Devrimin Dostlarına Yaklaşım ve Devrimin Aydınlarla İlişkisi

Devrimin kendi dinamikleri ya da güçleriyle buluşması bir politikaya, özellikle de pratik politikaya işaret eder Devrimin dostlarıyla ilişkilenmede izleyeceği pratik politika, devrimin ihtiyaçlarına yanıt olmakta karşılık bulur Ve kuşkusuz ki bu politika, devrimin potansiyel güçleri veya hedef güçleriyle doğru ilişkilenmede anlam bulur

HABER MERKEZİ (05-07-2019) Devrimin dostlarıyla ilişkileri devrimin temel sorunlarındandır. Bu ilişkinin doğru tarif edilmesi ve doğru kurulması devrim için elzemdir. Devrimin dostları ile devrimin düşmanlarını titizlikle ayrıştırmak ve buradan hareketle ilişkileri düzenlemek her devrimin ötelenemez görevidir. Bu ilişki ve ayrışım doğru analiz edilip yerli yerine oturtulmadan, devrimci mücadelenin kendi dinamikleriyle buluşması zaaf taşıyacağı gibi, düşmanlarına karşı net ve ilkesel tavrı da silikleşme tehlikesi taşır. Oysa devrimin düşmanlarıyla arasına kalın çizgiler çekerek ayrışması, bunun tersine kendi güçleri ya da dinamikleriyle buluşması ise devrimin gelişmesiyle doğru orantılıdır.

Önemsizliğinden değil, bilakis son derece önemlidir fakat yazımızın sınırlılığı çerçevesinde yaklaşarak ve konunun dağılmaması kaygısıyla, burada devrimin karşı-devrimle ilişkilerini tartışma konusu yapmıyoruz. Konu edindiğimiz bölüm, devrimin kendi dinamikleriyle gerekli olan ilişkilenmeyi sağlaması ve bu konuda berrak bir anlayışa, aynı berraklıkta pratik politikaya sahip olması meselesidir. Ki, doğru ve gerekli ilişkilenme bu zemin üzerinde yeşerebilecek ve devrimin doğru orantılı gelişmesine bu zemin yol açacaktır. Devrimin dostları ya da bileşenleriyle ilişkilenmesi şart iken, bu ilişkilenmeyi geniş yelpazeye yaymaması tek ayaküstünde yürümeye benzer…

Devrimin her konuda teorik bir yaklaşımı, teorik bir politikası vardır. Devrimci teori hemen her soruna alternatif çözüm üreten, her çelişkiyi tarif ederek giderme metodu (kesinlikle) sunan yetenektedir. Ancak devrimci teorinin bu yeteneğine karşın, teorinin yürütücüleri ya da temsilcileri tarafından her sorunda bir pratik politika yürütüldüğü iddia edilemez. Dolayısıyla teorinin ve politikanın da pratikleştirilmesi can alıcı yerde durmaktadır.

Her konuda bir politikanın olması şarttır. Zira devrim sadece bir meseleyle ilgilenmez. Aslen ilgilendiği siyasi iktidar bağlamında merkezi göreve, temel bir kurguya sahiptir fakat bu merkezi görevi beslemek ve genel kurguyu örgütlemek için merkezi görev çevresindeki diğer görevlerle ilgilenir, bunlara asla kayıtsız kalmaz. Bilakis hepsini genel kurgu içinde ve güdümünde önemseyerek yürütür. Görevleri yürütmekten söz edildiği yerde politikanın pratikleşmesi objektif olarak gündemdedir. Dolayısıyla politikanın pratik politikaya dönüştürülmesi tartışmasız bir gereksinim ve ertelenemez bir zorunluluktur.

Devrimin kendi dinamikleri ya da güçleriyle buluşması bir politikaya, özellikle de pratik politikaya işaret eder. Devrimin dostlarıyla ilişkilenmede izleyeceği pratik politika, devrimin ihtiyaçlarına yanıt olmakta karşılık bulur. Ve kuşkusuz ki bu politika, devrimin potansiyel güçleri veya hedef güçleriyle doğru ilişkilenmede anlam bulur.

Devrimden çıkarı olan sınıf ve halktan tüm kesimlerin devrimle birleşmesi ve devrimin dinamikleri olarak ele alınması yanlış olmaz. Devrimin itici güçleri işçi sınıfı ve geniş emekçi halk kitleleridir. Devrimci sınıf ve devrimci halk katmanlarıdır. Fakat aynı zamanda devrimin ideolojik, politik, kültürel, bilinçsel güçleri de bu itici güçlerdendir. Sınıfsal bakımdan proletarya ve emekçi halk kitleleri devrimin itici güçleriyken, üst-yapı unsurları olan siyaset, bilinç, ideoloji, kültür gibi etmenlerin teşekkül ettiği cephe de politik bakımdan itici güçtür. Bu iki dinamik karşı karşıya konamaz birleşiklerdir. Ne yalnızca işçi sınıfına yaslanarak, ne de yalnızca üst-yapı unsurlarına yaslanarak devrim yürüyüşü başarıyla sürdürülebilir. İşçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerine dayanmak reddedilemez esastır. Ancak bu, teorik, siyasi, ideolojik formasyonu küçümsemek ya da yadsımak anlamına gelmez. Bilakis, ‘’devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz’’ formülasyonunda işaret edildiği gibi, ideolojik-teorik-siyasi formasyona dair unsurların bileşkesindeki üst-yapı kurumu olmadan işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri örgütlenip harekete geçirilemez ya da devrimci rolünü oynayamazlar…

Devrimimizin bir dizi görev alanında yetersiz pratik politikaya sahip olduğu doğrudur. Daha açık söylersek, bizlerin devrimci görev alanlarına dönük politikalarda önemli yetersizlikler taşıdığımız, en önemlisi de pratik politikalarda zayıflıklar taşıdığımız bir gerçektir. Bu çerçevede tüm eksikliklere, zayıflıklara ve pratik politika zaafına dönük somut plan ve görevler temelinde genel bir çaba sarf edip çalışma yürütmemiz gereklidir, gereksinimdir. Bu reddedilemez genel görev ve sorumluluktur.

Bu genel sorumluluğu unutmadan, genel içinde ve geneli destekleyip geliştirecek olan bazı özel alanlarda veya önem taşıyan kimi politikalarda pratik-politikalar geliştirerek somut adımlar atmamız isabetli olacaktır. Bu alanlardan biri aydınlara dönük anlayış, yaklaşım ve pratik-politika sorununda doğru kavrayışı geliştirip somut adıma dökme görevidir. Aydınlar meselesini önemserken, diğer meseleleri önemsiz görmüş ya da küçümsemiş olmayız. Aksi düşünülemez…

Aydınlara dönük politikada yaşanan ciddi boşluk ile birlikte, aydınların kitleler ya da toplum üzerindeki etkisi ve devrime ya da bizlere sunacakları katkılar göz önüne alındığında, aydınlar meselesinde somut adımlar atarak pratik-politikalar geliştirmemiz ve yaklaşımımızı netleştirerek onlarla ilişkilenmemiz önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyük öğretmenlerimizin, aydınlar ordusuna sahip olmayan bir devrim başarılı olamaz muhtevasındaki sözü düşünüldüğünde ise, aydınlar sorununu konu edinmemizin yanlış olmadığı iyice açığa çıkar…

Aydınlar meselesini bu düzeyde ele alırken, elbette aydın tanımını yaparak bu tanım çerçevesinde yaklaşım ve pratik-politikamızı şekillendirmek durumundayız.

Kimdir aydın? Ve aydınlara nasıl yaklaşmalıyız?

Komünistler, sosyalistler, devrimci ve demokratlar bu siyasi nitelikleriyle birlikte, kelimenin gerçek manasında birer aydındırlar. ‘’Gerçek’’ aydın olarak adlandırılan aydınlar kesimini oluşturanlar bunlardır. Bunlar en tutarlı ve aydın kavramını tam yetkin nitelikte karşılayanlardır. Dolayısıyla aydınları tartışırken, esas alacağımız bu kesimlerdir. Bu da, eski-yeni kadrolarımızla, devrimci ve demokrat nitelikteki bireylerle doğru ilişkilenmeye götürür bizleri…

Şüphesiz ki, aydın kavramı sadece bu çerçeveye sığdırılamaz. Bizler veya sosyalist ve devrimci hareketlerin dışında da aydınlar vardır ve bu inkâr edilemez. Gerici sınıfların hizmetinde veya bilinçli olarak hizmetinde olmayan, gerici sınıfların saflarında yer almayan, aynı zamanda toplumsal ve sosyal sorunlarda halk kitlelerinden yana yer/tavır alıp gerici sınıflara muhalefet pozisyonunda olan, bilimle tanışmış, aydın kültüre sahip, toplumsal ve dünya gelişmelerine duyarlı, ezilenlerden yana saf tutan, kadın sorunu, ulus ve inanç sorunlarında her türden milliyetçilik ve şovenizmden uzak bireyler birer aydındır. En azından bütün bunlarda asgari düzeyde ezilenlerden yana/ezenlere karşı bir tavır-tutuma sahip olandır, sahip olmak durumundadır. Her aydın öyle ya da böyle asgari ölçülerde de olsa demokrattır, demokrat olmak durumundadır. Aksi halde aydın kimliğini hakketmez.

Lakin her aydının ya da genel tanım içindeki aydınların ve hatta tutarlı olarak tarif ettiğimiz aydınların (veya hepsinin) bizler gibi düşünmesini, bizler gibi tavır almasını, bizler kadar tutarlı olmasını vb. vs. bekleyemeyiz. Bu aydın Komünist değildir. Bu aydın bilinçli-örgütlü bir devrimci de değildir. Siyasi tavrı bizlerle birebir örtüşen değildir. Toplumsal sistemin değiştirilmesine dönük kavrayışı, benimsediği yol-yöntemi, siyasi tutarlılığı, görüşlerinin sağlamlılığı, düşünüşünün devrimci niteliği vb vs. bizler gibi değildir… O halde ondan beklentimiz, ondan isteyeceğimiz, onda arayacağımız, ona yükleyeceğimiz rol tamamen farklıdır, farklı olmalıdır. Bizlerle birebir örtüşen, hatta her konuda mutlak tutarlı olan değil…

Bu genel aydın kavramında değerlendirdiğimiz aydınlar, bütün bu eksikliklerine, yetersizliklerine ya da devrimci açıdan taşıdıkları zayıflıklara karşın, burjuvazinin teşhiri konusunda, burjuvazinin halk kitlelerinden gizlediği veya halk kitlelerine söylediği yalanlar konusunda, kitlelerin yalan-yanlış bilgilerle manipüle edilmesi konusunda, kitlelere belli gerçeklerin yansıtılması ve bu kapsamda kitlelerin aydınlatılması-bilinçlendirilmesi konusunda, belli çarpıcı siyasi gelişmelerde ezilenlerden ve halktan yana tavır alma konusunda, görece doğru ya da bilimsel fikirlerin topluma yayılması-taşınması konusunda, yöntem konusunda ve toplumsal kitlelerin kısmen de olsa uyanması konusunda, toplum üzerindeki pozitif etkileri açısından, toplumsal yaşam ve sistemin daha modern ölçülere taşınması konusunda, pozitif manada taraf oldukları toplumsal çelişki ve sosyal sorunlarda kitleler üzerinde yarattıkları etki konusunda, faşist saldırı, şiddet ve katliamlar karşısında eleştiren pozisyonda bulunan olumlulukları konusunda, sömürü, açlık, yoksulluk, gelir dağılımındaki eşitsizlik konusunda, işçilere, kadınlara, ezilen ulus ve inançlara uygulanan baskı karşısında tavır alma konusunda vb. vs. bir dizi olumlu rol oynadıkları inkâr edilemez gerçektir. Burjuvazinin yanında yer almayıp, tutarlı olmasa da halk kitlelerinin yanında yer almaları, gelişmeden, ilerlemeden, aydınlanmadan, bilinçli toplumdan yana olmaları küçümsenemez rolleridir…

Henüz burjuvaziyle proletarya arasında net ve keskin tercih yapamayıp net tavır alamayan, tarafsızlıktan öteye emekçi halk kitleleri cephesine yakın olan ve objektif (ya da sübjektif olarak da) olarak burjuvaziden çok daha devrime yakın olan bu kesimleri(bu aydınları), devrim saflarına kazanmak devrimci siyasetken, burjuvazinin yanına itmek aymaz siyasettir. Proleter devrimcilerin görevi ya da hedefi bu kesimleri devrime yakınlaştırmak ve kazanmak, burjuvaziden koparmaktır. Genel olarak devrime, halka ve halkın örgütlü güçlerine doğru adım atan, onlara yakınlaşmak isteyen ya da yakın duran ama belli eksiklikler de barındıran halktan insanlara ve aydınlara kapılarımızı kapatamaz, onların attığı ileri adımı destekleyerek daha da ilerlemelerine yardımcı oluruz-olmalıyız. İtmek değil, kazanmak esastır. Her aydınla birleşebileceğimiz ölçülerde, mümkün olan en ileri düzeylerde ilişkilenir, onları devrime kazanmaya çalışırız-çalışmalıyız. Karşı-devrimci olmadıkça, burjuvazinin hizmetinde olmadıkça, somut olarak yüz kızartıcı suçlar içinde olmadıkça, halkın ve devrimin değerlerine temelde veya esasta ters düşmedikçe, hata yapmış, zaafa düşmüş, ciddi yanlışlar yapmış ama bizlere doğru adım atan her aydını, her bireyi kazanmalı, kazanma siyaseti esasıyla yaklaşmalıyız. Bizlerin hata yapmış ya da hatalar taşıyan ama halkın ve devrimin saflarında yer almak isteyen insanları dışlama lüksümüz olamaz; karşı-devrime itme aymazlığımız hiç olamaz. Değişim dönüşüme samimi olarak inanmalı, ikna edip kazanma gücümüze güvenmeliyiz. Kazanılabilecek her bireyi kazanmalı,  aydınları özellikle kazanmalıyız.

Şüphesiz ki, bu yaklaşım ve anlayış genel bir doğrudur, genel olarak doğrudur. Bu yaklaşım tarzı benimseyip uygulamamız gereken temel yaklaşımdır. Ama bu genel doğru her bireyin somutunda aynılıkla geçerli, mutlak şekilde geçerli görülemez. Her aydın ya da bireyin somut olarak değerlendirilmesi doğru olandır. Her bireyi ya da kendisine aydın vb. misyonu yükleyen her kesi mutlak biçimde aydın olarak değerlendirmek düşünülemez. Bireyin ne yaptığı, niçin yaptığı önemlidir. Bireyin aydın vasfını hak edip etmediği, yaptıklarıyla, pratiğiyle, tavır-tutumlarıyla, yaşam ve sosyal yaşam içindeki pozisyonu, siyasi gelişmeler karşısındaki duruşuyla, emekçi halk kitlelerine dönük taşıdığı görev ve sorumluluk bilinci ya da tavrıyla, burjuvaziye karşı duruşuyla, kısacası aydın veya demokrat niteliğine uygun davranıp davranmamasıyla vb. vs. ölçülür. Komünist ve devrimci tutarlılık beklenemez ancak demokratlığın, aydın olmanın asgari şartları aranıp beklenir.