Faşizme karşı mücadele, seçimler ve es geçilen gerçekler!

Siyasette politik öznelerin rolü elbette yadsınamaz Lakin siyaset iyilik ve kötülük yahut karakter çözümlemeleriyle de ele alınamaz Sınıflı toplumda, sınıf hegemonyasında şeyler bağımsız değildir Her politik özne öyle ya da böyle bir sınıf damgasıyla mühürlüdür İmamoğlu’nu, Kılıçdaroğlu’nu, Erdoğan’ı ve Yıldırım’ı sınıf konumlanışından azade değerlendirmek derin bir çıkmazdır Yahut burjuva egemenliğin mührünü ele alanın, o mührü ezilenlerden yana kullanacağını, kendi sınıfına ihanet edeceğini varsaymak politik körlüktür

HABER MERKEZİ (16-06-2019) Türkiye Cumhuriyeti azınlık inanç ve milliyetlere, işçi sınıfı ve emekçilere karşı konumlanmış bir politik devlet misyonunu hiçbir zaman kaybetmemiştir. Çeşitli süreçlerde “sosyal devleti”, “hukuk devleti” ve liberal devlet biçiminde kendini tarif etse de bu söylemler lafzın ötesine geçememiştir. Kürtlere, Ermenilere ve Alevilere karşı bakış açısı tekçiliğin ötesine taşınmamıştır. Aynı zamanda Coğrafya işçi ve emekçilerine karşı her daim sermayenin çıkarları gözetilmiş ve en küçük hak elde etme mücadelesi zorbalıkla bastırılmıştır. Kurumsal merkezi yapısı Emperyalist çıkarlara bağlı olduğu gibi ülke sermayesini elinde bulunduran küçük bir azınlık devletin kanatları altındadır. Sermayenin politik çıkarları, devletle cisimleşmiş ve her iktidar bu çıkarları koruma andı içmiştir. Siyasal iktidarda bulunanla, burjuva muhalefet yürüten erkin dünden bugüne kavgası iktidar dalaşının bir sonucu olarak açığa çıkmıştır. Burjuva muhalefet siyasal iktidarın olanaklarından yararlanmak ve tek millet, tek bayrak, tek dil paradigmasını hayata geçirmek için sermaye ve emperyalizmden icazet isteye gelmiştir. Muhalif pozisyonunun bir gereği olarak, iktidarda bulunanı eleştirmesi ve alternatif olduğunu vurgulaması bu gerçeği zerrece gölgede bırakmamaktadır.  İktidar olabilmesi ancak kendi politikasını manipülasyon yoluyla hayata geçirmesiyle mümkündür. Bu noktada hak, hukuk, adalet gibi tarihsel kavramların etkisinin bilinmesi, bu kavramların sürekli tekrarlanmasını koşullamıştır. İktidarda olanla, iktidar olmak isteyende bu temel evrensel değerleri es geçerek hareket etmez. Tarihin tozlu yaprakları çevrildiği an bu gerçeklerin yığınca örneği bulunabilir. Küçük bir azınlığın dünyası devrimci neşterle çözülmediği oranda, bu söylemler gür bir sesle dillendirilmeye, aymazca altı boşaltılmaya devam edecek.

İktidar olan klik ve burjuva muhalefet gerici, zorba zor aygıtı olan devletin kurumsal yapılarıdırlar. Devleti sadece iktidar olanla görmek büyük bir hatadır. Gerici devlet mekanizması ordusu, yargısı, burjuva muhalefeti ve iktidarıyla bir bütündür. Ki belli kesitlerde sorun devlet bekası olunca CHP’nin ve diğer burjuva muhalefetin tereddütsüz duruşu bellidir. Sorun sermaye ve emperyalizmin çıkarları olunca yine bu cenah aynı refleksleri vermekten geri durmamıştır. Yani burjuva muhalefet en nihayetinde sınıf karakterine uygun pozisyon alarak hareket eder ve bunda afallayacak bir şey yoktur.  Lenin her olgunun bir sınıf karakteri olduğunu yüksek sesle dile getirmesi boşuna değildi. Bir gerçeğin görünmeyen yüzünü işaret etmişti Lenin. Aktüel olarak pratik ve teorinin süzgecinden geçerek ispatlanmış bir gerçeği göz ardı ederek büyük bir yanılsama yaratılıyor. Ne Lenin anlaşılıyor, nede tarihin ve pratiğin işaret ettiği gerçekler. AKP sermayenin ve emperyalizmin bir vizyonudur. Burjuva muhalefet ise rol bekleyen bir yedek güçtür.

Bugünün siyasal iktidarında bulunan AKP ve Erdoğan cenahının yükselişi birçok unsur bağlana bilir. Konumuz özgülünde spesifik yönünü ele alacak olursak, 2002 yılıyla birlikte krizin yaratmış olduğu siyasal, ekonomik bunalımın aşılması yönünde profil olarak lanse edilen AKP, egemenler eliyle sahaya sunulmuştu. 2002 yılında siyasal iktidara gelmesiyle birlikte kamuoyunun ilgisine mahzar kalarak, demokrasi unsuru olarak tanımlanmıştı. OHAL’i kaldırması, ekonomik ve belirli siyasal esneklikler sağlaması bundan sonra ki kesitlerden sonra ise, açılımlar ve askeri vesayet karşıtlığı gibi kof kurgularla ciddi bir manipülasyon yaratmıştı. O günün liberal sosyalistleri devletin karanlık güçlerine karşı mücadele edildiğini pazarlıyorlardı. Kimi utangaçça kimi ise alicenap bir hevesle kolları sıvamış, Erdoğan’ı alkışlamışlardı. Ve kitleleri siyasal iktidarın havuzuna yönlendirmişlerdi. Gelinen aşamayı ifade etmenin manası bile yokken, hafızanın silikleşmiş durumunu tekrardan güncellemekte yarar var diye düşünüyoruz. Erdoğan iyi bir kişilikten, kötü bir kişiliğe evrilmedi. Ya da AKP temel ilkelerinden kopup, yozlaşmadı. Olan biten şuydu; AKP saha sürülürken de, iktidar olurken de devletin faşist gerici kodlarının bir parçası durumundaydı. Sadece konjonktürle örtüşen ve siyasal iktidarını sağlamlaştıracağını düşündüğü politikalara başvuruyordu. Bu olgu görünen yüzüyle ele alındığından ve sınıf bakış açısından doğru değerlendirme yapılmadığından burjuva gerici bir partinin varlık gerekçesi kavranmamış oldu. Ve niyetli ya da niyetten bağımsız burjuva sisteme kan taşınmış oldu.

Bugünün bilimsel değerlendirmesi dünden kopuk olmadığı gibi dünün bir kopyası da değildir. Yukarıda AKP’nin gelişim sürecine dair vurgulanan kesitler bugünün anlaşılması için vurgulanmıştır. CHP’nin bu süreçte ki pozisyonu ve İmamoğlu’nun politik durumu söylem ve ortaya koyulan argümanlar temel alınarak ele alınamaz. Dün burjuva misyona sahip partilerin ve AKP’nin daha ileri düzeyde dillendirdiği argümanlar ve yanılsamalar ortadadır.  Bu kesitler es geçilemez ve unutulamaz. Aktüel süreçte okun sivri ucu tereddütsüz AKP/ Erdoğan kliğine yönlendirilmelidir.  Bu kuşku duyulmayacak şekilde politik devrimci yaklaşım iken, diğer burjuva gerici muhalefete sessiz kalmak, politik pozisyonlarını es geçerek meşru kılmak sınıf uzlaşmacı bir tavırdır.

Siyasette politik öznelerin rolü elbette yadsınamaz. Lakin siyaset iyilik ve kötülük yahut karakter çözümlemeleriyle de ele alınamaz. Sınıflı toplumda, sınıf hegemonyasında şeyler bağımsız değildir. Her politik özne öyle ya da böyle bir sınıf damgasıyla mühürlüdür. İmamoğlu’nu, Kılıçdaroğlu’nu, Erdoğan’ı ve Yıldırım’ı sınıf konumlanışından azade değerlendirmek derin bir çıkmazdır. Yahut burjuva egemenliğin mührünü ele alanın, o mührü ezilenlerden yana kullanacağını, kendi sınıfına ihanet edeceğini varsaymak politik körlüktür. AKP’nin saldırgan, kendi hukukunu tanımaz, zorba, işçi ve emekçi düşmanı politikaları, faşizmi derinleştirmesi ve kalıcı hale getirme çabası kısacası tek adam rejimi ile neyin, nasıl planlandığı ve olası riskler elbette ki gündemimizin öznesidir. Bu sorgulanamaz. Ve buna karşı kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar yapmak ötelenemez.

İstanbul seçimlerinin AKP çetesi eliyle yenilmesi ve buna dair tartışmalar devam ede dursun. Bu kesitte devrimci, ilerici güçlerin politik konumlanışı ve tartışmaları devam ediyor. Kimi AKP faşizmine karşı, CHP ve İmamoğlu’nu büyük bir umutla işaret ederken, kimi güçler ise utangaçça ve yarım ağızla İmamoğlu’nun “kucaklayıcı” bir özne olduğunu ifade ederek “Her Şeyin Çok Güzel Olacağını” düşlüyor. Her iki garabet tutumda aynı zamanda günceli okuduklarını, taktik ustası olduklarını, statükoculuktan sıyrıldıklarını ispatlamaya çalışıyor. Ve bu usta teorisyenler burjuva dümene çark etmelerinin kılıfını AKP’yi zayıflatma saikine oturtuyorlar. AKP’nin zayıflatılmasının yolunun da CHP ile işbirliği sonucu olacağını savunuluyor. Bu usta teorisyenler faşizmi tek bir siyasal cephede görüyor ve devletin temel kodlarını es geçiyorlar. Faşizm bu Coğrafyada bugün hortlamış ve AKP ile başlamış bir süreç değildir. Dün temsili parlamenter sistemin maskesiyle kapalı bir biçimde uygulan faşizmi bugüne hapsetmek son derece yanıltıcıdır. Faşizm statik ve durağan değildir. Her sürece aynı mekanik yöntemle yaklaşmaz. Kimi dönem açık faşizmi uygular (Bugün olduğu gibi), kimi dönemde kapalı ve daha esnek süreçler yürütür.  Bu olgunun bir yanı iken, diğer bir yan ise Faşizm tek başına burjuva bir partinin sorunu değildir. Egemen güçlerin ve devletin temel dayanağı olan güçlerde faşizmin birer olgularıdırlar. Tek başına muhalif olmak, faşizm karşıtı pozisyon alındığı anlamını taşımaz. Ya da sadece siyasal iktidarda bulunan güçlerle faşizmi açıklamak devletin genel karakterini anlamamak demektir. Bugün ki süreçte CHP gibi devletin genetik kodlarından beslenen ve bunu her fırsatta ortaya koyan burjuva gerici partiyi faşizme karşı müttefik görmek tam bir paradokstur. CHP, İP ve Saadet gibi genlerinde gericiliği barındıran Millet ittifakı nasıl bir ilericilik taşıyor. Tüm bu burjuva muhalefetin tarihine bakmak ve bu unsurların halka, emekçilere hunharca başvurduğu yöntemleri görmek zor değil. CHP’nin, Akşener ve Karamollaoğlu’nun halk düşmanlığı tescillidir. Bunlar es geçilerek, silikleştirilerek faşizme karşı savaş verilemez. CHP’den bir ilericilik çıkarmak, kof bir hülya olduğu gibi onun sınıf karakterini anlamamaktır.

AKP/Erdoğan kliğini geriletmek ve tüm mecralarda zayıflatmak en küçük bir hakkın geri alınması küçümsenemez elbet. Darbelemek, hakim olduğu alanları söküp almak hiç kuşkusuz kazanımdır. Ama bu kazanımların nasıl sağlandığı ve neyi güçlendirdiği yanıtsız bırakılamaz. CHP’nin hanesine yazılan, kitleler nezdinde tekrardan itibar gören, kitlelerin devrimci potansiyelini burjuva havuza akıtan bir siyasal taktik kendi içerisinde tutarlılık barındıramaz. Eğer ortaya koyulan hamleler ezilenleri politik devrimci akıntıya yönlendirmiyorsa, bilinç taşımıyorsa, kendi kaderlerini ellerine alacak nüveler serpiştirmiyorsa o taktik yavan bir taktiktir.  Devrimci taktik ustanın dediği gibi stratejik hedefe kan taşıyorsa anlamlıdır. Bugünkü politik devrimci taktik asla CHP ile girilen ilişkilenme durumu olamaz.

Manipülasyon yoluyla kitleleri sarıp sarmalayan bilinç bulanıklığına devrimci refleks göstermek elzemdir. Doğrunun yalnız kalması doğru olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bugünkü doğru devrimci politika AKP ve CHP’de cisimleşen çekişmeden yana olmamayı gür bir sesle haykırıyor. Bugünkü düello hangi kliğin siyasal iktidarda yer edineceği ve bu olanaklardan yararlanacağı ötesinde bir şey değildir. Demokrasiyle ve Faşizmin kavgası olarak lanse edilenin arka planı iktidar dalaşı ve sermayeyi memnun etmeye kilitlidir. Cumhuru da Milleti de küçük bir asalak sınıfın çıkarlarını esas almaktadır. İşçi sınıfı ve emekçilere, azınlık inanç ve milliyetler, kadınlara, LGBTİ’lere sunacakları tek şey işsizlik, yolsuzluk ve zulumdur. Tarih bu gerçeği not etmiş durumdadır.

Kitlelere politik siyasal iktidar bilincini taşımak. Ehveni şerin toplumsal, kültürel, sosyal ve ekonomik hiçbir sorunu çözme yeteneğinin olmadığı kitlelere aşılamak son derece önemlidir. Sermaye’nin karşında olmayanın, emperyalizme karşı konumlanmayan hiçbir öznenin alternatif olmayacağı çırıl çıplak ortadır. Bu gerçeğin yakıcılığıyla sahada yer edinmeli ve tereddütsüz bir şekilde her iki egemen güç teşhir edinmelidir. Komünist devrimcilerin, işi muhalef etmek değildir. Bu zaten hali hazırda yapılmaktadır. Asıl devrimci duruş, politik sahaya devrimci müdahaledir. Bu kavrayış politik iktidar perspektifinin sancağını elinden düşürmeyen komünist devrimci tutumdur.