Kasım KOÇ (24-01-2016) Ülkenin en karanlık olduğu ve buhranların yaşandığı 1950’ler den çıkmış, 1960’lara girdiği bir dönemde, dünyada ki gelişmeler ülkemizde de yankısını bulmuştu. Böyle bir dönemde her bir siyasal parti ve bu partiler içerisinde siyasal faaliyet yürüten her birey, kitleleri nasıl seferber edecekleri konusunda çalışmalar yürütüyorlardı. Bunlardan birisi de kuşkusuz İbrahim Kaypakkaya idi. İbrahim Kaypakkaya, incelediği ve araştırdığı dünya klasiklerinden yola çıkarak farklı bir şeyler söylemeye başlar. Bu yeni ve farklı söylemler, coğrafyamızda tarihsel olarak ezberi ilk bozan olur.
Kemalizm’e farklı bakan, Kurtuluş Savaşını, Kürt Ulusal Sorunu, Cumhuriyet tarihine yönelik yapmış olduğu bir dizi analiz ile diğer tüm devrimci parti ve liderlerden ayrı düşer. Farklı bir yol izledi İbrahim. İbrahim’i bu farklı yola iten kuşkusuz ki Marks, Lenin, Mao gibi belli başlı Proletarya önderlerinin görüşlerini incelemesiydi. Ülkedeki kitle çelişkilerini nasıl çözeceği ve geniş halk kitlelerini iktidara nasıl taşıyacağı konusunda Mao’yu kendisine rehber edinir. Mao’nun Büyük Proleter Kültür Devrimi kendisinde büyük bir devrimci coşku yaratır. Neydi İbrahim’deki bu coşku: Çin devriminde İbrahim’e cazip gelen anlayış milyonların sokakta duvar gazetelerinde kendilerini ifade etmeleriydi. Mao’nun kitlelere “Kuşatın bizi” çağrı yapmasıydı, kitlelerin komünist partisini denetlemesiydi.
Devrimi yapan kitlenin, kendi devrimine sokakta sahip çıkmasıydı. Bundan dolayı da İbrahim, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da ezberi bozmuş ve dünyaya farklı bir mercekten bakmaya başlamıştır. Ülkede Kemalizm’den köklü kopmayan, sol siyasal liderlerden kalın çizgilerle yolunu ayırmış böylece ezber bozulmuş, savunduğu siyasal görüşlerinden dolayı tüm dikkatleri üzerine çekmişti.
Sanat ve İbrahim Kaypakkaya ilişkisine gelindiğinde ise; Türkiye İşçi Partisi döneminde sadece siyasal çalışmalar yürütmez. İbrahim, aynı zamanda sanat ile de uğraşır. O kadar kıt imkanlar ve imkansızlığa rağmen o dönemin tüm sanat-edebiyat dergilerini okuyan, Türk şiir antolojisini, halk kültürünü, edebiyatını, dilini, dil bilimini inceleyen ve bunlar ile de ilgilenerek son derece titiz çalışmalar yürüten İbrahim Kaypakkaya bu konularda da oldukça da hassastır. İbrahim’in siyasal yazılarındaki üslubunda da bu hassaslığı ve ustalığı rahatlıkla görülmektedir.
Dönemin siyasal kargaşa atmosferi içerisinde olduğu yıllarda dahi, sadece siyasal meselelerle ilgilenmekle kalmayıp; aynı zamanda edebiyatın ve sanatın birçok dalı ile de kişiliğini zenginleştirerek her açıdan donanımlı bir önder haline gelir. Bu hassas ve kargaşa dolu dönemde İbrahim, devrimin sorumlulukları gereği sanat ile ilgili düşüncelerini derli toplu hale getiremedi. İbrahim’in, Nurhak dağlarında vurulan Sinan Cemgil ve yoldaşları için yazdığı bir şiir daha sonra halkın dilinden düşmedi. Buna benzer çok şiir ve tekerlemeler o dönemden günümüze eser olarak kalmış ve devrime, halk sanatına büyük katkıları olmuştur.
Gider gider nice koç yiğitler gider,
Senin de içinde bir oğlun varsa çok değildir,
Ey mavi gök! Ey yağız yer bilesin ki,
Yüreğimiz kabımıza sığmamakta
Örsle çekiç arasında yoğrulduk
Hıncımız derya gibi yoğrulmakta
İbrahim Vartiniğe giderken kelimenin tam anlamıyla Kültür-Sanat, ideolojik-Politik alanlarda donanımlıydı. İşte bu koşullarda Vartinik’e gitti İbrahim ve yoldaşları.
Vartinik’te bulunan İbrahim’in yoldaşlarından ve komünist partisinin kurucularından biri de Muzaffer Oruçoğludur.
Oruçoğluna baktığımızda ta 1960’larda şiir, öykü, mizah, masal, roman gibi sanat dalları ile uğraşmış. Bu çeşitli sanat dallarında o dönemlerde birçok konuda kaleme aldığı eserler olmasına rağmen yayınlama fırsatı bulamamış. O dönemde devrimin kendisine yüklediği görev-sorumlulukları ve tüm bunların acilliyeti ile hareket eden Oruçoğlu bu yazdıklarını kitaplaştırma, eser haline getirme olanaklarını bulamamıştır.
Başta İbrahim olmak üzere Muzaffer ve yoldaşları sanatın, devrimin silahları arasındaki gücünü çok iyi biliyorlardı. Büyük bir sanat ordusuna sahip olamayan bir devrimci akımın başarıya ulaşamayacağını bilincindeydiler. Devrimin, devrimci halk sanatı, edebiyatı olmadan kitleler aydınlanamazdı. İdeolojik, politik çalışmanın yanında kitleler edebiyatın gücünü görmelidir, göremediği taktirde devrim kısırlaşır, darlaşır.
Muzaffer ve yoldaşları, ülkemizde de toplumsal çatışmaları, problemleri ortaya çıkaran sanatın, edebiyatın gücünü kavramışlardı.
İnsanlar nasıl solcu olduklarında, sola hayran olmalarında ve devrime doğru meyil göstermelerinde sanatın büyük bir payı ve rolü vardı. Neydi bunlar: Nazım Hikmet Ran’ın şiirlerini bu devrime giden yoldaki mayasında görüyoruz, Yaşar Kemalin romanlarını, daha önceki edebiyatçıların rollerini geçmişte de günümüzde de görebiliyoruz. Dolayısı ile sanatın büyük bir silah olduğunu İbrahim, Muzaffer ve yoldaşları çok iyi biliyorlardı. İbrahim ve Muzaffer sosyal, toplumsal devrimlerini yapan ülkelerde edebiyatın gücünü, rolünü kavramış, donanmış devrimin birer önderlik kademeleriydiler.
Nitekim Ekim devriminin lideri Lenin yoldaş dünya edebiyatına katkı sunan Tolstoy için ne diyordu: Tolstoy Rus devriminin aynasıdır. Çünkü oradaki toplumsal çelişkileri açığa çıkaran, toplumun genel yapısı ile uğraşan, inceleyen, araştıran ve onu sentezleyen sosyolojisi ile uğraşan bir sanat işliyordu Tolstoy. Bu edebiyatçı, kitlelere önderlik eden komünist ve devrimcilere devrimin durumuna dair yardımcı olan büyük bir kaynaktı. Lenin sanata bu gözle bakıyor ve sanatın devrimdeki rolünün bilincindeydi ve bundan dolayı da hep sanatın gücünü vurguluyordu, tüm bunlardan dolayı da Tolstoy ve diğer edebiyatçıları önemsiyor ve büyük bir misyon yüklüyordu.
Ve yine bir başka dünya edebiyatına katkı sunan Honore Balzac’tır. Fransa’daki toplumsal çatışmaları, değişimi, demokrasiyi işleyen, inceleyen anlatan, tüm bunları roman dili ile yazan, kitaplaştıran Honore Balzac’ın eserlerin neler yarattığını Marks daha sonra büyük övgülerle bahsedecekti.
Muzaffer Oruçoğlu o dönemde komünist partisi ve ordu marşını yazar. Bu marşlar daha sonraki mücadele dili olarak yoldaşlarına örnek olur. Bu dil ile yüzlerce şiir, marş yazılır. Oruçoğlu böylece devrimci sanat cephesinde stratejik bir figür haline gelir. Oruçoğlu gerek dünya edebiyatının rolünü gerekse de ülkedeki sanatın gücünün ve tarihçesinin bilincindeydi. Toplumun ideolojik dönüşümünde hem görsel hem de diğer sanat alanlarının büyük bir rolü vardı. Bunu bilen Muzaffer Dersim’e gittiğinde en çok ilgilendiği yörenin sanat, edebiyat ve kültürüydü.
Dersimin yerel ozanları, sözlü tarihlerini, Dersim’in isyanını, katliamlarını, çığlıklarını bu türküler ile ağıtlar yakarak dillendiriyordular. Muzaffer’in ilk irdelediği de bu muhalif sanattı. O dönemde Dersim’in yerel sanatını dillendiren Wele Uşene İmam, Sılo Qıc, Ale Verdi ve daha onlarca halk ozanlarının, şiirleri Dersimin toplumsal dayanaklarıydı.
Vartinik öncesinde 69 yılında Dersim’de yapılmak istenen “Pir Sultan Abdal” tiyatro oyununun yasaklanması ve bu yasağa karşı Dersim halkının isyan ederek ayağa kalkmasında devletin merkezi otoritesinin halk sanatından ne kadar korktuğunun göstergesiydi. Ülkenin karanlık döneminde sadece siyasal örgütleme ile değil bölgenin masalları, efsane hikayeleri, Dersim soykırımındaki acıları dinleyen, müziği, öyküsü, romanı sözlü sanatı ile de iç içe girmiş onu irdeliyordu. Nitekim o dönemde araştırıp, incelediği ve toplumla haşır neşir olan Oruçoğlu yıllar sonra yazdığı TOHUM romanı ile de o yöresel kültürün kendisine has ilişkilerini ele almıştı ve bu roman ile Muzaffer sanat alanında tanındı.
Vartinik Baskını,
İbrahim, Ali Haydar Yıldız, Muzaffer Oruçoğlu ve yoldaşları yürüttüğü siyasal çalışmalarından dolayı aranıyor durumda olmalarından kaynaklı kendilerini korumak, barınma ve hazırlıklar amacı ile Dersimin Vartinik mirik mezrasında kendilerine üs edinirler. Kış üssü olarak seçtikleri Vartinik, devlet güçleri tarafından baskına uğrar. Vartinik’e yapılan operasyon ile Ali Haydar Yıldız vurulur, İbrahim Kaypakkaya yaralı yakalanır, üç ay süren işkenceler sonucu katledilir. Vartinik baskınında kurtulan Muzaffer Oruçoğlu ise daha sonrasında yakalanır, uzun bir dönem zindanda kalır. Vartinik’te yapılan operasyon ile bu işi bitti sananlar yanılmışlardı. Başta yerel aşıkların, ozanların, halk sanatçıların Vartinik üzerine yaptıkları bestelerle yöre halkının dillerinden ve gece muhabbetlerinden düşmedi.
Henüz birkaç yıl geçmişti ki,
TKP (ML)’nin Dersim parti örgütlülüğünün 1975-76 dönemlerinde, İbrahim’in hayatını konu alan bir tiyatro grubunun sergilediği oyun organize edilir. Tiyatro oyunu ile birlikte türküler, şiir, marşlar eşliğinde gerçekleşen bu etkinliğe binlerce kişi katılır. Bu gelen binlerce kişinin üzerinde yaratılan etki bir kıvılcım gibi yayıldı dilden dile. Bu etkinlik bir başka bölgedeki faaliyeti de tetikledi. Ovacık, Hozat, Mazgirt, Pülümür, Nazimiye’de yankısını hemen buldu. Dersim merkezde yapılan tiyatro, ilçelerde de etkisini bulunca kitleselleşme, kitlede bilinç yaratmaya kadar götürdü.
Vartinik’deki destan, sanat ile işlendiğinde yarattığı etkiyle halk ozanları da kendi sanatlarını pratikte halka götürerek işlediler, bu çalışmada kitlelerden hem öğrendiler hem de kitlelerin yeniden toparlanmasını sağladılar. O dönemdeki bilinen devrimci halk sanatçıları Aşık Ferhat, Ozan Emekçi, Tufani, Garip Şahin’lerdi. Bu ülke genelinde bilinen devrimci ozanlar Dersim’de köy köy yaptıkları konserler, köy evlerinde halkla iç içe okudukları şiirler ve türkülerle halkın örgütlenmesine önemli katkılar sağladılar. Kadınların, gençlerin, yoksul köylülerin dikkatlerini devrime yoğunlaşmasına ve eğitilmelerine vesile oldular. Çeşitli lise ve üniversitelerde okuyan gençlerin köylerine geldiklerinde okullarda öğrendikleri marşlar, şiirler, tiyatroları köylerinde sergilediler, uyguladılar. Bunların tümünün toplumun bilinçlenmesinden tutalım da örgütlenmesine kadar katkıları oldu.
“Ali Haydar ölmez ağlama bacı” türküsü tam da bu dönemde dağlara taşlara yazılmaya ve dilden dile söylenmeye başlandı. İbrahim’in işkencede ne için ser verip de sır vermediğini köylerde sergilenen tiyatro sahnesi ile anlatılmaya ve anlaşılmaya başlandı ve hayat buldu. Bu sanat aracılığı ile İbrahim’in görüşleri devlet açısından ne kadar tehlikeli olduğunu ve kitleler için de bir umut olduğunu işlenen sanat ile kitleler eğitildi. Köylere yapılan toplu geziler, konserler, tiyatro sahneleri ile birlikte topluca köylüye yardım etme, köylüleri bir arada tutarak toplu orak biçme, toprak ile beslenme gibi kolektif çalışma, köylülerin kendi aralarındaki dayanışmayı sağladı. Köylülerin kendi aralarında köy meseleleri yüzünde yürüttükleri kavgaların çözümü kolaylaştı. Yıllar yılı devlet mahkemelerinde süren mahkemeler devrimci halk mahkemeleri ile çözüme ulaştırıldı. Alternatif bir yaşam biçimi ile yöre halkı tanıştı.
Daha sonra da Dersim dağlarında yürütülen gerilla savaşında da sanat gücünü Vartinik’ten alıyordu. Birkaç gerilla örnek verirsek; İsmail Bulut büyük bir gerilla komutanı olmasının yanında birde ince ruhlu sanatsal yanı vardı. Yörenin halk türkülerini, ağıtlarını yakan sazı ile de dillendiren bu ince ruhlu komutanlar halkın büyük sevgi ve saygınlığını kazanmışlardır. Polat İyit keza bu komutanlardan biridir. Ve yine dağda sergilenen birçok tiyatro sahneleri vardı, bunlardan biride Tekin Koç Tiyatro Sahnesi’dir. Tiyatro alanında keza Hıdır Doğan da oldukça donanımlı bir oyuncuydu. Hatırlanacağı gibi Hasan Hakkı Erdoğan’ın Gula Sor adlı şiiri dillerde destan yaratmış halen günümüzde de devam etmektedir. Lakin buraya yazamadığımız onlarca yoldaşlaımızın devrimin görevlerinden kaynaklı bu sanatsal alanda yeterince yoğunlaşmamışlardır.
Burada anlatmak istediğimiz dağlarda salt askeri eylemlikler ya da ideolojik, politik çalışma değil bunlarla birlikte sanat ile işlendiği bir gerilla savaşını görüyoruz. Savaşın olduğu yerde sanat yoksa insanların dayanma gücü ve azmi de olamaz. Çünkü insanların gülmeye, estetiğe, eğlenmeye ihtiyacı vardır. Savaşı sanatsal dile dökerek ancak bu acılar hafiflete bilinir. Kavgayı güzelleştiren sanattır. Yoksa onca acı nasıl göğüslene bilinir. Acıyı dindirmek içinde mizah, öykü, roman, hikaye, şiir, mani, şakalar bunlarla ancak o acı göğüslenip aşıla bilinir. İşte dağlarda gerilla faaliyetlerini yürütenler sanata nasıl bir önem verdiklerini kısaca da olsa belirtmekte yarar var.
Vartinik sonrasından günümüze kadar, Vartiniğin sanat damarından beslenerek edebiyat, şiir, Resim, biyografi roman tarihçesini edebiyata dökerek küçümsenmeyecek eserler yaratan yazarlar ortaya çıkmıştır. Vartinik’in sanat damarından beslenen ve yetişen yüzlerce sanat emekçileri yetişmiş durumda.
Ve yine bu damardan beslenen Vartiniği kendisine rehber edinen YÇKM çalışmalarını küçümsenemez. YÇKM bünyesinde sanatsal çalışmalarını yürüten Grup Munzur ve grup Munzur bünyesinde çıkan onlarca sanatçı vardır. Grup Munzur bağrında yetişen bu onlarca sanatçı bugün bireysel sanatsal çalışmaların yürütmesine vesile olmuştur.
Vartinik’te başlayan bu geleneğin kavgası kesintisiz kırk yılı aştı. Bu kırk yıllık süre içerisinde tutsak düşenler zindanlarda boş durmadılar, bu tutsakları o zorlu koşullarda ayakta tutan ideolojinin yanı sıra ayrıca da sanattır. Ceza evlerinde onlarca şiir, romanlar yazan, anı, belgesel anılar, resim çizen, tiyatro oyunlarını yazan ve tiyatro grupları kurup oyunlar sergileyen onlarca yüzlerce devrimci sanatçı çıktı. Bütün bunlar Vartinik’deki sanat damarının ne kadar güçlü olduğunun göstergesidir.
Muzaffer Vartinik öncesi sanatsal anlamda da donanımlıydı ancak Vartinik sonrasında kitaba gömülür. Anadoluda ki halk hareketleri, Baba ishak isyanı, Pir Sultan, Börklüce, Şehy Bedrettin, diğer birçok halk ayaklanmalarını derinlemesine inceledi. Tarihe kafa yordu. Rus, Fransız edebiyatlarını incelemesi onu en çok güçlü kılan yanlarıydı.
Örnek verirsek 1980 Cuntası karabasan gibi ülkenin başına çöreklendiğinde yine Vartinik sanat damarı Tohum edebiyat dergisini çıkarmış. Tohum Sanat ve edebiyat dergisine öncülük edenlerden biri de Muzaffer Oruçoğludur. Bu Sanat edebiyat dergisinin çıkması ile birçok devrimci kendi ürettikleri, yazdıklarını burada kitlelere ulaştırma fırsatı buldu.
Cezaevlerinde tutsaklar sanatlarını işleyecek bir sanat dergisi ile buluştular. O dönemde Tohum dergisinde şiir, öykü yazanlar bugün birçok dalda kendilerini ifade eden yazar, şair edebiyatçılardır. İşte burada da anlaşılacağı gibi Vartinik’deki Kültür Sanat damarının ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor ve Muzaffer’in de ne kadar dünya edebiyatı ile haşır neşir olduğunu kanıtlıyordu.
Muzaffer’i geniş halk kitleleri genelde romancı olarak tanırlar ancak biz Muzafferi böyle ele alamayız. Romancı bakarsak büyük bir haksızlık etmiş olacağız. Muzaffer şairdir, tarihçidir, ideolojik politik aktördür, ressamdır ve en önemlisi ise romancıdır. Tüm bu özellikleri bir araya topladığımızda edebiyatın bir çok dalının toplamını Muzaffer’de görmek mümkündür. Bundan dolayı da Muzaffer Oruçoğlu Türkiye-Kuzey Kürdistan toplumunun aynasıdır halşne gelmiş durumda. Muzafferi yaratan Vartinik ideolojik politik ve sanat damarıdır, böylelikle Vartinik Muzafferi yaratmış, mayasını vermiş devrimin aynası haline getirmiştir.
Sonuç olarak özetlersek bugünden sonra esas sorun şudur: bugün sanat, edebiyat alanında esas meseleyi görmektir, anlamaktır, onun bilinçli bir şekilde gereklerini yerine getirmektir. Mao’nun dediği gibi Yeni demokrasi sanat cephesini, bizim toplumda toplumsal karşılığını bulmak onu yakalamak ona önderlik etmektir.
Sanatla uğraşan genç insanlarımızı, kitlelerle uğraşan militanlarımızı teşvik etmek, bilinçli desteklemek, bunları toparlamak, güç haline getirmektir.
Yüz çiçek fikri ile hareket edip diğer alanlardaki güçleri de böyle bir sanat cephesinin bir parçası haline getirmek, sanatı yapabildiğimiz kadar kitleselleştirmektir. Çünkü kitlesel bir zemine yayılmadıkça sanat ayrıcalıklı bir ELİTİN tekelinde olan bir alana dönüşür.
Bilgi de pazarlanan bir alana dönüşür.
Bizim yönelimimiz sanat cephesini geniş tutmaktır, devrimci halk sanatını halk hareketinin bir bileşeni haline getirmektir, sanat onun öznesi olmalı ancak bağımsızlığını ve özgünlüklerini de korumalıdır.