2021’in Panoraması: Ne Kırlarda Direnen Çiçekler Ne Kentlerde Devleşen Öfkeler Henüz Elveda Demediler Daha!

2021 yılı faşist kuşatmanın boyutlu saldırılarına karşı teslim alınamama yılı olmuştur. Ağır darbeler ve yenilgilere rağmen 2021 yılı görkemli direnişlere tanıklık etmiştir. Baldırı çıplakların tüm saldırılara rağmen teslim olmayacağı bu yıla damga vurmuştur. AKP-MHP faşist iktidarının tasfiye konseptli saldırıları tutmamıştır. 2021 yılında sınıf mücadelesi tüm sıcaklığıyla hissedilmiştir. Ezenle ezilen arasında ki çatışmanın coğrafya sathında kazananı proletarya ve ezilen emekçi sınıflar olacaktır. Devasa olanaklara sahip AKP-MHP faşist iktidarı karşısında takınılan tutum bu gerçeğe işaret etmektedir. Kuşatmayı yarmanın, yarını kazanmanın zeminidir bu teslim olmama hali. Bize düşen görev 2022 yılını devrimci militan karşı koyuşla selamlamaktır. Halk kitlelerinin devrimci savaşımında yer edinerek sınıf düşmanlarımızı yenilgiye uğratalım. Sınıf mücadelesinin zaferine cüret edip daha ileriye çıkalım.

Türkiye Kuzey-Kürdistan halkları 2021 yılını faşizmin kuşatması eksenindeki politik saldırılarla geride bıraktı. Faşist “TC” devletinin içsel krizi ekonomi ve siyaset gibi alanlardaki kaosu artırırken, yeni krizlerin önünü açtı. AKP-MHP- Vatan Partisi koalisyonu 2016 yılı itibariyle “TC” devletinin yeniden yapılanmasında ortaklaşarak yeni konjonktürün taşıyıcısı oldular.

Burjuva klikler arasındaki çatışmada taraflar, yeni müttefiklerle, iş birlikleriyle ve anlaşmalarla iktidar odaklı mücadeleyi ileri düzeye taşıdılar. Sürecin kendi özgünlükleri, atmosferi, iç dinamikleri Millet İttifakı ve Cumhur İttifakını açığa çıkardı. Açığa çıkan bu sonuç burjuva kliklerin derin bir kriz halinin yansımasıydı. Aynı zamanda “TC” devletinin yapılanma sorununa işaret ediyordu. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ve Başkanlık Sistemi olarak tanımlanarak öne sürülen iki ayrı görüşün ardındaki neden yapılanma sorunundaki çözüm önerilerinde farklılıktır. Devletin hangi odak tarafından yeniden yapılandırılacağı çatışması güncelliğini ilk sıcaklığıyla koruyor. “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” burjuva kliklerin çözüm reçetesi olarak öne sürülmeye devam ediyor. Başkanlık sistemi tek adam sistemine yasallık ve meşruluk kazandırılmasıyla sınırlandırılamaz. Bu aynı zamanda devletin yeniden dizaynına odaklı gelişmeydi ama tamamı ile başarılı olduğunu pratik gelişmelerden doğru söylemek pek mümkün değil. Bu özet veriler ışığında baktığımızda devlet krizinin derinleşerek devam ettiği rahat bir şekilde söylenebilir.

7 Haziran 2015 sonrası açığa çıkan yeni politik atmosfer, değişen dengelere, ittifaklara bağlı olarak AKP iktidarı U dönüşü yaptı. Yeni sürecin kapısını araladı. Çözüm Süreci olarak tanımlanan müzakere süreci tek yanlı feshedilerek Kürtlerin imhasını yönelik tasfiye sürecine dönüştürüldü. AKP iktidarı bu kapsamda Kürtlerin tüm kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik yeni politikalar devreye koydu. Bu gelişmeler akabinde AKP iktidarı önceki müttefiki cemaati 2016 yılının temmuz ayı itibariyle tongaya düşürdü. “FETÖ’cü” darbe girişimi olarak tanımlanan bu süreç, AKP iktidarının hedefleri açısından avantajlar sağladı. Bu süreci iktidarın pekiştirilmesi için basamak haline getirmekle sınırlı tutmayan iktidar, çok yönlü saldırıların aracı haline getirdi.

Kürt ulusuna yönelik tasfiye konseptiyle, devrimci ve komünist güçlerin bastırılması eş zamanlı yürütüldü. Demokratik alan zeminindeki tüm kazanımların tırpanlanması, gerilla güçlerine yönelik özel tasfiye politikaları tırmandırılarak topyekün seferberlik başlatıldı. Kentlerin meydanlarında patlatılan bombalar, toplu katliamlar, Kürdistan’da şehirlerin zırhlı araçlarla bombalanıp yakılıp yıkılması, çeşitli anlaşmaların fiili feshi, kayyumlar, yeni hapishanelerin inşası, SADAT ve farklı paramiliter güçlerin kurulması gibi iç gelişmeler topyekün tasfiye odaklı politikaların sonucuydu. AKP iktidarı muhalif dinamiklerin parçalanarak çökertilmesine hedefleri dolayısıyla özel bir anlam yükledi. Tek merkezden sistematik hale getirilerek yönetilen topyekün saldırı birçok araçla yönetilerek tek bir amaca kilitlenmişti. Çökertme ve tasfiye.

İktidarı kaybetmeme üzerine kurulu atılan adımlar, AKP’nin zayıflayarak geri düşmesini engelleyemedi. Siyasal kriz gün geçtikçe daha da hissedildi. Bölünmeler, çatışmalar ve çekişmeler yeni burjuva partilerin AKP içerisinde çıkmasına ön ayak oldu. Bir yandan AKP iktidarı içerisinde yeni burjuva aktörler bağımsızlığını ilan ederken, diğer yandan ise iç çatışmalar daha da belirgin hissedildi. Albayrak ve Soylu arasındaki çekişme sadece küçük bir örnek. Yani AKP iktidarı her ne kadar iktidarını yeni sistemle pekiştirerek dikensiz gül bahçesi yaratmak istese de hedeflediği biçimde sonuç alamadı. Gerilim hatları o günlerden bu günlere tırmanarak sürüyor.

İç ve dış politikada ki tıkanıklığın önüne geçilmek için atılan adımlar sistem krizini değil iyileştirmek daha boyutlandırdı. Bu somut gelişmeler ekseninde burjuva klikler arası iktidar savaşı da keskinleşti. AKP iktidarı bu savaşımda elindeki tüm kozlar ve olanaklarla saldırıya geçti. Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi, Akşener’e dönük fiili saldırılar, HDP ve CHP’li vekillerin tutuklanması, Saadet Partisi’ni bölme girişimleri gibi birçok olay münferit olaylar değildi. Planlı bir amaç doğrultusunda devreye koyulan politikalardı. Burjuva klikler arası savaşımın dolaysız sonucuydu.

2021 yılı dünden bugüne yaşanan bu gelişmeler ekseninde biçimlendi. Coğrafyamızda ki gelişmeleri dünün gelişmelerinden ayrı düşünemeyiz. Dün yaşanan birçok gelişme bugüne damgasını vurdu. 2021 panoraması tamda bu zeminde biçimlendi. 2021 yılının özet gelişmelerinin sağlıklı tahlili ancak böyle mümkün olur. Bu kapsamdan baktığımızda 2021 yılındaki gelişmeler bir sonraki yılın gelişmelerinde önemli bir rol oynayacaktır. İçerisinde bulunduğumuz yılın objektif tahlili ve açığa çıkarılacak deneyimler atılacak adımları belirleyecektir.

Boğaziçi Direnişi, AKP/Erdoğan iktidarına başkaldırıydı

2 Ocak 2021 tarihinde Melih Bulu’nun kayyum olarak Boğaziçi üniversitesine atanması, üniversite öğrencileri ve akademisyenler cephesinden direnişle karşılandı. Atamadan bir gün sonra Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri, “Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz” başlıklı bildiri yayımlayarak kayyım atamasına karşı çıktılar. Buna paralel olarak, öğrenciler protesto gösterilerinde bulunarak tepkilerini kampüs ve sokaklara taşıdılar. Eylemler gün geçtikçe büyüyor, yankısı daha fazla hissediliyordu. Bunun üzerine öğrencilerin evlerine eş zamanlı baskınlar düzenlenerek, direnişin sesi boğulmak istendi. Bu tarihten itibaren coğrafyanın birçok üniversitesinde destek eylemleri düzenlendi. Ve Boğaziçi Üniversitesi direnişi coğrafyanın bir çok şehrinde yankı buldu.

16 Ocak itibariyle 52 ülkeden 2250 akademisyen imza toplayarak AKP iktidarının faşist saldırılarını kınayıp öğrenciler ve öğretim üyeleriyle dayanışmada bulundular. Direnişin kitle desteğinin artması, iktidar karşıtı dinamik potansiyeli barındırması, kitlelerde yaratmış olduğu politik etki, özelde de sokak mücadelesinin uzun zamandan sonra canlanması AKP iktidarının saldırı, gözaltı ve tutuklama furyasını artırmasını tetikledi. Kamuoyunda direnişin yaratmış olduğu politik etkinin kırılması için devletin devreye koyduğu tüm argümanlar boşa düştü.

Erdoğan’ın, “Siz öğrenci misiniz yoksa terörist misiniz” diyerek hedef göstermesi, Soylu’nun “Marjinal terörist örgütler işin içerisinde var” minvalinde söylemi direnişin yaratmış olduğu kaygıyı gözler önüne seriyordu. Aydın ve sanatçıların destek açıklamaları uluslararası kamuoyunun tepkisi, üniversitede örgütlenen boykotlar, iktidarının kayyım politikasının boşa düştüğünü gösterdi. Tüm saldırılara karşın, geri adım atmayan öğrenciler direniş süresince boykotlar, çadır eylemleri, kitlesel sokak eylemleriyle saldırıları püskürtüler. İşkence, tutuklama, ev hapsi ve para cezalarına rağmen meşruluk çizgisinden taviz vermeyen öğrenciler 15 Temmuz itibariyle Melih Bulu’nun görevden alınmasını sağladılar.

2021 yılının ilk günlerinde cereyan eden bu direniş, uzun bir zamandan sonra AKP iktidarını sokakta yenilgiye uğratan görkemli bir direniş olarak tarih sayfalarına not edildi. Faşizm karşısında meşru militan çizginin önemi bu deneyim vesilesiyle tekrardan teyit edildi. Faşist iktidarların büyüyen gelişen sokak eylemleri karşısında yaşadığı tereddüttü ve korkuyu tüm çıplaklığıyla gösterdi. Direniş odaklarının kararlı duruşunun hak elde etme mücadelesinde ki rolünü ortaya koydu.

Egemen kılınmaya çalışılan ölü toprağının saldırılarla başarılı olunmayacağı, çeşitli dezavantajlara rağmen nesnel bir direniş zeminin var olduğu görüldü. Her şeye rağmen sokağın alevlendirdiği direnişin kolay kolay sönümlenmeyeceği, iyi sevk ve idare edildiği taktirde sonuç almanın olası olduğunu bu kesitler içerisinde gördük. Aynı zamanda egemen güçlerin zayıf karnının sokakla buluşan fiili meşru eylem sahası olduğu önümüze koyuldu. Bu bağlamda yakın tarihte yaşanan bu direnişin kaynağından faydalanmak ve hazırlıklarımızı bu olası gelişmeler ekseninde yapılandırmak kurucu ve yıkıcı güç olmak için hazırlanmak başat bir öneme sahip. Çünkü devrim ve politik atılımlar fırsatlar ve olanaklarla kurulan bağlarla yakından ilişkilidir.

Sedat Peker’e biçilen misyon, “itirafları” hatırlamak ve devrimci zoru örgütlemek

“TC” hakim sınıfları egemenlik kurumları legal mafya tarzı örgütlenmelerdir. Küçük çetelerden büyük mafyalara kadar her bir organizasyon devletin bizatihi merkezinden örgütlenmektedir. Mafya örgütlenmeleriyle devlet bürokrasisi arasında kopmaz bağlar bulunmaktadır. Organize edilen bu örgütlenmeler birçok amaç için kullanıldığı gibi, devlet hiyerarşisine bağlı olarak hareket ederler. Planlı, kısa-orta ve uzun vadeli ihtiyaçlar temelinde konumlanan bu örgütlenmeler sürecin ihtiyaçları kapsamında sahaya sürülür ya da geriye çekilir. Bu tamamen o anın konjonktürüyle ilişkili olarak şekillenir.

Faşist “TC” devleti kuruluşu itibariyle sürekli paramiliter, illegal organizasyonlara gerek duymuştur. Son kırk yıllık zaman diliminde komplolar, suikastler, toplu katliamlar, silah alım satımı, kara para aklama, uyuşturucu vb. gibi birçok iş mafya devlet organizasyonuyla hayata geçirilmiştir. Devlet mekanizması görülen bürokrasi ve partilerden ibaret olmadı-olamazdı da. Çünkü burjuva faşist devlet mekanizmaları meşruluk kazandırılmış bir bürokrasiyle kendini ayakta tutamaz. Her daim kendisine bağlı özel örgütlenmelerle tıkanıkları aşmaya, infial yaratacak olayları illegal biçimde yapmaya gerekesinim duyar. Bu en ileri burjuva demokratik ülkeler içinde böyledir.” TC” hakim sınıfları bu düzeydeki örgütlenmeleri ya kendi eliyle hiyerarşik yapısına dahil etmiş yada bu örgütlenmeler temel bir kolan olarak bu sınıfların hiyerarşisini belirlemiştir. Ama öyle ya da böyle devlet bu bütünlük içerisinde yek vücut olmuştur. Bu bütünlük ve tarihsel bağ AKP iktidarıyla sürdürülmüştür. Sedat Peker’in kişiselleştirerek kamuoyuyla paylaştığı bilgiler ortak çıkarların çeliştiği ve iç kavganın patlak verdiği bir anda olması tesadüf değildir. Ya da kendi ifadesiyle bu bir ev baskını ve yarı yolda bırakılma kavgasına indirgenemez.

AKP kuruluşu itibariyle bu minderde yetişti. Son beş on yılın ilişkilenmesi olarak adlandırmak, tamda “AKP kuruluş kodlarından koptu” denilen pespaye liberal teorilerin ışığında hareket etmektir. Önceki yıllarını tasnif etmek bu bakış açısıyla kaçınılmaz olur. Fakat gerçek şudur ki; AKP legal mafyatik bir örgütlenmenin bürokrasisinde yer edindiğinden beri o “konseyin” bir parçası ya da görev eridir. Güç dengeleri dönemsel değişiklikler gösterse de aktörler farklılaşsa da bu işler hep böyleydi. Dolayısıyla Sedat Peker ve AKP ilişkisi, AKP-mafya ilişkisi bir kesitten ibaret değildir. Bu olgu ancak böyle tanımlanırsa AKP- Devlet-Bürokrasi-Mafya birliği doğru bir şekilde ele alınabilir.

Sedat Peker’in videolarıyla birlikte devlet-mafya ilişkileri, illegal yürütülen işler kamuoyunun önünde ifşa edildi. Biz komünist örgütleri şaşırtmayan, fakat ilişkileri daha iyi tanımlamamıza yardımcı olan bu beyanlar çeşitli olanakları da karşımıza çıkardı. Yıllardır dillendirdiğimiz gerçekler, bizatihi bu hiyerarşide yer edinen biri tarafından dillendirilmesinin yaratmış olduğu doğal infial önemsenmesi gereken bir husustur. İktidar kavgası, pastadan nemalanma, çıkar odaklı çatışmalar vb. vb. nedenler belirli süreçlerde karşılıklı kavgaların gizli kapaklı sürdürülmesini engeller. Bu mecrada dışa vurulan çatışmayı bir yanıyla kriz olarak adlandırmak diğer bir yanıyla iktidar kavgasına endeksli hamleler olarak tanımlamak doğru bakış açısıdır.

Peker’in ifşaatları tamda bu zeminde okunduğunda AKP iktidarının çatlak yaşadığı, kendi iç dinamiklerinde iktidar odaklı çarpışmaların yaşandığı söylemek mümkündür. Soylu- Albayrak çatışması, Ağar- Peker çatışması, Yıldırım ve diğer bürokratlar arasında ki çatışma bir göstergedir. Yani iktidar olanın iktidar içinde iktidar olma kavgası, bu zeminde komplolarda dahil bir dizi yönteme başvurması burjuva siyasetin temel düsturudur. Bu Hitler’in Nazi’lerinde de mevcuttu. Bürokrasi içerisinde gelecek planı yapma, yerini sağlamlaştırma siyaseti daimi bir durumdur. Çatışmaların niteliği değişse de iktidar odaklı kutuplaşma ve hamleler her daim günceldir. Kriz kontrol edilebilirlikten çıktığı andan itibaren, bunun açık platformlarda gündemleşmesi kaçınılmaz olur. Bu reel gerçek Peker ifşaatlarıyla teyit edilmiş oldu.

Şunu söylemek pekala mümkündür. Peker’in açıklamaları asla kendisinin iradesiyle kamuoyuyla paylaşılmadı. Bağlı olduğu hiyerarşik bünyenin ya da yeni müttefiklerinin iradesine başvurularak devreye girdi. En sade haliyle değişen güç dengeleri ve değişen müttefikler arasındaki çarpışma sahnesini izledik Peker videolarıyla. Peker bu kapsamında sosyal medya fenomeni ya da gerçekleri açıklayan bir “serden geçti” değil, halk düşmanı politikaları hayata geçirmek isteyen bir kliğin aktörüdür. Bu aktöre bunun dışında herhangi bir misyon biçmeden kulak kabartmak gerekir. Çünkü ifade edilen olayları basamak yaparak her iki cephenin teşhirini yapmak, özgün olguları anlayıp ona göre konumlanmak önemlidir. İçsel çelişkilerin derinleşmesi her halükarda iyidir.

Faydalanıp hareket tarzını çözmemiz, karmaşık ilişkileri anlamamız açısından güç savaşımındaki olguların gün yüzüne çıkması önemsenmesi gerekir. Ancak bu çatışmalar genellikle bilinç bulandırma ve manipülasyonlar üzerine inşa edilir. Tıpkı Soylu’nun mafya ile mücadele ediyorum algısı yaratmak için ortaya koyduğu argümanlar bu çatışmanın selameti açısından özel bir öneme sahiptir. Ya da aynı biçimde Peker’in gerçekleri ortaya koyan “bir serden geçti” olarak anılmak istemesi gibi. Bu her iki psikolojik saldırı kitlelerin taraf olmasını sağlamak maksadıyla öne sürülmektedir. Dolayısıyla bu tip hamleleri boşa düşürmek, kitleleri doğru devrimci zeminde bilinçlerini şekillendirmekte görevimizin başka boyutudur.

2021 yılına damga vuran bu gelişmeler her ne kadar yerini sükunete bırakmışsa da bu geçici ateşkestir. Şu an çeşitli kaygılar, anlaşmalar bu sürece virgül koyulmasını zorunlu kılmıştır. Fakat orta vadede bırakıldığı yerden devam edileceği kesindir. Faşist devlet ve şubeleri alenen bu tartışmalarda ifşa olmuştur. SADAT’a biçilen rol, paramiliter güçlerin etkinliği, Suriye’deki İslami çetelerin kapsadığı alan ve yüklenen anlam devletin zor mekanizmalarının işlerliğini belirgin hatlarıyla açığa çıkardı. Dolayısıyla devletin eleştiri ve muhalefet marifetiyle iyileşemeyeceği, dizayn edilemeyeceği gerçeği tekrardan teyit edildi. Zoru zorla alt etmek meşru militan devrimci savaşı büyütmek köklü çözümün tek anahtarıdır. Komünistlerin işi muhalefet ve eleştiri değil, çatlaklardan faydalanarak ihtilalin basamağı haline getirmektir. Gelişmeleri komünist perspektiften okumak demek bu sonuca ulaşmak demektir.

İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, kadın mücadelesini tasfiye etme amaçlıdır

2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nden AKP iktidarı 20 Mart 2021 tarihi itibariyle çekildi. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) 1 Ağustos 2014’te Türkiye’de ve 11 Avrupa ülkesinde yürürlüğe girmişti.

Kısa süre içerisinde bu sözleşmeden çekilen AKP iktidarı topyekün tasfiye saldırısının bir halkası olarak kadın ve LGBTİ dinamikleri ve hareketlerini hedef olarak belirledi. Kadın Hareketi ve LGBTİ hareketinin toplumsal normları parçalayan dinamik atılım süreci AKP iktidarının özel politikalarla güçlendirmeye çalıştığı aile yapısını etkiliyor, hedeflerini sekteye uğratıyordu. Patriarkanın kudreti kadın mücadeleleriyle darbelenirken, kadın mücadelesi sistemin bentlerini aşındırarak yeni mevziler elde ediyordu.

Esasta 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesinin iki saç ayağı bulunuyordu. Bunlardan biri Avrupa Birliğiyle yürüyüşte İstanbul Sözleşmesini referans gösterip, kendi politik çıkarlarını pekiştirmekken, ikincisi ise Kadın ve LGBTİ mücadelelerin yükselen mücadelesine karşı koyamayışı oldu. Yani İstanbul Sözleşmesi gerçekte kadın mücadelesinin sonucu olarak kazanılan bir mevzi idi. AKP’nin zorunluluktan kaynaklı onay vermek zorunda kaldığı bir süreçti. Bunda samimi olmadığı çok zaman geçmeden zaten görüldü.

Coğrafyamızda en dinamik, en güçlü, en istikrarlı ve kapsayıcı düzlemde konumlanan kadın mücadelesi AKP iktidarının özel hedefi ilan edildi. İşte, evde, sokakta; şiddet, katliam, cinsel saldırı ve istismarlarla karşı karşıya kalan kadınların örgütlü öfkesinin büyümesi ve organize bir güç haline gelmesi örgütlü patriarkanın saldırılarını tetikledi. Bu kapsamda hali hazırda yargının ve devletin bütün bürokratik mekanizmalarının kadın soykırımları karşısında kulağının üzerine yatması bir bilgisizliğin ürünü değildi. Her mecrada faillerin savunulması, yasal düzenlemelerin erkek lehine dizayn edilmesinin bir amacı vardı. Kutsal devletin örf, gelenek, adetleri bunu gerekli kılıyordu. İşin özeti kadınlar “alın yazısında” ne yazıyorsa onu yaşamalı ve devletine, babasına, kardeşine, eşine, sevgilisine, saygıda ve itaatte kusur etmemeliydi. Belirlenen çemberin dışına çıkmak kutsal kaideleri ihlal etmek demektir. AKP tamda bu zeminde kadın ve LGBTİ düşmanlığını yasallaştırdı. “Türk aile yapısına zarar veriyor” “Eş cinsel ilişkileri ve evlilikleri özendiriyor” denilerek sözleşmenin feshedilmesinin siyasal, sosyal, kültürel, psikolojik arka planı bulunuyor. Tüm alanlarda iktidar olma ve kalma. Ezme ezilme ilişkisini tüm alanlarda sürdürme…

Kadın ve LGBTİ mücadeleleri sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel kuşatma ve saldırılar arasında inatla kavgasını sürdürüyor. Her alanda yaşanan saldırılara göğüs germe kabiliyetini kazanan kadın mücadelesi patriarkanın kutsal sınırlarını ihlal ederek “Kadınlar Birlikte Güçlü” şiarıyla yeni mevzilerde yeni çatışmalara hazırlanıyor. “Tek bir kişi daha eksilmeyeceğiz” vurgusu bu zeminde ısrar ve iradenin beyanı oluyor. Patriarkanın 3 çocuk sloganı, aile bizim kutsalımızdır ajitasyonu bu politik mücadelenin gazabına uğruyor. Kutsal aileyi parçalama dinamiği güçlendikçe AKP tasfiye ve yıldırma politikalarını bir üst raddeye çıkarıyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin feshi bu dinamiği tasfiye etmenin bir halkası olarak görev gördü. Eylem ve etkinliklerin karşısına dikilen barikatlar, zor aygıtları yoluyla devreye giren devlet şiddeti, cinsel saldırı ve istismarların sıradanlaştırılması, kadın soykırımının engellenmesi için önleyici tedbirlerin alınmaması, faillerin mükafatlandırılması, yargı yoluyla şiddetin meşru kılınması tasfiye halkalarının parçalarını oluşturuyor. Tek merkezden planlı bir şekilde yönetilen bu süreç kutsal devletin var olup yok olma düzleminde koordine ettiği bir süreçtir.

Kadın ve LGBTİ mücadelesi bu faşist kuşatma ağını darbeleme çizgisinden şu ana kadar tek bir geri adım atmamıştır. Fiili meşru militan karşı koyuş, örgütlü kadın mücadelesiyle güçlenmeye devam ediyor. Öz savunma çağrısının içeriği bu karşı koyuşun aldığı biçimdir. Bu sadece faile vurulan bir darbe değil, fail şahsında kutsal devletin, kültürüne, inancına, siyasetine, yargısına, adaletine, geleneklerine… vurulan bir darbedir. Ona karşı bir savunmadır. Her gün yaşanılan kadın katliamlarını meşru gören, yasallaştıran sisteme esasta bir başkaldırıdır.

Doğa felaketi değil, kapitalist felaket

Doğa insanlara kumpas kurmaz. İnsanın yaşam sınırlarına müdahalede bulunmaz. Özel bir bilinçle hareket etmez. O doğal olan döngünün bir parçasıdır. Doğal olarak, felaket yaratma şansı olmadığı gibi bunu tasarlayamaz. Doğaya istinat edilen “suç” failin (sermayenin) bilinçli manipülasyonudur. Suçu gizleme ve örtbas etme üzerine kurulu bir retoriktir bu argüman.

Kapitalizm, ekolojik yıkımın baş mimarıdır. Küresel ısınmanın, ozon tabakasının incelmesinin, buzulların erimesinin, nefes alınamaz hale getirilen yaşam alanlarının, gün geçtikçe daralan doğa alanlarının, gıdanın yapaylaştırılmasının, suyun- havanın-toprağın kalitesizleşmesinin, insan dışı türlere uygulanan baskının-işkencenin-katliamın bir fiil sorumlusu sermayedir. Bütün felaketlerin baş mimarı olduğu gibi ekolojik yıkımında baş mimarıdır.

2021 yılında coğrafyamızda 49 ilde 299 orman yangını yaşandı. 8 kişi bu yangınlar sonucu hayatını kaybederken, yüzbinlerce hektar orman ve yerleşim yeri küle döndü. Ve insan dışı türlerden binlercesi yaşamını yitirdi. Akdeniz, Ege, Marmara, Batı Karadeniz ve Kürdistan bölgesinde aylarca süren yangınlara tanıklık ettik. Coğrafya halkları ciğerlerimiz yanıyor diyerek sesimizi ve çığlıklarımız işitilmesi için büyük uğraşlar verdi. Fakat sonuç değişmedi. Barikatını ve suyunu müdahale eden kitleden sakınmayan faşist AKP iktidarı, orman yangınına bir damla suyu püskürtmekte büyük bir tereddütte düştü. Sermayenin yayılan dumanlar üzerine plan ve proje çizimi büyük bir şevkle yapıldı. Halk düşmanı AKP’nin bu vesileyle halk ve doğa düşmanı AKP olarak adlandırılması gerçeğe tamı tamına uymuş oldu.

Yangın ekipmanlarının bu süreçler içerisinde zamanında harekete geçirilmemesi bir aksaklık değildi elbette. Uçak ve helikopterlerin, itfaiyenin müdahalede ki edilginlikleri tamamen bilinçli bir yönlendirmeydi. Bu aralıklarda yaşanılanlar bir yetmemezliğin sonucundan ziyade sermayeye açılacak alanın hesapları güdülerek planlandı. Küle çevrilen her alan peşkeş çekilecek, ticarileştirilecek metalardı. Orman yangınları iktidar cephesinden bulunmaz nimet olarak bulundu. Erdoğan’ın orman yangınları dolayısıyla gittiği Marmaris’te çay dağıtması bilinç altındaki gerçeğin dışa vurumuydu. Daha sonra Resmi Gazete çıkan yapılaşma kararı fırsatın nasıl değerlendirildiğinin bir göstergesi. AKP’li bürokratların yangın alanlarına yönelik projeleri sermayenin pusuda beklediğini gösterdi.

Halkın büyük bir seferberlik ruhuyla başlattığı söndürme kampanyası ve tepkilerin çoğalması müdahale etmeyi çeşitli yerlerde zorunlu hale getirdi. Bu tepkiler hem yaşam alanlarında örgütlenirken hem de twitter gibi sosyal medya mecralarında örgütlendi. Bu direniş refleksi belirli bir basınç yarattı. Fakat açığa çıkan tahribat engellenemedi. Dersim’de çıkan yangılardaysa devletin kolluk birimlerinin bizatihi yangını çıkarttığı belgelendi. Askerin gelen talimat üzerine bombalayarak yangın çıkartması özel savaş hukukunun nasıl işletildiğini gösterdi. Müdahale etmek isteyen kitlenin engellenerek tehdit edilmesi çürümüşlüğün portresi olarak hafızalarımızda kazındı.

Bu yaşanılanlar düzleminde baktığımızda sermaye ve onların faşist zorba iktidarları yıkılmadan nefes almamız dahi mümkün gözükmüyor. Doğanın özgürleşmesi sermayenin alt edilmesiyle direkt olarak ilişkili. Kapitalizm yadsınarak doğanın kurtuluşunu gerçekleştirme düşüncesi son derece yavan bir düşünce. Anti kapitalist-anti emperyalist-anti faşist mücadele siyasal bir mücadele platformu olduğu kadar aynı zamanda ekoloji mücadelesinin doğal bileşenidir.

Faşizme devrimci karşı koyuşun adı; Birleşik Mücadele Güçleri

Devrimci mücadele, anın ihtiyaçlarını göz ardı ederek ilerleyemez. Hamaset maharetiyle devrimci mücadele yol kat edemez. Devrimci siyaset; koşulları, olanakları, avantaj ve dezavantajları, riskleri, kısa-orta ve uzun vadeli hamleleri, güç dengelerini kavrayarak hareket eder. Düşmanın konumlanışı ve yönelimi yapılacak manevra ve önlemleri belirler. Tek düze, mekanik bir ilerleyişle sonuca ulaşmak mümkün olmaz. Geri çekilmeyi bilmek kadar, sonuç elde edici hamleler yapmayı da bilmek gerekir. Bunların her biri somut gelişmelere binaen şekillenir.

Düşman yönelimine uygun hareket etmek, ona göre taktik politikalar sergilemek, ittifaklar kurmak, politik manevralar yapmak devrimci siyasette kaçınılmazdır. Sosyalizm ve komünizm yürüyüşünde mekanikliğe yer yoktur. Canlı yaşamın içerisinde inşa edilmeye çalışılan hedefler, o yaşamın ihtiyaçları yanıt olmalıdır. Keyfi bir temelde ihtiyaçlara sırt dönülemez. İhtiyaçlar hasıl olduktan itibaren, artık o andan sonra ihtiyaca cevap olacak araçların tanımlanması ve işlevli hale getirilmesi temel görevdir.

Coğrafyamızdaki gelişmeler, tarihsel deneyimler ittifakların önemine dair bir bilinç yarattı. Bu bilinç ışığında ihtiyacın önemi açığa çıkarıldı. Faşizme karşı savaşımda somut verili durum parçalı mücadelenin ortak zeminde yürütülmesi görev olarak önümüze koydu. AKP iktidarının faşist kuşatması parçalanarak tarih sahnesine gönderilmesi ortak hedefler etrafında kenetlenmiş eş zamanlı bir mücadelenin nesnel zeminini yarattı. BMG faşizmin bu yıkımı için görev üstlendi. Sokaklarda fiili meşru mücadelenin büyütülmesi, estirilen azgın devlet terörünün sonlandırılması, devrim yürüyüşündeki engellerin ortak direnişle zayıflatılması bu birliğin saç ayaklarını oluşturdu.

4 Şubat 2021 tarihinde kuruluşunu deklare eden BMG, sokak mücadelesinin toprağına basarak varlığını ilan etti. Faşizmin topyekün saldırıları, tasfiye yönelimi, çökertme planın boşa düşürülmesi için ortak bir cephenin adı oldu BMG. Bu kapsamda BMG verili yasallığın sınırlarını devrimci mücadelenin militan vuruşlarıyla ve kitlelerin devrimci enerjisiyle yıkma arayışının coğrafyamızdaki temsili olmuştur. Seçimlere kilitli, yasallığa takılı politik geri çekilişe itiraz olarak doğan BMG, fiili meşru karşı koyuşun ortak zeminidir. Dolayısıyla faşizmi alt etme yürüyüşünde BMG’nin rolünün doğru anlaşılması gerekmektedir.

Bu kapsamda BMG’nin bu tarihsel sorumluluğu görülerek ilişkilenmek bu devrimci platformun rolünü içselleştirerek konumlanmak son derece önemlidir. Birliğin kurulması bir iştir, birliğin alternatif hale getirilmesi ise farklı bir iş. İlk görev yerine getirilmişse sırada ikinci göreve sıkı sıkıya bağlanmak kalmıştır.

Hapishaneler kendi kaderine terk edilemez

2021 yılı tutsaklara yönelik saldırıların boyutlandığı bir yıl oldu. İnfaz yakmalar, hasta tutsaklara yönelik özel politikalar, tecrit, işkence, soruşturmalar, psikolojik işkence, sürgün sevkler, para cezaları boyutlandırılarak sürdürüldü. Politik tutsakların teslim alınması, devrimci mücadelenin sekteye uğratılması için temel halkadır. Orada ki bir geri düşüşün ve zayıflığın mücadeleye nasıl yansıyacağı egemenler tarafından bilinmektedir. Özgün konjonktürlerde ilk hedef olarak hapishanelerin hedef alınması tesadüf değildir.

Hapishaneler stratejik hedef olma durumunu hiçbir koşulda yitirmedi. Devrim mücadelesinin gelişmesi hapishaneler atlanarak ilerleyemez. Mahpuslara yönelik saldırıların sebeplerinin iyi anlaşılması gerekmektedir. Kişilere göre değişen saldırı politikası değildir hayata geçirilen. Devrimci politik bir alanın tahrip edilmesi, tasfiye edilmesi, yılgınlaştırılması ve mücadelenin dinamik gücü olmaktan çıkarılması saldırıların gerçek nedenlerini oluşturmaktadır. Dışarıda ki mücadele platformlarının ya da mevzilerinin darbelenmesi ne kadar önemli bir durumsa, içeriye yönelik darbeleme ve çökerme girişimi de o derece hayatidir.

Bu gerçek, duygusal dayanışmalarla, hüzün ve acıma hissiyle, gönderilen bir kartla, yollanan bir selamla, yapılan bir basın açıklamasıyla anlaşılamaz. Ki pratik tutum ve yaklaşımlar anlaşılmadığını gösteriyor. Tutsak olan yoldaşlarımız ve siper yoldaşlarımızın devrimci mücadeleden beklentileri bu kadar sığ değildir. Sığlık hapishanelerde kurulan ilişkinin politik mecradan koparılıp vicdani reflekslere indirgenmesidir. Bu sığlığı sürdürmememiz en acil görev olarak karşımızda duruyor. Devrim mücadelesi hapishanelersiz topaldır. Devrimin bu mücadele alanlarında koparılarak gerçekleşmesi düştür. Bu bir kadir kıymet bilmek işi değildir, politik sorumluluktur. Bu bilinçle, hapishanelerdeki saldırıları göğüslememiz gerekmektedir.

Hapishanelerde 2020’den bu yana,104 tutsak yaşamını yitirdi. Son bir ayda 7 tutsak hayatını kaybetti. Geçen yıldan bu yana ise 64 hasta tutsak katledildi. Tutsakların ölüm sebebinin yapılan araştırmalara göre şüpheli. Hasta tutsaklara ilişkin hapishanede kalamaz raporlarının güncelde hiçbir karşılığı olmadığı görülüyor. “TC” devletinin tutsaklara yönelik azgın saldırıları veriler baz alındığında ne kadar boyutlandırıldığı açığa çıkıyor.

Mehmet Emin Özkan şahsında verilen mesajın bir anlamı vardı. Aysel Tuğluk’un yaşamsal düzeydeki hastalığına cevap verilmemesi aynı mesajı içeriyor. Bu mesajlarla ölümünüze tanık olacağız, denilmektedir. Garibe Gezer’e uygulanan işkencenin ardından şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmesi devletin fiili tasfiyeye yöneldiğinin işareti. Hemen akabinde yine Vedat Cem Erkmen’in şüpheli ölümü hapishanenin bizzat bu ölümlerden sorumlu olduğunu teyit ediyor. Garibe Gezer’in cenazesinin alınması esnasında polisin refleksi devlet refleksi olarak yorumlanmalı. Bir polisin fehri çıkışı değil, devletin bir refleksi olarak görülmeli.

Tahliyesi reddedilen hasta tutsak Halil Güneş’in yaşamını kısa süre önce yitirmesi, devletin ölümü dayattığını gözler önüne seriyor. Bu ve buna benzer çeşitli örnekler, hapishanelerde devreye konulan özel politikanın sonucudur. İşkence ve katliam üstü haline getirilmiştir hapishaneler. Bugünkü politikalar Nazilerden devralınan Nürnberg yasalarıyla aynıdır. Aynı amaç güdülmektedir. Katletmek yok etmek.

Saldırıları nasıl püskürtürüz sorusunu tüm devrimci komünist güçler bir an önce yanıtlamalıdır. Eş zamanlı kampanyalar, kitlesel gösteriler, sokak mücadeleleri, çeşitli platformları daha etkin kullanmak, yaratıcı eylemler örgütlemek, içeri ve dışarının ortak direnişini mümkün kılacak araçlar yaratılması, hapishane yönetimindeki militer güçlerin teşhiri ve hedef alınması gibi sonuç getirebilecek örgütlenmeler kısa sürede hayata geçirilmelidir. Seyirci kalınarak, öfkelenerek, üzülerek bu saldırıları boşa düşüremeyiz. Meşru militan karşı koyuş biricik silahımızdır. İyi kullandığımız taktirde, sonuç alabiliriz.

Siyasal ve ekonomik krizi derinleştirmek mi, seyretmek mi?

“TC” egemen sınıflarının büyük bir krizle karşı karşıya kaldıklarını ifade etmek abartı olmaz. Yazımızın girişinde de ifade ettiğimiz üzere yaşanılan bunalım iki ana eksende şekillenmektedir. Bir, egemen olan klikle muhalif olan kliğin arasında boyutlanan krizin büründüğü nitelik. Yani klikler arasında dünden bugüne kadar seyreden klasik çatışma ve çelişkiyi kastetmiyoruz.

Bugünkü aşamada gelinen nokta, devlet krizi olarak açığa çıkıyor. Devlet bürokrasisi başta olmak üzere, sermaye güçleri arasındaki boy veren çelişkilerin boyutuna bakıldığında resmi bütünlüklü görmek mümkün. Peker’in ifşaatlarıyla tamamen ayyuka çıkan ilişkiler ve çatışmalar sarmalıda ele alındığında kriz halinin her bir örgütlenme alanında boy verdiği rahat bir şekilde görülür. Aynı zamanda emniyet ve askeri alanlarda dünden bugüne tasfiye odaklı yapılan hamlelerin krizin bir sonucu ve yansıması olduğu genel çelişkilerden yalıtılamayacağı gerçeği karşımızda duruyor. Son yıllarda ki tüm gelişmeler bu devlet krizini teyit ettiği gibi, savaşımın boyutunu da gözler önüne seriyor.

Diğer bir yandan ise ekonomik krizin yaratmış olduğu tahribat söz konusudur. AKP iktidarının sürdürmüş olduğu politikaların bir neticesi olarak açığa çıkan ekonomik kriz AKP iktidarının zayıf karnı durumundadır. Türk lirasının değer kaybı, yüksek enflasyon, ekonomik daralma, ödenemeyen borçlar, gibi bir dizi gelişme ekonomik krizin aldığı boyutu ve bu haliyle sürdürülemeyeceğini gösteriyor. Birbirinden bağımsız ele alınamayacak olan, siyasal ve ekonomik kriz biz komünistlere büyük fırsatlar sunmaktadır. Çeşitli zayıflıklara karşın, bu süreçte ortaya koyulacak iradenin önemi belirleyicidir. Proletarya ve ezilen halklara yönelik saldırıları göğüslemek buradan doğru atılımın dinamikleri yaratmak kritik bir öneme sahiptir. Durumun köklü değişimini komünistlerin dışında hiçbir güç gerçekleştiremez.

Burjuva klikler arası dalaştan olumlu bir şey çıkmasının mümkünatı yoktur. Krizler devrimci atılımlarla karşılanmadan püskürtülemez. Bekle gör siyaseti basiret yoksunu kendi durumundan memnun siyasal anlayışlara aittir. Burjuva devlet mekanizması ve onun temsilcisi AKP iktidarı seyredilerek yıkılmaz. Yıkılsa dahi yerine gelecek olan aynı sadakatle kalınan yerden devam eder. Dolayısıyla kurucu ve inşa edici yegane güç olan komünistler süreçleri geriden takip etme lüksüne sahip değildir. Devrim, andaki ve somuttaki gelişmelere müdahale ettiği taktirde güç olur. Kendiliğinden, bir şey yapmadan güç olmak olasılık dışıdır. Avantajlar ve dezavantajlar ele alınarak sürece uygun yol katletmek gereklidir. Ekonomik ve siyasal krizi devrimci olanağa çevrilmesi böyle mümkün olur.

2022 yılını meşru devrimci militan mücadeleyle karşılayalım

2021 yılı faşist kuşatmanın boyutlu saldırılarına karşı teslim alınamama yılı olmuştur. Ağır darbeler ve yenilgilere rağmen 2021 yılı görkemli direnişlere tanıklık etmiştir. Baldırı çıplakların tüm saldırılara rağmen teslim olmayacağı bu yıla damga vurmuştur. AKP-MHP faşist iktidarının tasfiye konseptli saldırıları tutmamıştır. 2021 yılında sınıf mücadelesi tüm sıcaklığıyla hissedilmiştir. Ezenle ezilen arasında ki çatışmanın coğrafya sathında kazananı proletarya ve ezilen emekçi sınıflar olacaktır. Devasa olanaklara sahip AKP-MHP faşist iktidarı karşısında takınılan tutum bu gerçeğe işaret etmektedir. Kuşatmayı yarmanın, yarını kazanmanın zeminidir bu teslim olmama hali. Bize düşen görev 2022 yılını devrimci militan karşı koyuşla selamlamaktır. Halk kitlelerinin devrimci savaşımında yer edinerek sınıf düşmanlarımızı yenilgiye uğratalım. Sınıf mücadelesinin zaferine cüret edip daha ileriye çıkalım.