Emperyalist Haydutların Kuşatmasındaki Filistin, İşgal Zincirlerini Kırarak Özgürleşecektir!

Filistin’deki kuşatmayı yarmak, Kürdistan işgaline karşı savaşan Kürt ulusuna, Kürdistan’daki işgalci güçleri söküp atmak Filistin ulusunun kurtuluşuna güç katacaktır. Ve her bir parçadaki bu haklı duruş, emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı mevziler kazanmanın dinamiğidir. İşgal ve ilhaklara karşı mücadele bu devrimci bilinci donandıkça muzaffer olur..

7 Ekim sabaha karşı, işgalci Siyonist İsrail devleti, işgal ettiği Filistin toprağı olan Gazze Şeridinden gerçekleşen askeri saldırılarla uyandı. Hamas’ın (askeri saldırıda Hamas ve İslami Cihat güçleri öne çıksa da, kuruluşu 2021 de ilan edilen “Ortak Operasyon Odasında” yer alan 14 Filistin örgütünün fiili yer alarak yada saldırıyı destekleyerek pozisyon aldığı gerçeği bilinmelidir) İsrail işgalinin ablukası altında olan Gazze Şeridi’nden “Aksa Tufanı” adı altında bir operasyon başlattı. Ve İsrail Siyonizm’inin buna, “Demir Kılıçlar Operasyonu” ile, Filistin’de yürüttüğü işgal savaşın kapsamını genişleterek karşılık verdi. Bu süreç, İsrail-Filistin hattında yeni bir savaş sürecinin momenti olduğu gibi, emperyalist ve bölgesel gerici güçlerin Orta Doğu üzerinde “yeni” denklemler kurmanın da zemini oldu.

Hemen başından belirtelim ki; İsrail devletinin işgalci konumu, İsrail-Filistin çatışmasının temel nedenidir. Bu anlamıyla, İsrail devleti işgalcidir, haksızdır. İsrail işgaline karşı yıllardır direnen, İsrail Siyonizm’inin uyguladığı milli baskıya karşı savaşan Filistin, haklıdır, işgale karşı geliştirdiği her direniş ve mücadele meşrudur. Bu genel tutuma bağlı olarak, bugün İsrail-Filistin savaşı ekseninde Orta Doğu’da yeni çatışmaların fitili olan ve ABD başta olmak üzere, emperyalist güçlerin “Orta Doğu’nun 11 Eylül’ü” olarak nitelendirdiği 7 Ekim saldırısı, emperyalist bloklar arasındaki hegemonya dalaşında, bölgesel güçler arasındaki çatışmalarda ve bölgede sürmekte olan işgal ve ilhak saldırılarında yeni denklemlerin kurulmasına vesile yapılacaktır.  Çünkü, Filistin sorunu, Kürt sorunu gibi, bugün Orta Doğu’da yaşanan işgal ve ilhaklar, emperyalist yayılmacılık ve hegemonyanın sonuçlarıdır. Aynı şekilde Orta Doğu-Arap yarımadası, Ukrayna merkezli sürmekte olan emperyalist savaşlar, emperyalist hegemonyanın biçimlerinden biridir. Çok bloklu emperyalist dünya gericiliğinin yayılmacı emelleri ile sürmekte olan bu savaş ve çatışma hali, bir coğrafya ile sınırlı kalmamakta, her coğrafyanın özgün çelişkilerine göre farklı nedenlerle farklı alanlara sıçramaktadır. Ve emperyalist haydutlar, her coğrafyanın özgün çelişkilerini ve bu çelişkilerin ortaya çıkardığı çatışma halini, stratejik olarak bölgesel planlamalarına bağlamaya çalışmakta, her durumdan kendi bölgesel çıkarlarını icra etmenin politikalarını geliştirmektedirler. Bu anlamıyla emperyalist bloklar arasında sürmekte olan hegemonya çatışmasının genel kapsamını ve bunun bölge düzleminde yarattığı gelişmeleri anlayarak, sürmekte olan savaş halini analiz etmek, bazı bölgesel gelişmeleri bu denklemde ortaya koymak gereklidir.

İşgal ve ilhak, kapitalist-emperyalist sistemin doğasıdır. Filistin, kapitalist-emperyalist sistemin bu vahşi yüzünün bir sonucu olarak işgal altındadır. Fiili olarak İsrail’in işgalci konumu, emperyalist sistem içinde aldığı pozisyondur. Diğer işgalci güçlerden farklı olarak, Filistin’in işgal edilmesi, ABD’nin başını çektiği emperyalist güçlerin direk laboratuvarında hazırlanmıştır. Çünkü Siyonist İsrail devleti, bir Orta Doğu devleti olmadığı gibi, bugün devletleştiği coğrafya ile tarihsel bir toprak bağı yoktur. 1948 yılında Birleşmiş Milletlerin hilesi ile kurulan İsrail, Orta Doğu’ya uzanan, başta ABD olmak üzere, İngiltere, Fransa ve AB emperyalist güçleri anlamına gelmektedir. Yahudi yerleşimciler üzerinden işgal edilen Filistin, bu tarihten beridir milli zulüm görmekte ve her türlü ulusal hakkı katliam, sürgün, vahşetle yok sayılmaktadır. Kuşkusuz bu tarihsel süreç, emperyalist ve bölgesel gerici güçlerin aldığı rollerle geniş bir analiz konusudur.  Bu makalenin sadece bugünkü Filistin-İsrail savaşının mahiyetini anlatma hedefiyle sınırlıdır. Bu çerçevede tekrar edersek; tarihsel ve güncel olarak, İsrail devletinin haksızlığı, başını ABD’nin çektiği emperyalist kutbun yayılmacı siyasetinde aldığı rol ile işgalci konumu iken, Filistin’in haklılığı, maruz kaldığı fiili işgal ve milli zulme karşı koyma meşruluğundan gelmektedir.

Emperyalizm, yarattığı savaş ve çatışma ortamından yayılma ve yerleşmek için yararlanmaktadır. 

Açık savaş hali ve karmaşık çelişkilerle, Orta Doğu, Arap yarımadası, Kafkaslar başta olmak üzere, dünyanın önemli sahaları emperyalist hegemonyanın kıskacı altındadır. Emperyalist-kapitalist sistemin yapısal niteliğinden doğan tüm bu ulusal-sosyal çelişkiler, ulusal ve sosyal kurtuluş hareketlerinin üzerinden yükseldiği toplumsal çelişkiler olduğu gibi, emperyalist blokların yayılmacı-hegemonya stratejilerinin geliştirmenin de zemini haline getirilmektedir. Özellikle çatışmaların derinleştiği son tarihsel kesitlerde, emperyalist güçler bu konuda daha kapsamlı stratejik planlamalar yapmaktadır.

Emperyalist hegemonyanın emperyalist kutuplar arasında çatışmaları derinleştirdiği bölgelerdeki konjonktürel karşıtlıklar ve “İttifak’lar tam bir çelişkiler yumağıdır. Yayılma ve yerleşme yönelimi her alanda farklı çelişkiler üzerinden yol aldığından, çatışan ve “uzlaşan” güçler arasında da değişkenlik içermektedir. Örneğin, Ukrayna emperyalist savaşında yan yana duran bazı güçler, Suriye sahasında çatışmalı duruma gelebilmektedir. Emperyalist çıkarların her sahada üzerinde şekillendiği çelişkiler gerçeğinde, öncelikle kutuplu emperyalist güçlerin hegemonya dalaşında, genel çatışmaları sıralamak, anlatmak istediğimiz konu açısından faydalı olacaktır. a-) Başını ABD-AB ve Rusya emperyalizminin çektiği emperyalist bloklar arasındaki çatışma. b-) Her emperyalist bloğun kendi bölge stratejisine yedeklemediği bölgesel gerici iktidarlarla yaşadığı çatışma. c-) Farklı emperyalist blokla “ittifak” kuran yada aynı emperyalist blokla “ittifak” halinde olan (“TC” -İran gibi) bölgesel gerici iktidarlar arasındaki çatışma. d-) işgale uğramış ulusların, işgalci güçlerle arasındaki çatışma.( işgallere karşı direniş güçlerini iki kategoride ele almak durumundayız. Ulusal çizgide duranların önderlik ettiği güçler ve İslami dinci çizginin önderlik ettiği güçler) e-) Din ve mezhep çatışmaları f-) devrimci-sosyalist güçlerin sınıf hareketi ekseninde tüm gericilikle yaşadığı çatışma.

Sınıf hareketinin dışındaki bu güçlerle emperyalist güçler, bölgesel stratejileri gereği, bir biçimi ile bu çatışmalı güçlerle temas kurmaktadırlar, “uzlaşabildiği” düzeyde bölgesel stratejilerine bu güçleri entegre etmeye çalışmaktadırlar. Keza bu temas sadece bir alanla sınırlı kalmamakta, bölgesel çatışmaları yönlendiren bir anlayışla şekillendirilmektedir. Mesela, ABD emperyalizmi, Filistin işgalinde, İsrail üzerinden işgalin direk tarafı iken, “TC”nin Kürt coğrafyasını işgalde, bugün Rojava Kürtlerinin “yanında” durmakta ama aynı güncel süreçte PKK ye yapılan kapsamlı Güney operasyonlarına destek vermektedir. Rusya, İsrail-Filistin savaşında İsrail’e karşı pozisyon alırken, “TC”nin Kürt coğrafyasına işgaline (Suriye konumu ve bölgesel çıkarlarından kaynaklı kara harekatının genişlemesine müsaade etmese de, “TC”yi daha bir dönem yanında tutmak için hava operasyonlarına izin vererek) icazet vermektedir. Bölge denkleminde bu örnekler çoğaltılabilinir; izah etmeye çalıştığımız şudur:

Emperyalist ve bölgesel gerici güçlerin farklı alanlardaki farklı tutumlarının nedeni, işgal ve ilhaklara karşı durmak, mazlum ulusların ulusal demokratik haklarını kabul etmek ilkesi üzerine şekillenmemektedir. Bu durum emperyalist yayılmacılığın doğasına aykırıdır. Rusya ve ABD’nin başını çektiği emperyalist kutuplar, kendi hegemonyası için bölgesel stratejiler geliştirmekte ve gelişen siyasal gelişmelere göre, her özgün duruma göre denklemler kurmaktadırlar. Kurulan her denklem, derinleşen çelişkiler ekseninde savaş ve çatışma üretmektedir. Gerek emperyalist güçlerin kendi bölgesel müttefikleri vasıtası ile ve gerekse de, işgal altındaki ulusların işgale karşı verdiği haklı-meşru mücadele sonucunda gündeme gelen her çatışma ve savaş halini, emperyalist bloklar kendi bölgesel stratejilerini yaymak için “yeni” gerekçeler haline getirmektedirler.

Mesela, Ukrayna’daki emperyalist savaş, NATO şemsiyesi altında ABD-AB emperyalist bloğunun, Rusya emperyalist bloğuna karşı yayılma emellerinin derinleştirdiği çelişkiler üzerinden yaşandı-yaşanmaktadır. Emperyalist blokların karşılıklı hamlelerin savaş haline evrilmesi yani, Ukrayna sahasında yaşanan tıkanma ve Rusya’nın işgalci güç konumuyla patinaj yapması, bölgenin farklı alanlarındaki çelişkiler üzerinden stratejiler belirlemesini koşullamaktadır. Bu anlamıyla Rusya, İran üzerinden birçok bölgesel güçle ilişkiler geliştirmeye çalışmaktadır. Aynı mantık kapsamında ABD de bölgede aplikasyon yapmakta, kendi stratejisine alan açmak için çatışmalı durum örgütlemekte ve buna entegre edebildiği bölgesel güçler üzerinden kendi politikasını icra etmeye çalışmaktadır. Yemen, Sudan, Lübnan, Doğu Akdeniz, Suriye, Irak başta olmak üzere, bölgesel sahada yaşanan çatışmalar bu durumun somut izahıdır.

Devamla, emperyalist yayılmacı ve bölgesel işgalci güçler, anti işgalci güçlerin meşru direnme hakkını ve bu direnişin ortaya çıkardığı toplumsal sonuçları da, kendi stratejileri için gerekçe haline getirme konusunda özel planlamalar yapmaktadırlar. Şu bir gerçek, hiçbir emperyalist güçle ilişkisi olmadan, işgale karşı savaşan her güç, mevcut durumda bölge denkleminde bir emperyalist blok için avantajlı, bir emperyalist blok için dezavantajlı sonuçlar yaratabilir. Hamas’ın İsrail’e bu son saldırısı, Ukrayna’da sıkışan Rusya’nın bölgesel stratejisine kısa da olsa bir nefes aldırdı.  Bundan hareketle, İsrail’e Hamas’ı Rusya saldırttı gibi somut bir tespit yapmak, yanıltıcı olur. Ama Hamas’ın dinci-cihadist gerici siyasal çizgisi ve bir emperyalist blokla ilişkisi olsa dahi, Siyonist İsrail işgaline karşı saldırısı meşrudur, Filistin ulusunun en demokratik hakkıdır. İşgalde önderlik ayrı bir tartışma konusu iken, işgale karşı verilen mücadelenin haklılığı ve meşruluğu ayrı bir konudur.

Aynı durum “TC”nin Kürdistan’da sürdürdüğü işgal ve ilhak açısında da böyledir. Bugün “TC”, Kürt ulusunun işgale karşı direnme hakkını, inkar ve imhayı derinleştirmek için kullanmakta, bu direnişi “terör” manipülasyonu ile boğmak istemektedir. “TC”nin stratejik planı, Kürdistan’da taş taş üstünde bırakmamaktır. Kürt ulusunun devrimci önderliğiyle işgale karşı verdiği savaş, “TC”nin bu hedefini kursağında bırakan esas dinamik iken, emperyalist blokların bölge stratejileri ekseninde “TC”ye biçtiği rol bir diğer engelleyici faktördür. Rusya, kara hareketi sınırlaması pazarlığıyla “TC”ye hava hareketinde icazet verirken, ABD, Rojava özgülünde her iki biçime kerhen şerh koyarak, “TC”ye hava harekâtında alan açmaktadırlar. Çünkü ABD Suriye politikasında, Kürtleri yanında tutmak istemektedir. Bu durum her iki emperyalist gücü anti işgalci yapmayacağı gibi, Kürtlerin işgale, inkar ve imhaya karşı sürdürdüğü savaşın haklılığını ötelemez. Komünistler, mazlum ulusların işgale karşı mücadelesini, kendi ilkeleriyle desteklerler. Ama aynı zamanda bu ilişki ağındaki stratejik tehlikeleri de, o mazlum ulusa hatırlatırlar. Bu tamamıyla anti işgalci gücün siyasal çizgisine dair sürdürülen tartışmadır. İşgale karşı verilen haklı mücadeleyi, bu gibi ideolojik tartışmalar gölgelemez.

Özetle, anlayışımızın somut karşılığı, İsrail-Filistin savaşı ile ortadadır. İsrail siyonizmi, bugün Filistin ulusunun işgale karşı direnme hakkını, daha vahşi bir savaşla karşılık vererek boğmak istemektedir.  Kara harekâtına koşul yaratmak ve havadan en gelişmiş askeri teknikle Filistin ulusunu sindirmek için, savaştaki gerici burjuva hukukunu bile hiçe sayarak, çocuk-yaşlı-kadın sivilleri katletmesi, yaşanan saldırı üzerinden planlanan kapsamlı stratejidir. İsrail, mevcut durumdan iki türlü vazife çıkarmaktadır. Birincisi, Filistin ulusuna uyguladığı milli zulmü, katliamlarla boyutlandırmak iken, ikincisi içe dönük politikadır. Hamas’ın saldırısında katledilen İsrailli sivilleri kamuoyuna servis ederek, ulusal güvenlik sorununu iyi işleyen Netanyahu iktidarı, Siyonist çizgide ulusal bütünleşmeyi sağlamak istemektedir. İç muhalefette yıpranan İsrail iktidarı, bu hamle ile toplumsal muhalefeti kendisine entegre ederken, toplumsal olarak zemini zayıflayan Siyonizm’e kan pompalamıştır.

Diğer yandan, İsrail’in Lübnan, İran ve Hizbullah’ı da hedef seçerek savaşı Filistin’den bölgeye yayma tehdidi, ABD’nin bölge stratejisidir. Orta Doğu’da kendi çıkarlarına göre dizaynı sağlayamayan emperyalist güçler, İsrail-Filistin savaşı üzerinden yeni denklemler kurmaya çalışmaktadır. Çelişkilerin gelişim yönü bu yöndedir. Emperyalist bloklar, Orta Doğu üzerinden “yeniden” hesaplaşmaktadırlar.

Savaşta sivil yerleşim yerlerinin vurulması ve sivillerin katledilmesi, bilinçli bir politikadır!

Bir savaşta, savaş güçleri ve bu güçlerin askeri-teknik-lojistik dayanakları dışında, sivil katliamlar gerçekleştirmek insanlık suçudur ve komünistler, devrimciler, bu suç kim tarafından işlenirse işlensin karşı çıkarlar. Bugün İsrail-Filistin savaşında, İsrail siyonizmi ve Hamas’ın sivilleri katletmesi, her iki tarafın işlediği insanlık suçudur.

İsrail’in savaşta sivilleri katletmesi, emperyalist savaş politikalarının doğasından gelmektedir. “Savaştaki askeri kitlesel kıyım, savaş, kentleri- şehirleri de hedef olarak seçtiği için, kitlesel sivil kıyımları da beraberinde getirmiştir. Savaş toplumun tüm alanlarına yayıldığından, milyonlar, sadece askeri saldırılarda değil, savaş kuşatmasının yarattığı açlık, hastalık ve göç yollarında canları tehdit altında olduğundan kitlesel ölümler meydana geldi. Sonuçta, kapitalist savaşlarda yaşanan sivil ölümleri katlanarak artmış, sivil yaşam alanları yakılıp yıkılmıştır. Tüm bunlarda çarpıcı olan şudur. Burjuva egemenlerin tarif ettiklerinin aksine, söz konusu savaşlarda yaşanan sivil ölümleri, askeri kazalar sonucu değil, bizzat hedeflenerek katledilmesi gerçeğidir. II. Dünya savaşının arifesi yıllarında, emperyalist güçlerin savaş amiralleri, savaşta zaferin ancak ki, cephe gerisindeki kentlerin hava güçleriyle stratejik bombardımana tutulması ve sivil halka saldırılması ile kazanılabileceğini savunuyorlardı. Bu askeri Generallerin kişisel fikirlerinden öte, emperyalistlerin savaş doktrinidir. İspanya iç savaşında, faşist Alman kuvvetlerinde Guernica’nın bombalanması ve kitlesel sivil katliamı, aynı dönemde Çin-Japon savaşı sırasında Nanking’in Japonlar tarafından yerle bir edilmesi ve 300 bin teslim olmuş sivilin katledilmesi, Hiroşima ve Nagazaki’ye ABD’nin atom bombası ile yüzbinlerce sivil halkı katletmesi, tarihteki kapitalist savaşın dehşet bilançolarından sadece bir kaçıdır.  Bu kitlesel katliamları, tarihsel dönemde sermayenin en barbar kesiminin iktidarı olan faşist diktatörlerle sınırlı tutmak, faşizm-savaş ve kapitalizm ilişkisini kavramamaktır. Emperyalist-kapitalist sistemin savaş doktrini olarak bunu kavramak gerekmektedir. II. Dünya savaşında İngiliz Hava Kuvvetlerinin resmi anlayışı, aynı zamanda emperyalizmin anlayışıdır. Herhangi bir gücün kendisini bombalanmaktan koruyamayacağını bilmesi sokaktaki adam için en iyisidir. Kim ne derse desin, bombardıman uçağı her zaman savunmayı aşacaktır. Tek savunma hücumdur, yani kendinizi korumak istiyorsanız kadın ve çocukları düşmandan daha hızlı öldürmek zorundasınız.” (Mehmet Tanju Akad, Çağdaş Toplumda Savaş, Kastaş Yay., s.16)

“I.  Emperyalist Dünya savaşında, 11 milyon askerin yanında 7 milyon sivil, II. Emperyalist Dünya savaşında 21-25 milyon asker, 50-55 milyon sivil katledildi. Uluslararası “anlaşmalarla” savaşın yıkıcılığını kontrol altına almak, emperyalist güçlerin timsah gözyaşlarından öte bir anlam içermemektedir. Buralarda atılan “insani nutuklar”, geliştirilen savaş tarzları ile pratik sahada açıktan yalanlanmaktadır. Emperyalist savaşa “haklı” nedenler, savaş aktörlerinin uydurduğu bahanelerden, savaştaki katliamlar, emperyalistlerin savaş stratejisinden bağımsız değildir.” (Sınıf Teorisi sayı iki. Tarihsel ve güncel mahiyeti ile emperyalist savaşlar ve sosyalistlerin tutumu üzerine başlıklı yazıdan)

Bu stratejinin sonucu olarak bugün İsrail, Filistin’de, “TC” Kürdistan’da sivilleri katletmektedir. Filistin ulusunun işgal karşıtı dinamizmi üzerinden güç olan Hamas, dinci ideolojik çizgisi gereği, güç ve “intikam” gösterisinde sivilleri de katletmekle göstermektedir. Hamas, Hizbullah, İslami-cihat, İŞİD vb. Gibi islami cihatçı örgütlerde bu ortak politikadır. Biz Hamas’ın işgale karşı direnişini meşru ve haklı görürken, O’nun gerici niteliğini desteklemiyoruz, açıkça ve ısrarla karşı çıkıyoruz, çıkacağız da. Ama biliyoruz ki bölgede bu çizgideki örgütlerin güç kazanması, coğrafyadaki emperyalist politikaların sonucudur. İşgal ve ilhaklarla, emperyalist dalaş savaşlarıyla bölgede kabaran anti emperyalist öfke, emperyalist politikaların iradi tercihi ile bu gibi dinci gerici örgütlerin gelişim dinamiği olmuştur. Filistin’de Hamas’ın güç kazanması da bu süreçlerin ürünüdür. 1993 1. Oslo görüşmelerinde emperyalist tezgâha alınan FKÖ, “iki devletli barışçıl çözüm” emperyalist projeye teslim olmuş ve Filistin ulusunda yarattığı beklentiyi bu proje karşılamamıştır. Çünkü bu “barış” görüşmelerinde garantör olan ABD, İsrail çıkarları ekseninde, Filistin ulusu üzerindeki kölelik zincirlerini devam ettirmek ve ulusal direnişi tasfiye etmek için rol oynamıştır. FKÖ özgülünde bu proje sonuç alıcı da olmuştur. Ve aynı gelişmeye paralel olarak Hamas, Filistin ulusunun işgal karşıtı öfkesinin öne çıkan gücü olmuştur. İşgale karşı duruşu ile haklı ve meşru zeminde olan Hamas, dinci ideolojik çizgisi ve sivil katliamlarıyla öne çıkan savaş yöntemi ile gericidir, Birincisi Filistin Ulusunun kendi Kaderini Tayin Etme Hakkıdır ve haklıdır. İkincisi bu çatışmaya önderlik eden çizgidir. İki durumu birbirinden ayırarak tutum almak gerekmektedir.

“İki devletli barışçıl çözüm”, Trump’un 2020 yılında, “Yüzyılın Anlaşması”, İsrail-Filistin savaşında “itidal” çağrıları, son tahlilde emperyalist hegemonya sürecinin politikalarıdır ve Filistin’deki işgali kalıcılaştırma amaçlıdır.  ABD bölgesel çıkarları temelinde, Filistin sorununu, İsrail’in ABD işbirlikçisi Arap rejimleri ile arasında bir çatışma nedeni olmaktan çıkarmak istemektedir. “Abraham Anlaşmaları” bu hedefin izahıdır. Güncel olarak çatışmalı görünen Erdoğan tekçi sultası ile İsrail arasındaki “normalleşme” adımları, bu amaçlıdır. Rusya’nın İsrail-Filistin savaşı üzerinden geliştirdiği politika, yine kendi emperyalist haydutluğunu icra etme maksatlıdır. Yani, Filistin emperyalist saldırganlık ortasında çok kapsamlı bir kuşatma ile karşı karşıyadır. Filistin’deki kuşatmayı yarmak, Kürdistan işgaline karşı savaşan Kürt ulusuna, Kürdistan’daki işgalci güçleri söküp atmak Filistin ulusunun kurtuluşuna güç katacaktır. Ve her bir parçadaki bu haklı duruş, emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı mevziler kazanmanın dinamiğidir. İşgal ve ilhaklara karşı mücadele bu devrimci bilinci donandıkça muzaffer olur..

gazetepatika22.com/