP3

[10]Zaman, 10 Mart 2007, http://bit.ly/1cEf26X

[11]Ekrem Dumanlı, “Zerdüşt Kürtler, Şamanist Türkler”, Zaman, 21 Mart 2006, http://bit.ly/1cEfJgM

[12]Zaman, 22 Aralık 2000, http://bit.ly/19nsr0g

[13]Zaman, 30 Aralık 2011, web arşivi: dscoıgf, http://bit.ly/1cthv2B

[14]“PKK Yandaşları Kepenk Kapatmayan İş Yerlerine Saldırdı”, Zaman, 31 Aralık 2011http://bit.ly/K8H7qQ

[15]Ekrem Dumanlı, “Alevîlik Testi”, Zaman, 16 Eylül 2013, http://bit.ly/1cWhAs0

[16]Zaman Manşeti, 3 Haziran 2013.

[17] Zaman Manşeti, 6 Haziran 2013.

[18] Zaman Manşeti, 7 Haziran 2013.

[19]24 Eylül 2013, Zaman, http://bit.ly/1ctRIHp

[20]Aralık 2013, Basından, http://bit.ly/1kMgTbY

[21]Atilla Yayla, “Gezi Olayları ve Siyaseti Dizayn Teşebbüsü”, Zaman, 28 Haziran 2013, http://bit.ly/JwKze7

[22] “Gülen’e Yakın Enstitüden CHP’lilere Davet”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2013, s.5.

[23] Bülent Özçelik, “Yeniden Milli Mücadele’den Stratejik Derinliğe AKP Milleti”, Toplumsal Alternatif, No:4, Ağustos 2013, s.27-31.

[24]İlker Demir, “Başbakan Milli Görüş’e mi Koşuyor?”, Taraf, 1 Ağustos 2013, s.9.

[25]“Bugün, Erdoğan’dan yakınan, her belayı bir adamın kişiliğine bağlayan Batılı yazarların, yerli liberallerin ‘suskun’ kalmaları dikkat çekiyor.” (Ergin Yıldızoğlu, “Ah! Ne Büyük Reformcuydu…”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2013, s.4.)