ADHK; 24. Yılında Sivas Katliamı’nı Unutmadık Unutturmayacağız!

ADHK (27-06-2017) Tarih 2 Temmuz 1993, Pir Sultan Abdal şenlikleri için ülkenin dört bir yanından insanlar Sivas’a akın etmiş ve 1 Temmuz günü salonların dolup taştığı paneller seminerler yapılmıştı O gün kitleleri çoşturan sanatçı ve aydınlarımız, 2 temmuz günü  Madımak otelinde alevlerin ortasında kaldılar. 33 aydın, sanatçı ve gençlerimiz, 2 de görevli yanarak ve üzerlerine çöken kara dumanlardan dolayı boğularak hayatlarını kaybederlerken, dışardaki yobaz sürüsü “ cehennem ateşi bu, cayır cayır yanacaksınız…” sloganları atıyorlardı. Canlarımızı, yoldaşlarımızı yakarak katleden bu tetikçi yobaz güruhu MİT’in ve doğrudan doğruya devletin yönlendirmesiyle alevi toplumuna karşı olan kinlerini kusmuş ve tarihi misyonlarını bir kez daha yerine getirmiş oldular.

Madımak katliamı kuşkusuz sadece alevi toplumuna yöneltilmiş bir katliam, bir saldırı değildir. 12 Eylül askeri faşist darbesinden sonra, o süreçte yeniden yükselişe geçen devrimci – demokratik  muhalefete de bir gözdağı, korkutup sindirme mesajı anlamını da taşıyordu. Bugün yapılan katliamın 24. yıldönümündeyiz. Aradan geçen 24 yıllık süreçten bu yana kuşkusuz başta alevi toplumu ve alevi toplumunun kurumları olmak üzere tüm devrimci – demokrat kesimlerin çıkartacakları önemli dersler olmalıdır.Öncelikle Türk-islam sentezli faşist devletle hesaplaşmadan hiç bir demokratik hakkın dahi kazanılamıyacağı gerçeğini görmek gerekiyor.Hesaplaşmak içinse,tüm ötekileştirilmişlerin ortak bir zeminde buluşmaları bugün çok daha aciliyet kazanmış durumdadır.

Tarih boyunca yüzlerce kez katliamlar yaşamış, baskılar görmüş, sürgünlere maruz kalmış alevilerin, kendi demokratik hakları için sık sık devletin kapısını çalma, ordan medet umma perspektifinden kurtulması gerekiyor. Kendi öz gücüne ve kendisi gibi katliamlara, baskılara maruz kalmış tüm ötekileştirilenlere güvenmesi, ortak düşmana karşı karşılıklı güven ortamlarının yaratılması ve ortak bir mücadele zemininin oluşturulması artık kaçınılmaz bir durumdur. Ayrılıklarımızı gündeme getirmekten çok, aynılıklarımızı konuşmanın ve bunun üzerinde devrimci-demokrasi mücadelemizi yükseltmenin zamanı çoktan geçmiştir.

Madımak‘ta yaşatılan katliam kendiliğinden yaşanmış tepkisel bir olay değildi. Öyle olmadığı, yani uzunca bir planlamanın sonucu olduğu katliamdan sonra ortaya çıkan belgeler ve tanık ifadeleriyle kesinleşti.O yıl Pir Sultan Abdal etkinliklerinin dördüncüsünün hazırlıkları yapılırken, Milli Görüş vakfının öncülüğünde Sivas’a gerici yığınaklar yapılıyor, günler önce camilerde gizli kapalı toplantılar düzenleniyordu. MİT elemanları gerici yobaz kitleyi yaptıkları propagandalarla galyana getirmenin yollarını arıyor ve başarıyorlardı da. Dağıtılan bildirilerde açıktan açığa katliam çağrıları yapılıyor, devlet olacak olanlardan haberdar olmasına rağmen hiç bir önlem almıyordu. Daha da önemlisi, Sivas valisi başta olmak üzere katliama maruz kalanlar, tüm hükümet yetkililerini arayarak yardım talebinde bulunmalarına rağmen, saldırıyı önlemeye güvenlik güçleri gönderilmiyor, çok sonradan gelenler ise sadece olayları seyretmekle yetiniyorlardı.En ufak bir olay karşısında yüzlerce polisi seferber eden devlet, ogün valinin tüm çabaları sonucu, saatlersonra Tokat‘tan 20, Kayseri‘den 31 polis ve jandarma komutanlığından 20 jandarma toplam 71 kişi gönderilmişti. Oysa hemen otelin yanı başında 6 bin kişilik koca bir tugay bulunuyordu. Başbakan Tansu Çiller, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir.Halktan kimsenin burnu kanamamıştır.” derken; Cumhurbaşkanı Demirel katliama ilişkin şunları söylüyordu; “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getiremeyiz. Olay münferittir, ağır tahrik vardır. Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır. “Görüldüğü gibi devletin tepesinde oturanlar açıktan açığa katilleri desteklemiş katliamın ortakları olduklarını böylece itiraf etmiş oluyorlardı. Ve daha sonraki süreçte katillerin nasıl „yargılandıklarını“ ve milletvekili koltuklarına oturtularak mükafatlandırıldıklarını hepimiz biliyoruz.

Geçmişten bugüne yaşanıp gelen bütün baskılar, zulümler, katliamlar faşist türk – islam devletinin alevilere olan düşmanlığının açık ifadesidir. Bu devlet, kuşkusuz sadece alevi toplumuna düşman değildir.Kendisinden olmayan farklı ulus ve milliyetlere, farklı inanç topluluklarına da düşmanlığını en acımasız bir biçimde sürdüre gelmiştir.Kürtlere, ermenilere, rumlara, ezidi ve süryanilere yaplılanların tanıklarıyız. Daha da önemlisi, işçilere,köylülere,devrimcilere ve sosyalistlere karşı işlenen devlet suçundan, yapılan işkenceleerden katliamlardan hepimiz fazlasıyla payımızı almışızdır.

2 Temmuz katliamı, tıpkı daha önce Maraş‘ta, Çorum‘da, Dersim‘de, Malatya‘da yaşananlar gibi aynı politikaların bir benzeri ve devlet destekli hunharca yapılan bir katliamdan başka bir şey değildi. Maşa olarak ise yine her zamanki gibi cahil, yobaz sürüsü kullanılmıştır.

Dünden bugüne yaşananların muhasebesi elbette ki yapılacaktır. Ama içinden geçtiğimiz süreç hiç de kolay bir süreç değildir. Dün Madımak‘ta yükselen alevler, bugün dünyayı dört bir yandan sarmış durumda. Emperyalist haydutlar, yerli gerici faşist uşaklarını da kullanarak yakıp yıkmadıkları yer, katliamlara maruz bırakmadıkları mazlum halklar kalmadı. Hergün bir yeri, bir ülkeyi, bir kıtayı yakıp yıkıyor bu emperyalist haydutlar. Latin Amerika’ dan Afrika’ya, Avrasya’dan Balkan’lara Asya’dan Ortadoğu’ya kadar her yer  cehenneme çevrildi. Milyonlarca insan katledildi, şehirler, kasabalar yerle bir edildi ve bu yıkım, bu kıyım özellikle Ortadoğu coğrafyasında bütün şiddetiyle hala devam etmektedir.Katliamların, yıkımların yanı sıra milyonlarca insan yerini yurdunu terk etmek zorunda bırakıldı. Göçe zorlanan milyonlar bir yandan açlığın ve hastalıkların pençesinde kıvranırken, öte yandan denizlerde okyanuslarda boğularak öldüler.Kurtulanlar ise gidebildikleri devletlerin ırkçı politikalarının kurbanı durumundalar.

Tüm dünya halklarına karşı başlatılan bu topyekün emperyalist saldırılar ve özel olarak da ülkemizde sürekli gündemde tutulan ve yeni katliamlara maruz bırakılmak istenen alevi toplumu  bugün her zamankinden daha fazla devrimci – demokrat dostlarıyla daha güçlü ve örgütlü birliktelikler içine girmesi ihtiyacı vardır. Aksi taktirde Nesimi’lerin, Pir Sultan’ların, Şeyh Bedreddinlerin yolunu sürmek olası değildir. Ülkemizde faşist AKP iktidarının  katliamları, saldırıları hız kesmeden devam ederken, herkesin bölük pörçük bir yerlerde durması, faşist diktatörlüğün ekmeğine yağ sürmekten başka hiç bir işe yaramayacağı gibi, gidilmek istenen Orta Çağ karanlığının da önü açılmış olacaktır.

Öyle ise; Hasret Gültekin’lerin, Muhsin Akarsu’ların, Nesimi Çimen’lerin, Asım Bezirci’lerin, Metin Altıoklar’ın kısacası 33 canımızın, yoldaşımızın bize bıraktığı, biat etmeme mirasıyla donanıp, bu faşist iktidara karşı direnen tüm dostlarımızla omuz omuza mücadele etmenin andını içmeliyiz. Başka türlü kurtuluş mümkün değildir. Ya hep beraber, sömürüsüz ve zulümsüz bir dünyayı yaratmak için bu faşist düzeni yok edeceğiz, ya da Pir Sultan’lara, Nesimi’lere, Seyid Rıza’lara, Deniz’lere, Mahir’lere ve İbrahim’lere ihanet edeceğiz. Onlar ki biat etmeyi değil, kavga ederek onurluca ölmeyi seçtiler. Onlar ki özgürlük sancaklarımızdırlar. Onlar ki, onurumuz ve önderlerimizdirler. Öyle ise onlara layık olmaktan başka bir alternatif yok.

2 TEMMUZ’U UNUTMADIK UNUTTURMAYACAĞIZ!

DEVRİM VE DEMOKRASİ ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!

Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu

Haziran 2017