Kaypakkaya, Türkiye-Kuzey Kürdistan komünist hareketinin manifestosu olan ‘72 çıkışını hazırlayan ortamı “Kahraman işçi sınıfımızın, özverili köylülerimizin ve yiğit gençliğin çığ gibi yükselen mücadelesi, hızla yayılan Marksist-Leninist yapıtlar, Çin’de Başkan Mao’nun önderliğinde yer alan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan etkileri” sözleriyle ortaya koyuyordu. ‘72 Nisan çıkışı, bu zeminin bileşenleri ve Kaypakkaya’nın üzerinden yükseldiği, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ideolojik-siyasal-örgütsel mayasından alıyordu. Özellikle, Kaypakkaya’nın Kültür Devriminin, ideolojik-politik etkisini, coğrafyamıza berrak bir bilinçle taşıması, Marksizm’in nitel ilerlemeler süreciyle Leninizm’den Maoizm’e uzanan pratik-politik-ideolojik hattını, güçlü bir kavrayışla devrim sorunlarında çözüm anahtarı haline getirmesi, komünist niteliğinin ana zemini olmuştur.
24 Nisan 1972, Proletarya Partisinin, ideolojik, politik, örgütsel bütünü ve organik devamı olduğu TKP(ML)’nin, komünist önder İbrahim Kaypakkaya tarafından kuruluşunun tarihidir. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin tarihine, komünist manifesto niteliğiyle çığır açan bu tarih, kurucu komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın, ideolojik, siyasal, örgütsel ve askeri olarak ortaya koyduğu komünist fikirlerden bağımsız ele alınamaz. Yani proletarya partisi Kaypakkaya’dan, Kaypakkaya da proletarya partisinden ayrı ele alınamaz, kavranamaz, anlaşılamaz. Bu anlamıyla proletarya partisi ve Kaypakkaya etle tırnak gibi bir bütünü ifade eder ve bu bütün, enternasyonal proletaryanın Türkiye-Kuzey Kürdistan kolu, temsilcisi proletarya partisinin (kuruluş ismi TKP(ML)) kuruluşu ile komünist önder Kaypakkaya şahsında, devrimin tüm can alıcı sorunlarına stratejik bir cevap vermiştir.
Kaypakkaya’nın fikirleri, ihtilalci komünizmin tehlikeli fikir odağı olarak, karşı devrim tarafından stratejik saldırı kapsamına alınması ve kuruluşundan bu yana, sınıf mücadelesinin tüm zor dönemeçlerini, faşist burjuva iktidarların direk hedefi konumunda ilerlemesi, büyük fedakârlık, ısrar ve ağır bedellerle, 49. mücadele yılını aynı kararlılıkla sürdürmesi, ideolojik-siyasal-örgütsel olarak kuruluşunun harcı olan komünist nitel çizgisinden gücünü almaktadır. Tarihsel süreci boyunca, alınan yenilgiler ve ağır darbelere rağmen, külleri üzerinden yeniden ve yeniden doğrularak, proletaryanın kızıl bayrağının altında, ezilen ve sömürülen halkların kurtuluş davası için, faşist iktidara karşı mücadele alanlarında köklü meydan okuyuşunu aynı ısrarla sürdürmesi, siyasal iktidar mücadelesinde taviz vermeden, sınıf mücadelesinin mevzilerine tutunması, Kaypakkaya güzergahının, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim tarihinde açtığı komünist yoldan niteliğini almaktadır.
Ezilen ve sömürülen halkların yegâne kurtuluşu olan devrimi, komünist topluma yürüyüş perspektifinde ele alan, 24 Nisan ideolojik-siyasal çizgisi, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında, bilumum gericiliğe karşı köklü bir karşı duruştur. Bu duruş, sadece burjuvazi ve onun türevi gerici iktidarlara karşı ilan edilen bir savaş çağrısı değil, aynı zamanda, devrim ve sosyalizm adına hareket eden, fakat burjuva ideolojisine bulaşık her türlü politik yaklaşıma karşı da köklü bir meydan okuyuştur. Marksizm-Leninizm’in üçüncü nitel aşamasının, ideolojik-siyasal-felsefi hamlesi olan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin zemini üzerinden yükselerek, billur ve keskin bilinçle, Milli mesele (Kürt ulusal sorunu), Kemalizm tahlili, tarihsel süreç bağlamında Rus sosyal emperyalizmi, sosyalizmin sorunları, devrimin yolu ve niteliği, devrimin stratejik araçları, bu araçlar içinde belirleyici olan komünist parti ve parti içi ideolojik mücadele, iki çizgi mücadelesi gibi temel konularda, büyük bir devrimci kopuşun ifadesi, MKP’nin organik bileşimi olan TKP(ML)’dir. Yani Kaypakkaya’dır, Kaypakkaya’nın komünist çizgisidir.
Dünyayı sadece yorumlama değil, aynı zamanda değiştirmeyi ilke alan Marksist-Leninist-Maoist dünya görüşü, bu eylemi gerçekleştirmek için tüm toplumsal koşullarda, geleceği temsil eden sınıf ve sosyal katmanların özgürleşme bilincine önderlik etmekle politik varlık kazanır. Bu politik-pratik varlığın temel aracı, ideolojik, siyasal ve felsefi (diyalektik materyalizm) olarak MLM ilkelerle donanımlı örgüttür. Yani, ezilen halkların özgürleşme mücadelesinde, yığınlarca farklı örgütlenmelerin en üst örgütlenme aracı ve kurmayı olan komünist partisidir.
İşte, Kaypakkaya ve onun fikirlerinin stratejik kurumu olan proletarya partisi, proletarya bilincinin, Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasında, pratik-politik bir eksene oturmasında, mihenk taşıdır. 24 Nisan 1972’de, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında hüküm süren karanlığı yırtan bu bilinç, uluslararası ve coğrafyamızda yaşanan, bir yığın sosyal-siyasal gelişmelerin akabinde, devrime gebe toplumsal koşulların sancıları içinde sistemli hale gelmiş, proletarya başta olmak üzere, ezilen halkların kurtuluş umudu olarak boy vermiştir. Bu çıkışın, tarihsel koşullardaki anlamı kadar, tarihsel sürecin de ayrıca doğru ele alınıp kavranması gerekmektedir.
MLM bütünsellik ve özgürleşme eyleminin manifestosu olarak ”72 Nisan çıkışı”
MLM bilimsel dünya görüşü, kendisinden önceki felsefi akımlardan ve pozitif bilimlerden, toplumsal var oluşun koşulları, toplumsal sistemlerin niteliği, toplumsal sınıfların konumlanışı ve bütün bunların köklü analizi ekseninde, insanlığın özgürleşme bilincinin eylem kılavuzu olmasıyla ayrılır. MLM’deki bu bütünsellik, teknik bir uygulama ilişkisi değil, teori-politik-pratik örgütlenme aracılığıyla, toplumsal devrim ve devrimcilik ilişkisidir. Bu ilişkinin bulunmadığı bir konumlanış, MLM bütünsellikten uzak bir konumlanıştır. Yani MLM pratik-politik devrim çizgisiyle anlam kazanır. Kuşkusuz, MLM politik devrim çizgisi ile Marksizm’den etkilenmiş küçük burjuva politik devrim ve devrimcilik çizgisini ayrıştırmak gerekir.
Ezilen-sömürülen sınıf ve halk katmanlarının, ezen-sömürenlere karşı sürdürdüğü mücadelede, ezen ve sömürenlerin iktidar niteliğine göre mücadele süreci boyunca kullandıkları araçlarla, devrimci şiddeti kullanmaları, bir devrim-devrimcilik çizgisidir. Komünistler bu bağlamda, devrimci şiddeti ele alış ve stratejik araçlarında farklı olsalar da, devrimci şiddet konusunda diğer devrimcilik çizgileriyle ortak düzlemdedir. Ama bu düzlem, komünist çizgiyi tayin etmede tek kriter değildir. Tarihsel süreç ve mücadele sürdürülen toplumsal koşullara alınan politik tutum, amaç-araç ilişkisi, devrimci savaş ve şiddet tarzı, toplumsal koşulların analizi ile ulaşılan sentezler, toplumsal sosyal grupların ve sınıfların tahlili gibi başlıklar altında, direkt mücadelenin sürdürüldüğü tarihsel koşullarda alınan ideolojik-politik tutumla, komünist çizgiye sahip olup olmadığın belirginleşir.
Bu kısa ve genel belirleme ışığında, Kaypakkaya ve onun göz bebeği olan ‘72 Nisan Manifestosu, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, MLM’nin bir eylem kılavuzu olarak, siyasal iktidar mücadelesinde, ezilenlerin politik öncüsü olarak varlık kazanmasının başlangıç momentidir. Bu tarih, sadece ezilenlerin kendi öncüsüne kavuşması tarihi değil, aynı zamanda, MLM’nin, kendi perspektifi ile coğrafyamız sınıflar mücadelesinde, hüviyetine kavuşmasıdır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, MLM’nin politik bir varlık olarak oluşumu, 1971 devrimci kopuşu ile birlikte, komünist önder Kaypakkaya ile gerçekleşmiştir. Kaypakkaya’nın çıkışında, coğrafyamız açısından devrimci bir tarihi miras aranacaksa, Mustafa Suphi TKP’sinin ve Ermeni ulusuna mensup Paramaz ve yoldaşlarının kısa süreli bir pratiği dışında, devrimci bir tarihsel birikim “yok” düzeyindedir. Bu sembolik devrimci tarihsel süreç dışında, Mustafa Suphi sonrası sürecine, TKP’ye damgasını vuran, kuramsal, reformist, revizyonist, tasfiyeci politik konumlanıştır. Elli yıllık ülkemiz dönemine damgasını, bir karabasan gibi çökmüş bu tasfiyeci-revizyonist çizgi vurmuştur.
TKP, Mustafa Suphi dönemi sonrası boyunca izlediği teorik, ideolojik, politik ve pratik tutumla, devrimci bir konumlanış içinde olmamış, bu tarihsel süreç boyunca, sistemli tasfiyeci, reformist, revizyonist politikaların uygulayıcısı olmuştur. 1930’lu yıllarda, III. Enternasyonal’in izlediği bazı politikalara paralel olarak, söylem bazında bazı devrimci iddialar ortaya atsa da, bu politik söylemlerin toplumsal pratik karşılığını örgütleyecek bir siyaset izlememiştir. Yine bu tarihsel dönemlerde, Hikmet Kıvılcımlı’nın kendi ideolojik çizgisine uygun bazı teorik tezleri ortaya atması, pratik-politik-ideolojik yolunu arayan devrimci muhalefet cenahında bazı tartışmalar yaratsa da, bu süreç komünist devrimci mücadele açısından politik-pratik bir sonuç yaratamamış, ‘71 devrimci çıkışına kadar söylemden öteye geçememiştir. Özellikle TKP’ye rağmen, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarıyla, coğrafyamızda devrimci arayışlarını sürdüren kimi pratikler olsa da, bu süreçte devrimci bir çizginin oluşmasında, köklü kopuşun yaratıldığı bir tarih olmamıştır.
Tartışma konusu olan tarihsel kesitte, TKP, Uluslararası Komünist Hareket’in merkezi örgütlenmesi olan III. Enternasyonal’in seksiyonu konumundadır. Bu anlamıyla TKP’nin politikasını ele alırken, kendi ideolojik politik çizgisinin yanında, yanılmaz otorite olarak kabul edilen III. Enternasyonal’in hatalarından kopamamasını da irdelemek durumundayız. Ki bu hatalı yaklaşım, Mustafa Suphi için de söz konusudur. Karadeniz’de Kemalistler tarafından katledilmesinin arka planında, dönemin komünist merkezi tarafından, Kemalistlere dair yapılan hatalı tespitler vardır. Suphi’nin, Mustafa Kemal’e ilişkin var olan hatalı yaklaşımının payı bu hatalı tespitlerden beslenmektedir. Mustafa Kemal ve Kemalistlerin “milli kurtuluş mücadelesine” atfedilen ilericilik rolünün, devrimci-komünist hareket cenahında yarattığı kambur, sadece dönemsel anlamda bazı olumsuz pratiklerin zemini olmamış, uzun bir tarihsel süreç, devrimci hareketin rotasını yanlış yönlendirmiştir.
III. Enternasyonal’in her tarihsel döneminin yanılmaz otorite olarak kabul görmesi, ürettiği her politikanın, tartışmasız kabul edilmesi, tarihsel anlamda sadece coğrafyamız devrimci mücadelesinde bir kambur yaratmamış, aynı zamanda uluslararası komünist-devrimci hareketler açısında da derin sancılar yaratmıştır. Kısa bir tarihsel hafıza olarak; III. Enternasyonal, Lenin’in önderliğinde, ideolojik-politik ve pratik olarak, burjuva anlayışların karargahı haline gelmiş II. Enternasyonal’den koptuğu tarihsel dönem, Lenin dönemi ve hemen sonrası, 1930’lu yıllarda Stalin önderliğinde SBKP içinde gelişen sağ çizgiye karşı verilen mücadele kesiti ve II. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarında, emperyalist işgallere karşı yürütülen mücadele süreçleri gibi, öne çıkan tutumlarıyla temsil ettiği tarihsel dönem dışında, teorik-ideolojik-politik zeminde, Marksizm’in, Leninizm’in hayat bulmasında “çıtayı düşüren” bir rol oynamıştır. Ki vurguladığımız bu tarihsel kesitlerde de, uluslararası komünist hareket ve ülke devrimleri açısından, hazır reçetelere indirgenerek belirlenen politikalar, eleştiriye ve tutum almaya açık politikalardır.
ML ilkeler ekseninde bu tutum, Başkan Mao önderliğindeki ÇKP de, açık ve somut olarak gelişmiştir. Devrimler tarihi açısından, 1927 ayaklanmasının yenilgisinden sonra, ÇKP’nin, III. Enternasyonal’e rağmen sürdürdüğü devrimci-komünist hamle ve Mao önderliğinde gerçekleşen Çin Devrimi, bu anlamda nitel bir süreçtir. Devrim, hazır reçetelere indirgenemez ve her toplumsal koşulun somut tahlilleri üzerinden sürdürülen komünist devrimci politikanın eylemidir. Komünist örgütsel merkezler içinde gelişen her türlü burjuva ideolojilere, hatalı tutumlara karşı verilen ideolojik mücadele, burjuva ya da her toplumsal koşula denk, gerici sınıflar iktidarına karşı verilen devrimci savaşın bir parçasıdır, siyasal iktidar mücadelesi ve iktidarın zapt edilmesi dönemlerinde, bu ideolojik mücadele ötelenemez. Bu anlamıyla, Büyük Proleter Kültür Devrimi ile ML’nin yeni nitel aşaması olan Maoizm’in, bu tarihsel kesitlerdeki tutumuyla birleşmek, devrimin önündeki çelişkileri bu çözüm anahtarı ile çözmek, komünist olmanın temel kriteridir. Kaypakkaya’nın, ‘72 Nisan çizgisiyle açtığı çığır, bu komünist miras üzerinden şekillenmiştir.
‘72 Nisan Manifestosu’nun önderi Kaypakkaya, bu komünist mirasın üzerine basarak, coğrafyamız tarihiyle hesaplaşmıştır. “TC” faşist iktidarı olan Kemalizm’e yönelik geliştirilen onaylama politikaları, Kürt ulusal sorununa ve Ermeni Soykırımı, Rum, Keldani, Kürt katliamlarına yaklaşım, kapitalist ilerlemeci, aydınlanmacı ve Batı felsefesi merkezli tutum, TKP özgülünde, sol-sosyalist mücadele adına hareket etme iddiasında olan, politik hattın ve anlayışların sonucuydu. Tam da bu kesitte, Kaypakkaya’nın TKP “mirası” ile ortaya koyduğu tutum, komünist çizgi ile burjuva devşirmesi çizgilerle arasındaki kalın çizgileri beyan eden bir tutumdur. Mustafa Suphi dönemini bir miras olarak alan Kaypakkaya, “Komünizm davasına devrimci yürekten bağlı, ama revizyonist önderlik yüzünden, inançları ve enerjileri yanlış yerlere kanalize edilmiş, işçi, köylü ve aydın kadroların, sübjektif olarak kafalarında ve yüreklerinde taşıdıkları ‘devrim’ ve ‘komünizm’ ateşinin sarsılmaz inancını” esas alarak, reformist-revizyonist TKP ile arasına granitten duvarlar örmüştür. Bu ideolojik tutum, ‘71 devrimci çıkışındaki ayrışımın da temelidir.
”71 Devrimci kopuşu ve Kaypakkaya”
Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim tarihinde, ‘71 devrimci çıkışı, çok önemli bir kesiti ifade eder. Bu devrimci kopuş sürecinde, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan devrimci önderlik rolünü oynasalar da, komünist çizgi zeminindeki kopuşu Kaypakkaya yaratmıştır. İdeolojik, teorik, politik ve pratik olarak, komünist devrimci çizginin tarihsel ön belirleyeni, özellikle 1960’lı yıllarda TİP içinde, MDD (Milli Demokratik Devrim) ve SD (Sosyalist Devrim) ayrışması üzerinden süren tartışmalar, alınan pratik politik tutumlardır. H. Kıvılcımlı ve M. Belli gibi anlayışların etkisinde olan MDD çizgisi, SD’nin parlamentarist çizgisi karşısında, dönem olarak aydınlanan gençlik hareketleriyle kurduğu ilişkilerle ayrılmaktadır. MDD’nin çıkarmış olduğu Türk Solu dergisi, gençlik hareketinde yaşanan ayrışmalar ve tutum farklarından kaynaklı “Al Aydınlık” (Aydınlık Sosyalist Dergi) ve “Ak Aydınlık” (Proleter Devrimci Aydınlık) ayrışması doğmuştur. Ama her iki kesim de sırtında var olan kamburdan kurtulamamıştır. M. Belli ve H. Kıvılcımlı’nın, orducu, Kemalist, ordu içinde “sol” bir darbe ile beklenen “devrim hayali” her iki kesimin referans noktasıdır. Bu süreçte PDA içinde olan komünist önder Kaypakkaya bu ayrışımı şöyle ifade ediyordu:
“M. Belli saflarında yeni bir çelişme ortaya çıkmıştı. Bir yanda gençliğin kendiliğinden gelme mücadelesini temsil eden ve bu anlamda aktivizmi savunan küçük burjuva önderleri, öbür yanda da her türlü aktif mücadeleyi reddeden pasifist burjuva unsurlar vardır.”
Gençliğin ağırlaşan faşist baskılara karşı verdiği mücadele, ağır bedeller ve “TC” iktidarının katliamlarına karşın gelişirken, 15-16 Haziran büyük işçi direnişi, köylük alanlarda yoksul köylülerin geliştirdiği toprak işgali ve eylemler karşısında, politik-teorik lafazanlık yapmakla yetinen PDA’nın, ASD’nin durumu, komünist- devrimci bir kopuşun zorunlu olduğunu tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyordu. Özellikle 15-16 Haziran işçi direnişi, bu ayrışımda bir turnusol rolü oynamıştır. M. Belli’nin “Sıkıyönetim tarafsız kalmalıdır” manşeti, ordunun işçileri katletmede aldığı rolle, hükümsüz ve anlamsız kalmıştır. Bu tarihsel direniş, her kesimin sınıfsal niteliğini ortaya koyma açısından önemli sonuçlar yaratmaktadır. Mahir Çayan bu gelişmeler akabinde, ASD’den ayrılarak, THKP-C’yi kuran süreci başlatmıştır. Ve bu gelişmeler Deniz Gezmiş’in, THKO’yu kurmanın siyasal-pratik zemini olmuştur. Faşist iktidarın ordusu mu? Ezilen ve sömürülen kitleler mi? Silahlı devrimci savaş mı? Pasif “devrimci” lafazanlık mı? Haziran işçi direnişinin somut olarak ortaya çıkardığı bu sorulara, Mahir ve Deniz radikal devrimci çıkışla cevap verseler de, Kaypakkaya’nın ulaştığı senteze ulaşamadıkları tarihsel bir hakikattir.
15-16 Haziran işçi ayaklanmasına, “TC” ordusunun direkt müdahalesi, ordudan “sol” darbe ile devrim bekleyen anlayışlara, somut olarak büyük bir darbe vurmuş ve ordu karşıtı silahlı devrimci mücadelenin saflarını güçlendirmiştir. Mahir ve Deniz’in, THKP-C ve THKO’yu kurarak bu devrimci kanalda yürümeleri tabi ki, silahlı devrimci savaş açısından önemlidir. Ama, tasfiyeci-revizyonist süreçten kopuş sadece bununla sınırlı değildir. Daha köklü ideolojik ve siyasal hesaplaşmanın yapılması gerekiyordu. Mahir ve Deniz, Türkiye devrimci mücadelesinin, iki ana kanalını oluşturarak, silahlı devrimci süreci örgütleseler de, Kemalizm, ulusal sorun, uluslararası komünist hareketin durumu, aydınlanmacı-pozitivist Marksizm’in etkileri gibi başlıkların yanında, içten burjuva güruhlar tarafından fethedilen SBKP ile Mao önderliğindeki ÇKP arasında yaşanan ayrışmada (Özellikle 1956 SBKP’nin XX. Kongresi ve 1963 ÇKP ile SBKP arasındaki polemikler), geçmişin hatalı yanlarından kurtulamamış, doğru tutum almayarak bu kamburu taşımaya devam etmişlerdir.
Tüm bu sorunlara köklü neşter, fikirlerini yanındaki birkaç kadro ile birlikte ‘72’de kurulan TKP(ML)’nin çizgisinde sistemli hale getiren Kaypakkaya vurmuştur. Sürecin kırılma anını teşkil eden 15-16 Haziran işçi direnişinden Kaypakkaya’nın çıkardığı dersler, bir direniş anını özetleyen durumdan öte, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimini direkt belirleyen sonuçlardır. Kaypakkaya bir süreç boyunca sürdürdüğü ideolojik-siyasal mücadelesini, Haziran direnişinin dersleriyle, Türkiye-Kuzey Kürdistan öncü kurmayının bayrağı haline getiriyordu. Devrimin şiddete dayanacağı, bunun zorunlu ve kaçınılmaz olduğu, M. Belli, D. Avcıoğlu, H. Kıvılcımlı gibi kişiliklerin anlayış önderliğini yaptığı, “cuntacı hayallerin ve anti Marksist devlet-ordu tahlillerinin tüm saçmalığını, elli yıllık legaliteye bel bağlayan revizyonist örgütlenmelerine meydan okuyarak mahkûm ediyordu.
Kaypakkaya, Türkiye-Kuzey Kürdistan komünist hareketinin, manifestosu olan ‘72 çıkışını hazırlayan ortamı “Kahraman işçi sınıfımızın, özverili köylülerimizin ve yiğit gençliğin çığ gibi yükselen mücadelesi, hızla yayılan Marksist-Leninist yapıtlar, Çin’de Başkan Mao’nun önderliğinde yer alan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan etkileri” sözleriyle ortaya koyuyordu. ‘72 Nisan çıkışı, bu zeminin bileşenleri ve Kaypakkaya’nın üzerinden yükseldiği, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ideolojik-siyasal-örgütsel mayasından alıyordu. Özellikle, Kaypakkaya’nın BPKD’nin ideolojik-politik etkisini, coğrafyamıza berrak bir bilinçle taşıması, Marksizm’in nitel ilerlemeler süreciyle Leninizm’den Maoizm’e uzanan pratik, politik, ideolojik hattını, güçlü bir kavrayışla devrim sorunlarında çözüm anahtarı haline getirmesi, komünist niteliğinin ana zemini olmuştur.
24 Nisan 1972’de Kaypakkaya önderliğinde kurulan proletarya partisinin stratejik tehlike ilan edilmesinin temel sebebi, ihtilalci komünizmin temsilcisi olan önder Kaypakkaya’nın fikirlerinin, ideolojik, politik, pratik stratejik konumlanışıdır. Çünkü, ‘72 Nisan komünist çığırı ve öncülüğü, sadece, bilumum reformist-revizyonist anlayışları yerle bir etmiyor, tekçi, inkârcı, imhacı faşist iktidar biçiminin tüm mahiyetlerini, parlak komünist fikirlerle deşifre ediyordu. Faşist Kemalist iktidar, Ermeni, Kürt, Rum, Süryani ulusuna mensup ezilenleri kırımdan geçirerek, Türk ırkçılığı-Sünni İslam paradigmalı bir egemenlik sisteminin adıdır. Kuruluş felsefesi bu çizgiye dayanan “TC”nin, emekçilere, ezilen uluslara ve inanç gruplarına olan katliamcı, soykırımcı pratiği, bu tarihi komünist çıkış karşısında büyük bir darbe alıyordu. Uluslararası alanda ve Türkiye-Kuzey Kürdistan komünist-devrimci hareketinde var olan geleneksel, aydınlanmacı, kapitalist uygarlığı kutsayıcı yaklaşımlardan köklü bir kopuş söz konusuydu.
”Tarihsel materyalizm ve diyalektik felsefenin yerine ikame ettirilen, idealist-ampirizm, aydınlanmacılık, tarihsel süreç boyu bir yığın burjuva-feodal gerici iktidarların icraatlarını “devrimci” ilan etmişti. Sosyalizm, kapitalist gelişmenin doğrudan sonucudur tezi üzerinden, proleter devrim ve komünist partileri reddeden II. Enternasyonal’in fikirleri, farklı biçim ve tonlarda komünist hareketi kemirmeye devam ediyordu. Jön-Türkler, İttihatçılar ve Kemalistlerin, sınıfsal niteliği doğru tanımlanmıyor, eski anlayışın yükleri taşınıyordu. Kemalist faşist orduların, Ermeni Soykırımı, Kürt isyanlarını kanla bastırması, Dersim, Ağrı, Koçgiri katliamları, feodal reflekslerin ilerlemeci, kalkınmacı “devrimci” hamlelerle tasfiye edilmesi olarak değerlendiriliyordu.”
İşte Kaypakkaya, diyalektik, tarihsel-materyalist yaklaşım ve metotla, uluslararası ve coğrafyamızda var olan resmi “sosyalist” külliyete, ilk neşteri vurdu ve 24 Nisan TKP(ML)’nin kuruluşunu ilan etti. Çünkü bilinir ki, komünist partisi olmadan, ezilen-sömürülen sınıf ve halk katmanlarının iktidar mücadelesini kumanda etmek olanaksızdır. Ve yine temsil ettiği ezilenleri temsil eden bir parti, iktidar mücadelesi sürdürmüyorsa ve iktidarı aldıktan sonra komünizm perspektifiyle toplumsal-siyasal-iktisadi sürece yön vermiyorsa, o parti komünist partisi değildir. Komünizm perspektifi ile tarihsel sürecin özgün koşullarını köklü analize tabi tutan ve ulaştığı sentezleri, stratejik araçlarla ezilenlerin mücadelesinde ortaya koyan ‘72 Nisan çıkışı, bugün kırk altı yıllık bir mücadele deneyiminin, siyasal iktidar ısrarının, büyük bedellerle devrimci savaş perspektifinin kumandanıdır. Revizyonizme, oportünizme, reformizme ve her türden burjuva anlayışlara, burjuvazi ve türevi faşist iktidara karşı iktidar mücadelesi sürecinde, amansızca karşı duran ‘72 Nisan Manifestosu, bugün de tarihsel gelişmelere denk nitel ilerlemesiyle, devrimci savaşın başındadır.
”72 Çizgisi ve Kaypakkaya’yı tarihsel dönemin sentezlerine hapsetmek dogmatizmdir”
Toplumlar ve doğa tarihi durağan değildir. Gelişim ve değişim, var oluşun temel yasasıdır. Diyalektik yasa ve sınıflar mücadelesinin sonucu olarak sürekli var olan gelişme ve ilerleme, burjuva idealist sınıf ve ideologları tarafından çarpıtılarak, tarihin tekerrürden ibaret olduğu ve gerici egemenliklerini baki göstermek için tarihin sonu olduğu savı, tüm toplumsal gelişmeler tarafından mahkûm edilmiştir, edilmektedir. Bu gerici idealist kampın karşısında, diyalektik ve tarihi materyalizm, toplumlar tarihinin sınıflar mücadelesinden ibaret olduğunu açıklayarak, tarihsel ve toplumsal ilerlemenin kaçınılmazlığını tüm değişim ve ilerleme süreciyle birlikte toplumlar tarihinin ilerlemesiyle de kesin biçimde kanıtlamaktadır. Bu süreç toplumsal süreçlerde yer alan siyasi hareket ve partiler için geçerliyken, ‘72 Manifestosu da bundan muaf değildir.
72 Manifestosu ve Kaypakkaya komünist bir çizgi, diyalektik ve tarihsel materyalist bir yöntem ve ezilenlerin kurtuluşu için siyasal iktidarı, devrimci savaşla zorla ele geçirme kurmaylığıdır. Parti, Ordu, Cephe stratejik araçlardır. Devrimin özneleri, ezilen yığınlardır. Devrimci-komünist savaş stratejisi, devrimin herhangi bir anını temel alarak, planlar yapmak ve devrimin hedeflerini gerçekleştirmek içindir. Stratejik devrim araçlarının altında, bin bir türlü taktik araçlar kullanıldığı gibi, savaşın stratejik planlarına bağlı bin bir taktikle devrimci savaş sürdürülür. Belirleyici ve tayin edici olan, komünizme ulaşana kadar, komünist ilkelerle donanımlı, KP’sinin belirleyiciliğidir.
‘72 Çizgisi ve Kaypakkaya’yı, tarihsel dönemin teorik sentezlerine hapsetmek, her tarihsel koşulu bu sonuçlar üzerinden açıklamaya çalışmak, biçimciliktir, statükoculuktur, dogmatizmdir, idealizmdir. Tayin edici olan ilke ve amaçlar zemininde belirlenen komünist çizgidir.”
Komünist ideolojik köklere bağlı kalınarak, teorik-siyasal-stratejik eksende sürece uygun doğru politikalar belirlemek, diyalektik-tarihsel materyalist metotla sentezlere ulaşmak, Kaypakkaya çizgisinin hükmüdür. Tam da bu kesitte, TKP(ML)’nin organik bileşeni ve devamı olan MKP, diyalektik-tarihsel gelişimin nitel ilerletilmesidir. ‘72 Manifestosunun komünist çizgisinin devamı olarak, devrimin tüm ihtiyaçlarına, stratejik olarak cevap olma çağrısıdır.
Uluslararası ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki, sosyal, siyasal, iktisadi gelişmeler, dünün teorik saptamaları üzerinden hazır reçeteler haline getirilmiş politikalar üzerinden devrimci savaş sürdürülemeyeceğini ortaya koyuyor. Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki gelişmeler, komünistleri çözüm projeleriyle devrimci savaş stratejileri geliştirmeye davet ediyor. Emperyalist hegemonya, emperyalist bloklar ve bölgesel gerici güçler arasındaki dalaş, mazlum uluslar, inançlar, sömürülen ve ezilen halklar üzerinde, katliam ve işgallerle sürmektedir. Bu sürece göre kendini, açık faşist diktatörlük paradigmasına göre merkezileştiren Türk hâkim sınıflarının, geliştirdiği savaş konsepti ve işgal, komünistlere daha büyük sorumluluklar ve savaş düzeyini dayatmaktadır.
İktidarı alacak stratejik araçlarla devrimci savaşı kumanda etmek ciddi bir iştir. Bu ciddi işte komünist partisinin rolü tartışmasızdır. ‘72 Nisan çizgisinin, tarihsel nitel ilerlemelere göre, bugün ortaya koyduğu teorik, politik, örgütsel, askeri tezler, ezilenlerin geleceği kazanma perspektifidir. Komünist partisinin önderliğinde, bilinçli Sosyalist Halk Savaşı ile iktidarı feth etme, Kaypakkaya’nın güzergâhıdır. Onun, “herkesin gözleri önünde göklere çektiği kızıl bayrağın” öğrettiği ve gösterdiği budur.
Bu makale ilk olarak Halkın Günlüğü’nde yayınlanmıştır.