Üç Kapitalizm ve Öküzler / Erdal Emre

Kapitalizmin sadece üç, beş ya da on-beş türüyle değil, bütün bir varlığıyla insanlığın ve doğanın başına bela haline gelmesi, milyonların, yeni 68’ler yaratarak daha çok  “öküz”leşmesini,  giderek kaplanlaşmasını gerektirmektedir

Ama bu kez, gelecek baskılar karşısında “normale”, yani koyunluğuna  dönmeden…

Erdal Emre (23-11-2018) Yazının başlığına bakarak, “Kapitalizm belasının biriyle baş edemiyoruz, diğer ikisi de nereden çıktı şimdi… Ayrıca öküzlerin Kapitalizmle ne alakası var” diye sorulsa yeridir.

Öküzler meselesine değinmeden önce, tekel sahiplerinin, finans kapitalin vizyonerler ve misyonerlerinin

insanlığa sundukları seçeneklere bakmak gerekiyor.

Kapitalizmin model sayısını üç yerine beş’e, on-beş’e çıkaranlar var. Hatta hızını alamayıp ülke sayısı kadar kapitalizm modeli bulunduğunu iddia eden hilkat garibelerine dahi rastlanıyor.

Örneğin Fransız iktisatçı Bruno Amable “beş tip kapitalizm modeli”inde karar kılmış:

– Avustralya, Kanada, Birleşik Krallık ve ABD gibi Anglo-Sakson ülkelerdeki “liberal kapitalizm!”

– Danimarka, Finlandiya ve İsveç gibi İskandinav ülkelerindeki “sosyal demokrat kapitalizm!”

– İsviçre, Hollanda, Almanya, Fransa ve Avusturya’daki “Kıta Avrupası kapitalizmi!”

– Yunanistan, İtalya, Portekiz ve İspanya’daki “Akdeniz kapitalizmi!”

– Japonya ve Güney Kore’deki “Asya kapitalizmi!” *

Batı-Avrupa kapitalizminin görsel basındaki Fransız sözcüleri ise kapitalizmi üç gruba ayırmaktadırlar:

1) ABD’nin temsil ettiği “liberal kapitalist model!”

2) Çin’in önderliğindeki devlet kapitalizmi!”

ve

3 Batı-Avrupa’nın toplumsal hak ve özgürlüklere saygılı “sorumlu kapitalizmi!”

Şu sıralar Amerikan kabadayılığından yakınan Avrupa kapitalizminin sözcüleri, liberal/neoliberal Anglo-Sakson kapitalizminin ne kadar bencil ve acımasız olduğunu, devleti küçültüp şirketleri gereğinden fazla büyütmekle nasıl büyük risk aldıklarını anlatmaya çalışıyorlar. Çin önderliğindeki devlet kapitalizmi zaten “son derece totaliter”, “insan hakları tanımayan” bir modeldi. Kala kala, Avrupa’nın “sosyal”, “hak ve hukuka saygılı”, -İskandinav ülkelerde olduğu gibi- “güleryüzlü”, hatta içinde bir miktar  “yeşil”lik de bulunan “sorumlu kapitalizmi” kalıyordu.

Alternatif uygarlık modelleri aramaya ne hacet. Seç beğen kapitalizm al! Günümüzün insan kuşakları ne kadar da şanslı!

Sermayenin sınır tanımaması gibi, akıl hocalarının pişkinliği de sınır tanımıyor. İki küresel paylaşım savaşıyla harabeye çevrilen kıta Avrupası’nda 20. yüzyıl boyunca yaşanan işçi ve gençlik hareketlerinin, Komünist partilerin önderliğindeki halk cephelerinin, çetin sendikal mücadelelerin sayısız kazanımlarını Avrupa kapitalizminin “sorumluluğu” ve “insafıyla” açıklamaya kalkışmak post-arsızlık gibi bir vaka olmalı…

Öküzler ve İnekler Sahnede

Bundan yarım yüzyıl önce yerin yerinden oynadığı Fransa Mayıs’ının sıcak günlerinde devlet başkanı General de Gaulle, tarihe geçen bir halk tanımlaması yapmıştı:

“Fransızlar öküzdür ! Öküz !”

1968 Mart’ında Nanterre Üniversitesinden başlayıp sokaklara, fabrikalara yayılan hareket, Mayıs sonlarına gelindiğinde on milyonu aşkın insanı kucaklayan anti-otoriter, anti-kapitalist bir halk hareketine dönüşmüştü. Gösteriler boyunca devleti, kapitalist toplum modelini ve katolik gericiliği hedef alan sayısız sloganın yanısıra, “10 yıl yeter”, “Mutlu yıllar generalim”, “Katil de Gaulle”, “De Gaulle’ü asın” gibi pankart/afiş sloganları da görülecekti. İşte böyle bir iklimde General De Gaulle, bir zamanlar “yurtseverler”, “direnişçiler” diye yere-göğe sığdıramadığı Fransız halkına dair “sürekli öküz gibi möö’ler, hep bir şeyler isterler” teşhisinde bulunacaktı.

1968 Mayıs patlamasında yalnızca öküzler değil, inekler de söz almışlardı. Güçlü mizahi vurgular içeren “Parisli Sütçüler Eylem Komitesi” imzalı bildiri şöyleydi:

Kuduruk inek.

Artık gülme zamanı değil. İnekler; adlarının baskıcı güçlerin sadistliklerini nitelemek için kullanılması karşısında başkaldırdılar. Aynı zamanda öküzlerden başka bir şey üretmeyen (De Gaulle Fransızlar için ‘öküz’ demişti) bu tüketim toplumunda, insanlar tarafından sömürülmelerine karşı da başkaldırdılar. İnekler öğrenci hareketi ile tam bir dayanışma içinde olduklarını yeniden açıklıyor ve bir diyalog oluşturmak istediklerini söylüyorlar.” **

“Ya kapitalizm ya yine kapitalizm” diyenlerin işi sanıldığı kadar da kolay değil maalesef. Çünkü Fransa ilk sırada olmak üzere Avrupa’nın inek ve öküz sürüleri ağır ağır sahne almaya başladılar.

Fransa’daki “sarı yelekliler yurttaşlık  hareketi”, taşıdığı potansiyel itibariyle iktidar sahiplerinin başını hayli ağrıtacak bir seyir izliyor.

İnsanın ve doğanın tahribatını hızlandıran kapitalist barbarlığın üst üste yığdığı sorunlar, sosyal patlama kıvılcımlarını da besleyip çoğaltıyor.

51 yaşındadaki üç çocuk annesi Jacline Mouraud’un sosyal medya ağlarında paylaştığı ve iki haftada 6 milyon kez izlenen 4,5 dakikalık bir video çekimi “sarı yelekliler hareketi”nin kıvılcımı olarak yorumlandı.

Jacline Mouraud, daha çok taşrada yaşayan ve 900 €’nun altında bir gelirle hayata tutunmaya çalışanların feryadını dile getiriyordu:

“Başkan Macron söyle nereye gidiyoruz? Bizden aldığınız paraları ne yapıyorsunuz? Mazot fiyatlarını artırdınız, emeklilerin vergilerini artırdınız, bir ormanı andıran radarlarınız ceza yağdırıyor… Ekolojik önlem bahanesiyle büyük şehirlere gişelerden para ödeyerek girileceğini, bisikletlere dahi ruhsat uygulaması getirileceğini söylüyorsunuz… Ne yapmak istiyorsunuz? Yeter artık Bay Macron! Nereye gidiyor Fransa?…”

Jacline Mouraud’nun kısacık video mesajı evsizlerin, hiç bir geliri olmayan “dişsizlerin/donsuzların”, sayıları gün geçtikçe artan dilencilerin yani en diptekilerin dramını ifade etmediği halde, Fransız toplumunun % 75’nin desteğini aldı.

Jacline hanımın bir anda Tv ve radyo kanalarının “gözde starı”ı haline gelmesi, “hükümet hesabına çalıştığı” senaryolarını da birlikte getirdi. “Macron ve kabinesinin, yaklaşan yurttaşlar hareketinin potansiyel önderlerini tespit etmek için Jacline Mouraud’yu kullandığı” iddia edildi.

Bu ve benzeri tartışmaların tarih karşısında fazlaca bir önemi yok tabi.

Görevleri sermayenin egemenliğini koruyup-kollamak, toplumsal kalkışma ihtimallerini izleyip-gözlemek olan, sonuçta kapitalizmin bekası için kamu fonlarıyla beslenen “gizli servisler” boş duracak değildi herhalde. Her devletin kimlerin kullanılacağına, kimlerin “kim vurdu”ya götürüleceğine, muhalif kitle hareketlerinin nasıl raydan çıkarılacağına karar veren bir “derin” yapısı ve  kozmik odaları/bodrumları vardı elbette.

Tarihsel planda neyi değiştirir ki bu?

Sarı yelekleriyle heryeri eylem alanına çeviren kalabalıkların bir kesimi, “devlet iktidarının çığlığımız karşısında sağırları oynaması halinde gelecekte kırmızı yeleklerimizi giyeceğiz” derken, derdin ve öfkenin derinliğini dile getiriyordu.

“Sarı yelekliler hareketi”nin kenarında-köşesinde  parlamenter sağ parti taraftarlarının ya da ırkçı-faşist grupların bulunması, onun mevcut sosyoekonomik modele itirazını değiştirmez. Temel dinamikleri itibariyle “kendiliğinden bir yurttaş hareketi” olan sarı yelekli itiraz, gün geçtikçe katılaşan devlet otoritesine ve kapitalizmin yarattığı yoksullaşmaya karşı bir harekettir.

Kapitalizmin sadece üç, beş ya da on-beş türüyle değil, bütün bir varlığıyla insanlığın ve doğanın başına bela haline gelmesi, milyonların, yeni 68’ler yaratarak daha çok  “öküz”leşmesini,  giderek kaplanlaşmasını gerektirmektedir.

Ama bu kez, gelecek baskılar karşısında “normale”, yani koyunluğuna  dönmeden…

*https://lesrencontreseconomiques.fr/2016/wpcontent/uploads/sites/5/2016/06/2016s.02vincent.pdf

**Gerçekçi olun, imkânsızı isteyin’68  Fransa