TİYATRONUN SALDIRGANLIĞA YANITI, BAŞKALDIRIDIR![*]
TEMEL DEMİRER
“Asıl özgürlük, başkaları gibi
ya da herkes gibi düşünmeye
mecbur olmama özgürlüğüdür.”[1]
Coğrafyamızdaki -çoklu hedefleri olan- “Büyük Dönüşüm”ün yoğun saldırısına maruz kalan alanlardan birisi de tiyatrodur.
Bunda da şaşırtıcı olan bir şey yoktur. Çünkü Yeşim Ceren’in, “En iyi siyasetin sanatla yapıldığına inanıyorum,” dediği bağlamda tiyatro -nihai kertede ve sonuna dek- siyasaldır…
* * * * *
Kolay mı?
Tiyatro her zaman muhaliftir; özgürlükten ve değişimden yanadır…
Sorgulayıcıdır… İktidarların tiyatrocuları hedef alması boşuna değildir…
Çünkü ilginç bir sanat dalı olarak tiyatro, insanı bir yolculuktan diğerine sürükler.
Kâh kendi topraklarınızda, kâh yabancı diyarlarda serüvenden serüvene koşar ve çağırır insanı. Bu bağlamda da sürekli bir ilişki sanatıdır o…
Evet, insan aklını, yaratıcılığını geliştiren temel sanat dallarından birisidir tiyatro…
Tiyatro, sadece bugünde olanı göstermekle yetinmez. Ucuz ve sıradanlığı kabullenemez…
Tiyatro bir yanıyla, elbet bugünde olan karşısında eleştirel bir tutum almaktır. Ancak her şeyi “bugün”e tıkıştırarak değil. “Bugün”ün, köklerini dündedir. Öncesini arayıp, “yarın”a ait olası izdüşümlerini de ihmal etmeksizin sorgulamaktır.
Geçmiş-bugün-gelecek ekseninde vardır, var olmalıdır, olacaktır tiyatro.
“Tiyatro yapmak niye zordur peki Türkiye’de?” sorusuna gelince, bakın nasıl yanıtlar bunu Haluk Bilginer, ‘Beni Öldürmeyen Her Şey Beni Güçlendirir…’ başlıklı yazısında:
“Çünkü tiyatro gerçek hayattan daha gerçektir, doğruları yüzünüze çarpa çarpa söyleyiverir. Ama bunu yaparken bağırıp çağırmaz. Hakikât sessizdir. Gerçeği sanatsal estetikle bütünleştirip aktarır seyircisine. Bu yüzden güçlüdür, etkilidir. Tam da bu yüzden gerçeğin görünmesini istemeyenler için tehlikelidir… Baltalamalar yetmiyormuş gibi, olmadık ihanetlerle karşılaşırsınız. Vefasızlıklara tanık olursunuz. Ama neden ısrarla tiyatro yapmaya devam etmek istersiniz? Çünkü gerçeğin peşindesinizdir…”
İş bu nedenledir ki, egemen(lik)lerin tiyatroya yönelen saldırıları bitip tükenmez.
Evet siyasal erkin başvurduğu, tiyatroyu susturma/ güdüleme edimi tarih boyunca süregelmiştir. Tiyatro neden sakıncalı sayılır? Sahnede, düşünceyi geniş kitlelerle paylaşma gücü yüksek bir eylem gerçekleştiği için. Seyirciyi peşine takan “öncü-muhalif-çatışmacı” özellikler, sahne olayını görsel/ işitsel düzeyde sarıp sarmalayan güzelduyusal devinimlerle buluştuğu zaman oluşan, karşı çıkılmaz “tiyatro büyüsü”nden söz ediyoruz.
Tiyatro işte bu nedenle, gücünü koruma/ yaygın kılma derdindeki siyasal erk sahiplerinin amaçlarına ters düştüğü her aşamada saldırılarla karşılaşır. Saldırı biçimleri hiç değişmez: Oyun yasaklama, sanatçıları çeşitli boyutlarda (Pasaport vermeyerek, sahneye çıkartmayarak, soruşturmalarla, hapisle, işkenceyle vb…) cezalandırma, tiyatroya verilen parasal desteği kesme, toplulukların oynadıkları salonlara el koyma, turnelerde zorluk çıkarma, oyun seçimlerini eleştirme/ etkileme, gerektiğinde de seyirciyi sahne olayına müdahale edecek düzeyde kışkırtma…
Dedik ya! Egemen(lik)lerin tiyatroya yönelen saldırıları bitip tükenmez.
Bugünlerde, buna bir de iktidara, göbek bağıyla bağlı ana akım medyanın işbirlikçiliği eklenmelidir…
Yani egemen(lik)lerin muhalif sanatçıları itibarsızlaştırma kampanyaları sürdürülürken, bir yandan da, az düşünen, çok tüketen kuşaklar yaratmak için kollar sıvanır. Kurallar basittir:
Etliye sütlüye karışmayan, doğuştan evcil ya da ‘sonradan evcilleşmiş’ sanatçılar baş tacı edilir, öne çıkarılır… “Halkımız” için, kolay tüketilen sanat (televizyon dizileri, popüler müzikler, ucuz güldürüler) pazara sürülüp, magazin kahramanları rüyalarımıza katık edilirken, entelektüeller için farklı stratejiler uygulanır… En iyi romanın en çok satan roman, en iyi filmin en çok izlenen film, en iyi resmin en pahalı resim olduğu beyinlere kazınır. Yeni “trend”ler yaratılır. Tam sayfa yazılar, reklamlarla, neye meyletmemiz, neyi tüketmemiz gerektiği anlatılır…
İktidarın/ piyasanın koruyucu kanatlarını üzerinde hisseden “sanatçı” da, bu ilgiyi karşılıksız bırakmaz elbet…
* * * * *
İşte somut birkaç örnek…
i) AKP iktidarı kendince “muhalif” bulduğu, yıldızının barışmadığı toplulukları destek konusunda liste dışı bırakarak aklınca cezalandırdı.[2]
ii) Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca her yıl özel tiyatrolara sanat sezonu başında yapılan destek yardımlarında, 2013 yılında ‘Gezi eylemleri’ faktörü eklendi. Destek kurulu jürisindeki bazı bakanlık yetkilileri, Gezi eylemlerine destek veren kimi tiyatrolara yardım yapılmamasını istedi.[3]
iii) Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gezi eylemlerini destekleyen özel tiyatrolara yardımı kesmesinin ardından yardım konusunda ikinci bir skandala daha imza attı. Bakanlık, yardım yapmaya uygun bulduğu tiyatrolara “ahlâklı oyun” kriteri getirdi. Yardım yapılan özel tiyatrolara “genel ahlâk kurallarına uygun oyun” sahnelemeleri için protokol imzalama zorunluluğu getirildi.[4]
iv) Kültür ve Turizm Bakanlığı, DT’nin provalarını da kıskaca aldı… Bakanlık müfettişleri DT yönetimi ve oyuncularına “dini aşağılayıp aşağılamadıkları” yönünde sorular yöneltti.[5]
v) Özel tiyatrolara yaptığı yardımlara “ahlâk” kriteri getiren Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan tiyatrolara bu kez de “vergi şoku” geldi. Bakanlık, yardımda bulunduğu tiyatrolardan bu kez de “vergi borçlarının durumunu içeren” belge istedi. Söz konusu belgeye göre eğer bir tiyatronun vergi borcu varsa ve bu tiyatro vergi borcunda bugüne değin herhangi bir yapılandırmaya gitmemiş ya da gidememişse, o tiyatronun borcu bakanlığın verdiği yardım ödeneğinden kesilecek.[6]
vi) Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Türkiye Sanat Kurumu”nun kuruluşuna ilişkin yasa önerisinde, ödenekli sanat kurumlarının kapatılarak il kültür müdürlüklerine bağlanacağı ve buna göre de bir şey yapmak isteyen sanatçı bireysel olarak, o da başarabilirse, tasarısını hazırlayıp ekonomik destek için ‘Sanat Kurumu’na başvuracak ve Başbakan’ın “uygun gördüğü” işler onaylanacak.[7]
vii) Ankara Devlet Tiyatrosu (DT) ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İBBŞT) tarafından 2013’de yıl sahneye taşınan Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Para’ başlıklı oyununun 5. perdesi “esrar” nedeniyle sansürlendi. Oyunun sansürlenen 5. perdesi, bir banka patronunun yaşadığı trajik olayların ardından “esrar kahvesine” düşmesi ve çok fazla “esrar içmesi” nedeniyle ölümünü anlatan, “ahlâk ve ahlâksızlık” kavramlarını sorguluyor.[8]
viii) Devlet Tiyatroları’na, “dini aşağıladıkları” gerekçesiyle müfettiş gönderilip, sanatçılar sorguya çekildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Necip Fazıl Kısakürek’in oyunlarından “okuma tiyatrosu” olarak sahneye taşınan oyunun provaları sırasında meydana gelen bir olayla “dini aşağıladıkları” gerekçesiyle DT’na müfettiş gönderdi.[9]
ix) Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) bürokratları, hükümetin ‘Alevi açılımı’ kapsamında, 2009 yılında, Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahneye taşınan, o günden bu güne kapalı gişe sahnelenen ‘Kerbela’ adlı oyunu “uygun” bulmadı. MEB bürokratlarının “Oyun izlemeye uygun değil” notunu iletmeleri üzerine Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Öğretmenler Günü nedeniyle 81 ilden gelen öğretmenlerle birlikte Kerbela oyununu izlemekten son anda vazgeçtiği öğrenildi.[10]
x) CNN TÜRK’te ‘Aykırı Sorular’a konuk olan Emre Kınay, Duru Tiyatrosu’nun polisler tarafından basılmasına, tiyatronun geleceğine yönelik kaygılarına, sanat üstündeki iktidar baskısına ilişkin olarak, Türkiye’de siyasal iktidarın tiyatroya karşı bir tavrı olduğunu vurgusuyla, “İktidar ben sana para veriyorum, beni eleştiremezsin diyor,” dedi.[11]
Emre Kınay’ın sahibi olduğu, İstanbul Moda’daki Duru Tiyatro’nun kapanmaması için hukuk mücadelesi sürerken, kaymakamlıktan bir yazı gönderilerek, Kadıköy Anadolu Lisesi’nin bahçesinde bulunan, tiyatroya bağlı ‘Picasso Sahnesi’nin ve tiyatronun ofisi olarak kullanılan binanın boşaltılması istendi… ‘Picasso Sahnesi’nin boşaltılması kararıyla ilgili, sorunun şahsi olmadığı söyleyen Emre Kınay, “Verilen bu karar Kadıköy Anadolu Lisesi’nin arazisiyle, oraya ilişkin gelecekteki planlarıyla ilgili olabilir. İktidarın artık bağımsız kültür sanatı istememeleriyle ilgili olabilir,” dedi.[12]
* * * * *
Elbette söz konusu saldırganlık yanıtsız kalmadı; kalamazdı da…
Örneğin ‘Özel Tiyatrolara Destek Kurulu’ üyesi Refik Erduran, “Kurul toplantısı sırasında da bir tiyatro hakkında ‘bu muhalif, bu muhalif değil’ ayrımı yapmanın yanlış olduğunu söylemiştim. Şimdi tekrar ediyorum, böyle bir anlayış tiyatro açısından kabul edilemez. Muhalif ayrımı yapmak yanlıştır,” derken; ‘DOT Tiyatro Topluluğu’, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yeni sezonda verdiği ödeneği reddetti…
Reddin iki somut gerekçesi vardı: İlki, bakanlığın ödenek vermeden önce oyunun metnini talep etmesi. İkincisi ise, tiyatrolara “ahlâklı oyun kriteri” getiren, sözleşmedeki malum 14. madde ve ihlâli durumunda cezai yaptırım tehdidi.
Nihayet 30 Kasım 2013’de Sanatçılar ‘Susmuyoruz, Susmayacağız!’ başlıklı bildiride, iktidarın, kültür ve sanat alanlarına da kıyıcı, yıkıcı, yok edici, kurutucu bir tutumla saldırmaktan geri durmadığı vurgusuyla haykırdılar:
“Bale sanatını belden aşağı, resim ve heykel sanatını ucube olarak nitelendiren, Fazıl Say’ı düşünce suçlusu ilan eden, Yunus Emre’den Edip Cansever’e kadar bir yazın ordusunu sansürleyen bu zihniyet; sahne sanatlarının her alanına var gücüyle yükleniyor. Devlet Tiyatrolarını, Devlet Opera ve Balesi ile orkestralarını ülkenin sanat hayatından silme girişimleri durmadı, durulmadı. Biz tiyatrocular bu gaflet karşısında susmadık, susmayacağız!”
* * * * *
Susmayacağız, teslim olmayacağız, direnip, başkaldıracağız elbet…
Bunu biz(ler)e öğretenlerden birisi de, 10 Ekim 2013’de 65 yaşında yitirdiğimiz ve “Tiyatro bağımsız olmalı. Ayakları üstünde durmalı. Beni ben yapan şudur: Sokrates demiş ki; ‘Doğru adam, işini doğru yapandır.’ Ben mesleğimi doğru yapıyorum. Severek yapıyorum, o da beni seviyor,” diyen Haşmet Zeybek ve benzerleri değil miydi?
Zeybek’in, Çorum’daki Alpagut Linyit İşletmesi’nde işçilerin başlattıkları, işçi yönetimini konu alan ‘Alpagut Olayı’ başlıklı oyunu Dostlar Tiyatrosu’nca 1974’te sergilenip, olay yaratmıştı.
1948 yılında Adana’da doğan ve tiyatro oyunculuğuna Tarsus’ta başlayan Haşmet Zeybek, 1962’de Meydan Oyuncuları topluluğunu kurdu ve ilk kez 1970’te basılan “Irgat” oyunu ile adını duyurdu. “Düğün ya da Davul” oyunu geniş kitlelerce tanınmasını sağladı. Geleneksel Türk halk tiyatrosunun özelliklerinden yararlanarak oyunlar yazdı. Köy meydanlarında oynanan köy seyirlik oyunlarını tiyatro sahnesine taşıdı. TRT 1970 Sanat Ödülleri yarışmasında Başarı Ödülü alan Haşmet Zeybek, 1970’li yılların başında girdiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda oyunculuk, yönetmenlik yaptı, oyunları sahnelendi.
Bir süre İSTİŞAN (İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği) başkanlığını yürüten, Şehir Tiyatroları Yönetim Kurulu ve Repertuvar Kurulu üyeliklerinde bulunan ve OYÇED (Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği) üyesi olan Haşmet Zeybek’in başlıca oyunları arasında ‘Irgat’, ‘Alpagut Olayı’, ‘Balta’, ‘Düğün ya da Davul’, ‘Tahsildar Oyunu’, ‘Uygarlık Çöplüğü’, ‘Ayrangeven’, ‘Evrensel Pezevenk Para’, ‘Köroğlu’, ‘Theodora’, ‘Yaradılış Efsanesi’, ‘Kerem ile Aslı’, ‘Zilli Şıh’, ‘Gılgamış’ sayılabilirdi.
Gülsüm Cengiz’in, “Kendini halkına ve içinde yaşadığı çağa karşı sorumlu sayan; sorumluluklarını yaratıcılığıyla ve üretkenliğiyle yerine getiren sanatçı” diye nitelediği Zeybek’in “Bizim tiyatromuzu aradığını” söyleyen Orhan Alkaya, “Bir komünist ağabeyimizdi, hep de öyle kaldı, eğilip bükülmedi,” derken; Aliye Uzunatağan da ekliyordu:
“Onun bütün o üretimin içinde salt sıradan insan gibi yaşaması beni her zaman çok etkilemiştir. Sanki bütün bu üretimlerin hiçbirini yapmamış gibi… Sıradan bir insan gibi yaşadı, egoları ön plana hiç çıkmadı…”
* * * * *
Başkaldıranların örnek alınası tüm özellikleri, bizlere Metin Eloğlu’nun, “Madem ki güzelsin, güzeli yaşatmak için/ Madem ki iyisin, iyiliği yaşatmak için/ Madem ki umutlusun, umudu yaşatmak için/ Hadi uyan” dizelerini anımsatan Haşmet Zeybek ve benzerlerinde vardı…
14 Ocak 2014 17:40:22, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[*] Güney Sanat Edebiyat Dergisi, No: 69, Temmuz-Ağustos-Eylül 2014…
[1] Rosa Luxemburg.
[2] Dikmen Gürün, “Destek ve Köstek”, Cumhuriyet, 19 Kasım 2013, s.16.
[3] Selda Güneysu, “… ‘Gezi’ci Tiyatrolara Ceza”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2013, s.17.
[4] Selda Güneysu, “Yardımda ‘Ahlâk’ Kriteri”, Cumhuriyet, 26 Kasım 2013, s.17.
[5] Selda Güneysu, “Bakanlıktan Tiyatroya ‘Din Dersi’!”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2013, s.17.
[6] “Tiyatrolara ‘Vergi Şoku’…”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2013, s.16.
[7] Esen Çamurdan, “İktidar Sanattan Korkuyor”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2013, s.16.
[8] “Üstad’larına Bile Sansür”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2013, s.17.
[9] Selda Güneysu, “Sanata Tükürene Müfettiş Yok mu?”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2013, s.14.
[10] “Kerbela Uygunsuz Bulundu”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2013, s.19.
[11] “Emre Kınay’dan Diziden Kovulma Korkusu!”, Milliyet, 13 Aralık 2013… http://magazin.milliyet.com.tr/emre-kinay-dan-diziden-kovulma/magazin/detay/1807011/default.htm?ref=yahoo
[12] Aslı Uluşahin, “Tiyatroya Tacizin Hududu Yok”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2013, s.15.