Yeni Özgür Politika Ne Yapmaya Çalışıyor?

Yeni Özgür Politika yazarları her seçimde sistematik olarak uyguladıkları bu saldırıları alışkanlık haline getirmişken, diğer demokratik-devrimci ve sosyalist güçleri de bu saldırılara alıştırmaya çalışmaktadır; sosyalistlerin bu duruma kayıtsız kalması beklenmemelidir. Ya dostluk ve ittifak hukukuna uygun davranılmalı ya da bu ittifak ve dostluk anlayışı yeniden tanımlanmalıdır.

Özgür Politika yazarları hemen her seçim döneminde olduğu gibi, bu seçimlerde de ittifak yapılmasına karşın, kendi dışındaki demokratik, devrimci ve sosyalist güçlere karşı asla ve asla kabul edilemez olan dostluk ve ittifak hukukuna sığmayan ağır suçlamalarda bulunmakta, ittifak güçlerini düzenin kulvarında kulaç atan kesimler olarak zan ve şaibe altına almaktadır. Mevcut seçimlerde bu rolü şimdilik Ava Neşe KALP üstlenmiş bulunmaktadır. KALP, son derece sorumsuzca ağır ve mesnetsiz saldırılarda bulunup damgalamalar yapmaktadır…

Yeni Özgür Politika yazarları her seçimde sistematik olarak uyguladıkları bu saldırıları alışkanlık haline getirmişken, diğer demokratik-devrimci ve sosyalist güçleri de bu saldırılara alıştırmaya çalışmaktadır; sosyalistlerin bu duruma kayıtsız kalması beklenmemelidir. Ya dostluk ve ittifak hukukuna uygun davranılmalı ya da bu ittifak ve dostluk anlayışı yeniden tanımlanmalıdır.

Ava Neşe KALP’in yazısında ortaya koyduğu anlayış ve yaklaşım tarzı birçok açıdan sorunlu, yıkıcı ve geridir. Bunlar üzerinde durmak şarttır. Zira mesele, sadece bir yazarın anlayışı, yaklaşımı ve tavrıyla sınırlı olmayıp, bu kadar masum da değildir. İdeolojik-politik olarak sorunlu ve sakıncalıdır. Bu anlayış ve yaklaşımı sayfalarına taşıyan, onaylayan ve propaganda eden Özgür Politika da yazarının bu tavrına ortaktır. Dolayısıyla, ilgili yaklaşım tarzı, üzerinde tartışma yürütecek bir önem ve ciddiyet kazanmaktadır…

Özgür Politika yazarlarının ortaya koyduğu anlayış, genel olarak faydacı-pragmatist iken, yaklaşımı ise tipik biçimde egemen-cidir. Pragmatisttir çünkü, Özgür Politika yazarlarının ortaya koyduğu yaklaşım, objektif olarak, ‘‘bana hizmet ettikçe ve bana entegre oldukça ittifakın ve dostluğun anlamı vardır” yaklaşımıdır. Pratik anlayışları şudur; ‘‘bana itaat etmiyor, bana hizmet edip uymuyor ve kendi bağımsız iradesiyle politikasını uyguluyor ise, dostluğun-ittifakın bir anlamı yoktur.” Ve bu yaklaşım aynı zamanda ben-merkezci, güce tapan, buyurgan ve egemenci yaklaşımdır. Zira fiilen, ‘‘ben gücüm, diğerleri bana uymak zorundadır” anlayışıyla hareket etmekte ve ittifak güçlerine-dostlarına bunu dayatmaktadır. Kabul etmediler mi, o zaman her saldırı, suçlama ve karalama haktır? İşte açık ya da zımnen uyguladığı yaklaşım ve benimsediği anlayış budur… Bu, katıksız biçimde egemen, otoriter ve ben-merkezci kültürün yansımasıdır. Ben-merkezci egemendir: kendi dışında şekillenen her tavrı kendisine hasım saymakta, “düşmana hizmet eden ve düşmanın oyunu alan” olmakla damgalamaktadır. Özcesi, kendisi dışında bir irade, tavır-tutum ve yaklaşımı asla kabul etmemekte, suçlamakta ve damgalamaktadır. Bu anlayış ve yaklaşım tarzında demokratik kültür zayıf, demokratik tutum yoktur; ama egemencilik, güce tapınacılık ve buyurganlık çıplak biçimde vardır. Sosyalistlerin, demokratik kültüre, ezilen güçlerin ittifak adabına ters düşen bu tutumu ve dayatmayı kabul etmesi düşünülemez.

‘‘İttifak ve dostluk yalnızca bana uygun hareket edildikçe, bana hizmet edildikçe ve arkamda sıra olunup dizildikçe vardır” kültürü, demokratik değil, burjuva kültürün yansımasıdır. Dostluk ve ittifak hukuku, bütün bileşenlerin ortak çıkarları temelinde, eşit, demokratik haklar zemininde vücut bulan bir ilişki zemindir. Asla tek bir gücün, partinin, kesimin çıkarlarına göre biçimlenmez. Orda demokrasi vardır ve demokrasi ittifakın harcıdır. Bu harca su katılırsa ittifak sulandırılmış olur. Tek bir gücün çıkarlarına uyarlanan ve egemen güce göre belirlenen bir ilişki, ittifak ilişkisi değil, ittifak adı altında ilhakçı bir entegrasyon olur. Mutlak otorite ve buna amade çıkarlar ne ittifakla ve ne de demokrasiyle bağdaşır.

Dostluk ve bu zemindeki ittifak ilişkisi, egemene itaat etmeye indirgenen bir kölelik ilişkisi ya da ben-merkezci anlayışa teslimiyet veya güç karşısında şartsız-koşulsuz bir boyun eğiş ilişkisi değildir. İttifak, eşitler arası demokratik bir ilişki biçimidir, eşitlerin ortak kabullerini egemen olarak tanır. İttifak ve dostluk hukuku, tek yanlı egemen ilişki biçimini kabul etmediği gibi, egemeni her şartta onaylayan bir noterlik de değildir. İttifak, tek taraflı çıkarlarla biçimlenmediği gibi, salt bir destek kurumu da değildir. Demokratik güçler, demokratik kültür ve değerlere bağlı olarak demokrasiyi içselleştirmeli, uygulamalıdır. Demokrasi, bir söz değil, uygulanması gerekli olan bir sistem ve kültürdür. Bunu benimsemeyenler demokrat olamazlar…

İttifak, bağımsız irade ve güçler arasında vuku bulur ve mutlak birlik değildir. Hem birlik hem bağımsızlık ilkesine dayanır. Bağımsız siyasi irade ve tavırların geliştirilmesi, ittifak içindeki her hareketin demokratik hakkıdır. İlgili bileşenlerin kendi bağımsız iradeleri temelinde ve ideolojik-politik çizgi-siyaset ve çıkarları temelinde tavır geliştirmeleri demokratik haktır. İttifak hukuku ve ilişkileri ya da genel çıkarları zedelenmeden, ittifak bileşenlerinin kendi ideolojik-politik-örgütsel çıkarları temelinde tutumlar geliştirmesi yadırganacak bir ilişki olmadığı gibi; ağır suçlama ve mesnetsiz ciddi  ithamları hak edecek bir ilişki biçimi de değildir. İttifakın genel normları ve ortak çıkarları her bileşen için bağlayıcıdır. Dolayısıyla, ittifak, yalnızca bir yapının çıkarlarına uygun olarak ele alınamaz, onun çıkarlarına entegre edilemez…

Somut tartışma veya sorun özgülünde mesele nedir?

TİP’in ittifak hukukuna uymakla birlikte ve ittifak içinde kalıp sadece bazı yerellerde kendi parti ismiyle seçimlere girme iradesinde ısrar etmesi, bu kararı almasıdır. Bu tavrı takınmaması istenebilir, ittifakın çatı adayı adı altında seçimlere girmesi tercih edilip arzulanabilir. Buna karşın, TİP’in seçimlere kendi parti ismiyle girmesi de demokratik bir haktır. Bu hakkını kullanması doğru ya da yanlış olabilir. Dolayısıyla, TİP’in tavrı eleştirilebilir fakat saygıyla karşılanması da gereklidir. Özellikle, Özgür Politika yazarı KALP’in yaptığı gibi, ağır saldırı ve suçlamalara maruz bırakılması asla doğru olamaz…

Ava Neşe KALP, Özgür Politika’nın hemen her seçimde yazarları eliyle uyguladığı karalayıcı, suçlayıcı, zan-şaibe yaratan ve damgalayan saldırgan politikayı yeniden canlandırmaktadır. Bu rastlantı sayılmaz; çünkü aynı süreçlere aynı yaklaşım tekrarıdır. İttifakın demokratik normlarına, tahammülsüzlüğün ürünü olarak sergilenen bu tutum, yıkıcı ve dağıtıcı işlev görmektedir. İttifak güçlerine yönelik bu saldırgan ve yıkıcı tavırların sergilenmesi, kaçınılmaz olarak; ‘‘Yeni Özgür Politika Neşe Kalp gibi yazarlar üzerinden ne yapmaya çalışıyor” sorusunu sordurmaktadır.  İttifak dağıtılmak mı isteniyor? İttifakın dağıtılması Kürtlere, Yeşil Sol Parti’ye, demokratik mücadeleye hizmet eder mi?  Hayır, kesinlikle… O halde, ittifakı hedefleyen bu saldırgan, bu karalayıcı, yıkıcı ve düzeysiz üslup niye? KALP, bu görevi nereden, ne adına almıştır? Öyle ya, Komünist başkan Maçoğlu ‘‘bir rol oynamış ‘‘, ‘‘TİP de aynı rolü oynuyor”!? Ya KALP hangi rolü oynuyor, bu yıkıcı, dağıtıcı tavrı ve düşmanlaştırıcı üslubuyla ne yapmış oluyor?!…

Ava Neşe KALP’in bu saldırgan ve damgalayıcı ithamları üzerinden önce onun ideolojik-politik olarak taşıdığı içsel eğilim ve çizgisindeki çarpıklığa bakalım. KALP, ‘‘Türkiye Cumhuriyeti mevcut ırkçı kodlarıyla devam için girdiği derin bir krizden bir kez daha çıkmanın yollarını aramaktadır. ‘‘ dedikten sonra, bu devam için tehdit olarak ‘‘Kürt ve Alevi adayı‘‘ olarak tarif edip ‘‘bay Kemal” dediği Kılıçdaroğlu’nu yani Kemalist CHP’yi görmektedir…

Oysa, ırkçı-faşist tekçi paradigmanın kurucu-temsilcisi bu Kemalist CHP’dir. Kılıçdaroğlu bu CHP’nin başındaki zat ve temsilcidir. Ne ki, KALP ırkçı kodlara tehdit eşiği olarak bu CHP ve başındaki Kılıçdaroğlu’nu veya adaylığını görmektedir? Neden? Çünkü, ‘‘bay Kemal Kürt ve Alevi’dir!” KALP’in bakışı budur. Bu bakışta, sınıfsal ve devrimci-demokratik mantalite yok, yalnızca etnik ve inançsal anlayış var! Ve bu anlayış ya da bakış açısıdır ki, Kılıçdaroğlu”nu ve onun şahsında CHP’yi(ırkçı-faşist tekçi paradigmanın mimarı CHP’yi), ‘‘TC‘‘nin ırkçı kodlarına bir tehdit olarak görmektedir. Kendisini, ittifakını değil, Kılıçdaroğlu adaylığını ve dolayısıyla CHP’yi propaganda edip övmekte, çare olarak sunmakta ya da ırkçı faşist kodlara tehdit ve alternatif görmektedir… Öyle ki, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını engelleyemedikleri için, yanına yerleştirilen Türk İslam Sentezciler ve derin devletçilerle Kılıçdaroğlu‘nun orada rahat bırakılmayacağının tasasını yaşamaktadır!? Anlaşılıyor ki, KALP, Kılıçdaroğlu’na ciddi ciddi inanıp, ırkçı kodlarla savaşacak biri olarak rehber edinmektedir… KALP’in bu tavrı ve kavrayışının karşısına konacak şey bir soru işaretidir!

Kalp, Kılıçdaroğlu ve CHP’sine bu misyonu yüklerken, bu beklenti ve umutlar beslerken, kendi ittifak bileşenlerini, demokratik ve devrimci güçleri ise egemenlerin oyununa gelmiş ve onların yönlendiriciliğiyle yönetilenler olarak suçlamaktadır! Bu zıvanadan çıkma halidir… Özcesi, KALP‘in ideolojik-siyasi ve sınıfsal bakış açısının tüm çarpıklığı burada açığa çıkmakta, burjuvaziye meyletmiş savrukluğu fena halde sırıtmaktadır…

KALP, yazısına, burjuvazinin planlarından bahsetmekte ve bu planlar dahilinde HDP’nin kapatılması ve bunun karşı taktikle boşa çıkarılmasından söz ettikten sonra, parlamentoya az sayıda vekil sokulmasında karar kılındığından dem vurmaktadır. Yani, burjuvazi en sonunu olarak HDP’nin meclise az vekil sokması planına gelmiştir… Ne ki, KALP’in meramı başka şey olduğu için, dolandırdığı lafı sonunda getirip TİP’in tavrına ve oradan da Dersim belediyesi ve Maçoğlu’na bağlamaktadır. İşte burada sorumsuzca saldırıp karalamaktan ve mesnetsizce suçlayıp zan altında bırakmaktan geri durmamaktadır…

Bakın ne diyor KALP: “HDP’nin kapatılma hamlesi karşı bir hamle ile boşa çıkınca, bu planın revize edilmesi de gerekti. Bu durumda plan, mümkün olduğunca az sayıda parlamenterin meclise girmesini sağlamaktır. TİP’in yalnız girme ısrarının arkasında böyle bir motivasyonu dayatan bir gücün olma olasılığı yüksektir.” Söylemeye gerek yok ki, KALP’in bu söylemi, TİP’e yapılmış ağır bir suçlama ve mesnetsiz-keyfiyetçi-sorumsuz bir saldırıdır. “Benim gibi düşünmeyen düşman yönlendirmesidir” diyor Kalp  ve devam eden söylem ve saldırılarıyla ittifak bileşenlerini itip ittifaktan koparmak istemekte, en azından buna hizmet etmektedir. Basınç yaratarak kontrolüne alma amacı gütse de bu düzeyde yapılan ağır suçlamalar, siyasal kimlik ve onur açısından yenilir-yutulur değildir. Ama KALP, düşmanla bu ilişkileri fazlaca yadırgamadığı için olsa gerek rahat bir şekilde dostlarına-ittifaklarına yapaktadır…

Devamında, ‘‘özürü kabahatinden büyük” manasına gelen şu sözleri söylüyor KALP: “Burada direkt TİP’in devlet tarafından yönetilmesi gibi bir iddiada bulunmuyorum. Zaten sol devlet tarafından direkt olarak yönetilmekten öte, daha çok belli davranış kodlarına adapte edilerek ve bu kodlara refleks verecek biçimde etkilere maruz bırakılarak, her zaman istenen mecraya çekilme kapsamında tutulmaktadır.”

Yani, ‘‘sol‘‘ devlet tarafından, ‘‘her zaman istenen mecraya çekilme kapsamında tutulmaktadır.” İşte, ‘‘sol‘‘un, yani, demokratik, devrimci ve sosyalist hareketin KALP’teki karşılığı budur, anlamı bundan ibarettir!… O, her zaman devletin istediği mecraya çekilen ve tutulan kapsamdadır!… Bu yapıldıktan sonra, yani ‘‘sol‘‘ veya TİP böyle olduktan sonra, devlet tarafından yönetilmesi iddiasında olsan ne yazar, olmasan ne yazar. O zaten her zaman o mecraya çekilip tutulandır!?! KALP’e göre tabii ki… Dahası, HDP’nin meclise az parlamenter sokmasının aracı olan bir unsurdur TİP ve ‘‘sol‘‘ hareket… KALP’in  ‘‘sol‘‘ harekete bakışı budur. Bundan dostluk da ittifak da çıkmaz. Ne çıkar, devlet nasıl ki, br mecraya çekip orda tutuyor, ben de onun gibi bir mecraya çekip kontrolümde tutayım, bana hizmet etsin! KALP’in bakışı bu pragmatizm ve ilkesizliği içeriyor. Böyle bir solla, böyle bir TİP’le ittifak yapmanın başka bir manası da olamaz… ‘‘Bana hizmet etmeyen, benim çıkarlarıma endekslenmeyen her kes düşmandır, düşman yönlendirmesidir!” mesele bu kadar kaba, bu kadar basittir, KALP’ın ve temsil ettiği anlayışın bakışında.

“TİP’in mevcut konumu aslında Dersim’de belediyenin HDP’nin elinde alınması sürecine çok benziyor. Dersim’deki stratejiden ziyadesiyle memnun kalmış olmalılar ki aynı yöntemi şimdi TİP’in tıpkı Maçoğlu şahsındaki “zararsız ve popüler komünist” kıvamını, “popüler ve zararsız bir sol” üzerinden HDP’nin parlamentodaki gücünü azaltmada kullanacaklardır.” diyen Neşe Kalp, birinci olarak yalan söylüyor, ve demagoji yapıyor. Dersim belediyesi HDP’den değil, Kayyumdan alındı. Kayyumun HDP’den aldığı Dersim belediyesi sosyalistler tarafından bizzat kayyumun elinden alındı! Sosyalist güçleri ve kazanımlarını sindiremeyen KALP ve arka plan anlayışı, sosyalistlerin kazanımına karşı duyduğu rahatsızlık ve sancıyı bir türlü atlatamamış olmalı ki, lafı evirip çevirerek sosyalistlere, Dersim Belediyesi ve Maçoğlu’na saldırmaya getirmiştir.

KALP’in, Sosyalistlerin ve DDHD ittifakının ortak kazanımı olan, doğrudan demokratik-devrimci ve halkçı yerel yönetimler anlayışı temelinde meşru biçimde kazanılan Dersim belediyesi kazanımını, yani sosyalistlerin çalışma ve yarattığı değerlerin ürünü olan kazanımı, hayasızca devletin stratejisi olarak lanse edip yaftalamaktadır. Devlet, Dersim belediyesinde uyguladığı bu “stratejisinden ziyadesiyle memnun kalmış olmalı ki aynı yöntemi şimdi TİP’in tıpkı Maçoğlu şahsındaki ve popüler ‘komünist’ kıvamını, ‘popüler ve zararsız bir sol ‘üzerinden HDP’nin parlamentodaki gücünü azalmada kullanıyor” diyor KALP… Bu iftira ve karalama saldırısında bulunan KALP, önce yukarıdaki Kılıçdaroğlu ve CHP hayranlığını izah etmeli, bu tavrından sıkılmadan Komünist ve devrimcilere kara çalma hadsizliğinde bulunmamalıdır. Kimin ve kimlerin, devlet için zararsız olduğu aşikardır. Onlarca yılın mücadelesi ve değerlerine laf etmek KALP’in haddine değildir. Devrimci değer ve kazanımlara saldırmak, eğer düşmanın değilse, ilkel milliyetçi körlüğün ürünüdür. Bu tutarsızlık izah edilmek durumundadır. Bir taraftan ittifak edip ortak mücadeleler ve mücadele kurumları geliştireceksin, diğer taraftan devletin yönlendirmesi vb. saldırıları yapacaksın! Bu, ittifaklara ve dostluklara bakış açısıdır, samimi olmadığı gibi, asla güven verici de değildir. İlkel milliyetçi bakış açısıyla demokrat bile olunamaz… Evet, KALP bütün bu suçlama, anlayış, tutum ve yıkıcı üslubuyla ittifak güçlerini itme işlevi görmektedir. Bu tavır masum değildir, sorgulanmak durumundadır…

Dünyası dar bakış açısıyla sınırlı olan bir beyin ancak böyle çalışabilir. Bütün değerleri, ilkeleri, mücadeleleri, bedelleri ve bunlar üzerine yükselen bir tarihi nasıl bir çırpıda popülerliğe indirgeyip onunla pazarlık malzemesi haline getirebiliyor, bunu KALP’ten öğrenin. Yani, devletin popülerleştirme ayarıyla devrimci kurum ve kişileri nasıl satın alıp yönettiğini, nasıl yol verdiğini iddia ediyor, iddia edecek kadar basitleştiriyor ve basitleşiyor.

Bakın ne diyor: ‘‘Popülerleştirme aslında başka bir açıdan ilgili kişi ve partiye verilen ayardır. Bunun anlamı şu: “Gidilmesi gereken istikamet bu, böyle devam edersen yolun açık, yoksa sen bilirsin.” Elbette ilgili parti ve kişiler bu mesajı alıyor ve buradan devam ediyor.‘‘

“Bu ön açmanın alfabesinde, tıpkı Dersim Belediyesinde olduğu gibi “Kürtlerin oyunu al, talebini, dilini asla!” ayarı çekiliyor. Bunun karşılığında ön açılıyor. İşte Maçoğlu’nun usluluğu da buradan geliyor. Bu ayarı çekecekleri kişiler ve kurumlar da elbette bodoslama değildir, bunların kişilikleri, potansiyelleri, zaafları, zayıf ve güçlü yanları, ilişkileri hepsi önceden üzerinde çalışılmıştır. Varsa -ki mutlaka vardır- şantaja uygun bağlantıları vs. de burada göz önüne alınır. Mesela EMEP, ESP gibi partilere bunu yapamıyorlar.‘‘

Devrimci ve sosyalist hareketlerin tarihsel mücadeleleri, bu mücadelelerde ödediği bedelleri, sisteme karşı  sergiledikleri pratikleri, gerçekleştirdikleri eylemleri, ideolojik-siyasi duruşları vb. dün olduğu gibi, bugün de aleni biçimde gözler önündedir. Bunları inkâr etmek, yok saymak ve bu da yetmezmiş gibi, yukarıdaki bayağılıklarla saldırma cüreti göstermek olsa olsa bilinçli bir çarpıtıcının veya inkarcı zihniyetin işi olabilir. Bunca mücadeleler, ağır bedeller, kararlı savaşımlar ortadayken, bu hareketlerin, devletin popülerleştirme siyasetiyle ayara çekilmesinin ileri sürülmesi olağan bir aklın işi olamaz. Bu karalı mücadeleler içinde tarihsel rol oynayan, devrimci teori, ilke ve amaçlarla devrimci duruş sergileyen, bunu her pratiğiyle kanıtlamış olan devrimci hareketlere bu saldırılarda bulunmak veya bu basit kaygılarla ayara çekilebileceklerini düşünmek ancak bilinçli bir amacın işi olabilir…

KALP, yazdıklarıyla sergilediği aymazlık ve savrukluğu iyice derinleştiriyor, etik tanımayan saldırılarında sınır tanımıyor.  Devlet bütün bu stratejiyi güderken, bodoslama gitmiyor; bilakis inceden inceye hesaplayıp planlıyor, kimin zaafı, zayıflıkları var, kişilikleri nedir ne değildir bunları hesaplıyor ve üzerinde çalışıyor diyor KALP. Ve ekliyor, ‘‘Varsa –ki mutlaka vardır- şantaja uygun bağlantıları vs. de burada göz önüne alınır.” diyor!…  Yani, sadece uygun kodlarla yönetip ayar çekmiyor ve doğrudan düşman yönlendirmesi olmayan durumların ötesinde, şantaj yapılarak bu devrimci hareketler ve kişiler kontrole alınarak bilinçli olarak HDP’nin vekillerini azaltmak için kullanılıyorlar diyor…

Her şeyden önce, sosyalist ve devrimcilerin şantaja boyun eğmeyecek kuvvette sağlam bir karaktere, devrime bağlı kişiliğe sahip olduklarından bihaber olan Neşe Kalp gibilerin devrimci ve sosyalistlerin şantaja boyun eğerek düşmanın dümenine girebileceklerini varsayması normaldir, ama gerçekçi ve devrimci değildir. Devrimcilerin zaaflar göstermesi mümkün ama devrimci yapı ve hareketlerin genel olarak bu zaafa düşmesi tamamen gerçeğe aykırıdır. Bu, ancak düşman tarafından kurulup kullanan yapılar için geçerli olabilir. Mevcut sosyalist ve devrimcci-demokratik güçler için asla… Bir belediyenin kazanılması veya kazanıılmaması, seçimlere bağımsız girilmesi veya buyurganın çıkarlarına göre girilmesi, devrimci hareket ve yapılara saldırmanın, onların siyasal kimliklerine en ağır ve mesnetsiz saldırılarla kara çalmanın gerekçesi olamaz. Ancak, tüm ufku seçimlere, vekil saayısına ve bencil çıkarlarına endeksli olan bir kafa yapısı, bu uğurda devrimci hareketlere saldırıp onları zan altında bırakan sorumsuzluklar sergileyebilir.  Bu kafa yapısı dostluk ve ittifaklar sürdüremez, gelişip güçlenemez. Yıkıp dağıtır, kendisini tecrit eder…

İkincisi, bu iddiaları ileri sürmek ancak somut bilgi veya kanıtlanabilir delillerle mümkün olmalıdır; en azından devrimci etik bunu gerektirir. Yani, sorumsuzca ithamlarda bulunup devrimcileri zan altına sokmak ve düşmanın araçları olarak sunmak o kadar basit ve kolay olmamalıdır. Eğer kolayca yapılıyorsa bu değersizliğin ürünüdür. Etik ve değer sahibi biri, kanıtlayamayacağı bir iddiayı ileri sürmez; özellikle de devrimci hareketleri zan altına sokacak ciddi iddialarda bulunmaz. Eğer bulunursa ya kanıtlamakla yükümlüdür ya da kanıtlamıyorsa bayağı bir yalancı-iftiracı olmayı kabul etmekle yüz yüzedir. Yani, insani değer, etik ve ahlaka sahip olanlar sorumsuzca suçlamalarda bulunmazlar, kanıtlayamayacağı iddialarla devrimci hareketleri karalamazlar. KALP’in elinde bir delil, bir kanıt ve somut bir veri varsa onu ortaya koyar. Aksi taktirde altından kalkamayacağı iddialar ileri sürmemelidir. Kalp, sübjektif fikir ve yorumlarını somut olguların yerine koymaktadır. Bu sorumsuzluk ve savurganlık normal bir insanın işi olamaz.

İttifak iradesi de duysun istiyoruz:  

Biz, yapılan bu saldırı ve karalamaları kabul etmiyor, dostluk ve ittifak anlayışına sığdırmıyor, kınıyoruz. Bu dil, bu üslup burjuva egemenlerin iktidar uğruna başvurduğu yöntemlerden özünde farklı değildir. Terk edilmeli, özeleştirisi verilmelidir. Bu yaklaşım ve saldırılar elbette ilişkilere zarar veren ve değerlendirilmesi gerekli olan yaklaşımlardır. Asla kabul edilemezler…

KALP’in ideolojik-siyasal eğiliminin kendisini dışa vurduğu mihenk şurada gün ışığına çıkarak, devrimcilere, devrimci sınıflara ve devrimci sınıf kadınlarına bakış açısını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Bakın Yeşil Sol Parti ve HDP‘ye ne öneriyor!?

“Bu durumda, bizim Yeşil Sol Parti ve HDP’ye söyleyebileceğimiz şey, daha çok kadın politikalarına odaklanılması olacaktır. 2022 ABD seçimlerinde Cumhuriyetçi partiye kaybettiren şey Kürtaj Yasasıydı. Kadınların gücünü hesaba katamayan kaybeder. Özellikle muhafazakâr mahallenin kadınları daha açık bir biçimde erkek şiddetinin kapsamındalar. Tam da bu yüzden orası daha devrimci bir potansiyel barındırmaktadır.  Kendi mahallemizden biraz ötede olan mahalleye de ulaşmak gerekiyor…”

Evet KALP, Yeşil Sol Parti ve HDP’ye mahalle değiştirin diyor. Muhafazakâr mahallenin kadınları daha devrimci potansiyeldir diyerek onlara ve onların mahallesine gitmeyi salık veriyor! Kadınların önemine yaptığı vurgu söylediklerinden bağımsız olarak haklıyken, ezilen ve sömürülen emekçi-işçi, Kürt ve azınlık inanç ve kimliklerden Kadınlar değil, muhafazakâr mahallenin kadınları daha “devrimci potansiyel” taşıyor diyor ve oraya davet ediyor. İşçi-emekçi kadınlar o kadar devrimci değil demek ki! Ezilen Kürt, Türk ve diğer millet, milliyetlerden, diğer inançlardan ve kültürlerden emekçi kadınlar değil de muhafazakâr kadınlar devrimci potansiyelmiş!  Kısacası, KALP çözüm ve çareyi, devrimci sınıflarda, bura kadınlarında, devrimci harekette değil, muhafazakâr mahalle kadınlarında buluyor. Devrimci hareketleri devletin yönlendirmesi ve güdümünde gören bir anlayışın gideceği yer, muhafazakâr mahalle olur elbet. Ama kadınlar adına talihsiz bir çağrıdır bu. Emekçi kadının daha az devrimci potansiyel olduğunu görerek, bu devrimci potansiyeli muhafazakâr mahalle Kadınında görmesi tesadüf olmasa gerek. Tesadüf değil, ideolojik-siyasi görüşünden ve devrimci sınıf hareketine bakışının ürünüdür bizzat.  Kolay gelsin Neşe KALP…