Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğunda, siyasi ve iktisadi krizler aynı döneme denk düştüğü söylersek yanılmamış oluruz. Bu krizlerin temeli kapitalist ekonomideki eşitsizliktir. Bu eşitsizliği emekçi halkın karşısında koruyan TC anayasasın da yasama, yürütme ve yargıdan oluşur.
Ülkemiz de krizler yaşadığı her dönem bu devlet yasaların kendisine vermiş olduğu yetkilere dayanarak baskılarla halkı sindirerek geçicide olsa buhranlarını atlatıyordu. Ekonomi ve siyasal kriz sorununda her zaman olduğu gibi burjuva liberal ekonomistleri tüm bu sorun ve sıkıntıların temelini kapitalist sistemin dışında ararlar. Sorunun kaynağının gerçeğini kitlelerden gizlerler. Aksine tüm suçu kitle hareketlerine ve iç muhalefete, sözde dışarıdan kışkırtmalara mal ederler.
Tıpkı beyaz ırkın tüm uğursuz ve kötü olaylara sebep olan siyahımsı ırkı sorumlu tutması, doğa felaketleri dahil tüm sorun ve problemlerin, savaşların olmasını dahi siyahımsı ırka mal etmesi-yüklemesi gibi.
Burjuva devletin yöneticileri de tüm sorunu kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen ve bunlar gibi yaşamak istemeyen, kendi ırkından ve dininden olmayanlara tüm sorun ve problemleri yükler.
Gezi eylemlerinde olduğu gibi kendi asalak siyasetin sonuçlarını, kendisinde, sisteminden aramaz-aramadılar. Hep dışarıda arar ve kitlelerin, işçi ve emekçilerin dikkatlerini, “dış mihraklara” çeker, orada arar sorunu.
Oysa Karl Marks, kapitalist sistemin asalak bir sistem oluşunu tamamen onun doyumsuz üretimine bağlar. Bundan dolayı da kapitalist sistemde ki sorun ve problemleri de o sistemin içerisinde gizli olduğunu işaret eder.
İşte tamda bu önemli meselede, kapitalist “değer yasası” der Marks ve kendisi ile burjuva kapitalist sistem arasında kalın çizgilerle ayrım koyar.
TC devleti de kuruluşundan günümüze kadar siyasi ve iktisadi olarak bağımlı bir devlettir. Emperyalist-kapitalist devletlere göbekten bağımlı olduğundan dolayı da ne zaman siyasi ve ekonomik krize girse sırtını dayadığı İMF, DB ve Arap çölünden gelen sıcak paralarla atlatmaktadır. Durumu böyle idare ederek atlatmaya çalıştı-çalışıyor. Ancak bu çaba geçicidir, çünkü bu çaba idari bir tedbirdir, ekonomi yasaları ile alakası yoktur.
Ekonomiyi iç dinamiklere dayanarak gelişmesini engelleyen bir burjuva aygıtı ve bu aygıt sermayenin yeniden üretime dönmesini engellemektedir. Bu engellendikçe idari ve diğer tüm tedbirler daha fazla borçlanmaya ve ülkenin iktisadi, siyasi olarak batmasına neden ve sebep olmaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugünde böyledir, yarında bu sistemin ekonomi planlamasının sonu böyle olacaktır.
Bir veya birkaç ekonomi olarak gelişmiş büyük ülkeye sırtını dayayarak o ülkelerden sıcak paranın akmasını sağlayarak ülke ekonomisi düzeltilemez. Aslına bakarsanız gelişmiş emperyalist ve kapitalist sistemlerde tartışılan “para, meta, para kendi dinamikleri üzerinde iç pazarı oluşturmaktadır. Lakin Türkiye de ki ekonomi ve siyasal çıkmazlık yaşandığı dönemlerde kimse sermayenin kanunların neden ve sonuçlarını tartışmaz. Bunları gündemine dahi almaz ve bu krizlerin kaynağına inerek tartışmaz.
Burjuva liberal aydınları dahi bizim ülkede bu buhranlarda ekonominin yasalarını tartışmazlar. Aksine her zaman ki gibi askeri darbeler, OHAL, sıkıyönetimler aracılığı ile bu çıkmazlıklarını aşmaya çalışırlar. Yani toplumu baskılarla kontrolde tutmaya çalışırlar, başarsalar da bu geçici bir başarıdır. Eğer bu başarı gerçekten kendi ideolojilerin doğru olduğunu kanıtlamış olsaydı her seferinde-on yılda bir ülkemizde bu darbeler yaşanmazdı. Bundan dolayı iflas eden siyaset kapitalizmdir, ülkemizde ki kapitalizmin resmi ideolojik temsilcisi tekelci komprador burjuvazidir.
Evet, işte 15 Temmuz da ki darbe girişimi ve sonrasında yaşananlar bu söylediklerimizin göstergesi ve sonuçlarıdır-kanıttır. Her kriz dalgası yaşandığın da geniş halk yığınlarına umudu burjuva partilerine bağlayıp tek kurtuluşun seçim ve TBMM olduğunu göstererek atlatsalar da Türk büyük burjuvazisi aynı zaman da kendi sonlarını da hazırlamış olacaktır.
Devletleri yöneten klikler ve bunların klikler çatışmalarını farklı gösterseler de ekonominin yasaların gerçekliği başka nehirlerde akar ve bu akıntı onların gerici bentlerini yıkar.
“Vatanın bölünmez bütünlüğü…” ile yönetilen bir ekonomi her daim tökezler. Anayasanın kendilerine yüz yıl önce dünya da yaşanan derin kriz içerisinde çıkmış bir ülke de bu anayasa olarak Türk burjuvazisine armağan etmiş olabilir ama velakin bu yüz yıl önce ki anayasa ile kitleler idare edilemez.
Türk devletin yasama, yürütme ve yargı ile idare eden ana yasasının hükmüne göre parlamento da ki partiler bu anayasa çerçevesinde çalışmak zorundadırlar. Çünkü bu burjuva partiler de anayasa çerçevesinde kurulu ve bu anayasayı korumak ile yükümlüdürler. Bundan dolayıdır ki bu partilerin birinci ve esas görevleri kapitalist-devletin gerçek yüzünü ‘demokrasi’ maskesi ile korumaktadırlar.
Devlet demek siyasi-ekonomi krizler silsilesi, sömürü, talan, baskı ve işkence demektir. Her siyasal, ekonomik çıkmazı bu partilerden birine, ‘beceriksiz’, ‘ekonomi politikası yanlıştı’ gibi yaygaralarla kitleleri kandırıp yeni bir parti servis edilerek kurtarıcının yeniden TBMM’ni gösterilmektedir.
Böyle gösterilse de gerçek başkadır.
Nedir gerçek? Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu krizlerin temelinde yatan kapitalist düşünce ve sitemdir. Kapitalist sistemde ki üretimdir, ihtiyaca göre değil tamamen kar hırsı ile yapılan üretimin sonuçlarıdır.
TC tarihine bakın krizler, bunalım, buhranlarla dolu bir tarihtir. Hiçbir dönem de bu devletin kalemşörleri dönüp kendisine bakmamıştır. Kendilerinden kaynaklı tek kelime etmedikleri gibi her daim yüz yıl önce ki Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal’i göstermektedirler. Oysa iflas eden zaten Kemalizmdir.
TC devletin yetkilileri hiçbir zaman problem ve sıkıntının TBMM ve ona yetki veren anayasada olduğunu söylemediler. Aksine TBMM ve onun ANAYASASI kutsal olarak öğretildi topluma.
Cumhuriyet kuruluşundan günümüze kadar TBMM ve anayasayı milli eğitim aracılığıyla bizlere zehirli şırınga ile zehirlediler. Kaç nesil demokrasiyi TBMM olarak bildi ve halende öyle eğitilmektedir toplum.
Devletlerin, ailenin, dünyanın temel çarkını belirleyen ekonomidir. Ekonomi temel olduğuna göre bir binanın inşası için örnek vermek mümkündür. Temeli sağlam olmayan binanın her an bir tarafı çatırdar, koca koca yarıklar çıka bilir. Bundan dolayıdır ki kapitalizm ekonomi planlaması dünyada da kaybetmiştir.
Ülkemizde ki burjuva devlet aygıtın siyasal temsilcileri her dönemde ki krizin faturasını başka kesimlere çıkarsalar da gerçek böyle olmadığını tarih kanıtlamıştır. Kitleleri bu konularda yıllarca suni meselelerle oyaladıkları bir gerçekliktir.
Halk muhalefeti zayıf olduğu dönemlerde bu krizlerin yarattığı sıkıntı-tahribatlar sonucunda devlet kurumları bir birine girmekte ve bir birini öldürerek iktisadi-siyasi krizlerini atlatmak ve kendi iktidarlarını sağlamlaştırarak devletin yeniden yapılandırmaya-temize çıkarmaya çalışmaktadırlar.
Tıpkı 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında olduğu ve olacağı gibi. İşte 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasın da ki İslami kanat ile Kemalistlerin kol kola girerek atağa geçip sivil darbe gerçekleştirmeleri bu klikler arasında ki savaştır. Bu klikler arası savaş aslında kapitalizmin ekonomi yasaların bir sonucudur. Siyasal planlamaları da burada ki ekonomik yasalara göre yürütülmektedir.
Toparlarsak, enteresandır günümüzün demokrasi düşmanı, demokrasiye karşı olan ve kendi yasaların Kur’an-ı Kerim olarak gören ve bunun kavgasını veren AK Parti, öyle bir hale geldi ki kitleleri kendi etrafında toparlayarak ‘demokrasi’ temsilciliğine soyundu.
Bugün AK Parti kendi koltuğunu gerek emekçilere karşı gerekse kendisine muhalif burjuva kliklerine karşı kendi koltuğunu öyle sağlamlaştırdı ki; beton döktü koltuğun ayaklarına, adeta tepretilemez kadar güçlü sağlamlaştırdı.
Bunların yaptıkları bunca tedbirler zamanın akışı, tarihsel koşulların ve ekonomi yasasının karşısında sağlamlaştırdıkları koltuklar kırılacak-yıkılacaktır.
Bunlar benim istek ve taleplerim ile alakadar bir şey değildir tamamen diyalektik yasaların öğretisidir. Diyalektik yasaları değişim ve dönüşüm yasasıdır. Betonlama ile idari tedbirlerle bu yasanın önüne geçilemez. Bundandır ki Türk büyük burjuvazi ve onu besleyen yeşil sermayeye istediği kadar sırtını dayasın ve koltuklarını bu çöle dayanarak gerilsin.
Arap çölün de ki Katar, Suudi vb. devletlerin kendi iç muhalefetlerini betonlara gömdükleri biliniyor.
Bu dikta rejimler ne kadar insanları betonlayıp gömerlerse gömsünler ne kadar sosyalistleri-komünistleri varillerin içine betonlayarak denizlerin derinliğine atarlarsa atsınlar. Bütün bu yaptıkları sadece idari tedbirlerdir. Bu tedbirler-yasaları, ekonomi yasası karşısında kaybedecektir.
Ülkemizde TC devleti ve AK Parti de betonladığı, betonlamak istedikleri doğanın yasasıdır bundandır ki Türk büyük burjuvazinin plan ve projeleri bu tarihsel ekonomi yasaların akışın önünde param parça olacaktır.
İşte esas itibariyle kapitalist gerici tekellerin kendi elleri ile bu despot gerici faşizan yasalarla yarattıkları krizler ile burjuva siyasi parti temsilcilerin meydanlarda ki gövde gösterileriyle atlatamayacakları bir gerçekliktir.
TBMM ve anayasanın ne kadar kutsal ve ilerici gösterip bu yöntemlerle halkı kandırsalar da kaybetmeye mahkumdurlar. Demokrasi temsilciliğine soyunan sistemin-düzen partileri halka yeni yeni vaatler (yalanlar) söyleyerek, toplumu uyutmaya, denetimde, kontrolde tutmaya çalışsa da bu geçici olacağı muhakkak.
Mevcut burjuva devlet aygıtı param parça olmadan asla gerçek özgürlük gelmeyecek. Bundandır ki kapitalist sistemin yıkılması emekçiler açısından büyük bir kazanımdır.
Kapitalist ekonomi yasalarına karşı ortak mücadele etmek biz yoksulların birinci ve asli görevimiz olmalı. Bu kapitalist sisteme alternatif olarak da Sosyalizmi dememiz gerek.
Çünkü sosyalizm de üretim araçların tümü topluma aittir.
Kasım Koç