Volkan Yaraşır (05-01-2014) Ortadoğu, giderek dünyanın “merkezi” haline geliyor. Küresel jeo-politiğin odak coğrafyası olarak öne çıkıyor ve emperyalist hegemonya “savaşlarına” sahne oluyor.
1970’li yıllarda Orta Amerika ve Latin Amerika küresel karşı devrimin deney alanıydı. Özellikle Honduras, Guetamala, Panama, Kolombiya karşı devrim operasyonlarının ve kontr- gerilla faaliyetlerinin ana üsleri olarak işlev gördü. Kıtadaki karşı devrim operasyonları bu alanlardan yürütüldü. Ordu ve gizli polis kadroları ve para- militer güçler bu ülkelerde eğitildi. Karşı devrim dalgalarıyla (1971’de Bolivya, 1972’de Uruguay ve Honduras, 1973’te Şili, 1975’te Peru, 1976’da Arjantin’de askeri darbeler gerçekleşti) Latin Amerika ve Orta Amerika tam bir korku ve ölüm cografyasına dönüştü. Sistematik bir karşı devrim süreci olan neo- liberal politikalarla enkaza haline geldi.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın emperyalist yeniden dizaynını içeren ve bir hegemonya restorasyonunun parçası olarak 11 Eylül sonrası, devreye sokulan BOP ya da GOKAP süreci, Ortadoğu’yu küresel karşı devrim merkezine dönüştürdü.
BOP, bir dizi iç evreden geçti. Her emperyal hamle, halkların reaksiyonuyla karşılık buldu ve her evre bir konseptle tanımladı. Emperyalist agresyonun ve tahükkümünün biçim alışını, yöntemini ve bölgenin yeniden yapılandırılması amaçlayan bu “taktiklerle” Ortadoğu’nun yeniden paylaşımı amaçlandı. Emperyalist hegemonyanın yeniden tahsisi yönünde adımlar atıldı.
BOP “açık işgal”, ” açık zor ve ideolojik zorun bir arada uygulanması”, “yaratıcı kaos”,” akıllı güç”, “kontrollü kaos” ya da “vekalet savaşları” gibi konseptlerle hayata geçirildi. Birbirini içeren ya da içiçe geçmiş, bu karşı devrimci yöntemlerle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da emperyalist hamleler gerçekleştirildi.
YENİ KONJONKTÜR ARAP HALKLARININ AYAĞA KALKIŞI
Tunus ve Mısır ayaklanması kapitalizmin genelleşmiş bunalımın açtığı yüksek konjonktürle, halkların yıkıcı öfkesinin birleşmesiyle gerçekleşti. Ayaklanma yarım asırlık bir statükoyu parçaladı. Arap halkları diktatörlüğe ve neo-liberal yıkım politikalarına karşı tarihsel bir hamleyle ayağa kalktı. Aşsağıdan devrim potansiyeline rağmen, özellikle devrimci öznenin yokluğu, tarihin en yığınsal ayaklanmalarından biri olan isyanı sınırladı. Ortadoğu’da emperyal tahakkümü ve statükoyu parçalama olasılığı olan gelişmeler, restorasyon politikalarıyla etkisizleştirilmeye çalışıldı.
Mısır ve Tunus’ ta tek örgütlü toplumsal güç olan siyasal İslamın önü açıldı. Bir karşı devrimci taktik olan restorasyon politikasıyla Mısır’da Müslüman Kardeşler, Tunus’ ta En Nahda iktidara taşındı. Böylece aşsağıdan devrim tehlikesi önlenmeye çalışıldı. Kitlelerin yıkıcı enerjisi absorbe edilmek istendi.
Kısa bir müddet sonra kitle hareketini engelleyemeyen, attığı adımlarla kapitalist rasyonları zorlayan, istikrarsızlık unsuru olarak algılanmaya başlayan ve Mısır’ın kapitalist entegrasyon sürecini sekteye uğratan Müslüman Kardeşlere karşı, rejimin esas sahibi ve Mısır en örgütlü gücü olan ordu devreye girip, darbe yaptı. Pentagon onaylı darbeyle, Sisi iktidara taşındı. Restorasyonun restorasyonu anlamına gelen bu operasyonla, Mısır devrimi ikinci defa “çalındı”.
Tunus’ ta süreç aynı mahiyette gelişti ama farklı işledi. En Nahda’nın miadı kısa zamanda doldu. Yapılan son seçimleri eski rejimin bütün kadrolarının yer aldığı Nida Tunus partisi kazandı. Tunus’ta restorasyonun restorasyonu darbe (Tunus’ ta ordunun siyasal yaşamda rolü etkisizdir. Tunus bir polis devletidir) yapılmadan, sandıkla gerçekleşti.
En-Nahda’nın seçimleri tekrar kazanma “korkusu” ya da “tehlikesi”, kitleleri hem alternatifsizlikten, hem de muhalefetin çok parçalı bir yapıda olmasından dolayı yeniden eski rejimin kadrolarına ve yapılarına yöneltti. Büyük kitle mobilizasyonlarına ve etkili bir sendikal örgütlenmenin varlığına karşın yeni bir çekim merkezi oluşturulamadı. Genel seçimlerden sonra cumhurbaşkanlığını seçimlerini Nida Tunus’ un adayı Sibsi kazandı. Sibsi tipik bir gerontokrasi simgesi ve Tunus’ un bağımsızlığından beri her dönemde görev almış bir isim. Tunus derin devletinin önemli siması.
Böylece, sistemin hiçbir meşruluğunun kalmamasına rağmen, temsili demokrasi “afyonuyla”, rejimin kendini yeniden üretmesinin önü açıldı. Tunus’ ta da devrim kitlelerin elinden yeniden çalındı.
Her iki ülkede, inişli ve yükselişli, bazen de durağan görünümlü, devrimci süreç devam ediyor.
LİBYA “VEKALET SAVAŞLARININ” LABAROTUVARI
Mısır ve Tunus ayaklanmaları bütün Ortadoğu’yu sarstı. Libya’da bu süreçten etkilendi. Önce Kaddafi diktatörlüğüne karşı başlayan gösteriler, emperyalist güçler ve bölge gericiliği tarafından hızla metamorfoza uğratıldı.
Libya’da başka bir karşı devrimci taktik uygulandı.”Vekalet savaşı” adı verilen karşı devrimci taktikle, ABD, Fransa, NATO ve bölge gerici güçlerinin; Suudi Arabistan, Katar, TC’nin aktif katılması ve yerel güçlere her düzeyde yapılan destek ve koordinasyonla, Kaddafi rejimi yıkıldı. Kaddafi linç edildi, linç görsel bir malzemeye dönüştürüldü. Ülke “kontrollü kaosa” uygun bir şekilde, kaotik bir sürece sokuldu ve aşiret temelini dayanan savaş ağalığı sistemi kuruldu.
Libya, Tobruk ve Trablus’ta oluşan iki ayrı hükümet, tırnak içinde iki ayrı parlamento ve iki ayrı milis gücüyle fiilen bölündü. Bu arada birçok siyasal İslamcı örgüt kendi etki alanını oluşturdu.
Tobruk’ta ABD yanlısı Abdullah El Sani hükümeti iktidara geldi. Sani hükümeti milliyetçi, laik ve liberal bir siyasal görüntü veriyor. ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arab Emirlikleri (BAE) ve Mısır tarafından destekleniyor ve uluslararası düzeyde tanınıyor.
Trablus’ ta ise Ömer el Hasi’nin liderlik yaptığı İslamcı bir hükümet bulunuyor. Bu iki güç arasında inisiyatif savaşları devam ediyor. El Hasi hükümeti, hükümet olarak tanınmasa da etkili bir güce sahip. Yer yer bu iki güç petrol alanlarının paylaşımı ve yeni nüfuz alanları oluşturmak için karşı karşıya geliyor. Sani hükümeti, Trablus’ un İslamcı örgütlerin üssüne dönüşmesi ve ataklarına karşı ABD, Mısır ve BAE’den destek istedi. Bu yönde 2014 Ekim’inde İslamcı milislere yönelik hava harekâtı yapıldı.
Vekalet savaşları, Libya’yı tam bir çökme noktasına getirdi. Halklar birbirinin celladına dönüştü. Savaş ağalığı sistemiyle ülke sürekli istikrarsızlaştırıldı. Cihatçı örgütlerin merkez üssü haline geldi.
Libya’dan Batı Afrika’ya kadar çok geniş bir coğrafya destabize edildi. Bu bölgelerin enerji kaynakları ve kıymetli madenler açısından stratejik önem taşıdığı unutulmamalıdır. Kontrollü kaosla bölge, sürekli istikrarsızlaştırılıp, parçalanıyor ve bunun üzerinden emperyalizmin makro tahakkümü inşa ediliyor. Kuzey Afrika’da Libya’dan, Batı Afrika’da Mali’ye, Orta Afrika’da Sudanve Güney Sudan’dan, Afrika Boynuzu’ndaki Somali’ye kadar savaş ağalığı sistemlerinin kurulması şaşırtıcı değil, Afrika’nın 21. yüzyılda yeniden emperyal paylaşımına uygun gelişmelerdir.
Bu noktada Libya’daki operasyonların nedenlerini enerji kaynaklarını kontrol etmenin yanısıra, Rusya’nın Akdeniz ‘de ikinci limana sahip olmasını engellemek, Çin’in Afrika’da nüfuz ve ekonomik alan oluşturma adımlarından biri olan Kaddafi rejimiyle kurduğu ekonomik ilişkileri kesmek ve Stuttgart’ta merkez üssü bulunan Afrika’nın NATO’su olan Africom’u kıtaya taşımak (Africom’un yeni üssü Libya’da kuruldu) olduğu vurgulanmalıdır.
SURİYE BÖLGE ÇELİŞKİLERİNİN DÜĞÜMLENDİĞİ ÜLKE
Arap halklarının ayağa kalkışı Suriye’yi de etkiledi. Baas diktatörlüğüne karşı Suriye halkları harekete geçti. Onyılların öfkesi sokaklarda, meydanlarda dışavurdu. Baas diktatörlüğüne karşı öfkeyi örgütleyecek ve tek bir hedefe kilitleyecek siyasi bir yapının olmayışı ve muhalefetin şekilsizliği, hareketin hızla manipüle edilmesini koşulladı. Libya’ya benzer bir süreç yaşandı.
Esad rejiminin çöküşü, ABD emperyalizminin Doğu Akdeniz’i bütünüyle kontrolü anlamına geliyordu. Dünya jeo-politiği ve kaynak savaşları açısından önemliydi. Doğu Akdeniz’den açılan koridor, Hazar’a ve Kafkaslara kadar uzanmaktaydı. Bu koridorun kontrolü, Rusya’nın stratejik biçimde kuşatılması anlamına gelecekti. Esad rejiminin yıkılması, Rusya’nın Akdeniz’deki tek limanını kaybetmesi ve Ortadoğu’da önemli bir nüfuz alanını yitirmesi demekti.
ABD, aynı zamanda İran’ın kuşatılması, İran savaşının önünün açılması, Şii yayının kırılması, kolayca Lübnan’a müdahale etme ve Hizbullah’ı etkisizleştirme, İsrail’in güvenliğini sağlama, Siyonist ekspansiyonu- genişleme ve yayılmasını kolaylaştırma, kontrollü kaosu yayarak Ortadoğu’yu sürekli savaş coğrafyasına dönüştürme şansı bulacaktı. Bu stratejik adımlar ABD’yi, yeni jeo-politik yönelimi olan Asya-Pasifik’te muthiş, rahatlatacaktı. İran’ın devre dışı bırakılması bir anlamda Asya kapısının açılması demekti. ABD İran’ın ön cephesi olan Suriye’yi yeniden dizayn ederek,”yaratıcı kaos” konseptine uygun (daha önce Irak’ın etnik, mezhebi polarizasyona tabi tutularak üçe, Filistin’in laik, anti-laik temelde ikiye bölünmesi gibi) parçalanmasını amaçladı.
Bu yönde ikili politika izledi. Önce Esad rejimi Mısır ve Tunus’ta izlenen restorasyon yöntemiyle yıkılmaya çalışıldı. Bu çabanın sonuçsuz kalması üzerine, Libya modeli devreye sokuldu. Yeni “nesil” vekalet savaşıyla rejimin yıkılması amaçlandı. CIA, MI6 denetiminde, başta TC’nin yer aldığı, Katar, Suudi Arabistan’ın, BAE’nin aktif katılımıyla vekalet savaşı koordine edildi. Bölgeye başta Tunus, Mısır, Cezayir, Çeçenistan, Bosna,Türkiye ve Avrupa’dan binlerce İslamcı militan (lejyoner) transfer edildi. Suriye ve Irak’daki şeriatçı örgütler, gizli servisler tarafından koordine edildi, eğitildi, muazzam lojistik destek verildi. Özellikle TC İslamcı örgütlerin merkezi gibi hareket etti. Ulaşım, haberleşme, istihbarat, eğitim, geri çekilme, finansal ve her türlü lojistik destekte bulundu. TC, aktif taşeron rolü oynadı.
Karşı devrimin tüm güçleri Libya gibi kolay bir zaferle, Esad diktatörlüğünün yıkılacağını sandı. Ama hem bölgesel, hem küresel konjonktür ve iç dinamiklerinin etkisiyle Esad rejimi ayakta kaldı.
Esad rejimi önce alan daraltıcı taktik uyguladı ve kitlelerle bağını geliştiren tutum takındı. Dış müdahale ve “muhalif” diye tanımlanan İslamcı örgütlerin katliamları, Arap Alevileri başta olmak üzere Hiristiyan, Ermeni, Süryani halklarına karşı katliamcı politikaları, rejimin manevra kabiliyetini artırdı. Ayrıca özellikle Rusya ve Çin’le kurulan ilişkiler, rejime hamle gücü verdi.
Suriye’nin jeo- politik ve jeo-stratejik konumuna uygun uluslararası diplomasi yürüten Rusya, Libya’da yaptığı hatayı, Suriye’de yapmayarak ağırlığını koydu. Ve Çin’in aktif desteğiyle hareket ederek, ABD’nin tüm diplomatik ve psikolojik savaşa yönelik hamlelerini boşa çıkardı. Rusya’nın Suriye’de gösterdiği performans Putin iktidarının en büyük başarılarından biri oldu.
Bu sırada Esad iktidarı konumunu güçlendirdi. Bir çıkar koalisyonu ve ganimet paylaşımı üzerinden varolan İslamcı çeteleri ve ABD’ye tam angaje güçleri etkisizleştirdi. Çekildiği alanda denetimi sağladı. Özellikle şehir savaşında üstün performans gösteren Hizbullah’ın devreye girmesi, Esad’ı en çok rahatlatan faktör oldu. Lübnan ve Ürdün’de konumlanan çetelerin yeni cephe açması, Hizbullah’ın hamleleri ve darbeleriyle engellendi.
İSTİKRARSIZLAŞTIRMA “NESNESİ” VE “KONTROLLÜ KAOS”UN APARATI: IŞİD
2013 yılı, IŞİD’in Irak ve Suriye’nin geniş bir alanında etkisini yaymaya başladığı ve darbeler yemiş ve demoralize olmuş İslamcı çeteler açısından çekim merkezi haline geldiği bir yıl oldu. IŞİD devasa bir gelişim gösterdi. Sünni jeo- politiğine uygun konumlanan ve küresel ve bölgesel karşı devrimci güçlerden aktif destek alan yapı, hızla proto-devlet kimliğine büründü. Devlet olmayan ama devlet gibi hareket eden yapı, kendini iktidar boşluğunun olduğu ya da devletsiz alanda var etti. Irak Baas Partisi’nin, eski Irak ordu komutanlarının ve kontr- gerillasının artıkları, Irak El-Kaidesi ve bir dizi İslamcı yapının kadrolarından oluşan örgüt, bir çok ülkeden gelen cihadcı militanlarla güçlendi ve Irak’taki Sünni aşiretlerden aktif destek aldı. Ortadoğu’da adından söz ettirmeye başladı. Psikolojik savaş taktikleri uygulayan örgüt, ekstrem şiddet kullanarak bir korku dalgası yaratmaya çalıştı.
Yerel dinamikleri olan IŞİD, pragmatik ve manipülasyonlara açık bir yapılanma. Bügün açısından çok geniş bir alanı kontrolü altında tutuyor. Başta TC, Suudi Arabistan, Katar, BAE’den her düzeyde yardım alıyor ve yönlendiriliyor. Irak ordusunun silahlarının önemli bir kısmını ellerinde tutuyor. Suriye’nin doğusu, Irak’ın orta kesimi ve batısının destabilize edilmesinde belirleyici rol oynuyor.
IŞİD, tam bir istikrarsızlaştırma “nesnesi”. Bu rol vekalet savaşlarının en temel özelliği olarak dikkat çekiyor. Benzer örgütler Libya, Mali, Somali ve Sudan’da benzer işlevler gördü.
Önce bölgelerde iktidar boşluğu ya da devletsiz alanlar yaratılarak, proto- devlet ya da devlet dışı güç odaklarının etkinliklerine açık bir ortam oluşturuluyor. Bu “nesneler” etnik, dinsel, mezhepsel, tarihsel çelişkileri kullanarak katliam ve sürekli şiddet politikalarıyla destabilize bir ortam yaratıyor. Sürekli savaş ve yıkım hali, kontrollü kaosun ruhunu oluşturuyor. Böylesi bir atmosfer hem emperyalist müdahaleyi meşru kılıyor, hem de emperyalist tahakkümü kolaylaştırıyor. Bu karşı devrimci taktikler yeni kaynak savaşlarının ayrılmaz parçası olarak devreye sokuluyor. Ayrıca küresel düzeyde, 11 Eylül konseptine uygun terörizm imgesi canlı tutuluyor. İslamofobi kolayca tetikleniyor. Özellikle Avrupa’da yeni sağ ve faşist hareket, İslamofobiyi kitlesel korkuyu tetikleme, ötekileştirme, etnosantrizmi meşrulaştırma, kültürel ırkçılık ve diskriminasyon zemini olarak kullanıyor. Kitleselleşme olanakları kazanıyor. Artık her adımın küresel düzeyde, çok boyutlu etkiler ve sonuçlar yarattığı bir yüksek konjonktürdeyiz.
KOBANÉ: “DİRENİŞ SANATLARI” VE ETİK MANİFESTO
IŞİD’in, Musul’u yeni Irak ordusundan savaşmadan alması kendisi açısından önemli bir hamle oldu.
Bu adım, Ortadoğu’da yeni bir tarihsel momentin önünü açan Rojava’ya yönelmesini koşulladı. Ya da hazır hale getirdi.
Çünkü Rojava Devrimi varlığı, yarattığı yıkıcı pratikler ve oluşturduğu aurayla “başka bir Ortadoğu’yu” simgeliyordu. Rojava; başta ABD, TC ve diğer gerici bölgesel güçleri ve KDP’yi rahatsız etti. Her gücün projelerini işlevsizleştirdi.
Rojava, IŞİD içinde bütün varlık temelerini yok edeci bir pratikti. Rojava, karanlığa, gericiliğe, faşizme, ölüme ve kadın düşmanlığına (mizojin) karşı; Roj, gericiliğe karşı özgürlük, faşizme karşı devrim, ölüme karşı yaşam, kadın düşmanlığına karşı kadın devrimiydi. IŞİD büyük bir kinle harekete geçti. IŞİD, tam anlamıyla koordine edilerek ve TC’nin büyük kattı ve desteğiyle Rojava Devrimi’ne yönlendirildi. Kobané Kantonu coğrafi konumuyla en zayıf bölge olarak hesaplanıp, Kobané’ye saldırıldı. IŞİD’in üstün askeri gücüyle hızla zafer kazanacağı hesaplandı. Kobané’nin Musul gibi hemen düşecegi öngörüldü. Ardından kolayca Rojava Devrimi bastırabilirdi.
Böylece bir hamleyle birçok vektörün önü açılacaktı. Başta Rojava Devrimi’nin yarattığı ve tetiklediği devrimci enerjiden kurtulunacaktı. ABD için Ortadoğu’da bağımsız her gelişme hegemonya kırıcı ya da daraltıcı faktördü.
TC önce Rojava’dan daha sonra Kandil’den kurtulmayı ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni, özgün bir Srilanka modeliyle bütünüyle çözmeyi/ tasfiyeyi/imha etmeyi hesaplıyordu. KDP’yle flört ederek kendi Kürdünü yaratmayı arzuluyordu. Ayrıca sınırların kalktığı, destabilize bir coğrafya, kendi alt emperyalist hayallerini besliyordu. Bu alanlarda petrol kaynaklarının olması iştahını artırıyordu. KDP’nin ilkel milliyetçi dünyasında Rojava yoktu ve yıkılmalıydı. Suudi Arabistan, BAE, Katar içinde Rojava katlanılacak bir şey değildi. Sünni jeo-politiğini kıran bir gelişmeydi.
Kobané’nin düşmesi, devrimin boğulmasına giden süreci açacağı hesaplandı ve bunun anlamı Kürt halkının yeniden köleleştirilmesiydi.
Kobané bir barikat ve direniş savaşına, şehrine dönüştü. Direnme savaşı 100 günü aştı, IŞİD şimdi Konbané’den püskürtülüyor. Ağır darbeler alıyor. Küçük bir şehir küresel onurun, umudun ve vicdanın merkezine döndü. Hatta bir dönem dünyanın merkezi oldu. 21. Yüzyıl’ın yeni Barcelona’sı Kobané’ydi. Küresel düzeyde, kadının tarihsel başkaldırısı YPJ saflarında manifestolaştı. IŞİD gibi “modern” Ortaçağın kadın düşmanı, soykırımcı ve cins kıyıcı bir yapıya, en net ve militan cevap kadınlardan geldi. YPJ tarihsel öfkeyle kadın devriminin olağanüstü yıkıcılığını ortaya koydu. Mermi, yürek, öfke, başkaldırı birleşti.
“ŞENLİKLİ TOPLUM” VE KADININ “TARİHE” BAŞKALDIRIŞI: ROJAVA DEVRİMİ
Rojava Devrimi, Ortadoğu devriminin bir parçası olarak doğdu. Kürt özgürlük hareketinin 40 yıla yakın bir biriktirme sürecinin somut biçim alışı oldu. Hareketin Ortadoğu’laşması ve Ortadoğu’nun en önemli devrimci dinamiğine dönüşmesi devrimci diyalektiğin önünü açtı. Bunu ayrıca Şengal’de Ezidi soykırımının engellemesinde gördük. Şengal direnişi ve Ezidilerin kurtarılışı ahlaki bir manifesto ve insanlığın onuru oldu. O gün Şengal’in dağlarında yakılan ateşin, bügün Şengal’in kurtuluşuna doğru evrilmesi tesadüfi değil, özgürlük hareketinin ulaştığı boyutu göstermektedir.
Bakuri’de kendi özgünlügünde ikili iktidar durumu, Kürdistan dağlarında “kızıl siyasi üsler” ve şehirlerde serhildan dalgaları, Rojava’ da devrimci inşayla birleşmiş, Ezidilerin coğrafyalarına kadar uzanmıştır.
Rojava heterodoks bir devrimdir. Rojava pratiği, bu yönüyle 21. Yüzyıl’daki olası devrimlerindeki bir yönü de dışavuruyor. Rojava demokratik devrim mahiyetinde muazzam atılımları içeriyor.
Rojava, devrimin eşitsiz gelişiminin dışavurumu oldu. Beklenen yerde değil, en zayıf kabul edilen yerde yerel, bölgesel ve uluslararası konjonktürün birleşmesi ve iyi bir hazırlığın yapılması, doğru ve anında müdahale, iradi bir duruş Rojava Devrimi’nin önünü açtı. En başta Kürt halkının yok sayılmaya karşı tarihsel öfkesi, Kandilin varlığı, uzun süreye yayılan mücadele ve örgütlenme birikimi, taktik ve strateji sanatındaki maharetleri, PYD’nin yaygın örgütlülüğü Rojava Devrimi’nin doğumunu hazırladı.
Devrime ruhunu, Kadın devrimi verdi. Zaman kadar eski bu coğrafyada ilk sınıflı toplumlar, iktidar ve tahakküm ilişkisi, kadının köleleştirilmesiyle başlamıştı. Kürt özgürlük hareketi uzun soluklu mücadelesinin zengin pratiği içinde bu tarihsel boyun eğdirilişe Kürdistan Özgür Kadın Partisi-PAJK gibi son derece özgün bir yapı inşa ederek ve kadın gerilla birliği- YJA-Star kurarak yanıt verdi. Dağlar ve özgürlük mücadelesi kadının kendini yeniden inşa etme, özneleşme ve özgürleşme sürecinin önünü açtı.
Mücadele gerçek anlamda bir özgürleşme pratiği oldu. Devrimci mücadele tarihinde en önemli kadın özgürleşme pratikleri gerçekleşti. Rojava bu birikiminle rengini kadın devriminden aldı. Mezapotamya’nın tarih kadar eski tahakkümcü ilişkileri en güçlü görüldüğü yerden kırıldı. IŞİDin en korkulu rüyasının, YPJ’liler olması boşuna değil. Daha Rojava Devriminin, kadın devriminin bölgede büyük sarsıntıları yeni ortaya çıkıyor. Devrimin korunması, derinleşmesi ve Ortadoğu’da anafora dönüşmesi bu ruhun yaşatılması ve geliştirilmesiyle mümkündür. Kadınlar tarihe, tarihsel yenilgilerine Kürt dağlarından, Kobané’den, Şengal’den “tarihi” yenerek cevap veriyor.
Yıkıcı bir savaş içinde doğan, yine yıkıcı savaş koşullarında varolan ve devrimci inşa faaliyeti süren Rojava Devrimi; Ermeni, Kürt, Arap, Nusayri, Süryani, Ezidi, Hristiyan halkların yaşayan bir şenliğidir. Bugün Rojava’nın her kantonunda kurulan komünler, özyönetim organları, özörgütlenmeler kısaca, hayatın her alanının devrimci yeniden inşasına yönelik faaliyetler bunun göstergesidir.
Rojava “şenlikli bir toplum” olarak başka bir Ortadoğu’yu simgeliyor. Ortadoğu devriminin imkanını bize gösteriyor. Kobané direnişinin enternasyonal bir direnişe dönüşmesi boşuna değil.
Küresel, bölgesel ve yerel karşı devrimci güçlerin Rojava’ya, Kobané’ye, Kürt özgürlük hareketine saldırması son derece stratejik bir yönelim. Karşı devrim, bütün jeo-politik yönlerin dışında, devrimin o muhteşem gücü ve yarattığı auradan korkuyor. Devrimci enerjinin Anadolu ve Mezopotamya topraklarını sarsması ve başka bir Ortadoğu ihtimalini ortaya çıkarması korkuyu daha da artırıyor.
Küresel karşı devrimin odağı haline gelen Ortadoğu’da herşeye karşın ve her şeye rağmen devrimci diyalektik hükmünü sürüyor. Kader, Paramaz, Algan, Sarya, Arin bu diyalektiğin militan savaşçıları olarak öne çıkıyor.
Ana Sayfa VOLKAN YARAŞIR KÜRESEL KARŞI DEVRİM ODAĞI ORTADOĞU HALKLARIN ŞENLİĞİ YA DA “ŞENLİKLİ TOPLUM” :...