Nihat Behram: “İbo’nun direnişi başlı başına bir destandır”

Kuşkusuz ki İbo’nun bıraktığı direniş mirası anıt değerindedir Ama sadece bu değil, ideolojik tutumumu, hayatı/mücadeleyi bir komünist olarak yorumlama tutkusunun altı özenle çizilmelidir

NİHAT BEHRAM (16-06-2019) Türkiye Devrimci Hareketi ve ’71 Devrimci çıkışının önemli bir parçası olan komünist önder İbrahim Kaypakkaya’ya yönelik sansür saldırıları 46 yıldır aralıksız devam ediyor. Egemenler karşı duramadıkları birçok devrimci düşünceyi ve kaynağını, romantikleştirerek tatlı bir nostalji öğesi haline getirme refleksini her daim göstermiştir. Bu metot onların en keskin mücadele biçimiyle en adi yüzleşmesi olarak tanımlanabilir. Fakat Kaypakkaya ve onun devrimin kızıl güzergâhını işaret ettiği düşüncelerin saptırılamadığını, devletin saldırılarından okumaktayız. Saptıramadığı düşünceleri saldırarak yok etme çabasından görmekteyiz bunu. Bu saldırıların bir biçimini de Nihat Behram’ın 25 yıl aranın ardından yasaklanarak sansürlenmek istenen Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit kitabında görmekteyiz. Yeni Demokrasi Gazetesi, kitabın yazarı Nihat Behram ile Kaypakkaya’nın mücadelesinin ve hayatının anlatıldığı kitap hakkında röportaj gerçekleştirdi.

YENİ DEMOKRASİ- Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın yaşamı ve mücadelesinin belgesel anlatısı olan “Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit” kitabı geçtiğimiz sene 25 yıl sonra yeniden yasaklandı. Kitabınıza yönelen bu yasaklama kararı hakkında ne düşünüyorsunuz? Kitabın yasaklanmasının ardından geçen sürede herhangi bir gelişme yaşandı mı?

NİHAT BEHRAM- Son yasak kararı Nisan 2017’de verildi. Yani üstünden 2 yıl geçti. Yasağa tepkim, ilk başta, sanki İbo konulu kitabın yasaklanması normalmiş gibi, bir iki devrimci yayın dışında ses bulmadı. Bu akıl almaz, faşist yasağın peşini bırakacak değildim. Peşini bırakmak kitabın ruhuna, kitapta anlatılan direniş ruhuna, direniş anıtımız İbo’ya ihanet olurdu. Ayrıca, Kitabı bir yazarın evladı gibidir. Evladımı zulmün pençesine terk edemezdim. Bir yandan kamuoyunu duyarlı kılma çabamızı, diğer yandan avukatlarımla hukuki süreçteki mücadelemizi sürdürdük. Yasak kararı Mersin’de alınıyor.

Polisler, Partizan’a yönelik bir operasyonda, evi basılan bir gencin kitaplığında buldukları kitabımı, kitapçılarda satılan/özgür bir kitap olduğu, kapağında ‘daha önce yargılanmış ve beraat etmiş’ olduğunu gösteren mahkeme kararının görüntüsü olduğu halde ‘suç delili’ diye tutanağa geçiriyor. Hakeza Savcı ‘suç delili’ diye iddianamesine alıyor. Ve mahkeme ‘suç’ diye yasaklıyor. Burada suçsuz olan o gençtir. Suç ise, polisin/savcının ve mahkemenin yaptığıdır. Defalarca dilekçe verdik ‘bu kitap 1976 da yazılıp yayınlandı, yargılandı beraat etti’ diye. Dilekçeler işleme bile konmadı. Bu süreçte o genç beraat etti. Artık kitap da serbest kalır diye düşündük. Genç beraat ettiği halde kitap üstündeki yasak kaldırılmadı. Mahkemeye başvurduğumuzda ‘o mahkemenin lağvedildiğini’ öğrendik. Bir üst mahkemeye başvurduk, dilekçemiz yine kabul görmedi. ‘Eğer bir suç varsa işleyen benim’ diye ‘benim hakkımda dava açılsın’ dedim. Açmadılar. Çünkü açsalar ‘daha önce beraat ettiğim’ ortaya çıkacak. Amaç belli: kitabın içeriğindeki gerçeğin yok edilmesi. Bir yandan konuyu kamuoyunda aktüel tutma/bir yandan hukuki süreç mücadelemizi sürdürüyoruz. Ama hukuk yok ki süreci olsun! Bu arada, HDP İstanbul vekili Dilşat Canbaz’ın konuyu Meclis’te seslendirmesi, anlamlı/onurlu bir davranış oldu.

YENİ DEMOKRASİ- “Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit” kitabı daha önce de yasaklanmış ve 17 yıl yasaklı kalmasının ardından beraat etmişti. Bu 17 yıllık sürece kısaca değinir misiniz?

NİHAT BEHRAM- Bu kitaba bir değil birçok yasak/baskı uygulandı. Hakkındaki zulüm uygulamalarını yazsam, ondan daha kalın kitap olur! 1976’da gazetede tefrika olarak yayınlandığında, hem düzen/hem belli siyasi kesimler için İbo adı ‘öcü’ gibiydi. Daha baştan gazetede hiçbir yazı işleri müdürü sorumluluk üstlenmeye cesaret edemedi. Basın tarihinde bir ilktir: dizinin yayınlandığı sayfanın sorumlu müdürlüğünü kendim üstlendim. Yayınlandığı her gün için davalar açıldı. Açılan davalarda istenen ceza bin yılı geçti. Daha sonra kitap olarak basıldı. Hemen yasaklandı. Polis yayınevi ve matbaayı bastı. Kitaba el koydu, malzemelerini tahrip/imha etti.

Bu davalar uzun yıllar sürdü. 80 den sonra sıkıyönetim mahkemelerine devredildi. Susmak/beklemek teslimiyetti. Önce de söylediğim gibi ilk başta kitabın ruhuna ihanet olurdu. Teslim olmadık. 88’de ‘İşkencede Ölümün Güncesi’ adıyla basıldı. 2. basıma girerken yine matbaa basıldı. 15 bin kitabıma el konulup imha edildi. Kitap yine yasaklandı. Yayınlayan arkadaşlar tutuklandı, işkence gördü. Aynı dönemde kitabımı yurt dışında Almanya’nın önemli yayınevi Peter Hammer Verlag Almanca yayınlandı. Kitap kapağında ‘Türkiye’de yasak’ notuyla. Bu süreçte AİHM gidildi. AİHM bu yasağın ‘düşünce özgürlüğünü ihlal’ olduğu kararıyla Türkiye’yi mahkum etti. Kısacası: uzun yargılama yılları sonunda DGM’de beraat ettik.Kitabım ‘toplu yapıtlarım’ içinde özgün adı ve ‘yasaklı yıllarının anlatımıyla’ yayınlandı ve 30 yıldır da serbestti. Önceki yıl bu son yasak geldi!

YENİ DEMOKRASİ- Son süreçte Kaypakkaya’nın düşüncelerinin yer aldığı kitabı “Seçme Eserler” de toplatma kararı çıktı. Kaypakkaya’ya dair devletin sansür ve yasaklamaları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

NİHAT BEHRAM- İlkin: Bu yasaklar, kendini tehdit eden güce karşı faşizmin ‘tedbir’ hali de değil panik halidir. Sonra: Bir kitabın toplatıp yasaklamanın uygarlıkla, çağdaşlıkla, demokrasi ile hiçbir bağlantısı/açıklaması olamaz. Demokrasi düşmanlığıdır/despotluktur, faşizmdir. İnsanlıktan/halktan korkuyorlar. Tarihi gerçeklerden korkuyorlar. Gerçekleri unutturmak/yok etmek/kendi çıkarlarına göre değiştirmek istiyorlar.

YENİ DEMOKRASİ- Kaypakkaya’ya dair hala gün yüzüne çıkmamış belgeler mevcut. Katledilişinden 46 yıl sonra dahi belgeler çıkmaya devam ediyor. Kaypakkaya’ya dair belgelerin gizlenerek ve imha edilerek gün yüzüne çıkmasının engellendiğini söylemek mümkün mü?

NİHAT BEHRAM- Elbette. Sadece İbo değil, işlerine gelmeyen her şeyi, mazlumun sesi olan her şeyi yok etmek imha etmek istiyorlar. Bunu sadece kaba saldırıyla/yakıp yıkmakla/yasaklamakla yapmıyorlar. Sinsi/saman altından su yürüttükleri yöntemleri de var. ‘Devlet ve Devrim’ kitabının giriş bölümünde şöyle söylüyor Lenin: Egemen sınıflar, sağlıklarında büyük devrimcileri… en vahşi düşmanlık, kin, yalan ve karaçalma kampanyalarıyla karşılarlar. Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir. Burjuvazi ve işçi hareketi oportünistleri, bugün işte marksizmi ‘evcilleştirme’ biçimi üzerinde birleşiyorlar. Öğretinin devrimci yanı ve devrimci ruhu unutuluyor, siliniyor ve değiştiriliyor. Burjuvazi için kabul edilebilir ya da öyle görünen şeyler, ön plana çıkarılıyor ve övülüyor.

YENİ DEMOKRASİ- ’71 Devrimci Çıkışı ve Kaypakkaya hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?

NİHAT BEHRAM- Dünyadaki ‘’68 Hareketleri’ içinde de Türkiye‘deki ‘68 Hareketinin yeri çok farklıdır. Batı’da ‘68 Üniversiteler odaklı ‘demokratik talepler’ olarak yükseldi. Türkiye’de sosyalizm talebine taştı. İşçi sınıfıyla/mazlum halkla/yoksul köylülükle bütünleşmek, onların kurtuluşu için dövüşmek boyutuna ulaştı. Farklı siyasi çizgilerde de olsa, o kuşak devrimcileri kendilerini sosyalist/marksist/komünist diye niteliyordu. Kuşkusuz ki İbo’nun bıraktığı direniş mirası anıt değerindedir. Ama sadece bu değil, ideolojik tutumumu, hayatı/mücadeleyi bir komünist olarak yorumlama tutkusunun altı özenle çizilmelidir.

YENİ DEMOKRASİ- 46 yıl sonra dahi devletin Kaypakkaya korkusunun bugün onun düşüncelerine ve ona yönelik çeşitli saldırılarda kendini gösterdiğini söylemek mümkün mü?

NİHAT BEHRAM- Tabi mümkün. Direniş/kararlılık/teslim olmama, boyun eğmeme tutumu, o dönem devrimcilerinin ortak tavrı olmuştur. Denizlerin dimdik/boyun eğmeden darağacına yürüyüşü, Mahirlerin Kızıldere’deki aynı tutumu, dönemin işkencehanelerinde/açlık grevlerinde canları pahasına baş eğmeyenler bu bütünün parçalarıdır. İbo’nun direnişi başlı başına bir destandır. Şu düşüncemin altını özellikle çizmek isterim: Zulmün karşısında canları pahasına dik durmuş bu insanlar bizim ortak değerlerimizdir.

İbo’nun hayatı ve mücadelesini anlatan kitabımın özgürlüğü için verilen mücadeleye sahip çıkılması bu anlamda da önemlidir. Şu açıkça bilinsin: İbo’nun mücadelesini/direnişini unutturmaya/yasaklamaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Kitabımı faşizme yem etmem.

Kaynak/ Yeni Demokrasi