Ulucanlar Katliamı Vesilesiyle

ulucanlaronlar-sehitleriTürkiye-Kuzey Kürdistan hapishanelerinde bulunan binlerce politik tutsak, ağır tecrit altında, kazanılmış bütün hakların birer birer geri alındığı ve her türlü baskı-zulmün ilk elden uygulandığı bir mekanizmanın altında ezilmeye çalışılıyor Hapishanelere dair komünist-devrimci-ilerici güçlerin var olandan daha etkili, güçlü ve sonuç alacak politikaları zaman kaybetmeksizin yaşamsallaştırması gerekiyor

HABER MERKEZİ (23.09.2016)-Faşist Türk devletinin kuruluşundan bugüne varlığını, çeşitli ulus, milliyet ve inançtan halkımıza karşı sistematik sömürü, baskı, zulüm ve katliamlarla devam ettirdiğini birçok tarihsel olayla yaşadık, tanık olduk. Ermeni ulusuna karşı gerçekleştirilen soykırım üzerinden gerici-faşist kuruluş sürecini hayata geçiren “TC” devletinin şimdiye dek süregelen tarihinde yüzbinlerce insanın katledildiği karanlık-gerici-faşist bir gelenek söz konusudur. Ağrı, Amed, Dersim, 5-6 Eylül, 12 Mart, 12 Eylül, Kızıldere, Vartinik, Çorum, Maraş, Malatya, Gazi, Ümraniye, “Faili meçhuller”, Ulucanlar, 19-22 Aralık, Mercan, Roboski, Suruç, Ankara olayları ilk akla gelen vahşi katliamlar olarak sayabileceğimiz katliamlardan. Faşizmin bu katliam tarihini her daim akılda tutmak, hatırlayıp, hatırlatmak ve doğru dersler çıkarmak elzem bir görev olarak komünist-devrimcilerin önünde durmaktadır. Bu tür hatırlama ve anma eylemlerini “modası geçmiş, takvimsel eylemler, anmalarla devrimcilik yapılmaz” vb. yaklaşımlarla basitleştirip, içine boşaltmaya çalışanlar, kuşkusuz dünya halklarının kan ve can bedeli yaratıp bugünlere taşıdıkları değerlerimize, tarihimize yabancılaşıp, devrimci mücadele ve devrimden bir şey anlamadıklarını göstermektedir. Evet bu tarih doğrusu-yanlışıyla bizimdir ve kanla yazılan tarih asla silinmez diyoruz. İşte, kanla, ölümle tarihe kazınmış günlerden biriside 26 Eylül 1999 tarihinde Ulucanlar Hapishanesi’nde faşist Türk devleti tarafından gerçekleştirilen katliamıdır.

Katliama Giden Arkaplan

12 Eylül 1980 Askeri Faşist Cunta(AFC)’sı sonrası derin bir sessizliğe bürünen Türkiye-Kuzey Kürdistan toplumsal hareketi, 1990’lara gelindiğinde, özellikle kamu emekçileri ve üniversite gençliği tarafından gerçekleştirilen Bahar Eylemleriyle yeni bir siyasi sürecin işaretini de veriyorlardı. 1989 bahar eylemlerini, 1991 yılında gerçekleştirilen tarihi madenci yürüyüşü, yine 1990’ların ilk yarısında ivme kazanan işçi direnişleri takip ediyordu. 12 Eylül döneminin ölü toprağı yavaş yavaş canlanıyor ve işçi-emekçilerin birçok alanda geliştirdiği mücadele deneyimleri adım adım kitlesel bir boyut kazanıyordu. 1990’lı yıllara damgasını vuran esas gelişme ise sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelesi veren devrimci örgütlerin özellikle Kuzey Kürdistanda ve Batı’nın yoksul-emekçi semtlerinde önemli bir güç elde edip, mevziler kazanmasıdır. PKK önderliğinde gelişen Kürt ulusal mücadelesi, büyük bir ivme kazanmış, önemli bir güç olarak faşist Türk devletinin karşısına dikilmişti. Yine başta Maoist güçler olmak üzere, illegal-silahlı mücadele yürüten devrimci güçler hemde nitel hem nicel olarak ciddi bir gelişme kaydederek, faşizme karşı etkin bir mücadele yürütüyorlardı. Faşist Türk devletinin yaşanan bu toplumsal gelişmeler karşısında, her türlü kirli yöntemle sürdürdüğü topyekün gerici savaş pratiği ise bir tarafta Kuzey Kürdistan binlerce köyün yakılıp-yıkılarak boşaltılması, diğer tarafta ise şehirlerdeki yoksul-emekçi semtlere dönük kapsamlı katliam saldırıları şeklinde gelişiyordu. Bu faşist saldırı furyasının en önemli saldırılarından birisi Gazi-Ümraniye katliamları olarak tarihe geçti. Toplumsal muhalefetin yükseldiği, komünist-devrimci-ilerici güçlerin önemli bir güç haline geldiği bu tarihsel süreçte, faşizm bir yandan en kirli yöntemlerle katliamlar gerçekleştirip, özellikle Çiller-Ağar konsepti adıyla binlerce insanı “faili meçhul” cinayetlerle katlederken, diğer yandan ise binlerce komünist-devrimci-demokrat insan tutuklanarak hapishanelere dolduruldu. Ülkemiz tarihinde devrimci mücadelenin en önemli alanlarından biri olan hapishaneler, bir kez daha faşizmin sistematik saldırılarıyla karşı karşıyaydı. Faşist Türk devletinin ABD-AB’den ithal ettiği F Tipi Hapishaneler sürecini hayata geçirmek için başlattığı ilk saldırı furyası 1996 yılında gerçekleştirilen ölüm oruçları eylemlerine çarpmıştı. 1996 yılında devrimci tutsaklar tarafından gerçekleştirilen ölüm orucu eylemi büyük bir ses getirmiş, içerde ve dışarda yapılan çalışmalar neticesinde ölüm orucu eylemi zaferle sonuçlanmış, yapılan bu onurlu eylem neticesinde ise 12 devrimci tutsak yaşamını yitirmişti. O dönemin koşulları içerisinde F Tipi projesinde geri adım atan faşist Türk devleti ise yeni saldırı planları hazırlayarak, hapishanelere dönük kapsamlı bir saldırı süreci başlatmıştı.  Bu saldırı furyasının en vahşi şekliyle uygulandığı alanlardan biriside kuşkusuz Ulucanlar Hapishanesiydi. 26 Eylül 1999 tarihinde “tutsakların isyan çıkardığı” iddiasıyla Ulucanlar Hapishanesi’de bulunan devrimci tutsaklara karşı gerçekleştirilen saldırı neticesinde 10 devrimci tutsak katledilmiş, onlarcası ağır şekilde yaralanmıştı. Yüzlerce asker-polis eşliğinde, her türlü ağır silahın kullanıldığı Ulucanlar Katliamı’nda ölen ve yaralanan devrimci tutsaklara ağır işkenceler yapılmış, MKP dava tutsağı Cemal Çakmak gibi bazı tutsaklar ise yoğun işkence ardından öldü denilerek, morglara konmuştu. Ulucanlar katliamında yaşamını yitiren devrimci tutsaklar şunlardı; Ümit Altıntaş, Abuzer çat, Zafer Kırbıyık, Halil Türker, Habip Gül, İsmet Kavaklıoğlu, Önder Gençarslan, Aziz Dönmez, Ahmet Savran, Mahir Emsalsiz.

F Tipi Saldırısı

Sonraki yıllarda yaşananlar kanıtladı ki Ulucanlar Katliamı, faşist Türk devleti tarafından F Tipi Hapishanelere geçiş için bir prova niteliği taşıyordu. Ciddi bir siyasi ve ekonomik kriz süreci içerisinde olan faşist Türk devleti, 1999 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanıp İmralı Hapishanesi’ne konulması ve akabinde Öcalan’ın çağrısı ile PKK’nin ateşkes ilan edip, gerilla güçlerini ülke sınırları dışına çekmesinden dolayı önemli bir avantaj elde etmişlerdi. IMF tarafından hazırlanan uyum paketlerinin hayata geçirilebilmesi için ise toplumsal muhalefet güçlerinin etksizleştirilip, teslim alınması hedefleniyordu. Bu dönemde hapishaneler devrimci güçler açısında oldukça önemli bir mevziydi. Saldırıya bu mevziden başlamak faşist Türk devleti açısından oldukça önemliydi. F Tipi saldırısına karşı devrimci tutsaklar tarafından başlatılan açlık grevi ve ölüm oruçları eylemi devam ederken 19-22 Aralık 2000 tarihinde ülke genelindeki birçok hapishaneye büyük bir saldırı gerçekleştirilerek, onlarca tutsak katledildi, yüzlercesi yaralandı ve devrimci tutsakların tamamına yakını F Tipi hapishanelere konuldu. 2005 yılına kadar devam eden ölüm oruçları eylemleriyle beraber toplamda 122 devrimci tutsak yaşamını yitirdi.

Faşist Türk devletinin, hapishaneler politikası baskı ve katliamların en sık ve yoğun şekilde yaşanmasına sebep olmaktadır. Politik tutsaklar üzerinde uygulanan ağır tecrit ve tredman uygulamaları ile önemli bir direniş gücü etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu faşist politikalar bugünde bütün yoğunluğuyla devam ediyor. Türkiye-Kuzey Kürdistan hapishanelerinde bulunan binlerce politik tutsak, ağır tecrit altında, kazanılmış bütün hakların birer birer geri alındığı ve her türlü baskı-zulmün ilk elden uygulandığı bir mekanizmanın altında ezilmeye çalışılıyor. Hapishanelere dair komünist-devrimci-ilerici güçlerin var olandan daha etkili, güçlü ve sonuç alacak politikaları zaman kaybetmeksizin yaşamsallaştırması gerekiyor. Politik tutsakların sesine ses vermek, bu sesi bir çığlığa dönüştürüp faşizmin suratına ağır bir tokat olarak indirmek en büyük görevlerimizdendir.

Ulucanlar Katliamı’nın yıldönümü vesilesiyle bir kez daha buradan, devrim ve demokrasi mücadelesinde esir düşüp faşizmin zindanlarında her türlü baskı ve zulme karşı direnen devrimci tutsaklara selamlarımızı yolluyoruz.

http://www.halkingunlugu.org/