Siyasette Metot ve Anlayış Sorunları Üzerine!

bes-ustaNasıl ki, düşmana karşı mücadele alanı ve niteliğindeki siyasette yıkıcı karakter zorunlu ve ihtiyaçsa, dost ve halk için siyaset alanı ve niteliğinde birleştirici/yapıcı olmak o kadar zorunlu, o kadar ihtiyaçtır Bu alandaki siyasetin birleştirme karakterinin esas olduğunda hemfikir isek, mesele izleyeceğimiz veya izlememiz gereken metot sorununu çözmeye kalır Metot sorununda birleştirici olma karakteriyle hemfikir olunan temel anlayış esasen metot sorununu da çözüme kavuşturan zemindir Bunun yetmediği durumda yürütülmesi gereken tartışma şu soruyla yürütülmek durumundadır. İzlediğimiz metotla birleştirmiyor, bilakis dağıtıyorsak ya da yöntemimiz birleştirme yeteneği göstermiyor, tersine yalnızlaştırıyorsa, o halde metot ya da yöntemimizin hatalı olduğunu düşünüp gözden geçirmemiz gerekiyor. Birleştirici yöntem ne ise ona itibar etmemiz gerekiyor. Peki, birleştirici yöntem nedir, nasıl ele alınmalıdır?

HABER MERKEZİ (18.10.2016)-Siyaset somut meseledir. Siyasetin somut mesele olması, somut durum ve koşullar üzerinden yürütülmesi ya da şekillenmesinden iler gelir. Siyasetin, somut şartların ihmal edilerek salt teorik doğru ve değişmez ilkelerle biçimlendirilmesi ya da yürütülmesi siyasette kabızlıktan ileri sonuç vermez. Dolayısıyla, siyasetin teorik doğru, evrensel kanun ve ilkelerin sınırlılıklarından kurtarılarak bizzat somut koşul ve duruma uygun ele alınması kesinlikle gereklidir. Somut durumdan kopmamak kaydıyla, genel teorik prensiplerle gerçek yaşamın ihtiyaçlarını birleştiren siyaset tek doğru MLM siyasettir. Bunda bir tereddüt yoktur, olamaz. Ne yalnız teorik doğrularla hareket edip siyaseti böyle biçimlendirmek doğrudur, ne de yalnızca somut duruma kapanıp teorik ilkeleri yadsıyarak siyaseti biçimlendirmek doğrudur. Siyasette tek yanlı her yaklaşım yanlış ama iki yanı(farklı yanları) görüp birleştiren yaklaşım doğrudur.

Siyasete dair söylenecek önemli bir şey de, onun tüm yaşamı kapsayan, yaşamın her alanını ilgilendiği ve her alanıyla ilgilendiği gerçeğidir. İnsan yaşamında siyaset dışında kalan bir tek alan olmadığı gibi, insanın tüm etkinliği siyaset konusudur. Siyasetin bu yaşamın kopmaz bir parçası olduğu çarpıtılamaz doğrudur.

Bu anlamda siyaset, çelişkilerden, sorunlardan, ihtiyaçlardan, görevlerden doğan canlı bir eylemdir. Ancak bu, siyasetin politika halidir. O halde kelimenin gerçek manasında siyaset, salt somut durumda ifade bulan çelişkiler, sorunlar, ihtiyaçlar, görevler vb sınırlılığından ibaret değil, bunu yadsımadan teori düzeyine çıkmış bilginin, (yani üretim mücadelesi, bilimsel deney ve sınıf savaşımı alanları pratik tecrübesinden süzülerek gelen bilginin) sistemleşerek bilim düzeyine varmış halidir. Sistemli hale dönüşmemiş bölük-pörçük, dağınık ya da izafi bilginin bu siyaset niteliğini temsil etmesi düşünülemez, iddia edilemez.

Budandır ki, hazmedilip sindirilmeden yutulmuş veya çizgileşmiş sistemli bilgi düzeyine vardırılıp bilim olarak yutulmamış çuvallar dolusu sistemsiz bilginin yutulması, teorik kafa karışıklığından ileri bir sonuç vermez. İşte bu nitelikte yutulmuş bilgilerle yapılan siyaset, özellikle de bu dağınık-sistemsiz bilgiler gerçeği ile yükselmiş duygu anaforu atmosferinde yapılan siyasetin dağınık ve öznelci olması kaçınılmazdır. Eğer egoların tatmini, kişisel-kendini kanıtlama çabası veya kibir ve küstahlık da yapılan bu siyasete karıştırılırsa, bu siyaset dağınık olmaktan öteye dağıtıcı potaya tüm ağırlığıyla oturur. Kalkması da zorlaşır. Zira bencilliğin bulaştığı siyaset burjuva kişilik ve siyasette büyük özürler taşıyarak kronikleşme eğilimindeki bir hastalığa dönüşmüş demektir… Bencillik, kibir ve ukalalık siyasette burjuva zirveye giden yoldur. Burjuva olmayan siyasette mütevazılık belirgin davranıştır ki, bu, bilimsel siyasetin gücü ve kendine güveninden ileri gelir esasta.

Burjuva siyaset ile bilimsel devrimci siyaset iki farklı niteliği temsil eder

Burjuva idealist siyaset ile bilimsel devrimci siyaset tüm temelleriyle ayrışan iki farklı niteliği temsil ederler. Salt dayandıkları teorik bilimsel zemin, hedef ve amaçlar veya gericilik-ilericilik denklemi itibarıyla değil, kullandıkları veya benimsedikleri metot açısından da iki ayrı kulvarda yol alırlar. Kimin için siyaset, ne için siyaset soruları yapılan siyasetin niteliğini ayrıştırmaya yararken, yürütmemiz gereken siyaseti ve bu siyasette benimseyeceğimiz yöntemi de belirler.

Halk için ve halk düşmanlarına karşı devrimci siyaset yaptığımız genel doğrudur. Halktan yana ve halk düşmanlarına karşı siyaset olma zemininde bu bitişik ikili özellik, fiilen siyasetimizi iki cephe ve nitelikte biçimlendirir. Birleştirici ve yapıcı siyaset niteliği ilerici sınıflar ve tüm halk için yapılan devrimci siyaset özelliğini temsil ederken, yıkıcı ve tahripkâr siyaset niteliği ise halk düşmanı tüm gerici sınıflara karşı yürütülen devrimci siyaseti temsil eder. Evet, birinci özellikte yapıcı, birleştirici, dönüştürücü, kazanıcı zeminde dostluk karakteri belirleyici esastır, ikinci özellikte yıkıcı, yıpratıcı, tahripkâr zeminde düşmanca karakter belirleyici esastır… Siyasetteki bu ikili özellikte mütevazı olma tutumu ile meydan okuyucu olma tutumu, siyasetin yürütüldüğü alan ve nitelikle alakalıdır.

Nasıl ki, düşmana karşı mücadele alanı ve niteliğindeki siyasette yıkıcı karakter zorunlu ve ihtiyaçsa, dost ve halk için siyaset alanı ve niteliğinde birleştirici/yapıcı olmak o kadar zorunlu, o kadar ihtiyaçtır. Bu alandaki siyasetin birleştirme karakterinin esas olduğunda hemfikir isek, mesele izleyeceğimiz veya izlememiz gereken metot sorununu çözmeye kalır. Metot sorununda birleştirici olma karakteriyle hemfikir olunan temel anlayış esasen metot sorununu da çözüme kavuşturan zemindir. Bunun yetmediği durumda yürütülmesi gereken tartışma şu soruyla yürütülmek durumundadır. İzlediğimiz metotla birleştirmiyor, bilakis dağıtıyorsak ya da yöntemimiz birleştirme yeteneği göstermiyor, tersine yalnızlaştırıyorsa, o halde metot ya da yöntemimizin hatalı olduğunu düşünüp gözden geçirmemiz gerekiyor. Birleştirici yöntem ne ise ona itibar etmemiz gerekiyor. Peki, birleştirici yöntem nedir, nasıl ele alınmalıdır?

Öncelikle birleş(tir)meyi başarmak için, yöntem dışındaki diğer zemin mevcuttur. Eksik kalan yöntemde doğru halkayı yakalamaktır. Doğru halka, devrimci veya yoldaş olma vasfı esasta korunarak buna dönük eğilimin egemen olduğu her ‘’sorunlu’’ durumda birleş(tir)meyi tereddütsüzce tercih ederek becerme iradesini sergileme yoludur. Bu kast edilen doğru yöntemin genel tarifidir. Asgari müştereklerin mevcut olduğu fakat bir dizi hata ve eksikliğin olduğu durumlarda, esas olan ortak müştereklerde buluşma yönünde duruş sergilemek birleşme/birleştirme yönteminin yalın yöntemidir. ‘’Sorun’’ gördüğümüz noktalara karşın, ortaklaştığımız yanların ve birleşme zeminimizin öne çıkarılarak esas alınmasıdır doğru yöntem. Sorun veya olumsuzluk gördüğümüz her durumda ayrışmayı tercih eder, benimser ve önerirsek, kuşkusuz ki birleşme yöntemini kullanmamış oluruz.

Elbette her durum aynı değildir, farklılıklar barındırır. Dolayısıyla her durumda veya her duruma somutta tavır geliştirilir. Birleşme yöntemi mi, ayrışma yöntemi mi izleyeceğiz? Buna, tartışma konusu sorunlu somut durumun esas yanı belirlenerek karar verilir. Şayet asgari müşterekler ortadan kalkmışsa, şayet demokratik şartlar ortadan kalkmışsa, şayet sorunlu hal esas duruma geçmiş genel niteliğe damga vurmuş, dolayısıyla genel niteliği uzlaşmaz sınırlara taşımışsa, olumlu yönde eğilim ve istem belirtileri görülmüyor ve olumsuz yönde irade sergileniyorsa, elbette birleşme/birleştirme söylemi boş kalır, karşılık bulmaz. Dolayısıyla da birleşme kaygısı zayıflar. Öte taraftan birleşmede esasta zemin olmasına karşın, ciddi hata ve olumsuzlukların söz konusu olduğu durumlarda, birleşme tavrı esasta benimsenmesi gerekmekle birlikte, bu zeminde ciddi hata ve olumsuzluklar karşısında hiçbir tavır-tutumun alınmaması da savunulamaz. Bilakis, birleşme yanı egemen de olsa ciddi hata ve olumsuzluklar karşısında idari tedbirler geliştirmek ya da benimsemek mümkündür. Ne olursa olsun yaptırım uygulama ve idari tedbirlere başvurma yöntemi mutlak biçimde yansınmalıdır denilemez. Hatta isabetli olmak kaydıyla yaptırım-cezai yöntemler gerekli ve ihtiyaçtır. Mesele, bu tedbirlerin nerede ve nasıl devreye sokulacağını doğru ve isabetli tespit edebilmek, objektif ve gerçekçi yaklaşımı uygulayabilmektir. Her durumda birleşme mutlaklaştırılamayacağı gibi, her durumda(olumsuzlukta vb) yaptırım yöntemi de mutlaklaştırılamaz.

Burada altını çizelim ki, kendimizin uygulayacağı veya uyguladığımız yöntem ve anlayış sorunlarımızı konu edinirken ve bunların düzeltilmesinden söz ederken, bütün sorunun sadece bizlerin yöntem ve anlayışında olduğu, sadece bizlerin kendimizi düzeltmemiz gerektiği yaklaşımında değiliz. Kendi yöntem ve anlayış sorunlarımızı konu etmemiz olağan olup bunun esas nedeni, her sorunda kendimizin payını olduğu varsayımından hareket ederek her şeye rağmen öncelikle kendimizin ‘’ipe çekilmesi gerektiği’’ kavrayış ve bilincinden hareket ediyoruz. Yoksa bahsi geçen sorunlu zeminin ya da birleşme hedefini tartıştığımız muhatap(lar)da sorun olmadığı, bu muhatabın kendisini düzeltme ihtiyacı olmadığı, dahası bu muhatabın olduğu gibi kabul edilerek eleştirilmemesi ya da kendisini düzeltme ihtiyacının olmadığını kast etmiyoruz. Bu bağlamda bizler ne kadar kendimizi sorgulayıp eleştiriyorsak, daha fazlasını ‘’sorun’’ olan muhatabın da yapması gerekmektedir.

Bilincimiz her sorunda öncelikle kendimizden başlamamızın doğru ve gerekli olacağı üzerinden şekillenmektedir. Kendini eleştirmeyenlerin bir arpa boyu yol alıp ilerlemeyecekleri de bilinmelidir. Yoldaşlarımızla birleşme, parti ve kitlelerle birleşme eyleminin tümünde, ilk önce kendimizi ve yöntemimizi düzelterek veya mümkün olan en doğru metodu yakalayarak başlamamız gerektiğine inanmaktayız. Ancak kendimize dönük eleştirel tutumumuz, hata ve olumsuzluklar sergileyen yoldaşların sütten çıkmış ak kaşık oldukları, dolayısıyla yan gelip yatmalarını ve kendilerine toz kondurmadan rutin hallerini devam ettirmeleri anlamına gelmez, gelmemelidir. Kendimizi ve yöntemimizi eleştirdiğimiz kadar hatalı yoldaşları da eleştirmekte, eleştirmeyi bilmekteyiz.

Yanlışlarla mücadele ederek birleşme siyaseti en doğru olandır

Sonuç olarak, sorun ve hatalarla karşı karşıya olduğumuz her somut durumda yapmamız gereken şey, ya hata ve sorunlarla aramıza kesin sınırlar koyarak her şeyi kendi haline bırakan mücadelesiz tutumla yalnızlaşma eğilimi benimseyeceğiz ya da söz konusu hata ve olumsuzluklarla mücadele tutumu içinde hatalı yoldaşlarla birleşerek yürümeyi benimseyeceğiz. Bu yürümenin hatalarla uzlaşma temelinde değil, mücadele temelinde olacağı da açıktır. Nitekim izlememiz gereken yöntem hata ve olumsuzluklar barındıran yoldaşlarla, yani mücadeleyi birlikte göğüslediğimiz ve göğüsleyeceğimiz mevcut potansiyelle gerekli olan eleştiri-mücadele ve gerektiğinde yaptırımlara da başvurarak birlikte yürümektir. Bunu yapmayacaksak ya da yapmadığımız takdirde birlikte yürüyeceğimiz potansiyelin kim ve nerede olduğunu açıklamamız gerekmektedir. Kendimizi çaresizlik ve açmaza sürükleyemeyiz. Çaresiz değiliz, hatalar barındırsa da birleşme zeminine sahip olduğumuz mevcut potansiyelimizle ve bu potansiyeli ilerletme perspektifiyle yürüyecek, yürümeye devam edeceğiz. Başka alternatifin geçerli olmadığı ve sunulmadığı koşullarda hep hata ve olumsuzluklardan söz etmek, olumlu yanları görmeyip yalnızca olumsuzlukları görmek, sorunlardan bahsedip çözüm üretmemek karamsarlıktan başka bir şeye hizmet etmez.

Partinin merkezi karar ve planlarına bağlı kalmak her partili militanın yükümlülüğüdür. Parti birliğini veya birleştirici olmayı baltalayan her yaklaşıma karşı mücadele edip bu birleşmeyi merkezi yapıya sadık zeminde sağlamak görevdir. Bu görev her bir yoldaş için aynılıkla geçerlidir. Ciddi hata ve eksiklikler içinde olan yoldaşlar özellikle düzelme iradesi sergilemekle yükümlüdür. Hata ve eksiklikler şahsında da olsa olumsuz yanlarıyla-değişmeksizin kendilerini partiye dayatmaları doğru değildir. Değişmek, birleşmek ve gelişmek için adım atmak, gayret göstermek durumundadırlar bu yoldaşlar. Öte taraftan dışlayıp ötelemek kolaycı yoldur. Son çare olarak başvurulması gerekendir. Yaptırım uygulamak reddedilemez ama bu uluorta başvurulur bir yöntem olarak ele almak sakattır. Cezai yaptırımlara ne zaman/hangi durumlarda ve nasıl başvurulacağı son derece dikkatli tespit edilmek durumundadır. Aksi halde kendimizi yalnızlaştırmamız veya güç ve potansiyelimizi dağıtmamız kaçınılmaz olur…

Pratik davranışta doğru yöntem meselesi ne kadar önemli ise, teorik yaklaşım ve anlayışta da o da kadar önemlidir. Ki pratik davranıştaki yöntem teorik kavrayıştan bağımsız değildir. Bu anlamda anlayış/çizgi sorununu doğru zemine oturtmak temel şarttır. Kaldı ki, yöntem ve anlayışta gündeme gelen hatalar sadece pratik saha ve uygulamada değil, teorik alanda da gündeme gelmektedir. Yani davranıştaki yöntem hataları teorik zeminden bağımsız olmadığı gibi, bu hatalar teorik alanda da yaşanmaktadır. Aynı zamanda, bu hatalar salt birilerine ya da bazı yoldaşlara, komitelere vb has değil, genel bir sorundur ya da partinin sorunudur.

Yazının baş tarafında değindiğimiz gibi, genel durumu tanılamasa da, ampirik bilgilerin yutularak alının ampirik enerjiyle teorik sahada çizgileşeme özrü taşıyan ya da sistemleşememiş olarak askıda kalan ve yanı sıra entelektüel polemikçiliğin kötü kopyası olarak dışa vurup egonun tatmin edilmesi özünde beliren bir dizi cılız fikrin nereye oturduğu netleşmemiş savruk yolculuğa çıkışına tanık olmaktayız. Teorik fikrin bağıntılı fikirlerle birlikte ele alınmayıp veya ancak fikirler paketi olarak anlam kazanabilecek fikrin, diğer fikirlerle zorunlu birliği sağlanmadan kendi başına olmakla taşıdığı anlamsızlık içinde ileri sürülmesi teorik kafa karışıklığı kadar metodoloji sorununu da açıklamaktadır. Bu anlamda bütün sorun davranış alanındaki yöntem sorunuyla sınırlı değil, teorik zemindeki yöntem ve genel metodoloji sorunu kapsamında anlam kazanmaktadır.

http://www.halkingunlugu.org/