Ben Türk devlet aklını biliyorum. Türkiye, geleneksel toprak bütünlüğü siyasetini Suriye ve Irak için bütün gücüyle devreye sokacaktır ve stratejisinin merkezi hedefi yapacaktır. Bu arada Kürtleri bölmek.
IŞİD tehlikesini ABD’nin bölge politikasına bağlayan ve yaşanan durumu, “ABD işgaline karşı ortaya çıkan direnişin bozulmuş/çürümüş halini ifade ediyor” sözleriyle tanımlayan Haluk Gerger,mevcut durumda Kürtlerin konumunun stratejik önemde olduğunu söyledi. Kürtleri “bölge modernitesinin garantisi” olarak değerlendiren Gerger, tehlikelere karşı da Kürtlerin yegane güvencelerinin iç birlikleri ve bölge halklarıyla kuracakları demokratik birliktelik olduğunu söyledi.
Musul’u ele geçiren IŞİD’in Bağdat’a yönelik ilerleyişini sürdürmesi bölgedeki dengeleri yeniden sarstı. Türkiye yönetiminin IŞİD ile problemli ve tartışmalı ilişkileri sonrasında IŞİD’in bu kadar palazlanması beraberinde pek çok yeni tartışmayı da getirdi. Ayrıca IŞİD karşısında Rojava’da YPG, Güney’de Peşmergenin direnç göstermesi ve yaşanan yeni durum sonrasında Kürtler arasındaki kısmi yakınlaşma da değişik yorumlara neden oluyor. Ortadoğu Uzmanı Haluk Gerger IŞİD tehdidini ve Kürtlerin yeni pozisyonuna ilişkin DİHA’nın sorularını yanıtladı.
* IŞİD’in Musul’u ele geçirmesi ve Bağdat’a doğru ilerlemesi bölge açısından nasıl bir duruma işaret ediyor? Bu durum nasıl bir politikanın sonucu ve birikimidir?
– Yeni durum, Amerikan işgalinin hemen sonrasında Irak’ta ve giderek bütün Arap/İslam aleminde ortaya çıkan Direnişin bugün gelmiş olduğu bozulmuş/çürümüş aşamayı ifade etmektedir. Elbette sorunun kaynağı ABD’nin Irak işgali ve Bölge’yi yeniden yapılandırma/köleleştirme stratejisidir. İşgal sonrasında yeniden yapılandırılan Irak’ta ortaya çıkan Şia hegemonyası, Bölge’de İran nüfuzunun artmasıyla birleşti. Bu, Irak’taki milli direnişe bir mezhepsel boyut da kattı ve dağınık, silahlı, yerel Baas-Sunni muhalefet odaklarını güçlendirdi. Bölge bakımındansa, bir yandan hegemonik tehdit olarak ABD projesi BOP’un karşısına İran dikilmiş oldu, öte yandan da Körfez’deki Amerikan petrolünün vekilharçları konumundaki feodal despotik rejimlerin dengesi bozuldu.
ABD’nin genel bölgesel projesinin Afganistan’dan Irak’a direnişle karşılaşması ve bozguna uğraması, emperyalizmin Bölge’yi bir kurgulanmış mezhep çatışmasıyla denetim altına alma sorumsuzluğuna kadar gitti ve ABD mezhepsel bölünmeyi tam kaşımaya başladı. Kendi Kürt politikasının bir uzantısı olarak Türkiye de bu cepheye katıldı.
Suriye’deki olaylarla da, iş iyice çığrından çıktı, mezhepsel çatışmaya müsait ortam tam olarak yerleşti, bunun jeopolitik bir başka alanı ortaya çıktı. Afganistan’ın dinamikleri de uzaklardan benzine ateş döktü. Sonuçta, bütün dünyada olduğu gibi, kökenleri Sovyetlerin dağılmasına kadar giden, sınıfsal ve öteki laik aidiyetlerin berhava olması, neoliberal ideolojisizleştirme saldırısının meyvelerinin alınması, yeryüzünün umarsız yığınlarının öfkesinin yaygınlaşmasıyla birlikte, Bölge’nin payına bu durum düştü.
* Yaşananlar ABD’nin eseri değilmiş gibi mevcut tablo karşısında birçok çevre ABD’nin nasıl bir pozisyon alacağını merak ediyor.
– ABD, esas olarak “eski düzen”in yani kökenleri Birinci Dünya Savaşı’nda Sykes-Picot anlaşmasıyla atılan sömürgeci statükonun devamını istemektedir. Arap isyanlarıyla birlikte ABD bu amacı kimi yeni aktörlerle pratiğe yansıtmaya çalıştı, eskinin yıpranmış hizmetlilerinin, Mursi, hatta Erdoğan gibi “taze” işbirlikçilerle değiştirilerek bu statükonun yeniden üretilmesini denedi. Ne var ki, Suriye’deki kaosta iyice palazlanan silahlı radikal dinci yapılar, Libya’daki Elçilik baskını, Mursi (ya da Erdoğan) gibi yeni aktörlerin istikrarsızlıkları, Irak ile İran ittifakının olupbittisi benzeri gelişmeler, Mısır darbesinde olduğu ve Suriye’deki muhaliflere yardımların bir biçimde askıya alınmasında görüldüğü gibi, Amerika’nın geleneksel siyasetine dönme eğilimine girdiğini gösterdi. Şimdi ABD’de “radikal İslama” karşı geleneksel eski türden ilişkileri ve müttefikleri yeniden devreye sokarak statükoyu koruma yönündeki eğilim güçleniyor ve zaten böyle düşünen neo-conların etkinliğini arttırıyor. Doğrudan askeri müdahale dışında, Obama yönetimi bu köşeye doğru sıkışma belirtileri gösteriyor.
IŞİD’in güçlenmesi yada Suriye’deki “sakıncalı” muhalefetin palazlanması bu eğilimi besliyor elbette. Böyle olunca da ya Sisi gibi “eski” türden müttefikler devreye sokuluyor, ya İsrail daha fazla inisiyatif kazanıyor yada devletle özdeşleşen Erdoğan aracılığıyla, Türkiye gibi geleneksel ittifaklar zincirinin halkalarına daha fazla başvuruluyor.
Özetle, ABD, Bush döneminin bölge statükosunu sarsmaya yönelik “radikal ve yenilikçi” siyasetinden (doğrudan silahlı müdahale hariç) geleneksel yollarla düzeni yeniden üretmenin, tahkim etmenin yollarını arıyor. Hedef de nettir aslında; yeni düşman “Radikal İslam”ın yenilgiye uğratılması ve eski sömürge kökenli statükonun yeniden üretilmesi.
* Türkiye’nin IŞİD ile olan sorunlu ilişkisi hep tartışıldı ve IŞİD’in palazlanmasında Türkiye’nin payı da konuşuluyor. Siz nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye, Güney Kürdistan’daki “kırılmadan” sonra, bir de Rojava’da Kürtlerin statü kazanmasının Bölge düzeninin “statüsüz Kürt” payandasının çökmesi anlamına geleceğini, bunun da kendi statüsüz Kürt düzeninin sürdürülmesini olanaksızlaştıracağını gördü ve bunu kendi kuruluş felsefesi ve beka anlayışına karşı ölümcül bir tehlike olarak yorumladığı ölçüde de bütün stratejisini Rojava oluşumunu önleme üzerine kurdu. Bu noktada şeytanla dahi işbirliği yapması kaçınılmazdı ve öyle de yaptı.
Bugün hem Suriye’de, hem IŞİD ilişkilerinde Amerikan baskısı sonucu kerhen geri adım atmış olması, elbette sorumluluklarını ortadan kaldırmıyor. Bence, bu ruhi şekilleniş devlet, hükümet ve toplum nezdinde değişmiş değildir.
* Bir de Türkiye ile IŞİD arasında Musul olayında bir danışıklı dövüş olduğu konuşuluyor.
En azından kaçırılmış ve gözaltına alınmış Konsolos ile devlet yetkililerinin telefon görüşmesi yaptığını biliyoruz. Yani ortada bütünüyle hasmane bir ilişki yok gibi. Belki IŞİD, Amerikan baskısı altındaki hükümete “ilişkileri dondursan da bana bulaşma” mesajı veriyor. Belki, Erdoğan hükümetini ABD nezdinde “aklıyor” hedef almış gibi yaparak. Tabi karanlık yapıların, karanlık ilişkilerin içyüzünü tam bilemeyiz ve spekülasyon yapmanın da faydası yok. Somut gelişmelere bakmak lazım. Erdoğan zaten “bu konuda fazla sert şeyler yazıp çizmeyin” yani “IŞİD’le aramızı bozmayın, bir tehlike söz konusu değil” dedi.
* IŞİD’e karşı bir hava harekatı Musul ve Irak’ta sonuç verir mi?
Amerikan müdahalesinin askeri boyutunu hava saldırıları oluşturacaksa ki öyle görünüyor şimdilik, bunun pek etkisi olmaz. Savaşlarda son sözü kara harekatları söyler. Aynı biçimde, istihbarat, eğitim gibi unsurların sahada kısa vadeli etkileri olmaz. Psikolojik hamleler de Amerikan çaresizliği karşısında pek etki yapmaz.
* Peki, bu durumda nasıl Kürtlerin pozisyonunu ve rolünü nasıl değerlendirmek gerekir?
Şayet mesele bölge düzenini doğrudan ilgilendiren bir boyut kazandığını söylüyorsak, o zaman, bu düzenin en müşteki tarafı olan Kürtlerin konumu stratejik önemde demektir. Bırakın devletsiz bırakılmayı, parçalanmış ve her parçada da statüsüzlüğe mahkum edilmiş Kürt gerçekliği bölge statükosunun temel gerçekliğidir, en önemli temel taşıdır.
Bir başka ifadeyle, bölge düzeni bir anlamda bu payanda üzerinde yükselmektedir. Bunun düzenin altından çekilip, alınması sadece “Kürt statüsü”nü etkilemez. Bunun üzerine inşa edilmiş, sınırları, rejimleri, giderek, devletleri bir anda işlevsiz kılar, köksüz, dayanaksız ve temelsiz bırakır ve bu dolayımla doğrudan bölge düzeninin çökmesi anlamına gelir. Yani ana stratejik mesele burada yatmaktadır.
* Nasıl bir stratejik öneme işaret ediyorsunuz?
Pek çok yorumcu bu durumdan en kazançlı çıkan unsur olarak Kürtleri gösteriyor. Gerçekten de, Kürtler bölgede bir istikrar ve modernite dinamiği olarak görülmeye başlandılar. Onlara yapılan tarihi haksızlıklar ve devletsizlik anamolisi dikkatleri daha fazla çekmeye başladı. Kerkük ise bir başka kazanım olarak büyük heyecana neden oldu. Şayet Irak devleti yıkılırsa, bir parçada olsun bir bağımsız Kürt Devleti’nden bile söz edilir oldu. Bölge statükosu değişince de, Kürdistan’ın birleşmesi bile kimileri bakımından hayal olmaktan çıktı.
* Bu avantajların yanı sıra Kürtleri bekleyen tehlikeler nelerdir?
Birincisi, çöken merkezi yapıların yarattığı kaosun IŞİD gibi sonuçları ortaya çıktıkça, merkezi devletlerin güçlendirilmesi eğilimi de öne çıkıyor. Bu eğilim, Suriye’de Esad rejiminin bile işine yarıyor. Bu iki ülkede merkezin güçlendirilmesi projesinin Kürtlerin aleyhine sonuç vereceği açık. İkinci olarak, ABD’nin bugün İran ve Türkiye işbirliğine olan ihtiyacının faturasının da Kürtlere çıkarılacağı kesin. Bu iki devletin de pazarlık portföyünde Kürt hakları yada bunların biçilmesi de yer alacaktır kuşkusuz.
Batı’nın eski düzeni yeniden üretme siyasetinin Kürtlerin aleyhine olan düzenin sürmesi anlamına geleceği açıktır. Bu stratejik yaklaşımın Güney’e de dayatılacağı kesindir. Ve nihayet, ateş çemberi içindeki Güney Kürdistan’ın kendini koruma ve tahkim gereksiniminin istismar edileceği, bir tür havuç-sopa, tehdit-santaj-vaatler-sözler politikasıyla baskı altına alınacağını da varsayabiliriz.
Ben Türk devlet aklını biliyorum. Türkiye, geleneksel toprak bütünlüğü siyasetini Suriye ve Irak için bütün gücüyle devreye sokacaktır ve stratejisinin merkezi hedefi yapacaktır. Bu arada Kürtleri bölmek, PKK’yi yalnızlaştırmak, bu yolda Güney yönetiminin baskılar ve vaatlerle kışkırtmak, Türkmen kartını devreye sokmak, kadim ve sağlam temelleri olan Kürtlere karşı Arap-Türk-Fars ittifakını yeniden üretmek ve Amerikan gücüne eklemlemek temel hedefler olmayı sürdürecektir. Yeni durum bu konularda Türkiye’ye de ek imkanlar sağlamaktadır.
* Ya Kürtlerin dostları?
Bölge ülkelerindeki toplumsal muhalefetin ve halkların çok önemli bölümü ne yazık ki sadece lafta demokratik yada devrimcidir, dolayısıyla Kürtler bu noktada da elverişsiz koşullar içine kıstırılmış durumdadırlar.
* Böyle bir dönemde Kürtler arasındaki ilişkiler açısından neler görüyorsunuz?
Bu tablo içinde ana mesele zaten, bana göre, Kürtlerin milli dayanışmasının zayıflığı, hatta bu bakımdan bölünmüşlüğüdür. Kürtlerin bugünkü bölünmüşlüğü sadece coğrafi değil. Politik tasavvurlar, stratejik öncelikler, ideolojik konumlanışlar, taktik yaklaşımlar, uluslararası ilişkiler ve ittifaklar bakımlarından da derin bir ayrışma söz konusudur. Bunlara bir de güvensizlik, çatışmacı ilişkiler, çelişki ve anlaşmazlıklar, yıkıcı rekabetler de eklenince tablo daha da vahimleşmektedir. Oysa özellikle bu tarihsel fırsat momentinde ve yazgısal dönemeçte tüm bunların aşılması zorunludur.
* Güney yönetiminin tavrını nasıl buluyorsunuz?
Burada Güney parçası kilit parçasındadır. Güney Kürt yönetiminin kendisini, hem bölgesel/uluslararası konjonktür bakımından, hem de politik/psikolojik ve stratejik açılardan ana muhatap gördüğü merkezi Irak hükümetine (devletine) karşı avantajlı konumda görüyor olması anlaşılabilir bir olgu. Aynı zamanda, doğrudan bağımsızlık hedefi bakımından olmasa da, sağlam ekonomik/politik/askeri/diplomatik temellere dayanan gerçek bir federe devlet amacı açısından güçlü konuma geldiğini algılıyor Barzani yönetimi. Bu durumun ona, Kürtler arası rekabette ve bütün parçalardaki Kürt toplumu içinde dinamik destekler sağladığını da düşünmesi anlaşılabilir ama bunu bir Kürtler arası iç avantaja dönüştürme güdüsü ortaya çıkarsa, zararlı olmaya başlar.
Böyle bir algı, Güney yönetimini salt kendi kazanımlarını stratejik düzeyde öne çıkartmak, geri kalan Kürt sorunlarına karşı en hafifinden duyarsız kalmak gibi bir tavra iterse, dış baskılar da bu yolda etki yaparsa, bence bütün Kürtler kaybeder. Güney’in böyle yapacağını söylemiyorum. Sadece bir tehlikeye işaret ediyorum.
Oysa Kerkük modeli bir kazanım, farklı biçimde elde edilmiş Rojava kazanımı ile birleştirilebilir. Bu noktada dar çıkar kar-zarar hesapları elbette yapılamaz. Kazanımları ortaklaştırmaksa, her iki stratejik mevzide de ortak savunma hatları kurmakla olur.
İşte o zaman Kürtler yakın tarihlerinin en büyük kazanımlarına, stratejik avantajlarına, ulusal zaferlerine kavuşmuş olurlar. Burada bütün Kürt yapıları, bir bütün olarak Kürt milleti ve Kürdistan kazanır.
* Her ne kadar Kürtlerin yalnız olduğunu söyleseniz de Kürtlerin diğer halklarla demokratik birliktelik arayışları da var.
Aslında bu konuda, Kürtlerin önünde birbirini tamamlayan iki yol vardır. Birincisi, yaşamsal bir koşul olarak, kendi milli dayanışmalarını örerek mücadelelerini en ileri perspektiflerle birlikte yükseltmelidirler. Sonuçta Kürtlerin kurtuluşu kendi eserleri olacaktır. Kürtler, ikinci olarak, gelecek kuşakların sağlam sigortası olarak, düşmanlarla çevrili bir adacıkta tecrit kalmamak için, bölgenin öteki halklarıyla en ileri demokratik ittifakları da zorlamak durumundadırlar, o halkların bugünkü bütün olumsuzluklarına rağmen. Bunu yaparken ama asla onların demokratik/devrimci muhalefetleri içinde ulusal kimliklerini ve perspektiflerini eritmemeli, tam milli eşitlik prensibi üzerinden dayanışma ilişkileri geliştirmeli, kendi kurtuluşlarının o halklara da özgürlük getireceğini iyi bilmelidirler. Bu bakımdan Kürtlere ihtiyacı olan aslında hakim halkların kendileridir. İttifak ilişkilerinin ve bölgenin statükosunun ve gerici iç düzenlerinin değiştirilmesi, demokratik bir öze kavuşturulması salt Kürtlerin sırtına yüklenemez ve sadece onların da çıkarına hizmet etmez. Hakim uluslar bunu iyi anlamalıdırlar ve kendi özgürlükleri için onlar Kürtlerle dayanışma içine girmelidirler, yükleri üstlenmelidirler.
Haluk Gerger
22 Haziran 2014
KENAN KIRKAYA ANKARA (DİHA)