Ortadoğu denklemi

HALUK GERGER
Kürtler bağlamında, Ortadoğu denkleminin, birbirini tamamlayan, yeniden üreten iki yanı var. Birincisi, “statüsüz Kürt”lü bölgesel statüko. İkincisi, “statüsüz Kürt”e dayalı Türkiye düzeni. Kürdün sırtında birbirine “cuk oturan”, birbirine payanda iki düzlem.

Tek başlarına sürdürülebilmeleri olanaksız…Birlikte oluştular, birbirlerini besleyegeldiler…

Ama denklemin bir başka işlevi daha var. Bu ikiliyi birbirine raptetmiş bağ dolayımıyla, denklemin bir yanındaki kırılma da öteki yana yansıyor, onu olumsuz etkiliyor…

Son dönemde önce denklemin Ortadoğu bacağında, Güney Kürdistan olgusuyla, büyük bir çatlak meydana geldi. Kürdistan fay hattında ikinci büyük kırılma da şimdilerde Rojava’da ortaya çıkıyor. Bu durum, bölgesel depreme, öncü sarsıntılara işaret ediyor.

Tektonik yarılma yakındır. Sosyal depremleri önceden görmek mümkündür…

Bu durumda, denklemin doğası gereği, sürdürülemez bölgesel statüko, Türkiye’nin iç yapısını da sürdürülemez hale getiriyor… Denklemin bir yanı çöküyor, bağ sarsıntıyı taşıyor, Türkiye düzeni aktarılan basınca dayanamaz, kendini idame ettiremez hale geliyor…

Giderek bağ kopuyor ve denklemin iki yanındaki uyum, birbirini besleme hattı, çökmüş oluyor. Her iki yan da kendi ağırlıklarını tek başlarına kaldıramaz hale geliyorlar.

Oluşmakta olan yeni bölgesel düzen ile iç yapılanma arasında bu sefer bir çelişki, bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor. Birinden biri ötekini kendisiyle uyumlu hale getirmek zorunda. Türkiye bölgeye silahla müdahale edemiyor. Bölgeyi değiştiremeyince, değişmek zorunda kalan durumuna düşüyor.

“Çözüm” arayışları da böylesi sarsıntılarla birlikte gündeme geliyor.

Şimdi biraz geriye gidelim…

Önce, denklemin Türkiye bacağı sarsıldı. 12 Eylül bastırması bunu durduramadı.

Egemen blok içinde çatlak sesler ortaya çıktı. Liberallerin Özal’ın şahsında bulduğu formül, ABD gölgesinde “neo Osmancılık”la sarsıntıyı denetim altına almaktı. Bölgede, Kürdistan’ın parçalarını kapsayacak bir hegemonya, “Kürt reformları”na zemin oluşturabilirdi. Nihayet, Osmanlı tahakkümü altında Kürtler az çok “muhtar” değilller miydi? Bu Türkcü vesayete dayalı “muhtariyet”, bir cülus gibi verilebilirdi mızmızlanan Kürtlere…

Tabii kurnaz hesap tutmadı…

Ardından, “doğal olan”a, şiddete geri dönüldü…

Irak işgalinden sonra, bu sefer sarsıntı Bölge’de ortaya çıktı…

AKP “açılım”ı bu fay hattı yırtılmasının kontrol edilemeyeceği belli olunca başlatıldı. Şimdiki, “İmralı Süreci” de Rojava hattındaki kırılma belirtilerinin öncü sarsıntılarıyla bağlantılı. İçerde de çatırdayan temel, denklemin öte yanındaki zemin kaymalarına dayanacak halde değil. Türkcü yapının kendi üzerindeki “sabit yük”ün taşınması zorlaşmışken, bir de dış kaynaklı “hareketli yük”ün baskıları yeni arayışları kaçınılmaz yaptı.

Şimdiki formül de, Özal’ınkinden çok farklı değil. Bu sefer de “neo Osmancılık” projeleri denenmekte. İsrail’le kapışma numaraları, Filistin duyarlılığı, “Arap Baharı” katarına atlama kurnazlıkları…Ve elbette emperyalizme sığınmalar…

Osmanlı’daki gibi, tahakküm altında kavrulmaya mahkum “muhtar kerbelalar diyarı” bir Kürdistan hayal edilen.

Çağdaş özyönetim değil de, köhne Osmanlı türünden “vesayet altında Kürdistan” reformu… Güneyi, Kuzeyi, Batısıyla Hacir altına alınmış Kürdistan…

Ulusalcı “Musul’u almazsak Diyarbakır’ı kaybederiz” anlayışının liberal versiyonu…

Şimdi sorun şu: Neydi Bölge statükosunun kaynağı? Sömürgeci İngiliz-Fransız kumpası…

Ya Türkiye’nin düzeni? Onu kaskatı biçimlendiren, bekasını başkalarının inkarına-imhasına dayandıran dinamik ne?..

Bölge’deki gibi emperyalizm değil. Bir uyum sözkonusu elbette ama asıl kaynak içerde.

Bu “kaynak” sadece Anadolu’nun öteki halklarının trajedilerinin değil, aynı zamanda, Türkiye’nin krizinin de kaynağı…

Kaynağa doğru devam edeceğiz…

8 Şubat 2013