Sivil darbe altındaki siyasi süreç ve proleter devrimci yaklaşım

kaypakkayaresimsonHiçbir tereddütte yer yok ki, güç, olanak ve yeteneğimiz oranında faşizme ve sivil darbeye karşı her türlü devrimci eylem, direniş ve savaş pratiğinde olmalıyız Hatta bir parça serüvenci de olmalıyız Dayatılan tasfiye, teslimiyet ve yok etme yönelimi centilmen mücadelelerle göğüslenip karşılanamaz Gerici zorun anladığı dil devrimci zordur En önemlisi de devrimci eylem ve silahlı mücadele zorunluluğu keyfi ya da duygusal değil, bilakis nesnel durum ve somut şartlardan doğan bir gereksinimdir. Bu nedenle, ağır bedellerle karşılaşma, darbelenme ve gerektiğinde ölümü göğüsleme pahasına çok yönlü devrimci direniş ve eylem, silahlı mücadele ve savaş pratiğine göstermekte tereddüt edilemez, edilmemelidir. Tavır, basit bir düello mantığıyla hareket etme ya da kahramanlık sergileme değil, faşizme karşı meşru doğal direniş çerçevesinde halkın ve devrimin savunulması görevinin yerine getirilmesi, tarihsel sorumluluk ve devrimci duruşun militan nitelikte ortaya konulmasıdır. Faşizme karşı direniş ve mücadele onursal bir sorun, ikilem tanımaz bir görev ve ertelenemez bir haktır

HABER MERKEZİ (16.09.2016)-Takip edilmesi zor ve amiyane değimle ”baş döndürücü” hızda siyasi gelişmeler sürecinden geçmekteyiz. ”Paralelci” askeri darbe girişimi, iktidarın bu darbeyi manivela ve gerekçe ederek peydahladığı sivil faşist darbe, OAHL kararı, Kanun Hükmünde Kararnameler, yüzbinlerle ifade edilen kamu çalışanı, ordu mensupları ve hakimden savcıya kadar hemen her kurumda personel, bürokrata varan büyük tasfiye dalgası, HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından sonra mahkemelere ifadeye çağrılması, yıllardır görüşmeleri kesilen Öcalan’a bayram görüşünün yaptırılması, onlarca belediyeye-Kürt belediyelere kayyum atanması, işgüzar kayyumun Kürtçe belediye tabelasını indirip Türkçe tabela asması ve taze İçişleri Bakanı’nın “Kürtçe bizlerin dilidir” diyerek Kütçe tabelayı geri astırması, Rusya ile ciddi derecede sorunlu olan ilişkilerin düzeltilmesi, sınır ötesi hareket olarak Suriye veya Batı Kürdistan topraklarının işgal edilmesi(Türk askerinin Cerablus’a girmesi) şeklindeki gelişmeler bu baş döndürücü hıza sahip siyasi sürecin öne çıkan belli başlı gelişmeleridir…

Bu siyasi hengâmede siyasi iktidarın kendisine dönük askeri darbe girişiminden türettiği sivil faşist darbesi burjuva cepheden esen tüm gelişmelere renk ve yön veren ana kaynak durumundadır. Tüm tehdit ve tehlike bu sivil darbenin faşist yönelim ve muhtevasında öbeklenmektedir. Açık faşizm dönemlerine has uygulamaları geride bırakırcasına kapsamlı ve ağır baskı ve saldırı süreci yürütülmektedir. Bu süreç içten içe toplumsal gerilimi had safhaya çıkarmakta, devrim tabanını sertleştirmektedir. Öyle ki, yedeklenen burjuva muhalefet bile durumun vahametini idrak ederek(MHP’yi saymazsak) tez elden pozisyonunu değiştirme çabasına girdi. MHP yedek lastik pozisyonunu (iç muhalefet sorunları karşısında iktidarın desteğini almak için) ısrarla sürdürmeye devam etmektedir. Ki, iktidarın faşist baskı ve uygulamaları esasta Kürt ulusuna dönük ağırlık gösterdiği için MHP faşist kimliğine uygun olarak da iktidarın bu yöneliminde mutabık olmaktadır. Erdoğan/AKP güruhu şuursuz saldırganlık ve faşist baskı şampiyonu olarak açık faşizmin kalesi, çelişkinin ana halkası, devrim ve halkın baş düşmanı durumundadır. Aynı karakteriyle milli zulüm ve tekçi-ırkçı Türk milliyetçiliğinin etkin odağı, imha-inkâr politikalarını soykırımcı katliamlara taşıyan amansız Kürt düşmanlığının kıdemli temsilcisi durumundadır. Bütün bu değerlendirmelerimiz bugün uygulanan politika ve saldırılarla somutlanmakta, her bakımdan çıplak birer gerçek olarak gözler önündedir…

Faşist baskı ve saldırganlığın açık faşizm olarak yürütüldüğünü uzun uzadıya açıklamak veya ispat etmeye çalışmak gereksiz olup, salt teorik laf gevezeliğiyle tavır tutum almak yeterince anlamlı değildir. Zira çıplak gerçekler her şeyi söylemekte, hâkim sınıflar da inkâr ve örtünmeye gerek duymadan bunu alenen kabul ve itiraf etmektedirler. Sözün bittiği yer denen mihenke gelinmiş, katıksız biçimde eylem demidir. Tek eylem biçimiyle mücadele cephesini daraltmadan her türden devrimci meşruiyete sahip eylem ve mücadeleye başvurulmalı, en geniş kitlelerin harekete geçirilerek kitlelerin devrimci pratiği geliştirilmelidir. Çünkü sürece dair değerlendirmeler ispata yer bırakmayacak kadar doygunluğa ulaşmış, yapılan değerlendirmeler objektif gerçeği yeterince ve yalın biçimde ortaya koymuştur. O halde şimdinin sorunu bu sürecin nasıl göğüslenmesi gerektiğine ilişkin tartışmaların somut pratik siyasetlerdeki karşılığının ne olması gerektiği üzerinde yoğunlaşmak olmalıdır. Kim haklı kim haksız, kim hatalı kim eksik minvalinde hiçbir tartışmanın yeri yoktur artık. Dayatılan darbe, açık faşizm altında yaşamın nasıl sürdürülebileceği ve elbette bu faşist saldırganlığın nasıl bertaraf edileceğinin pratik görevlerini konuşmanın zamanıdır.

Darbe veya faşizm teorik münakaşa ve entelektüel lafazanlık ya da söz düellolarıyla engellenip püskürtülemez. Aydın, demokrat ve entelektüel cephe mücadelenin ayrılmaz bir parçası olarak elbette değerlidir fakat bugün mücadele pratik sahada anlam kazanmakta, davranış mecrasına girmiş bulunmaktadır ki, aydın ve entelektüel cephe de bu mecrada taraf almak durumundadır. Saflar net ve bıçak sırtı kadar kesin, tutum ve davranış dili yaşamsal önemde gelip kapıya dayanmıştır. Tercih hakkı ak ile kara arasındaki ayrım kadar berrak biçimde saptanmış, kıyım algısıyla köpüren faşist pervasızlık tarafından mülahaza safhası hepten ortadan kaldırılmıştır… Halk kitleleri ve ulus iradesini hoyratça ayaklar altına alıp darbe yapmaktan sakınmayan mevcut faşist diktatörlük devrimci eylem ve savaştan başka bir hakka yer bırakmamıştır. Baskıya karşı devrimci direniş, faşizme karşı silahlı devrimci savaş ve mücadele, faşist iktidar ve tek adam sultasına karşı her millet ve milliyetten proletarya ve halk kitlelerinin direnişi-ayaklanma hareketi, milli baskı, zulüm ve kırıma karşı ezilen bağımlı ulus ve azınlıkların başkaldırısı ve son tahlilde tüm savaşımın sınıfsal perspektifle sosyalizm uğruna Sosyalist Halk Savaşı siperlerinde birleştirilmesi tek doğru devrimci yol ve görevdir. Buradan benmerkezci ya da dar grupçu kaygılarla hareket edip siyasi süreçte ittifak edilecek güçlere dayatmalarda bulunarak ittifak ve ortak mücadelelerden uzak durma sonucu çıkarılamaz, çıkarılmamalıdır. Bilakis, bütün aydın, ilerici, demokratik, devrimci ve sosyalist güç ve bireylerle demokratik şartlarda olmak kaydıyla ve somut siyasi sürecin ihtiyaçları temelinde çeşitli biçimlerde ortak mücadelelere açık olmalı, bunu teşvik etmeliyiz. Süreç devrimci cephenin genişletilmesini dayatırken, devrimci savaşın büyütülmesini ihtiyaç olarak ortaya koymaktadır…

Hiçbir tereddütte yer yok ki, güç, olanak ve yeteneğimiz oranında faşizme ve sivil darbeye karşı her türlü devrimci eylem, direniş ve savaş pratiğinde olmalıyız. Hatta bir parça serüvenci de olmalıyız. Dayatılan tasfiye, teslimiyet ve yok etme yönelimi centilmen mücadelelerle göğüslenip karşılanamaz. Gerici zorun anladığı dil devrimci zordur. En önemlisi de devrimci eylem ve silahlı mücadele zorunluluğu keyfi ya da duygusal değil, bilakis nesnel durum ve somut şartlardan doğan bir gereksinimdir. Bu nedenle, ağır bedellerle karşılaşma, darbelenme ve gerektiğinde ölümü göğüsleme pahasına çok yönlü devrimci direniş ve eylem, silahlı mücadele ve savaş pratiğine göstermekte tereddüt edilemez, edilmemelidir. Tavır, basit bir düello mantığıyla hareket etme ya da kahramanlık sergileme değil, faşizme karşı meşru doğal direniş çerçevesinde halkın ve devrimin savunulması görevinin yerine getirilmesi, tarihsel sorumluluk ve devrimci duruşun militan nitelikte ortaya konulmasıdır. Faşizme karşı direniş ve mücadele onursal bir sorun, ikilem tanımaz bir görev ve ertelenemez bir haktır.

Bütün bu görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi ve sözde değil gerçekte bir devrimci savaş ve silahlı eylemin ortaya koyulabilmesi için, bu pratiğin ön zorunlu şartı ve bağlaşığı olan devrimci örgüt-örgütlenme gücünün militan çizgide inşa edilerek söz konusu görevlerin yerine getirilmesine cevap verecek hale getirilmesi şarttır. Aksi halde lafazanlığı aşıp gerçek devrimci pratiğin sahibi olamayız. Söz hakkına sahip bir taraf hiç olamayız. Savaşmak için savaşma kapasitesine sahip bir örgütsel güç ve niteliğe sahip olmak zorunludur. Aynı zamanda böylesi bir örgütsel güç ve niteliği karşılayan militan kişiliklere, kadro ve savaşçı potansiyele sahip olmak gereklidir. Bunlar yaratılmadan büyük bir savaş yürütmekten söz etmek devrimci ciddiyetten yoksundur. Savaş kapasitesine sahip olmadan ve savaş yürütme düzeyinde askeri düzeyde yeterlilik taşıyan bir örgüt ve örgütlenme gücüne sahip olmadan söz konusu devrimci eylem ve silahlı mücadelenin gerçek bir savaş boyutunda ortaya konulması tasavvur edilemez. O halde ivedilikle bu örgütsel gücün nicel ve nitel olarak inşa edilmesine eğilmeli, stratejik bir yönelimle hareket etmeyi benimsemeliyiz.

Vurgulayalım ki, dikkat çektiğimiz bu sorun temel bir sorundur ve küçümsenmeyecek kadar devrimci savaşın sergilenmesini mümkün kılan bir görevdir. Dolayısıyla yukarıda dikkat çektiğimiz bu ihtiyaç veya görev asla devrimci eylem ve silahlı mücadelede tereddütsüzce yer alma pratiğine girme tavrından geri adım veya onu esneten bir yaklaşım ya da bilinç değildir. Tersine, etkin devrimci mücadele ve silahlı eylemin ortaya konulması için yerine getirilmesi gereken zorunlu devrimci göreve işaret etmektir. Özcesi, nicelik ve nitelik bağlamında inşa edilmesi ihtiyaç olan bu görev yerine getirilirken, bu göreve koşut biçimde devrimci eylem ve silahlı mücadele pratiği de yürütülmelidir. İki görevi yürütülmesi hem mümkündür, hem de zorunludur. Sosyalistler olarak bugün karşı karşıya olduğumuz tablo ve bu tablo karşısındaki yükümlülüklerimiz özetle bunlardır.

http://www.halkingunlugu.org/