15-16 Haziran İşçi Direnişi – Erdal EKİNCİ

 “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü; bilgelik çağıydı, ahmaklık çağıydı; inanç devriydi, inançsızlık devriydi; aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi; umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı; önümüzde her şey vardı, önümüzde hiçbir şey yoktu… Kısacası devir o kadar şimdiki devre benziyordu ki, devrin en çok ses çıkaran yetkililerinden bazıları, “iyi” ve “kötü” sıfatlarının karşılaştırılmasının yalnızca üstünlük açısından yapılmasında direniyorlardı. “1#

Zaman şimdiki zamandı ve bundan 52 yıl önceydi.  Devrimci hareketin kendi strajesini belirlemede önemli bir yere sahip olan büyük 15-16 Haziran işçi direnişi tarihe not düşülmüştü.

İlk gün 70, ikici gün 150 bin işçinin hak arayışı için sokaklara indiği ve sermayedarlara karşı zafer kazandığı günlerdi. Adını devrimci mücadeleye büyük harflerle yazdıran ve her yıl ona atıfta bulunmadan geçemediğimiz 15-16 Haziran olaylarını bu kadar önemli kılan neydi?

1967 yılında kurulan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’yla kısmi haklara kavuşan işçiler çıkarılmak istenen yasayla elde ettikleri bir çok şeyi kaybedeceklerinin farkındaydılar. 1970’te Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri 274 sayılı sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanunu’nda değişiklik yapılması için ayrı ayrı taslak hazırladı. Bu taslaklar komisyonda birleştirilerek tek taslak haline getirildi. Tasarı önce Millet Meclisi ardından da Senato’dan geçirildi ve 11 Haziran 1970’te  yasal olarak yürürlüğe girdi. Amaç: Üç sene içerisinde dallanıp budaklanan militan sendikacılığın önüne geçmek ve sarı sendikaların (Türk-İş) daha fazla bir nüfusa sahip olabilmesiydi. Ancak evdeki hesap çarşıya uymaz ve burjuvazi işçi sınıfından okkalı bir tokat yiyip geri adım atmak zorunda kalır.

Toplumların tarihinin yazılmasında belirleyici olan yerlerin başında alanlar, sokaklar gelmiştir.Sınıf mücadelesinin tarihi boyunca, sosyal yasaların devrimci rolle üstlendirdiği ezilen sınıfların tümü direnişi, hak alma mücadelesini sokak pratiğinde öğrenmiştir.  Kendileri gibi sınıf düşmanlarını da en iyi tanıdıkları yer sokak olmuştur. Kuvvetini ve hasımlarını alanlarda sınamış, güçlerini, yeteneklerini, zayıflıklarını ve dostlarını sokağın pratiğinde test etmiştir. 15-16 Haziran günleri sokakaları, alanları zapt eden işçiler dosta da düşmana da bir çok ders vermişlerdir. İki gün boyunca sokakları, alanları dolduran işçiler ilk defa kendileri için bir sınıf olduklarını görmüş ve hissetmişlerdir.  Birlikte hareket ettiklerinde ne kadar güçlü ve önüne geçilemez bir kuvvete kavuştuklarını tecrübe etmişlerdir.  Ki direnişin ikinci günü olan 16 Haziran’da İstanbul , İzmit ve Gebze’de korkuya kapılan dönemin hükümeti sıkı yönetim ilan etmek zorunda kalmıştır. Kimi sermayedarlar devrim olacak endişesiyle ülkeyi terk etmiştir. Ordu ve polis direnişi durdura bilmek için seferber edilmiş. Hatta DİSK genel başkanı Kemal Türker ikici gün radyodan şu çağrıyı yapmıştır: “İşçi kardeşlerim…Beni iyi dinleyiniz. Anayasal haklarınız için direndiniz…Bizler Anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuz için hiçbir hareketimiz Anayasa’ya aykırı olamaz.

Ne var ki, bizim aramıza çeşitli maksatlar güden kişiler, çeşitli kılıflara bürünerek girebilirler. Hatta daha kötüsü gözbebeğimiz şerefli Türk Ordu’sunun bir mensubuna kötü maksatlarla taş atabilir, tahrikler yapabilirler… DİSK Genel Başkanı olarak sizi uyarıyorum.” Gözbebeğimiz Şerefli Türk Ordusu “ tanımlaması da DİSK’in nerede durduğunu anlamamız açısından önemli bir ayrıntı. Fakat bu ayrıntı kanımca yasalar çerçevesinde mücadele eden  bir sendikanın direnişine gölge düşürmemelidir. Ki burada vermeye çalıştığımız o güne kadar bir çok ideolojik tartışmaya sebebiyet veren fikir ayrılıklarına 15-16 Haziran İşçi direnişinin büyük bir nokta koyduğudur. Tartışmamlar bir bütün olarak son bulmasa da büyük bir çoğunluğun bazı meselelerde görüş birliğine vardığını söyleye biliriz.

İki gün boyunca süren direniş ve akabinde gelen tutuklama terörü, işten atmalar  parlementerist düşüncelere ağır bir darbe indirdi. O güne kadar seçimlerle iktidara gelmek isteyen reformistlere büyük bir ders verdi. Devrimin zor yoluyla gerçekleşeceğini dosta düşmana kavrattı.

Halkın kurtuluşunun,  düzenin bekçisi ordudan geleceği safsatasının ne kadar saçma olduğunu gözler önüne serdi. Direniş karşısında korkuya kapılan egemenler sıkı yönetim ilan etmiş ve orduyu sahaya sürmüşlerdir. Bunun sonucunda o zamana kadar “devrimin dostu, halkın yanında olan ordu” işçilerin tam karşısında bir pozisyon almıştır. Direniş tanklarla, süngülerle; ordunun cebiriyle bastırılmıştır.

Devrimin kitlelerin eseri olacağı, bir avuç seçkin aydın takımına dayanarak devrim yapmayı hayal edenleri gerçeğin önünde secdeye getirdi.

Yine 15-16 Haziran büyük işçi direnişi bizlere, illegal bir komünist parti önderliği olmadan devrime giden yolun yapı taşlarının eksik olacağını göstermiştir.

Muhakkakki bütün bu çıkarılan dersler yol göstericidir. Ancak belirleyici olan işçilerin birlikte ortak hareket etmesinden doğan o önüne geçilmez ihtilalci ruhudur. Bu da egemenlerin böl parçala yönet hamlesini birlikte hareket edebilmenin sorumluluğunu her adımda hissederek, halkın çıkarlarını  en önde tutarak mümkündür.  Birlikte hareket etme üstünlüğü stratejik bir olgudur. İşçi sınıfı ise yılmadan usanmadan baskı, sömürü ve zulüm altında tarihsel hedefine doğru yürüyüşünü sürdürürken birlik olmadığında, birlikte davranmadığında ve tarihsel rolünü unuttuğunda modern emek köleliği statüsünden kurtulamayacağını bilmelidir. Sermaye düzeni biz işcileri sömürürken bu kadın, bu Kürt, bu Türk, bu sünni, bu alevi, bu LGBT’li, bu sınıf bilinçli, bu sendikalı diye ayrım yapmıyor. O halde işçi sınıfının her bir üyesi de sömürü düzenine son verebilmek için kavga bayrağının altında birlikte hareket edebilmenin şartlarını amasız, fakatsız, yalnızsız yerine getirebilmenin sorumluluğunu omuzlarında hissetmelidir. Bu noktadaki belirleyicilik sınıf adına yola çıkanların birlik noktasındaki sorumluluk bilinci ve ısrarıdır.

1# Charles Dickens ; İki Şehrin Hikayesi.