GEZİ/ KIZILAY/ GÜNDOĞDU (VD’LERİ) İÇİN 11 NOT[*]

TEMEL DEMİRER

 

“Kıyamet günü,
normal tarihsel koşuldur.” [1]

 

i) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, “devrimin güncelliği” fikrine veda etmeyenler için şaşırtıcı olmadığı gibi, “beklenilmeyen” de değildi…

Bu bağlamda Kaan Arslanoğlu’nun, “Bu memleket adam olmaz”, “insanların üzerinde ölü toprağı var”, “insan doğuştan/genetik olarak itaatkârdır,”[2] türünden zırvalarını yerle yeksan eden Haziran Başkaldırısı, tarihsel bir yanıt oldu.

Gezi Parkı ekseninde 27 Mayıs 2013’den başlayarak gelişen direniş giderek Taksim’in kuşatılmasıyla genişleyerek sürdü. Göstericiler 1 Haziran günü polisi püskürterek Taksim’e ve Gezi Parkı’na girdi. Devlet Taksim ve çevresinden çekildi. Böylelikle Taksim ve Kızılay fiili politik özgürlüğün ne olduğunu ortaya koydu.

Haziran Başkaldırısı, Türkiye’ye özgü yanları olmasına rağmen nedenleri, söylem ve eylemleri bakımından küresel özellikler taşımaktaydı. Başkaldırı, beklenmedik değildi; beklenmedik olan, başkaldıranların tarz-ı siyasetinin yalın özgürlükçü söylemiyle ortaya çıkmasıdır.

Sürdürülemez kapitalizmin neo-liberal versiyonuna “yeni” olmayan bir itiraz olarak, Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu’a (vd’lerine) dünyanın başka yerlerinden aşinayız. Mesela New York, Madrid, Tunus, Kahire, Londra, Atina, Stockholm, Sao Paolo’dan ve nice başka kentlerden…

ii) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) kimilerince “yeni” diye ambalajlanırken; “yeni-sol”un “sivil toplum” söylencelerine ya da “orta sınıf” abartılarına katık edilmek isteniyor

Bununla da yetinilmeyip Semih Gümüş gibi, “küçük güzeldir”in kocaman laflarıyla kendisi olmaktan çıkarılıyor: “Kulağı üstünde yatan sosyalistler için Taksim-Gezi Direnişi yeni bir düşünce üretimini zorluyor.” “Devrim anlayışında devrim”.

“Bugün şiddeti dışlayan, iktidarı amaçlamayan ama sistemi adım adım çürütecek -hiç kuşkusuz uzun zamanlı- bütün düşünceler özünde devrimcidir”.

“Sistemde çatlaklar yaratmak ve sistemi küçük küçük kemirmek, gene söyleyelim, devrimci bir değişiklik yaratmaz ama devrimci stratejiden çok daha etkili olabilir”.

“Sivil bir hareket, siyasal amaçların dışında kalarak, iktidarı amaçlamadan milyonlarca insanın ortak çıkarları neyse onları önüne koyarak, baş edilmesi olanaksız bir güç durumuna gelebilir.”[3]

Gümüş’ün, “Neren eğri” sorusuna devenin, “Nerem doğru ki” yanıtını anımsatan aforizmalarıyla; Emre Kongar’ın, “Bu eylemin [Gezi Direnişi’nin-b.n] ortaya çıkışı ve dışa vurumu Bilişim Devrimi’nin Türkiye’deki bir yansıması oldu iki açıdan: Hem Bilişim Devrimi’nin ideoloji alanında demokrasi ve insan hakları ön plana çıktı, hem de bu devrimin ortamı, yani dijital ortam kullanıldı. “Dijital gençler, Analog iktidara karşı” gibi! (…) Hem evrensel hem de ulusal konjonktür yeni bir çağa, yeni bir devrim aşamasına geçti!”[4] ifadesi aynı kapıya çıkıyor: Başkaldırı, halk isyanı gerçeğinin, girift laflarla gölgelenmesi!

Bir şeyi kendisi olmaktan çıkarmak isteyenlerin yaptığı ilk şey, öznelliklerini ağır ve ağdalı lafların ardına gizlemektir.

Mesela Bilgi Üniversitesi’nde psikoloji ve kültür dersleri veren İskender Savaşır’a göre, “Gezi direnişi bir yaşam sevinci örgütlenmesi”dir; Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Ali Akay için de “Yatay bir mücadeledir ve arzunun mikro politikasını savunmaktadırlar”; Cengiz Çandar da, “Postmodern bir direniş türü bu. Alışıldık cinsten değil. Bir hayli bireyci. Kayıtsız. Umursamaz. Kentli ve seküler yeni kuşakların tüm özelliklerini yansıtıyor. Barışçıl, ve tüm bireyciliği içinde dayanışmacı,” gibi “sonuçlar”a ulaşıyor.

Bunların tümü başkaldırının niteliği kavrayamaması yanında, kendisi olmaktan çıkartan “vazifeli” öznellikler…

iii) Gezi Parkı’nda başlayan direniş bir başkaldırıdır. Gezi Parkı direnişi ve ardından gelişen olaylar da “Halk Hareketi”dir. “Zira toplumun neredeyse tüm sınıf, meslek, statü, kimlik, etnisite, inanç ve kesimlerinden insanlar bu harekette yer almıştır.”[5]

İstanbul Milletvekili Levent Tüzel’in “Ne isyan, ne devrim… Abartılı anlamlar yüklemek doğru değil. Demokratik içerikli, özgürlük talepleriyle bezenmiş bir halk hareketi” olarak nitelendirdiği Gezi Eylemlerini, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş da, “Büyük bir toplumsal hareket, devrim değil, kendiliğinden bir isyan” diye yorumlarken; Melis Alphan’ın ifadesiyle, “Otoritenin sıradanlaştırma politikası da çöktü”.

Söz konusu ayaklanma neo-liberalizme karşı mücadelenin birikimidir.

“Gezi gösterileri yakın tarihte benzeri ancak 1968’de görülmüş bir siyasallaşmanın ifadesidir. Tıpkı 1968 hareketleri gibi Gezi de Wall Street’i İşgal Hareketleri’nden Tahrir’e uzanan bir dizi hareketin bir parçasıdır. Ve tıpkı 1968 gibi her ülkedeki hatta her şehirdeki hareket kendi özgül koşullarında, özgül bileşenleriyle ve özgül gündemiyle çıkmış ve gelişmiştir. Ancak özgül niteliklerine rağmen hem 1968 hem de günümüzdeki hareketler kapitalizmin tarihsel krizlerinin ifadesidir.”[6]

‘Büyük Başkaldırı’ olarak da nitelenmesi mümkün olan politik olgu, sınıfsal ve sosyal talepleri olan siyasal başkaldırıdır. Net bir politik programdan uzak olma hâli ve kendiliğindenci tarz-ı siyaseti bu gerçeği değiştiremez. Kaldı ki başkaldırı, kendiliğinden de olsa devrimci siyasallaşma biçim(ler)ini devreye sokmuştur. Kaldı ki, başkaldırı zaten kendiliğinden bir oluşumdur. İçinde yer alan aktörler tarafından siyasallaştırılmaya ve yönlendirilmeye yetilidir.

Evet Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd.’leri) halk ayaklanmasıydı. Sorunu oportünistçe eğip bükmemek lazım. Geniş geri kitleler, apolitik görünen geniş katmanlar, görünüşte olan biteni ilgisizlikle izleyenler oldukça politikleşmiş bir çıkış yaptı. Birikmiş toplumsal tepki ve öfke patladı. Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesi sadece bardağı taşıran bir son damladır. Sonrasında özgürlük sokaktır. Halk hareketi bunu çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. AKP hükümeti ağır bir darbe yedi.

Çekirdek hâlde bir “devrimci durum”un ortaya çıktığından söz edilmesi mümkün olan hareket, 12 Eylül askeri darbesinin ardından Batıdaki en kitlesel, en yaygın, en kararlı, en renkli, en uzun süreli devrimci halk hareketi olmuştur.

Bu, 79 kente yayılan ve politik değeri son derece yüksek devrimci bir kazanımdır. Kitlelerin kendiliğinden ve doğrudan hareketi olarak Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd.’leri), neo-liberal karşı devrim sürecinin yarattığı bir öfke patlamasıydı.

Heterojen bir özellik arz eden direnişin verili hâli, öne çıkan özgürlük talebinin kapsayıcılığıyla doğrudan ilintiliyken; neo-liberal politikaların yoksullaştırıcı etkisi karşı çıkışın önemli ekseni olmuştur.

iv) Direniş kıvılcımını ateşleyen soru(n), elbette Gezi Parkı’dır. Ancak itiraz edilen neo-liberal talan ve yıkımın kent politikalarıdır ve kent yoksullarının itiraz/ isyan pratiklerini hayata geçirmiştir.

Neo-liberalizm bilindiği üzere: 1970’lerdeki krize çözüm olarak devletin, kamunun küçülmesi, sosyal harcamaların kısılması, her alanda liberalizasyon, özelleştirme furyası neo-liberal virüsün alâmetifarikasıdır. Erdoğan’ın Gezi Parkı Projesi, “Taksim’in yayalaştırılması” veya “kentsel dönüşüm” etiketlerinin arkasına saklanmış neo-liberal bir özelleştirmedir.

Tam da bunun için Columbia Üniversitesi’nden Karen Barkey’in, “Gezi Parkı fenomeni kitlelerin, hükümetin İstanbul’u hiç yeşil alanı olmayan devasa bir AVM’ye dönüştürmeye yönelik neo-liberal politikalarına bir tepkidir,” tespiti yerindedir…

Gezi Direnişi kapitalizmin tarihi boyunca sermaye ve emek fazlasını massetmesini sağlayan kilit yöntemlerden biri olan kentleşme olgusuna, kentlerin çeperlerinde yaşayan insanların, kentsel ortak malların, kamu malları üzerinden kendilerini göstermek için dışına atıldıkları şehrin merkezine dönmeleri ve kenti ele geçirmeleri girişimidir.

David Harvey’in belirttiği gibi, “Kapitalizm karşıtı mücadelenin nihai amacı, bu sınıfsal ilişkinin ve ondan kaynaklanan her şeyin, her nerede ortaya çıkarsa çıksın, tasfiye edilmesine yöneliktir. İlk bakışta bu devrimci gayenin kentleşmeyle hiçbir ilgisi yokmuş gibi görülebilir. Hatta sıklıkla olduğu gibi bu mücadelenin ırk, etnisite, cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin prizmasından görüldüğü ve şehrin yaşam alanlarında etnisiteler arası, ırksal ve toplumsal cinsiyetten kaynaklanan kent temelli çatışmalarda tezahür ettiği durumda dahi, antikapitalist mücadelenin kapitalist sistemin derinliklerine uzanarak üretim sürecinde etkin olan sınıf ilişkilerinin kanserli tümörünü kesip çıkarmasını şart koşan yerleşik kavramlaştırma hükmünü sürdürür… Marx’ın ısrarla vurguladığı gibi, hakiki özgürlük alanı ancak bu tür maddi kısıtların geride bırakıldığı yerde başlar. Antikapitalist mücadele adına şehirleri yeniden sahiplenmek ve örgütlemek, bunun için en ala başlangıç noktasıdır.”[7]

O hâlde XXI. yüzyıl devrimlerinde, kent ayaklanmaları kilit önemde olacak; kentler ise, stratejik önem taşıyacak.

v) Ankara Emniyeti TEM Şube Müdürlüğü’nün, Ankara’da düzenlenen eylemlere ilişkin hazırladığı 86 sayfalık fezlekede, ilk 12 günde eylemlere 283 bin kişinin katıldığını açıklanırken; AKP eliyle devreye sokulan neo-liberal otoritaryanizme karşı çıkanların özgürlük talepleriyle örtüşen isyan; “kürtaj ve alkol yasağı”na, “kaç çocuk doğurulacağı”na, “ne yenip ne içileceği”ne, vd.’lerine tepkiyi kucakladı.

Erdoğan’ın geniş kesimlerin hayat tazına müdahalesi, “tektipleştirme” dayatması… “Âkîl İnsanlar”dan İç Anadolu Bölgesi heyeti üyesi Prof. Dr. Erol Göka, tüm ülkeye yayılan Gezi Eylemleri’ni, “Birikmiş öfkenin patlaması” olarak niteliyor.

“Gezi protestoları da tam anlamıyla bu ‘özgürsüzlüğe’ karşı çıkışın, “Her şeyin fiyatı olduğu sürece özgürlük yoktur” anlayışının eylem hâlini oluşturuyor”ken;[8] Hüsnü Arkan’ın ifadesiyle “Otuz yıllık hafıza kaybı bitmiştir, 12 Eylül ruhu bitmiştir.”

Kitlelerde düzenin değiştirilebileceğine dair umutları yeşerten kalkışma, “Böyle gelmiş böyle gider” anlayışına güçlü bir şamar indirmiştir.

İsyan sadece isyancıları değil; TV izlemekle iştigal edenleri de politize edip, yaygın siyasallaşma formları oluşturmuştur. Örneğin Kürt halkının demokratik hak ve özgürlükler mücadelesine mesafeli kesimlerin, devletin terörist yüzünü gördükten ve medyanın üç maymunu oynayan tutumunu izledikten sonra Kürtlerle kurdukları duygudaşlık isyanın en önemli kazanımlarındandır.

vi)  BDP’nin Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) başkaldırısına katılımı – AKP iktidarıyla yürütülen müzakere yüzünden- sınırlı oldu. Ayrıca BDP Muş milletvekili Sırrı Sakık’ın, AKP ve Erdoğan’dan yana, onunla aynı telden çalan açıklamaları da meseleyi içinden çıkılmazcasına ağırlaştırdı.

Kararsız, ortacı, mesafeli, ikircikli tutumu BDP’nin politik itibarını zedelemiştir. Özetle başkaldırının ilk günlerinde BDP (Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü ve Sebahat Tuncel’i tenzih ederiz) sınıfta kalmıştır. BDP’de başkaldırıya katılmak gerektiğini düşünen bir kesim de etkili olamamıştır.

Ancak BDP, Sırrı Süreya Önder’in ifadesiyle, “Barışın güvencesi Gezi Parkı’dır” sorumluluğu kavramış olsaydı, halklar arası kardeşleşme çok somut bir ifadeye kavuşurken; Kemalist vb. çevrelerin gücü daha etkisiz hâle getirilecekti.

İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Yeğen’in, “Gezi için kurulan koalisyon çözüm sürecini vurabilir,” saptamasında billurlaşan “barış süreci”nin kesintiye uğrayacağı kaygısı, kitle hareketi içerisindeki Türk bayrakları ve Mustafa Kemal flamaları karşısındaki mesafeli duruşu tarihi bir fırsatın kaçırılmasını devreye sokmuştur.

Oysa DTK Genel Başkanı Ahmet Türk’ün aktardığına göre: “Gezi’yi iyi okumak gerekir. Hatta Öcalan bu konuda bizi eleştirdi. Gezi’yi iyi takip edemediniz dedi. Elbette o da bazı siyasi partilerin, Ergenekon türünden güçlerin oraya konmak istediğini gördü fakat sonuç itibariyle Gezi’deki halk bunlara pabuç bırakmadı, önemli olan da budur. Öcalan bu süreci çok yakından izledi ve bizi o manada eleştirdi.”

vii) Gezi Parkı halk isyanı; yaşanan geçmişin tüm tekli düşüncesine karşı bir arada yaşamı öne çıkarmıştır. Her dilden, her dinden, her inançsız kesimden, her renkten, her kültürden farklılıklara rağmen bir arada yaşamı savunan düşünce öne çıkmıştır.

Hem de Tayfun Atay’ın, Karşınızda olan Ergenekoncular, CHP’liler, Ulusalcılar, sosyalistler ve diğer ‘aşırı uç’ dediğiniz oluşumlar değil. Karşınızda sadece ve sadece ‘Hayat’ var!” betimlemesindeki üzere.

Sünni İslâm merkezli dayatmalara, eğitim sisteminin -bu anlayışa göre- yeniden yapılandırılmasına, 3. köprüye Yavuz Sultan Selim isminin verilmesine ve Alevilerin soru(n)larına tutumda ifadesini bulan ayrımcılığa karşı Aleviler sokaklara çıktılar…

Tıpkı Kadınlar, LGBT’liler gibi…

Direniş kadınların özgürleşmesinin önünü açmıştır. Direnişin simgeleri de haklı olarak kadınların cüreti olmuştur. Bir an gaza maruz kalan “kırmızılı kadın”, TOMA’dan sıkılan suya meydan okuyan “siyahlı kadın”, “sapan kullanan kadın”, çatışan kadınları anımsayın…

İsyanı körükleyen sınır/ kural tanımayan polis (=devlet) terörüdür. Bu da sürdürülemez kapitalizmin “neo-liberal güvenlik devleti”nin ne olduğunu net biçimde ortaya koymaktadır. (Geçerken hatırlatalım: “Devlet, kendi şiddetine hukuk; bireyinkine ise suç adını verir,” der Max Stirner…)

Taraftar grupları isyana katılımı, en alttakilerin, ötekileştirilenlerin kolektif itirazına önemli bir örnektir. Kuşkusuz bunun böyle olmasında taraftar grupları içindeki solcu-devrimci gençlerin önemli katkısı olmuştur.

Antikapitalist Müslümanlar’ın da yer aldığı Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu Direnişi -nesnel olarak- egemen düzene karşı, devrimci bir çıkışın ilk adımıdır.

viii) Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu Direnişi’nin politik inisiyatifi radikal sosyalistlerindir.

Radikal sosyalistler, Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu Direnişi’ne önderlik edemediyse de, bu hareketin en ön saflarında herkese “Aşk olsun” dedirtecek yüreklilikle dövüştü…

Direniş’de gençlik etkin biçimde yer aldı. Gençliğin barikatlarında yerini alması, “apolitik gençlik” yargısını boşa düşürürken;  “Y Kuşağı” yaygaralarını da devreye soktu.

Burada “Y Kuşağı gevezelikleri ve gerçekler” ara başlıklı bir parantez açmadan geçmeyelim:

Üzerine atıp tutulan “Y Kuşağı”, adından başlamak gerek. “Y” dedikleri “Why”dan geliyor. Hani Türkçeleştirirsek, bu sınıflandırmaya göre 80 ve sonrası doğumlular “Niçin?” diye soran insanlardan oluşuyor. Bütün farklı yanlarına rağmen onları “ortak kılan” özelliklerinin (ne demekse?) bu olduğu “iddia” ediliyor.

Yeri geldi hatırlatalım: “Y Kuşağı” kavramı reklamcıların projeksiyonu olarak ortaya çıktı. Pazarlamacılar pek sevdi ve üzerinde çalıştı. Sonra da dile pelesenk oldu…

“Y Kuşağı”nın (yani 90’lar sonrası gençliğin “marka”sı!) ‘Zambak Yayın Grubu’ İnsan Kaynakları Uzmanı Zafer Avcı, “Genel itibarıyla; internet gençliği, özgür, egosu yüksek, rahat, zeki, pozitif, sorumsuz, zekâ yarıştıran, kibar, rahatına ve menfaatine düşkün olarak tanımlandığına” dikkat çekiyor.[9]

İyi de bunun ölümü göze alarak TOMA’lar çatışan Ethem Sarısülük’ün kardeşleriyle ne bağıntısı var ki?

Gençliği, “Y, Z Kuşağı” gibi popüler kültür kodlarıyla tanımlamak yerine onlara “Red Kuşağı” demek en doğru olandır.

Red kuşağının algısı, ruh hâli, dili, düşünce biçimi müthiş yaratıcıydı. Tıpkı 68 gibi… Bunda şaşırtıcı bir şey yok…

Asıl şaşırtıcı olan Gezi Parkı’yla ilgili Başbakan’la görüşen ekipte yer alan sanatçı Yavuz Bingöl’ün, “Gençler yeni bir dil oluşturmuşlar. Yeni bir alfabe bu. Bunun için bir okuma yazma seferberliği başlatılması lazım,” türünden abartısıdır…

Konuya ilişkin bir şey daha: “Eylemler dikkatle incelendiğinde, katılımcılarının kendi işgücünü satarak geçinenler, işgücünü satarak geçinmeye aday olan lise ve üniversite öğrencileri ve işsiz kesim olduğu görülür. Yani birçoğunun dillendirmeye cesaret edemediği bir ücretli işçi sınıfı ya da ücretli işçi olmaya aday kişiler,” sevgili Mustafa Kemal Coşkun’un altını çizdiği gibi…

ix) Gelelim şu “orta sınıf hareketi” şayialarına!

“Gezi Parkı Direnişi ‘olayı’ konuşulurken ‘gençler’, ‘orta sınıf’ gibi kavramlar kullanılıyor. Bu kavramlar, aslında ‘adı ağza alınamayan’, alındığı takdirde kapitalist gerçekçi bireyde gerginlik yarattığı için bastırılan ‘şey’in yerine kullanılıyor.”[10]

Tıpkı Francis Fukuyama’nın, “Türkiye ve Brezilya ve bu ülkelerin yanında 2011 yılında ortaya çıkan Arap Baharı ve Çin’de sürmekte olan protestoları birbirine bağlayan ana konu, küresel anlamda yeni bir orta sınıfın yükselişi. Modern bir orta sınıf, ortaya çıktığı her yerde siyasi karışıklığa neden olur. Ancak az durumda kendi kendine kalıcı bir politik değişim sağlamayı başarır. Son olaylarda İstanbul ya da Rio de Janeiro sokaklarında gördüğümüz hiçbir şey bu kez farklı olacağını göstermiyor,”[11] saptamasındaki üzere.

Yani bay Fukuyama’ya göre, her şey nafile, boşa uğraşıyoruz!

x) “Orta sınıf” şayiaları kadar müptezel bir diğer “rivayet”te AKP patentli “komplo teorileri”dir.(!?)

Hızla sıralıyorum: AKP Antalya Milletvekili Menderes Türel, “Gezi Parkı olayları, 3-5 ağacı korumaktan ibaret masum bir çevre olayı değil. Gezi olayları, AKP’ye karşı yapılmış postmodern bir darbe girişimidir”;[12] Tuncay Tezel, “Neo-Conlar Taksim ve Tahrir’de”;[13] Cevdet Akbay, “Gezi Parkı kalkışmasının arkasında Neo-Con çetesi var,”[14] diyorlar!

Ayrıca “Ayşe Böhürler Gezi olaylarıyla ortaya çıkan din düşmanlığını daha önce bastırılmış duyguların patlaması olarak görüyor ve dindarlara karşı mahalle baskısı uygulandığını söylüyor. Kurtlar Vadisi senaryosu oynandığına dikkat çeken Böhürler, Gezi olaylarını 28 Şubat sürecine benzetiyor”![15]

Yetmedi! “Camiye girip bira içtiler!” “Polisimizi Şehit ettiler!” “Türbanlı kadına saldırdılar!” “Gezi olaylarının arkasında faiz lobisi var!” “Faiz Lobisi tarafından kullanılıyorlar!” yalanlarına ek olarak Ahmet Yenilmez, “Gezi Parkı’nda neden Muhteşem Süleyman rolünü oynayan biri gitti? Bu olaylar Mısır’a da aksetsin diye, çünkü orada da diziler seyrediliyordu. Bunu kimse görmüyor” diyor![16]

Bunlar yanıtlanmaya değmez; kayıtlara geçsin diye hatırlatmakla yetiniyorum o kadar!

xi) ‘The Observer’ın, “Taksim Türkiye’nin ilk komünü”; ‘The New York Times’ın, “Taksim dünyaya kamusal alanın gücünü hatırlatıyor,” saptamalarıyla betimlenen Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhı, temsili demokrasiyi aşan (Paris Komünü benzeri) bir doğrudan demokrasi deneyimidir.

SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan’ın formülasyonundaki üzere: “Bu direniş AKP polislerince ezilse dahi, AKP başta olmak üzere konvansiyonel siyaset hükümsüz kalmıştır ve kaybetmeye mahkûmdur. Direnişin ise hükümetler değişse de, zafere dek süreceğinden kuşku yoktur.”[17]

“İyi de ya zaaflar” mı?

Vardı, oldu elbet… Ama unutulmasın karanlık bir ormanda yol açanlar yani tarihi yaratanlar için bundan daha doğal ne olabilir ki?

Ancak aslî bir rahatsızlığımı belirtmeden geçmeyeyim: Gezi/ Kızılay/ Gündoğdu (vd’leri) güzergâhının hikâyesinde sadece neo-liberalizm, sömürü, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik, talan, çevre tahribinin vd’lerinin altını çizmek yetmez.

“Yeni(lene)nin”, “eski(meyen) olduğunu asla “es” geçmeden, tüm bunları radikal sosyalizmle ilişkilendirmeliyiz.

Bu olmadan, sürdürülemez kapitalist düzenin, burjuva siyasetinin pislik ve baskısı ile doğrudan yüzleşmek,  hesaplaşmak ve en önemlisi onu “11 Tez”deki üzere aşmak mümkün olmaz.

 

17 Ağustos 2013 21:54:06, Çeşme Köyü.

 

N O T L A R

[*] 2 Kasım 2013’de Mersin SDP’nin düzenlediği “Gezi’de Gözüm Kaldı Dayanışma Gecesi”nde yapılan konuşma… 30 Kasım 2013 tarihinde Denizli SDP’nin düzenlediği “Özgürlük Sokaktadır” başlıklı panelinde yapılan konuşma… Gezi, İsyan, Özgürlük-Sokağın Şenlikli Muhalefeti, Derleyen: Kemal İnal, Ayrıntı Yay., 2013 içinde yayınlandı…

[1] F. Kafka.

[2] Kaan Arslanoğlu, Evrim Açısından Devrim, İthaki Yay., 2010.

[3] Semih Gümüş, “Sosyalizm Anlayışı Nasıl Değişiyor?”, Radikal Kitap, Yıl:12, No:646, 2 Ağustos 2013, s.22.

[4] Gamze Akdemir, “Emre Kongar: Dijital Gençler, Analog İktidara Karşı”, Cumhuriyet Kitap, No:1223, 25 Temmuz 2013, s.12-13.

[5] Kemal İnal, “Taksim Gezi Direnişi: Tanımlama, Sonuçlar ve Öngörüler”, Birgün, 21 Haziran 2013, s.10.

[6] M. Sinan Birdal, “… ‘68’den Gezi’ye: Çanlar Neo-Liberalizm İçin Çalarken”, Evrensel, 14 Temmuz 2013, s.4.

[7] David Harvey, Asi Şehirler -Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru, Çev: Ayşe Deniz Temiz, Metis Yay., 2013.

[8] Neval Oğan Balkız, “Şişedeki Mesajlar”, Radikal, 1 Ağustos 2013, s.17.

[9]  “Y Kuşağının Mesleği de Farklı”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 2013, s.3.

[10] Ergin Yıldızoğlu, “Adı Ağza Alınamayan ‘Şey’…”, Cumhuriyet, 12 Haziran 2013, s.4.

[11] Francis Fukuyama, “Orta Sınıf Devrimi”, 2 Temmuz 2013… http://www.fikirzamani.com/francis-fukuyamaorta-sinif-devrimi/

[12] “Menderes Türel: Gezi Postmodern Darbe Girişimi”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2013, s.6.

[13] Tuncay Tezel, “Neo-Conlar Taksim ve Tahrir’lere Devam Edecekse Ne Yapılmalı?”, Yeni Şafak, 7 Temmuz 2013, s.18.

[14] Cevdet Akbay, “Gezi Parkı Kalkışmasının Arkasında Neo-Con Çetesi Var”, Yeni Şafak, 5 Temmuz 2013, s.18.

[15] Kübra Sönmezışık, “Ayşe Böhürler: Gezi’de Kurtlar Vadisi Senaryosu Oynanıyor”, Yeni Şafak, 30 Haziran 2013, s.12.

[16] “Muhteşem Süleyman’ Gezi Parkına Gitti Çünkü…”, Haber Türk, 9 Ağustos 2013… http://www.haberturk.com/polemik/haber/867608-muhtesem-suleyman-gezi-parkina-gitti-cunku

[17] Rıdvan Turan, “Direnişin Kodları ve Konvansiyonel Siyaset”, Gelecek, No:55, 14 Haziran 2013, s.4.