Deprem Yıkımı Önlenebilir Bir Doğa Olayı, Sömürü Düzeni ise Gerçek Felakettir…

Sömürü düzeni yıkılmadan halkların acılarına son verilemez, felaketler önlenemez. Çünkü gerçek felaket sömürü düzeni ve onun iktidarlarıdır…

Öncelikle, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, Suriye’de ve Rojova’da deprem felaketine maruz kalan halklarımızın yaşadığı büyük acıyı derinden paylaşırken, ölenlerin anısına saygı duyuyor, geride kalanların acısını paylaşıyoruz.

Sözün bittiği, ölümün kol gezdiği yere çakılı kaldık. Göçük ve yıkım altında soğukta can vermenin dehşetini yaşadık. Göçük eşildikçe acılarımız büyümekte, on binlerce ölümle dehşet verici tablo kahretmektedir. Büyük felaket karşısında çaresiz bırakılan halklarımızın büyük acı, gözyaşı ve üzüntüsüyle yüklendik.

Halklarımızın acısı acımız, öfkesi öfkemizdir! Felaketi büyüterek derinleştiren sömürü düzeni ve onun bekçisi siyasi iktidara öfkemiz ise asla dinmeyecektir. Bir doğa olayı olan depremin yarattığı felaketi yaşamakla kalmadık, ötekiler olmayı yaşadık ve tonlarca beton altında ötekileştirilmişler olduk, gömüldük. Tıpkı kâr ve sömürü uğruna feda ettikleri yaşamımız ve koşulladıkları ölümlerimize kayıtsızlıkları gibi…

Sorumlu siyasi iktidardır ve kârı esas alan sömürü düzenidir

Yönetemeyerek deprem karşısında aciz kalan ve müdahalede bocalayan, hatta yapılan müdahaleleri engelleyerek ölmeleri kat be kat arttıran iktidar, yaşanan felaketin derinleşen boyutundan sorumlu ve suçludur. Kâr uğruna hazırlanarak büyütülen felaketin boyutundan sorumlu ve suçlu olan sömürü düzeni ve iktidardan başkası değildir. Bu suç ve sorumluluk ne bir kaç müteahhitte, ne de “Tanrı”ya yıkılarak geçiştirilemez… Müdahaledeki yetersizliği gibi, önlem almayan, topladığı deprem vergilerini ceplerine indirerek halkı deprem karşısında savunmasız bırakıp ‘‘kurban‘‘ eden iktidar suçludur! Felaketin korkunç boyutundan sorumlu olan siyasi iktidar ve kârı esas alan sömürü düzenidir. Bir kez daha görüldü ki bu halk düşmanı suçlu güruhtan medet beklenemez, ancak ve ancak hesap sorulur…

Deprem bölgesinde yaşıyoruz ve depremin yıkıcı sonuçlarıyla sık-sık karşılaşıyoruz. Sivas-Arıx köyü
depremi, Erzincan depremi, Muş depremi, Elazığ, Malatya, Marmara-Gölcük depremleri yakın tarihimizin yıkıcı afetleri olarak hafızalarımızda tazedir. Bu depremlerde on binlerce insan beton yığınları altında, molozlar içinde can verdi. Yaşanan her deprem afeti sonrası uzmanlar görüş belirterek yeni depremin nerelerde olacağını açıklayıp alınması gereken önlemleri sıraladılar. Ne ki, uzmanların açıklamaları ne siyasi iktidarlarda ve ne de sömürü düzeni sahiplerinde bir etki yaratmadı. suç güruhu iktidar bir kez daha “kader” olarak fetva verdi. Cinayetlerini, suçlarını ve sorumluluklarını aklamak için bir kez daha “Tanrı”ya sarılıp, halkın dini duygularını sömürmekten geri durmamaktadır Erdoğan ve iktidar güruhu…

Vahşeti yaşatan, felaketi büyüten, on binlerce insanı katleden, bebelere acımadan beton yığınları altında öldüren “Tanrı”dır demektedirler. Oysa, “Tanrı”nın yazdığı “kader” değil, kapitalist sistemin koşulladığı “kaderdir” bunca acımasız ölüme yol açan, vahşeti yaşatan… Suçlarını gizlemenin çabasıdır suçu “Tanrı”ya atarak koşulladıkları felaketi “Tanrı’nın yazgısıyla” açıklamaları. Biz beton yığınları altında can verirken, onlar sırça köşklü saraylarında yaşamaya devam etmektedir. “Kader” bu mudur, bu ‘‘kader‘‘ midir?! Saray da “Tanrısı” olan para ve paraya dayalı sistemi de sorgulamalı halka reva görülen bu canice ‘‘kader‘‘ için! Saraydakilerin “kaderi” hep sefa, yoksul halkınkisi hep cefa ve ölüm… Adaletsiz yazılmış bu halk düşmanı “kadere”, bu düzene itirazımız, isyanımız var!…

‘‘Tanrı‘‘nın buyurduğu “kader” miydi on binlerce insanı kıyımdan geçiren bu felaket? “Tanrıya” “iftira” atıp suçlamak köhnemiş beyinlerin kendini kurtarma çabasıdır. Bu, din istismarıyla suçlarını gizlemek için söylenmiş en kaba yalandan başka bir şey değildir… Ne “tanrı” ne de “yazgısı” felaketin sorumlusudur… Bilakis, deprem bilimcilerin uyarılarını dikkate almayan, harcamadan kaçınmak ve ceplerine indirdikleri paradan azaltmamak için gerekli tedbirleri almayan, yapısal dönüşümleri yapmayan ve bunu ranta dönüştüren ve rant için kullanan, toplanan deprem vergilerini güvenlikli yapılar ve yerleşim alanları açmak için kullanmayıp bu paraları kasalarına indirip üçer-beşer maaşla semiren, aile şirketleri ve vakıflar üzerinden paraları iç eden iktidar sorumludur! Bütün suçlarını milliyetçi ve dini duygulara sarılarak saklamaya çalışan iktidar, yine bu duyguları istismar eden manipülasyona ve aynı hileye başvurmaktadır. Lakin, “Tanrı’yı” suçlarına ortak etme ya da suçlarını “Tanrı’ya” yıkarak kurtulmaya çalışması nafiledir.

İktidar, ‘‘Tanrı’nın yazdığı kader‘‘ diyerek vahşetteki suçunu hafifletmeye çalışsa da, müteahhitleri tutuklamaktan geri durmamakta, “günah keçisi” yaptığı bir kaç müteahhitleri yargılayarak kendisini kurtarmayacaktır… Hiç kuşkusuz ki, sömürü düzeninde yer alan müteahhitleri, bina ve yapıların denetiminden sorumlu olan merciler, kaçak yapılara rüşvet karşılığında izin verenler suçludurlar. Ancak birinci dereceden suçlu olanlar bu denetim ve izinlerden sorumlu olan, gerekli önlemleri almayarak felakete davatiye çıkaran siyasi iktidardır. Hesap sorulması ve yargılanması gereken esas muhatap deprem vergilerini cebine indiren, güvenlikli yapılar inşa ettmeyen ve uzmanların uyarılarına rağmen gerekli tedbirleri almayan siyasi iktidardır…

Oysa, insan ilk yaşamından itibaren doğayla/doğanın davranışlarıyla mücadele içinde olup, onu kontrol etmeyi ya da kontrolü altına almaya çalıştı. Hırçın doğayı kontrol ederek insan yaşamı için zararsız hale getirme uğraşı verdi ve bunu devam ettirdi, ettirmektedir. Ne ki, bu mücadele doğayı tahrip etme pahasına değil, bilakis doğayı koruma esasına bağlı olarak yürütülmek durumundadır. Doğanın tahribatına dayalı her müdahale ve mücadele, doğal afetleri önlemekten ziyade, onu büyüterek devasa felaket ve yıkımlara yol açar. Kapitalizmin yaptığı tam da budur. Kapitalizmin yıkım ve tahribatına karşın, doğacı mücadele zemininde doğal afetleri zararsız hale getirerek kontrol altına alma mücadelesi zorunlu ve mümkündür. Bu mücadele verilmeden doğal afetlerden sakınılamayacağı gibi, sömürü düzeninin yıkım ve felaketleri de önlenemez…

“Tanrı”ya havale edip “kader” gerekçesiyle meşrulaştırılan felaketler bilimle, bilimsel mücadeleyle önlenebilir. Doğa olayları bu mücadeleyle kontrol altına alınıp tahribatı azaltılabilirken, kapitalist sömürü düzeninin tahribat ve yıkımına karşı siyasi mücadele şarttır. Gerçek felaket doğa olayı değil, onun tahribat ve yıkımını büyüten rantçı-talancı-tahribatçı sömürü düzenidir. Gerçek felaket deprem değil, karları uğruna önlem almayan ve doğacı mücadele yürütmeyerek depremin sonuçlarını ağırlaştıran kapitalist sınıf ve sömürü sistemleridir…

İnsan öldürmeye ve savaş yürütmeye dönük yüksek teknolojiyi kullanarak silah, araç-gereç ve
SİHA-İHA’lar üretenlerin, bununla övünenlerin, dahası yapay zekayla akıllı robotlar yapan ya da insan
kopyalayan teknolojik düzeyin deprem gibi doğal afetlerin önlenmesi, önlenemiyorsa bile ona hazırlık yapması daha insani olmaz mı, bu felaketleri hafifletmez mi?! Lakin, insan öldürmekte yarışan, SİHA-İHA’larla ne kadar insan öldürdükleriyle övünenler halkların ve yaşam hakkının yararına bir adım atmazlar…

Depreme dayanıklı yapıların inşa edilmesi, fay hatları üzerindeki yerleşim birimlerinin daha sağlam zemine taşınması, toplanan deprem vergilerinin ceplerine indirilmesi yerine ilgili önlemler için kullanılması, yapı izinleri, imar afları gibi rantçı politikaların terk edilerek insan yaşamını esas alan güvenlikli-sağlam yapıların kurulması tamamen mümkündür. Ne ki, rant, sömürü, kar ve yolsuzluk batağına saplanmış olan sömürü düzeni ve siyasi iktidarları bütün bunların aksine kazanacakları parayı ve kasalarını düşünmekte, halklara beton yığınları altında ölmeyi reva görmektedirler.

Bu iktidara ve sisteme sorulacak çok soru var: Deprem tahribatlarını asgariye indirmek için neden önlem almadınız? Deprem vergisi olarak halktan topladığınız paraları nereye kullandınız? Neden ve ne karşılığında güvenliksiz yapılara ve yapılanmalara izin verdiniz? Neden müdahale etmekte bocaladınız, bağımsız kurum ve kişiler depremin birinci günü yardım etmek üzere deprem yerindeyken iktidarınız-devletiniz neden günler sonra harekete geçebildi? Geçtikten sonra neden kimi bölgeler ihmal edildi, neden somut müdahaleler yapılıp insanların ihtiyaçları karşılanmadı, karşılanmıyor? Daha da önemlisi neden yapılan müdahaleleri engellediniz? Sizin, iktidarınızın dışında bağımsız ve gönüllü olarak demokratik kurum ve halkın kendiliğinden yaptığı yardımları neden engellemeye çalıştınız? Bu büyük felaket karşısında bile iktidarınızı düşünerek yardımları kendi hanenize yazmayı düşünecek kadar alçalmanız neyin ürünüdür? On binlerce insan tonlarca beton ve moloz yığınları altında can verirken, iktidarınızı düşünmeniz ve yardımları hanenize yazma kaygısıyla engellemeniz insani bir yan taşır mı? Birkaç müteahhitti tutuklayarak suç ve sorumluluğunuzdan kurtulacağınızı mı düşünüyorsunuz?…

Bir kez daha sorulmalıdır; ilk okul çocuğu harçlığını depremzedelere gönderirken, ‘‘yerli ve milli‘‘ olan
Erdoğan sen, Bahçeli sen, Soylu sen ve tüm şürekanız depremzedelere ne kadar yardım ettiniz? Kişisel
kasanızdan-cebinizden ne kadar yardım ettiniz? Halktan çaldığınız ve vergi diye topladığınız haraçtan
ne kadar ayırıp depremzedelere yolladınız?

Halkın öfkesini büyütelim

Evet, deprem doğası gereği yıkıcıdır. Ancak somut depremde görülen şu ki, gerçek yıkım ve felaketin
boyutu, sömürü düzeni ve siyasi iktidarın ürünü olarak gerçekleşip büyümüştür. Kârını düşünen
sömürü düzeni bürokratı, yetkilisi, müteahhidi ve tüm ilgililer ve elbette bu çarkın başı olan siyasi iktidar
çürük binaların dikilmesine izin vererek on binlerce insanın ölümüne yol açmıştır. On binlerce insanın
ölümünden birinci dereceden sorumlu olan siyasi iktidar ve iktidarın diğer suç ortaklarıdır. bunlar hem tarih karşısında hem de taşıdıkları sorumlulukları nedeniyle halk düşmanlığı yapmışlardır ve halkın yargısına taşınmak durumundadırlar.

Biraz onur ve haysiyet sahibi olan ve on binlerce insanın ölümünden zerre kadar üzüntü duyan bir
siyasi iktidarın bu tablo karşısında istifa ederek çekilmekten ve yargılanmasını talep etmekten başka hiçbir yol hukuki ve insani değildir. Ancak Erdoğan ve suç güruhu, iktidar derdine düşerek herkese hakaret ederek saldırmaktan, haysiyetsizce halkın karşısına çıkıp yalan söylemekten geri durmamaktadır…

Bu tablo karşısında yapılacak tek şey halkın öfkesini örgütleyerek suçlulardan hesap sorma
mücadelesini yükseltmektir. Siyasi iktidarla hesaplaşmanın yapılması her şeyden önce insani görevdir Seçim derdine düşen ve iktidar hesabı yapan mevcut iktidar güruhuna karşı halkın örgütlü mücadelesini büyütüp sorumluları yargılamak görevdir. Halkların acısını hissetmeyen iktidar sahipleri seçim ve iktidarını koruma derdine düşmüştür. Onların gerçek yüzü budur… Halkın acılarını sarmak öncelikli görevdir. İkinci adım suç güruhu iktidarı alaşağı ederek yargılayıp cezalandırmaktır. Bu yargı halkların yargısıdır. Burjuvaziden bir yargı beklenemez. Halkların örgütlü mücadelesiyle sömürü düzeni ve siyasi iktidarlarına son vermek için mücadeleyi yükseltmek stratejik ve somut görevdir. Sömürü düzeni yıkılmadan halkların acılarına son verilemez, felaketler önlenemez. Çünkü gerçek felaket sömürü düzeni ve onun iktidarlarıdır…