ZİNDAN(LAR)IN TÜRKÇESİ

 TEMEL DEMİRER

ZİNDAN(LAR)IN DİBACESİ
“HAYATA DÖNÜŞ HAREKÂTI”
VERİLERLE ZİNDAN(LARIN) GERÇEĞİ
ZİNDANLAR(IN)DAKİ “HÂL VE GİDİŞ”
YOĞUNLAŞARAK, YAYGINLAŞAN SİSTEMATİK BASKILAR!
ÇIPLAK ARAMADAN TECAVÜZE
KEYFİ ZORBALIĞIN SINIRSIZ ŞİDDETİ
HASTA TUTSAKLAR
ÖZEL BİR ÖRNEK: TEKİRDAĞ
“NİHAYET”
ZİNDAN(LAR)IN TÜRKÇESİ [1]


SİBEL ÖZBUDUN – TEMEL DEMİRER

 

“Hapse düşmemiş bir insan, devletin ne olduğunu bilemez.” [2]

Erich Fromm’un, “İnsanlar her şeye sahip gözükse de gerçekte hiçbir şeye sahip değildir. Çünkü bir nesneye sahip olmak, saklamak ya da onu denetlemek yaşam sürecinin belirli ve kısa alanlarına özgü, onunla kısıtlıdır,”[3] sözleriyle betimlediği kapitalist yabancılaşma dünyasında 10 milyondan fazla insan cezaevlerinde. ABD’deki mahkûm sayısı en az 2 milyon, Çin ve Rusya’da ise yaklaşık bir milyon kişinin cezaevlerinde olduğu belirtiliyor. Sonra mahkûm sayısı yüz bini aşan ülkeler geliyor. Ülkemiz, cezaevlerindeki mahkûm sayısı yüz bini aşan dokuz ülkeden biri. Diğerleri de Hindistan, Tayland, İran, Endonezya, Brezilya, Meksika, Güney Afrika ve Ukrayna…[4]

‘İnsan Hakları Derneği Cezaevi Komisyonu’nun verilerine göre, Türkiye’de 345 hapishanede 137 bin 133 tutuklu bulunuyor, tutuklulardan 4 bin 870’i kadın, bin 878’i çocuk. İHD Cezaevi Komisyonu’na ulaşan rakamlara göre hapishanelerde 167’si ağır olmak üzere 544 hasta tutuklu var.

İnfaz Yasası’nda yapılan bir değişiklikle ağır hastalığı ve sakatlığı bulunan mahkûmların tahliyesi kolaylaştırıldı. Ancak bu uygulamayla da değişen bir şey olmadı. Tahliye başvurusu yapan 460 tutuklu ve hükümlüden sadece 43’ünün cezasının infazı geri bırakıldı. 417 kişinin tahliye talebi ise reddedildi. 113 hasta mahkûm Adli Tıp raporu bekliyor. 6 ay içerisinde 14 tutuklu, Adli Tıp’tan rapor beklerken yaşamını kaybetti.[5]

Öne çıkan görünüm kabaca böyleyse de, gerçek bununla sınırlı değil.

 

ZİNDAN(LAR)IN DİBACESİ

Özü itibariyle “Panoptikon” sözcüğüyle özetlenmesi gereken hapishane hâli; İngiliz filozof ve hukukçu, toplum reformcusu, ‘faydacılık’ düşüncesinin teorisyeni Jeremy Bentham’ın 1785 yılında tasarlamış olduğu bir modelidir. Onun tasarladığı hapishane projesi modern çağda teknolojinin de gelişmesiyle cezaevlerinde, özellikle de Türkiye cezaevlerinde hayata geçirilmiş durumda.

Aslı sorulursa, sürdürülemez kapitalizmin elinde yerkürenin de “Dev Bir Panopticon”a dönüştürüldüğü koordinatlarda Panoptikon üzerinde durmak yararlı olacaktır.

Jeremy Bentham’ın 1785 yılında, muhtemelen Versailles’ın Hayvanat Bahçesi’nden esinlenerek tasarladığı “modern” hapishane modeli Panopticon (“pan”=bütünü, “opticon”=gözlemlemek) adını taşıyordu. Bentham’ın Panopticon’u birkaç katlık tek odalı hücrelerden oluşan bir halka üzerine kuruluydu. Her hücre bu halkanın iç kısmına açıktı ve halkanın dış cephesindeki duvarda birer pencere vardı. Halkanın ortasında mahpuslardan tamamen saklanmış konumdaki gözlemcilerin kaldığı bir nöbet kulesi yer almaktaydı.

Panopticon’un temelinde yatan ilke, tek odalı hücrenin içindeki sakine saklanacak hiçbir yer bırakmaması, buna karşılık dış cephedeki duvarın penceresinden gelen dış ışığın kuledeki nöbetçilere mahpusun her hareketinin bir siluetini izleme olanağını sağlamasıydı. Bentham’ın yaklaşımına göre, gözlemlenen her yanlış davranışının ceza getireceğini bilen, ama davranışlarının aslında ne zaman gözlemlendiğini bilmeyen mahpusun, aklını başına toplayarak her zaman izleniyormuşçasına davranmaktan başka seçeneği yoktu. Böylece mahpus bizzat kendi hareketlerini kollamak durumunda kalacaktı.

Burada bir parantez açalım. Bentham’ın tasarladığı mükemmellikte bir Panopticon henüz inşa edilmedi ama bugün neredeyse tüm toplumsal yaşama Panopticon ilkeleri uygulanmaya çalışılıyor. Kışlalar, okullar, ibadet mekânları, fabrikalar, hatta sosyal medya birer Panopticon hâline dönüşüyor. Tüm dünya devasa bir Panopticon’a dönüştürülüyor.

Parantezi kapatıp devam edersek, Foucault’nun işaret ettiği gibi “modern” infaz sisteminde sadece “seyir” değil genel olarak “acı” da iptal edilmiştir. Artık “beden” cezalandırmanın ana hedefi değildir.[6] (Bu açıdan bakıldığından 1980 sonrasının Mamak ve Diyarbakır hapishaneleri veya “Hayata Dönüş Harekâtı” “Karanlık Çağlar”a ait yüz kızartıcı birer örnektir!)

Evet, bu modern sistemde de “suçlu” içeri kapatılır, ayağına zincir, pranga vurulur, elleri kelepçelenir, zorla çalıştırılır, hücreye atılır, tecrit edilir ama bunlar eskinin “bedene azap verme” anlayışıyla yapılmaz. Artık amaç, beden aracılığıyla bireyi kontrol altına almaktır. Onu disipline etmek, itaat ettirmek, boyun eğdirmektir. Kişiliği iğdiş etmektir. İnsan onurunu yerle bir etmektir. Kısacası hedef artık beden değil ruhtur.

Modern ceza ve infaz sisteminin bir diğer özelliği, ortaçağın işkencecisinin yerini artık kocaman bir teknisyenler ordusunun almasıdır. Psikologlar, hekimler, din adamları, eğitmenler, bakanlık görevlileri, gardiyanlar ve bir sürü başka insan cezalandırma sürecinin parçasıdırlar. Cezanın artık ekonomisi, sosyolojisi, psikolojisi, antropolojisi, mimarisi vb. vardır. Bu teknisyenler ordusu arasındaki işbölümü öylesine rafine bir hâl almıştır ki sonuçta kimse yargılama hakkını gerçekten paylaşıyormuş gibi hissetmez kendini. Hâlbuki tam tersine, cezalandırma artık kolektif bir eylem hâline gelmiştir.

Ancak bu teorik çerçeveye Walter Benjamin’in tarih tezlerinde işaret ettiği gerçekler de eklenmelidir: “Ezilenlerin tarihi bize, ‘olağanüstü hâl’ denilen ve kanunların askıya alındığı durumların, hiç de sıradışı değil tam tersine kural olduğunu gösterir.”

Ezenler, ezilenlere dayattıkları büyük felaketleri, “olağanlaştırır”lar…

Walter Benjamin egemenin maharetinin, ezilenlere yaşattığı olağanüstü hâli gizleyerek, söylenemez kılmak olduğunu söylerken buna dikkat çeker.

Bu bağlamda Walter Benjamin 1921 yılında kaleme aldığı “Şiddetin Eleştirisi” başlıklı makalede hukuk ve şiddet arasındaki sıkı ilişkiden bahsederken; modern dünyada egemen şiddetin, ya kesintiye uğrayan devlet hukukunu yeniden tesis etmek ya da yeni bir hukuk düzenini hayata geçirmek için ortaya çıktığının altını çizer.

Kapitalist devlet, kendi hukukunu devam ettirmek ve ona alternatif olan varoluşları imkânsız kılmak için sürekli olarak şiddete başvurmaya mahkûmdur. Polis ve askerin modern hukuk için önemi bundandır. Devlet yasası kendine alternatif yasallıkları, varoluşları ve imkânları yok etmek için gene kendi koyduğu kanunları asker ve polis aracılığıyla askıya alır, polis ve asker gücüne başvurarak şiddet uygular. Kimi zaman “sıkıyönetim” kimi zaman “derin devlet”e havale ettiği binbir çeşit kanunsuzlukla, kendi kurduğu kategorileri bozan düşünce ve pratikleri yok eder.

Benjamin’e göre faşizm, hukuk ile şiddetin, olağandışı ile normal ve gündelik olanın ayrışamaz biçimde ve bütünüyle üst üste binmesinin adıdır. Faşist düzende iktidarda konumlanmış kimlik öylesine tekleşmiştir ki, en ufak bir farkı bile büyük bir tehdit olarak görür. Herkesi aynılaşmaya ve iktidara ortaklığa çağırır. İktidara ortak olmamak suç hâline gelir. Farklı olmak ihanetle eşitlenir. Ancak farklı olanı yok etmek için sıkıyönetim ya da derin devlete ihtiyaç duyulmaz. Hukuku askıya almak yerine yeni yasalar icat edilir. Her yeni yasa, devlete ve kolluk güçlerine yeni olanaklar sağlar, onları yargıçlaştırır. Her fark başka bir yasanın kapsamına girer ve cezalandırılır. Yargıçlar polisleşir. Faşizmde polis ve yargıç, kanun ve şiddet aynılaşır.

Yine Benjamin’e göre içinde her zaman bu tür bir faşistleşme potansiyeli taşıyan modern devlet hukuku -şiddeti tekelleştirmeye çalışsa da- kurulduğu günden bugüne başka bir şiddet çeşidinin meşruluğunu tam anlamıyla yok edememiştir.

Bu belirlemelerden hareketle sürdürülemez kapitalizmin zindanlarını bir şiddet örgütlenmesi veya ezenlerin, yaşattığı olağanüstü hâli gizleyerek beden aracılığıyla bireyi kontrol altına almayı, onu disipline etmeyi, itaat ettirip boyun eğdirmeyi, kişiliğini iğdiş ettirmeyi, yani insan onurunu yerle bir ederek ruhu köleleştirmeyi hedefleyen Panoptikon olarak görmek/ göstermek gerekir ki, bu konuda içeriden birisi, Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nden Mahmut Soner bakın neler der:

“Kapitalist sistemde hapishane ‘normal’in dışına çıkanları, suç işlediği iddia edilen kişileri, düzene muhalif devrimcileri, komünistleri toplumdan soyutlamak için kurulmuş cezalandırma, sindirme ve yok etme mekânıdır. Bu politika, günümüzde F tipi hapishanelerde tek ve üç kişilik tecritle sürüyor. Tecritle ıslah dayatılıyor ve ıslah olmayı reddeden devrimci ve komünistler için de türlü disiplin cezalarıyla tecrit koyulaştırılıyor. Zaten yok denecek denli kısıtlı sosyal haklar tamamen ortadan kaldırılıyor.

Yüksek güvenlikli diye adlandırılan F tiplerinde giriş ve çıkışlar kameralarla, x ray cihazları ve parmak iziyle çalışan kapılarla 24 saat denetim altında tutuluyor. Yüksek güvenlik seviyesinde olduğu için, birçok malzemenin hapishaneye girişine izin verilmiyor. Buna rağmen, ‘güvenlik’ denilerek hücreden her çıkış ve geri dönüşte durmaksızın aramalar yapılıyor. Yüksek güvenlik, tutuklu ve hükümlülerin aramasına dayanıyor. Diyelim sohbet hakkınızı kullanacaksınız; en az iki gardiyan sizi hücreden çıkarır, biri detektörle arama yapar önce ve diğer gardiyan da detektör sinyal vermese bile mutlaka elle arama yapar, zorla ayakkabılarınızı çıkarır. Sohbet yeri olan açık görüş alanına yanınızda bir gardiyan refakatiyle gidersiniz. Burası da kamerayla izlenmektedir. Orada 2.5 veya 3 saat kaldıktan sonra hücrenize dönmek için çıktığınızda yine aynı şekilde arama yapılır ve gardiyan refakatinde hücrenize getirilirsiniz.

Sohbet yerinden hücreye gelene kadar arama yapılan yer dahil, her yerde kamera vardır ancak hücreye girişte yine detektörle, elle üst araması ve zorla ayakkabı çıkarılmasına maruz kalırsınız. Bu işlemler hücrenizden her çıkış ve dönüşte yani mahkeme, aile ve avukat ziyareti, avukat, revir, hastane vb. yolunda aramaların sayısı 6-8’e dek çıkar. Yapılan sofistike bir işkencedir. Aslında, sizi her noktada taciz ve tahrik ederler.

F tiplerinde müdür, asker, gardiyan denetimi olmadan hapishaneye hiçbir şey giremez. Bu denetim merkezi bir sistemle, kamerayla da izlenmektedir ve denetim tek bir kişi değil, aramalar dahil en az iki kişiyle yapılmaktadır. Yani içerde bir şey olmadığı açıkça bilinmesine rağmen, bu aramalarla, fiziki işkence süreklileştirilmektedir.”[7]

 

“HAYATA DÖNÜŞ HAREKÂTI”

 

Foucault’nun işaret ettiği “Karanlık Çağlar”a ait yüz kızartıcı örnekler Mamak, Diyarbakır, Ulucanlar veya “Hayata Dönüş Harekâtı”yla hâlâ yaşanabilmektedir Türk(iye) zindanlarında…

2000 yılında iktidarın ölüm orucundaki devrimcilere müdahale etmek için cezaevlerine yaptığı eş zamanlı baskınlarda, askerler tutsaklara kimyasal silahlarla saldırarak 28 siyasi tutuklunun yaşamını yitirmesine neden olmuştu. Sonra dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk bu harekâta “Hayata Dönüş Operasyonu” adını vermişti.

28 kişinin katledildiği harekâtta, yaşananlarla ilgili olarak birçok kez yargı yoluna gidilmişse de sonuç alınamadı. ‘Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu Müfettiş Raporu’nda da “Cezaevine yapılan müdahâlenin kendiliğinden gelişen olaylar sonucu birden karar verilerek yapılan ani bir operasyon olmadığı ve operasyondan sonra delillerin karartıldığı, müdahâlenin sorumlusu olarak biri şehit, ölü ve firari üç askerin gösterilmesinin ‘örtbas’ izlenimi iddiasını haklı çıkardığı” ifade edilmişti.

Soruşturmayı yapan savcı Ali İhsan Demirel’in “tanık” sıfatıyla bile olsa bir subayın ifadesini dahi almaması, katliam hakkında kitap yazmış yüzbaşıyı dinlememesi, operasyon tutanağına “imzadan imtina eden” iki savcının görgüsüne başvurmaması “Hayata Dönüş”ün aslında iç yüzünü gösteriyordu.

“Hayata Dönüş” harekâtını protesto ettiği için “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla kapatıldığı Kandıra F Tipi Cezaevi’nde yumurtalık kanserine yakalanan 25 yaşındaki Mete Diş’ten; “Hayata Dönüş” harekâtı davasının görüldüğü İstanbul Kartal’daki Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde duruşmayı izlemek isteyen ancak salona alınmayan sanık yakınlarına göz yaşartıcı gazla müdahale edildiği, duruşma salonunda ve kapıda bekleyen çok sayıda kişinin baygınlık geçirdiği zorbalıklar yelpazesinde nihayet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Çanakkale Hapishanesi’nde “Hayata Dönüş” harekâtına maruz kalan 20 kadının başvurusuyla ilgili bir karar verip, yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı ile ilgili etkin soruşturma yapmamasından dolayı Türkiye’ye ceza verilmesine hükmetti.

Geçerken anımsatalım: HSYK’nın, “Hayata Dönüş” harekâtında Bayrampaşa Cezaevi’nde 12 tutuklunun ölümüne ilişkin soruşturmayı yürüten Savcı Ali İhsan Demirel “görevi kötüye kullanmak”tan yargılandığı dava için hazırladığı raporda, operasyondan sonra delillerin karartıldığını vurguluyordu; yanı sıra, Bayrampaşa Cezaevi’nde, 19 Aralık 2000’de düzenlenen ve 12 kişinin öldürüldüğü “Hayata Dönüş” harekâtına ilişkin 39 jandarma erinin yargılandığı davada tanık olarak dinlenen dönemin İstanbul İl Jandarma Komutan Yardımcısı Mehmet Polat, “Operasyonu Jandarma Genel Komutanlığı ve Jandarma Bölge Komutanlığı planladı ve icra etti,” demişti.

Ankara’da talimatla ifade veren dönemin Jandarma Genel Komutanlığı Harekât Başkanı emekli Tümgeneral Osman Özbek ise sabaha karşı düzenlenen operasyonun saatini ve tüm Türkiye’de eşzamanlı olarak yapılmasını hükümetin kararlaştırdığını belirtecekti.

Konuya ilişkin olarak 19 Aralık Katliamı sırasında Üsküdar Başsavcısı Kemal Canbaz, “Aynı gün ölüm orucu tutan tutuklu ve hükümlülerin sıcağı sıcağına hastanede ifadeleri alındı” vurgusuyla 15 Aralık 2000 tarihinde Adalet Bakanlığı’ndan gelen telefon üzerine İstanbul Jandarma Bölge Komutanlığı’na gittiğini anlatan Canbaz, bakanlığın kendilerine “Operasyona hazır olun” talimatı verdiğini söyledi.

18 Aralık günü ikinci kez İstanbul Jandarma Komutanlığı’na çağrıldıklarında, bölge komutanı Tuğgeneral Engin Hoş, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici ile buluştuğunu ve kendisine operasyon saatinin söylendiğini anlatan Üsküdar eski Başsavcısı Kemal Canbaz, operasyonun Milli Güvenlik Kurulu ve hükümet tarafından kararlaştırıldığını belirtti.

Kendisinin operasyonun başında bulunmadığını, 4 savcıya görev verdiğini anlatan Canbaz, “Kaldı ki cezaevinde ne yapıldı, silah kullanılıp kullanılmadığını bilemem, muhimmat neler ben bilemem, operasyonu yapan birimler benden bağımsızdır, bu konuda herhangi bir bilgim yoktur, ben başsavcı olarak operasyon başında bulunmam mümkün değildir bu konuda beş savcı ve başsavcı vekilini görevlendirmiş bulunmaktaydım,” dedi.

Yine aynı konuda eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman, “Adalet, Sağlık ve İçişleri bakanlıklarının ortak koordinasyonu, MGK’nın kararı ile gerçekleştirilen operasyonda görevim sadece operasyonun sınırları, maksadını mekân ve zamanını koordine etmekti. Bunun haricinde operasyonun başında bizzat bulunmadım. Jandarma, bölge komutanlıklarına gerekli emirleri ve talimatları verdim. Plan ve icra aşamasında benim herhangi bir dahlim yoktur, olayı raporlarla takip ettik” dedi.

1990’lı yıllarda cezaevlerinin örgüt mensuplarının eğitim imkânı bulduğu, gardiyanların esir alınıp öldürüldüğü, her fırsatta yangın ve isyan çıkarıldığı bir dönem olduğunu belirten Yalman, şunları söyledi:

“Operasyon açlık grevlerinin 60’ıncı gününde yapıldı. Buradaki amaç tutuklu ve hükümlülerin ölümlerine mani olmaktı. Operasyon sırasında tutuklu ve hükümlüler direnişte bulunmuşlardır, operasyon yetkili mercilerin emriyle yapılmıştır. Ayrıca devlet kararıdır. Görev alan kişilerin özverili ve insan haklarına saygılı bir şekilde operasyon yaptıklarını düşünüyorum. Ancak olaylarda kullanılan silahlarla ilgili bilgim yok. Bu olaydan sonra cezaevlerinde disiplin ve sükunet sağlanmıştır, rahmetli Başbakan Ecevit bu operasyonla ilgili TBMM’de ‘Uzun yılların birikimi ve devletimizin utancı olan cezaevleri sorunu hükümetimiz döneminde çözüm yoluna girmiştir. Cezaevleri koğuşları dünden itibaren devlete meydan okuyan terör karargâhları durumundan çıkarılmıştır’ demiş ve tüm güvenlik güçlerini kutlamıştır. Tutuklulardan 30’unun öldüğü bunlardan 18’inin kendisini yakmak suretiyle öldükleri ayrıca yaralananlar olduğu bana rapor edilmiştir. Tutukluların direncini kıracak şekilde gerekli silah kullanılmıştır. Bu operasyonların sonucunda 10 yıldır girilemeyen cezaevlerine ilk defa girilmiş iç disiplin sağlanmıştır.”

Toparlarsak: “Hayata Dönüş” yeni işkencelerin habercisiydi…

“Hayata Dönüş Operasyonu” ya da resmi adıyla Tufan Operasyonu, çıplak aramalardan, hücre cezalarına ve fiziksel şiddete kadar cezaevlerinde yaşanan hak ihlâllerinde bir dönüm noktası oldu. Siyasi tutuklu ve hükümlüleri ağır tecrit koşullarına mahkûm eden, kendi sesine bile yabancılaştıran ses yalıtımı, fiziki işkence amaçlı hazırlanmış tümüyle süngerle kaplı hücreleri içeren F Tipi cezaevi modeli 19 Aralık katliamının hemen ardından hızla hayata geçirildi.

19 Aralık 2000 tarihinde, tüm dünyanın gözü önünde Türkiye genelinde 20 cezaevine eş zamanlı operasyon düzenlenerek bir katliama imza atıldı. Operasyonun hedefinde F Tipi cezaevi projesine ve cezaevindeki baskılara karşı ölüm orucuna giren tutuklu ve hükümlüler vardı. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün, “Hayatı kurtarma operasyonudur” diye savunduğu operasyonda 2’si asker 30’u tutuklu olmak üzere 32 kişi yaşamını yitirdi.

Operasyonda, cezaevlerinin duvarları yakıldı, koğuşlardan çıkmak isteyen tutukluların üzerine kapılar kilitlendi, ateş edildi ve öldürücü dozda kimyasal gaz kullanıldı. Katliamla ilgili açılan davalarda yargı skandalları da birbiri ardına geldi. 2001 yılında açılan ilk davada, jandarma, infaz koruma memurları ve cezaevi yetkililerinden oluşan 1649 sanık iddianamede yer alırken, daha sonra aynı kişilerin isimlerinin iddianamede birden fazla yazıldığı ortaya çıktı.

“Hayata Dönüş” harekâtı sonrası asıl failler korunurken, tutuklulara yönelik baskılar ise daha fazla arttı. F tipi hapishaneleri, L ve D tipi hapishaneler takip etti. Ayları bulan hücre cezaları, süngerli oda uygulamaları, revir ve görüşe çıkışlarda dayatılan ayakkabı aramaları, yayın yasakları, keyfi şekilde verilen görüş ve haberleşme yasakları, infaz yakmalar, ağır hasta tutukluların tedavisinin aksatılması, tahliye edilmemesi, darp ve sürgünler sıkça rastlanılan baskı türünden oldu.

Cezaevlerinde sağlanmak istenen ‘denetim’, tutuklulara daha fazla hak ihlâli olarak geri döndü. Hak ihlâllerinin işkenceye döndüğü simge davalardan birisi de Engin Çeber davası oldu. Çeber, gördüğü işkence sonucu yaşamını yitirdi…

Operasyonlardan sorumlu tüm üst düzey yetkililerin yargılanması gerektiğini belirten Avukat Ömer Kavilli, “Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, MHP’li Osman Durmuş, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bunlar o dönemin bilinen isimleri. Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman’ın ifadesine göre operasyon emrini verenlerden biri de Eski Mit Müsteşarı Şenkal Atasagun, diğeri Ali Suat Ertosun’dur. Ertosun’a Ecevit zamanında devlet üstün hizmet madalyası verdiler” dedi.

Cezaevlerinde her dönem işkencenin olduğunu söyleyen Kavilli, “Geçmişte fiili olarak süren işkence, eziyet, zulüm geleneği şimdi de devam ediyor. Şimdi onun adını hukukileştirmeye çalışıyorlar. Örneğin parmak izi alımı; kişi parmak izini aldırmak istemiyorsa Kabahatler Kanunu’na göre idari para cezası verebilirsiniz. Ama kişinin parmak izini zorla alamazsınız” diye konuştu.

Çıplak arama dayatmalarıyla birlikte özellikle kadın tutuklu ve hükümlülere yönelik taciz skandalları da sık sık gündeme gelmeye başladı. Cezaevlerindeki baskılardan çocuklar tutuklular da nasibini aldı. Özellikle TMK mağduru çocukların karşılaştığı şiddet örneklerinden biri Adana Pozantı M Tipi Çocuk Cezaevinde yaşanan taciz ve tecavüz olayı oldu…[8]

Özetle doğrudan bir devlet katliamı olduğu şüphe götürmeyen “Hayata Dönüş” hâlâ faili meçhul kapsamındadır. Bu böyle olunca, bugünün zindanlarının da aşağıda aktaracağımız üzere olmasında şaşırtıcı bir şey olmamaktadır…

 

VERİLERLE ZİNDAN(LARIN) GERÇEĞİ

 

Meseleye somut veriler tahtında zindan(ların) gerçeğini sergileyerek başlamakta yarar var.

22 Temmuz 2012 itibarıyla 14 F tipi yüksek güvenlikli ceza infaz kurumu bulunduğu ve 4 bin 975 yatak kapasiteli F tipi cezaevlerindeki hükümlü ile tutuklu sayısı 4 bin 173’e ulaştığı Türkiye’de, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e göre, F tipi cezaevlerinin de dolmak üzere olduğu ortaya çıktı.

‘Türkiye Barolar Birliği’nin raporuna göre, çeşitli türde 369 ceza infaz kurumunda 138 bin 16 tutuklu ve hükümlü bulunmakta olup, bunların büyük çoğunluğunda aşırı yoğunluk nedeniyle kapasite sorunu yaşanmaktayken; 15 Şubat 2013 tarihi itibarıyla Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e göre cezaevlerinde 31 bin 709 tutuklu, 93 bin 821 hükümlü bulunuyor.

AKP hükümete geldiğinde cezaevlerinde 59 bin kişi vardı, bu sayı şimdi 141 bin 161 oldu!

“Devlete karşı suçlardan tutuklu ve hükümlü” sayısının ise yaklaşık 10 bin civarında olduğu bildirildi. AKP’nin iktidardaki ilk yılı olan 2003’te cezaevlerinde 7 binin üzerinde siyasi suçlu vardı. Aynı sene “terör suçlusu” sayısı ise 6 bin 137 idi. Bunların 4 bin 161’i mahkûm, geri kalan bin 976’sı ise tutuklu idi. AKP’nin iktidara geldiği 2002’nin sonu itibariyle cezaevlerinde ‘terör suçlusu’ kategorisinde işlem gören tutuklu ve hükümlü sayısı 7 bin 737 idi. Bunların 5 bin 116’sı mahkûm, geri kalan 2 bin 622’si ise sanık (tutuklu) konumunda idi.

12 Eylül darbesi döneminde bile cezaevlerindeki toplam tutuklu hükümlü sayısı 80 bini bulmamıştı. 1980’de 70 bin olan toplam mahpus sayısı 1981’de 79 bin 700’e çıkmıştı. Cezaevlerinde 100 bin nüfus sınırı ise 2008’de aşılmıştı. Rakamlar, cezaevlerindeki kadın mahpus sayısının da 5 binin üzerine çıktığını da gösterdi.

1 Kasım 2013 itibariyle cezaevlerinde bin 317’si tutuklu, 3 bin 776’sı hükümlü olmak üzere kadın mahpus toplamı 5 bin 93 oldu. Cezaevlerinde yaş grubu ağırlığında en büyük grubu ise 90 bin 162 kişiyle 21-39 yaş arası tutuklu-hükümlüler oluşturdu. Cezaevlerinde, 12-17 yaş arasında ve büyük çoğunluğu tutuklu olmak üzere bin 878 çocuk bulunuyor. Bunların 47’si kız çocuğu. Yargılamaları süren tutuklu çocuk sayısının ise 1466.

Özetle Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, 18 Kasım 2013’de bakanlığının bütçesini sunuş konuşmasında toplam kapasitesi 151 bin 444 olan 359 cezaevinde 111 bin 923’ü hükümlü, 28 bin 597’si tutuklu toplam 140 bin 520 kişi olduğunu açıkladı. Ergin, tutukluların yüzde 76.8’inin 1 yıl veya daha az, yüzde 8.7’sinin 3 yıldan fazla, yüzde 0.3’ünün ise 7 yıldır tutuklu olduğunu bildirdiği rakamlara göre, cezaevlerinde 10 bin 924 kişilik yer kalırken, 857 kişinin de 7 yıldan fazla bir süredir tutuklu olduğu ortaya çıkıyor…

Bu tabloda kadınlar ve çocuklar mı?

Türkiye’deki 101 farklı cezaevinde toplam 4 bin 531 kadın tutuklu ve hükümlü bulunurken 0-6 yaş arası 235 çocuk da anneleriyle birlikte cezaevlerinde kalıyor…

‘Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı’na göre, Mayıs 2013 tarihi itibarı ile cezaevlerinde, yaklaşık iki bin çocuk kalıyor. Bunların 1400’ü tutuklu, 420’si hükümlü. Kız çocukların sayısı ise 42…

Bu arada 2016 yılı sonuna kadar, Adalet Bakanlığı, 5 olan çocuk cezaevi ve eğitimevi sayısını 15’e çıkarmayı hedefliyor! Hani Pozantı gibi…

Ya hastalar, ölümler mi?

Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre AKP’nin iktidarda olduğu 11 yılda cezaevlerinde 1989 kişi yaşamını yitirdi. 8 yılda ise ölenlerin 464’ü daha suçlu olup olmadıklarına ilişkin hüküm verilmeyen tutuklulardan oluştu. Cezaevlerinde hâlen ağır hasta ve bakıma muhtaç olan 196 hükümlü ve 62 tutuklu olmak üzere 258 kişi bulunuyor. Adalet Bakanlığı, Türkiye’deki cezaevinde ölüm oranının Avrupa ortalamasının altında olduğu savunmasını yaptı.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in verdiği bilgiye göre, 2002 yılında 89, 2003 yılında 163, 2004 yılında 54, 2005 yılında 59 olmak üzere 368 tutuklu ve hükümlü yaşamını yitirdi.

Cezaevlerinde yaşamını yitiren hükümlü ve tutuklu ayrımının UYAP kayıtları üzerinden 2006 yılında yapılmaya başlandığını belirten Ergin, 2006 yılından sonra yaşamını yitiren hükümlü ve tutuklu sayısını da şöyle açıkladı: “2006 (69 tutuklu, 88 hükümlü), 2007 (58 tutuklu, 118 hükümlü), 2008 (75 tutuklu, 136 hükümlü), 2009 (66 tutuklu, 130 hükümlü), 2010 (70 tutuklu, 182 hükümlü), 2011 (67 tutuklu, 201 hükümlü), 2012 (53 tutuklu, 207 hükümlü), 2013 (20 Mayıs itibarıyla 6 tutuklu, 95 hükümlü).”

Ancak ‘Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’ (CİSST) koordinatörü Mustafa Eren, “2010 yılı rakamlarına göre Türkiye’de 10 binde 20.9 olan mahpus ölümlerine karşılık bu oran İsveç’te 5.8, Norveç’te 8.3, Slovakya’da 15.9, Polonya’da 16.7, Finlandiya’da 18.1, Almanya’da 18.3, İsviçre’de 19.4, Çek Cumhuriyeti’nde ise 20’dir” dedi.

Eren, 3 yıla bakıldığında Türkiye’de her hafta 5 mahpusun yaşamını yitirdiğine dikkat çekerek “Bu sayı, hangi ülkelerin ortalamasının altında kalırsa kalsın kabul edilemez,” dedi.

Yine veriler AKP’nin iktidara geldiği 2002’den itibaren hasta tutuklu sayısının büyük artış gösterdiğini gözler önüne seriyor. 2002 yılında 89 olan hasta tutuklu sayısının, 2012’de yaklaşık üç kat artarak 260’a çıktığı görülüyor.

Bakan’ın verdiği bilgilere göre ceza infaz kurumlarında bulunduğu sırada hayatını kaybeden hükümlü ve tutuklu sayısı şöyle: 2000 yılında 193, 2001 yılında 158, 2002 yılında 89, 2003 yılında 163, 2004 yılında 54, 2005 yılında 59, 2006 yılında 157, 2007 yılında 176, 2008 yılında 211, 2009 yılında 196, 2010 yılında 252, 2011 yılında 268, 2012 yılında 260, 2013 yılında 04.04.2013 tarihi itibariyle 64.

Bir de intiharlar var!

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 2002-2013 yıllarında cezaevlerinde 384 kişinin intihar ettiğini açıkladı. İntihar sayılarının 2002’de 16, 2003’te 33, 2004’te 41, 2005’te 38, 2006’da 34, 2007’de 26, 2008’de 38, 2009’da 36, 2010’da 38, 2011’de 31, 2012’de 34, Mayıs 2013 itibarıyla 19 olduğunu bildirdi…

Bu arada geçerken iki not:

İlki: Kırıklar Cezaevi’nde incelemelerde bulunan CHP İnceleme Komisyonu, tutukluların Dersim kökenli olmasına dikkat çekti. Rapora göre, her iki Gezi tutuklusundan biri de Alevî…

İkinci: Yükseköğrenime devam eden 2 bin 776 kişi hükümlü ya da tutuklu!  Türkiye’de “tutuklu öğrenci” sayısı azımsanamayacak boyutlara ulaştı. Verilere göre, ceza infaz kurumlarında yükseköğrenime devam eden 2 bin 776 hükümlü ya da tutuklu bulunuyor…

“İyi de zindanlardaki hâl” mi?

Jandarma Genel Komutanlığı’nın cezaevleri raporundan “ürkütücü” sonuçlar çıktı. İstatistiki verilere göre, “Cezaevleri tutuklu ve hükümlüleri ıslah edemiyor. Cezaevlerinde yapılan aramalarda esrardan hintkenevirine, uyuşturucu haptan kesici delici aletlere hatta tabancaya kadar çok sayıda ‘suç malzemesi’ yakalandı. Cezaevlerinde 2012’de 2 binin üzerinde olay meydana geldi.”

Jandarma Genel Komutanlığı, cezaevlerine ilişkin istatistiki bilgilerine göre, Türkiye’de cezaevlerinde 102 bin 575 kişi bulunuyor. Cezaevinden firar eden 411 firarinin 194’ü yakalandı, 217’si ise hâlen firarda. Cezaevleri girişi ve cezaevleri içinde yapılan aramalarda esrar, hintkeneviri, tabanca, kesici alet ve cep telefonu yakalandı. Jandarma Genel Komutanlığı, kapalı ceza infaz kurumlarında, hâlen 32 bin 171’i tutuklu ve 70 bin 404’ü hükümlü olmak üzere 102 bin 575 tutuklu ve hükümlü bulunduğunu bildirdi. Verilere göre cezaevlerindeki tablo şöyle:

 

“CEZAEVİ SUÇ ÜRETİYOR”[9]

2012’de 2 bin 363 cezaevi olayı meydana geldi, 2011 yılına nazaran olaylar yüzde 4 arttı…
Olayların yüzde 78’i (1847 olay) adli nitelikte, yüzde 22’si ise (516 olay) siyasi nitelikte…
Cezaevlerinde, firara teşebbüs, intihara teşebbüs, mukavemet, yaralama, yangın, sahte kimlikle ziyaret ve görüşe çıkmama olayları dikkat çekiyor…
Eceli ile ölüm, intihar, yemek yememe tercihini kullanma, direniş, ölüm orucu ve diğer olaylar azaldı…
2012’deki cezaevi olaylarının illere göre dağılımları incelendiğinde ilk 10 ilin Adana, Samsun, İzmir, Balıkesir, İstanbul, Antalya, Ankara, Manisa, Tekirdağ ve Erzurum şeklinde sıralandıkları görülüyor…
Beş yıllık firar olayları incelendiğinde 2008’de 7, 2009’da 6, 2010’da 4, 2011 ve 2012 yıllarında 18 firar olayı meydana geldiği görülüyor. Bu sürede firar eden 411 firarinin 194’ü yakalandı, 217’si ise hâlen firarda…
2012’de 18 firar olayı oldu. Firar eden 22 tutuklu ve hükümlünün 19’u yakalandı, 3’ü ise hâlen firarda. Ayrıca 40 firar girişimi teşebbüs aşamasında önlendi…
Kontrollerde ele geçirilen malzemeler içerisinde 1375.7 gram esrar, 1112 adet hintkeneviri, 152 uyuşturucu hap, 314 adet cep telefonu, 110 adet kesici-delici alet ile 3 tabanca, 47 tabanca fişeği bulunuyor…

 

Verilerin bu denli negatif olmasına aldırmayan Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in temsil ettiği egemen zihniyet, Diyarbakır Cezaevi Kampüsü içine 9 cezaevi daha yapılacağını belirtti. 4 Mart 2013 itibariyle Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde yatak kapasitesinin 744 olduğunu ancak 1154 kişinin tutulduğunu ve Diyarbakır’da yapımı devam eden 9 ceza infaz kurumunun 2015 yılında “hizmete açılacağını” söyledi!

Ne kadar acı değil mi? Ama bununla da sınırlı değil!

Mesela Aydın Söke’de bulunan Antik Priene Kenti ve Büyük Menderes Milli Parkı’nın bitişiğinde bulunan araziye 80 dönüm üzerine 1200 kişilik “T Tipi” bölge cezaevi kuruluyor. Aydın Kültür ve Tabiat Koruma Kurulu bölgede bulunan eski kemer kalıntısı nedeniyle projeyi onaylamamıştı; ancak kurul daha sonra aynı projeyi onaylayıverdi!

Şaka değil, Türkiye’de 2002’den bu yana 98 cezaevi açıldı. Adalet Bakanlığı 5 yıl içinde 207 yeni cezaevi daha yapmayı hedefliyor

AKP döneminde açılan yeni cezaevlerindeki kapasite artışı Türkiye’nin demir parmaklıklarla donatıldığını ortaya çıkardı. 2002’den bu yana toplam kapasitesi 15 bin 791 olan 230 cezaevi kapatılırken, bunların yerine toplam kapasitesi 71 bin 169 olan 98 cezaevi devreye girdi. Adalet Bakanlığı ceza infaz kurumlarının kapasitesini neredeyse iki kat artırdı.

Adalet Bakanlığı’nın 2002-2013 yılları arasında Türkiye genelinde açtığı 98 yeni cezaevinin toplam kapasitesi 71 bin 169 olarak hesaplanırken, açılan cezaevleri arasında kapasitesi en büyük olan kurum 1820 yatak kapasitesiyle Çorum L Tipi Açık Cezaevi oldu.

2002-2013 yılları arasında Türkiye genelinde kapatılan cezaevi sayısı 230 olurken, kapatılan kurumların toplam kapasitesi ise 15 bin 791 olarak hesaplandı. Buna göre AKP döneminde kapatılan cezaevlerinin toplam kapasitesinin 4.5 katı büyüklüğünde kapasite artışı yaşamıştı. AKP döneminde açılan cezaevlerinin toplam kapasitesi Türkiye genelindeki tüm cezaevlerinin kapasitesinin yüzde 48.3’ünü oluşturuyor.

Bakan Ergin, 5 yıllık dönemde Türkiye genelinde 207 yeni ceza infaz kurumu yapımının planlandığını da müjdeliyor. Ergin, söz konusu ceza infaz kurumlarından 75’inin inşaat hâlinde olduğunu, 53’ünün proje aşamasında bulunduğunu, 50’sinin yapımının planlandığını, 29’unun ise ihale sürecinde bulunduğunu kaydetti.

Veriler, korkunçluğuyla böyle ya zindanlardaki “durum” mu?

 

ZİNDANLAR(IN)DAKİ “HÂL VE GİDİŞ”

 

Türkiye’de 114 bin kapasiteli 400’e yakın cezaevinde 130 binden fazla insan yatıyor…

Avrupa’da tutuklu oranı yüzde 10 ile 25 arasındayken, bu oran Türkiye’de yüzde 60’ın üzerinde…

Taciz, tecavüz, dayak ve ağır fiziki koşulların yanında sağlık hizmetlerinin yetersizliği ve ağır hastalığı olan mahpusların tahliye edilmeden ölüme terk edilmesi cezaevlerinin en önemli sorunu…

CHP Milletvekilleri Veli Ağbaba, Özgür Özel ve Nurettin Demir tarafından, 28 cezaevinde 96 mahpusla yapılan görüşmeler sonucu hazırlanan ‘Hasta Mahpuslar’ raporuna göre: “Hemen hemen hepsinin gözlerinden şikâyeti var. Mahpusların yüzde 54’ü birden fazla hastalığa sahip. Sindirim sistemi hastalıkları yüzde 70’le birinci sırada. Kalp hastalıkları ve kanser oranı yüzde 20 civarında. 10 yılda yeterli sağlık hizmeti alamadığı için 1000’e yakını öldü, 432’si de intihar etti. Akıl sağlığı yerinde olmayan, yatağa bağlı hastalığı olan mahpuslar ellerindeki raporlara rağmen tahliye edilmeyip cezaevinde ölüme mahkûm ediliyor”ken Burdur Cezaevi’nde 20 kişiye bir banyo düşüyor!

Zindanlardaki hâle ilişkin olarak yine içeriden birisinden, mesela Eğitim-Sen Silifke Temsilciliği tutuklu Yönetim Kurulu Sekreteri Mehmet Doğan’ın satırlarından aktaralım:

“Beni… Ceyhan M Tipi Kapalı Hapishanesi’ne getirdiler. Nereye sevk edildiğimiz ve sevkin sebebi hakkında hiçbir açıklama yapmadılar. Buraya geldiğimizde ise hapishanede yer olmadığını öğrendik. 600 kapasiteli hapishanede 900 kişi kalıyormuş.

Muhalefeti susturmak, sindirmek için önüne geleni hapsedince hapishaneler dolmuş taşmış. Boş koğuş olmadığını söyleyerek bizi bir müşahede hücresine koydular.

Küçücük hücrenin içini iki ranza doldurmuş durumdaydı. Ranzalardan arta kalan köşeye ise bir tuvalet taşı kondurmuşlar. Tuvalet taşının önü açık, bir yanına da diz hizasında zavallı bir duvar örmüşler. İnsan onurunu ayaklar altına alan böyle bir tuvaleti kullanmak mümkün değil. Utancından kapkara kesilmiş tuvalet taşının yanında duran taharet musluğu ise akan tek musluk olmanın gururunu yaşıyordu. Biraz yukarıda ise susuz, dilsiz, lavabosuz kör ikinci bir musluk çaresizlik içinde duvardan sarkıyordu.

Haklılığımızdan aldığımız güçle umutlarımıza gölge düşürmeden bu hücreden çıkarılana kadar açlık grevindeyiz dedik, yemek kabul etmedik. O gün öğleden sonra başka bir hücreye alındık. Kapalı bir tuvaleti, duşu, akar musluğuyla lavabosu ve küçücük bir havalandırmasının olması olumlu yanlarıydı. Hücre içinde iki ranzadan arta kalan alanda iki kişi yan yana geçemiyor. Elbise dolabı, masa, sandalye yok, olsa dahi koyacak yer yok. Yataklarımızın üzerinde hem yemek yiyoruz hem de mektup yazıyoruz. Bir avuç gökyüzüne bakan havalandırma 7’ye 3 adımlık bir alan. Üç kişinin aynı anda volta atması mümkün değil. Güneş bile yasak, ne hücremize, ne de havalandırmamıza ulaşabiliyor. Hamamböcekleriyle salyangozlar rutubetli hücremizi çok seviyorlar.

Burası bir disiplin hücresi. Disiplin cezamız olmadığı için de bunu açıkça itiraf edemiyorlar…”[10]

Hâl bu!

Bu konuda birçok rapor var, Çağdaş Hukukçular Derneği’ninki (ÇHD) bunlardan birisi: Temmuz 2013 tarihli ‘Hapishaneler Hak İhlâlleri Raporu’na göre, zindanlarda en sık karşılaşılan hak ihlâlleri çıplak arama, disiplin cezaları, sohbet yasakları ve sağlık koşulları…

 

F TİPİ’NDE İŞKENCE DAHA ÇOK ‘İşkence ve Kötü Muamele’ başlığı altında, tutuklu ve hükümlülere uygulanan insanlık dışı davranışlar gözler önüne seriliyor. Özellikle F Tipi hapishanelerinde işkence ve kötü muamele vakalarının diğer cezaevlerine göre daha sık yaşandığının tespit edildiği raporda, bu muameleye örnek olarak çıplak arama ön plana çıkıyor. Tutuklu ve hükümlülerin hapishaneye ilk girişte kabul esnasında çıplak aramaya maruz kaldıklarının belirtildiği raporda, bu uygulamayı kabul etmeyenlerin darp ve hakarete uğradıkları kaydedilirken; tutuklu ve hükümlülerin bu uygulamayı “onur kırıcı” buldukları aktarılıyor…
HASTANEYE SEVK EDİLMİYORLAR Raporda, sağlık hakkının özellikle Kandıra 1 No’lu F Tipi Kapalı Hapishanesi’nde ihlâl edildiğini ortaya koyuyor. ÇHD, hapishanede sadece iki defa doktor bulunduğunu, doktorların hastaneye sevk konusuda oldukça imtina ettiğini ve daha ziyade ilaç vermek suretiyle tedavi etmeye çalıştıkları bilgisine yer veriyor.Raporda, tutuklu ve hükümlülerin şikâyet ettikleri başlıca konulardan birinin doktor muayenesi esnasında polis ve jandarmaların muayene odasına girmeye çalışmaları oldu. Acil durumlarda ise ambulansın gelmesinin yarım saati bulduğu, kalp krizi, ciddi yaralanma gibi durumlarda erken müdahale edilme şansının olmadığı belirtiliyor…
SOHBET HAKKI ENGELLENİYOR Raporda, tutuklu ve hükümlülerin hemen hepsinin beslenme ile ilgili olarak rahatsızlık çektikleri kaydediliyor. Rapora göre, hep aynı yemeklerin verilmesi, yemeklerin aşırı yağlı olması şikâyetlerin başında geliyor. Hastalıkları nedeniyle özel diyet listelerine göre beslenmeleri gereken tutuklu ve hükümlülere ise hiçbir şekilde hassasiyet gösterilmiyor. Raporda, sohbet hakkı ihlâlini de dikkat çekiliyor.ÇHD, 2 Ocak 2007’de yayımlanan 45/1 sayılı yasa ile tutuklu ve hükümlülere haftada on saat, dilediği kişiyle tretmana bağlı olmaksızın sohbet hakkının tanındığı hatırlatarak, F Tipi hapishanelerinde, sohbet hakkının uygulanmadığı, politik tutuklu ve hükümlüler açısında sorunun on saatin tam olarak hiç kimseye uygulanmaması noktasında düğümlendiğini belirtiyor…
MEKTUP GÖNDEREMİYORLAR Rapora göre, tutuklu ve hükümlülerin en sık karşılaştığı disiplin cezası hücre, iletişim yasağı, açık ve kapalı görüş yasağı. ÇHD, görüştüğü tutuklu ve hükümlülerin verilen disiplin cezalarını itiraz ettiğini ancak inceleme mercii olan İnfaz Hâkimliği’nce kabul edilmiş bir itirazlarının bulunmadığını raporunda ortaya koyuyor. Tutuklu ve hükümlüler, İnfaz Hâkimliğini “noter” olarak görüyor. Tutuklu ve hükümlülerin dış dünya ile ilişkiler hakkı ile ilgili sorunlara da yer verilen raporda, telefon açma, mektup, dergi ve gazete alma haklarının keyfi olarak engellendiğine vurgu yapılıyor. Kayıt altına alındığı ve dinlendiği belirtiliyor. Dergi, gazete ve mektup alma hakkının ise “toplatma kararı çıkabilir” bahanesi ile engellendiği aktarılıyor.

 

Ayrıca çeşitli raporlar da var…

Mesela TBMM ‘İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’ bünyesinde oluşturulan ‘Cezaevi İnceleme Alt Komisyonu’ üyesi 5 milletvekili, 4 Kasım 2013’de Çukurova Bölgesi’ndeki cezaevlerindeki inceleme sırasında cezaevi idareleri mevcut sorunların giderileceğini ileri sürmelerine rağmen cezaevlerindeki baskılar ve mevcut sorunların giderilmediğini vurguluyor. Yaşanan hak ihlâlleri, keyfi uygulama ve baskılarla gündemden düşmeyen bu cezaevlerinden Kürkçüler F Tipi Cezaevinde bulunan siyasi tutuklular, cezaevi idaresinin baskılarıyla karşı karşıya olduklarını bildirdi. Tutukluların aileleri de bu durumdan endişeli olduklarını belirttiler.

Yine ‘Cezaevleri Alt Komisyonu’nun inceleme yaptığı Antalya L Tipi Cezaevi’nde gay ve trans mahkûmların diğer mahkûmlarla aynı koğuşta kaldığı ve bu durumdan “Dengemiz bozuldu” diye şikâyetçi oldukları belirtildi. İncelemeler sonrası rapora göre:

 

ANTALYA E TİPİ CEZAEVİ “Heyetin gördüğü en kötü cezaevi. 25 kişilik koğuşta 36, 35 kişilik koğuşta 50 kişi kalıyor. Yemeklerde kıl ve böcek var. Mahkûmlar ‘Biz burada suşi yiyoruz’ diyor. Nedeni sorulduğunda, ‘Balık pişmediği için suşi oluyor’ yanıtını veriyor. Müşahade odasında dayak var. 50 kişilik bir koğuşta sadece bir tuvalet, bir banyo bulunuyor. Koğuşlara 280-320 TL elektrik parası geliyor, mahkûmlar bu parayı ödeyememekten şikâyetçi. Fare, hamamböceği, böcek çok yaygın. Mahkûmlar bu cezaevinde çırılçıplak aranıyor, bütün kıyafetleri çıkartılıyor. Bir mahkûm, ‘Bakan beye duyururuz, bir gün çıplak aramaya tanıklık etmesini isteriz. Bakan gelsin, nasıl utandığımızı görsün’ diyor.”
ANTALYA L TİPİ CEZAEVİ “Mahkûmlar tuvalet önlerinde merdiven boşluklarında, hatta üst üste yatıyor. Su sıkıntısı nedeniyle çamaşırlar yıkanamıyor. Gay ve translar aynı koğuşta kalıyor. ‘Dengemiz bozuldu’ diye şikâyet ediyorlar. Bir travesti, ‘Geldiğimde kadın görünümündeydim, şimdi öyle değilim’ diyor. Açık cezaevine gidememelerini eleştiren bir mahkûm, ‘Cinsel kimliğimizden dolayı ikinci kez ceza çekiyoruz’ diyor. Cezaevinde sadece bu koğuşta kamera yok.”
ALANYA L TİPİ CEZAEVİ “IMC TV, Cem, Yol, Hayat ve Halk TV gibi muhalif kanallar gösterilmiyor. Engelliler ve yaşlılar için koşullar çok sorunlu. Mahkûmlar klozet olmadığı için tuvalet ihtiyaçlarını sandalyeleri keserek karşılıyor. Dayağın seslerinin dışarı yansımaması için ‘halılı oda’ uygulaması bulunuyor.”

 

AKP’den Mehmet Metiner ve Ayşe Türkmenoğlu, CHP’den Veli Ağbaba, BDP’den Murat Bozlak’dan oluşan ‘Cezaevleri Alt Komisyonu’ üyeleri, Antalya L ve E tipi ile Alanya L Tipi cezaevinde yaptıkları incelemelerde çarpıcı görüntü ve şikâyetlerle karşılaştılar. Antalya L Tipi Cezavi’nde “yabancılar koğuşu”nu ziyaret eden komisyonu üyeleri, yabancı tutuklulardan da “bir dokunup, bin ah” işittiler. Yabancı tutuklu ve hükümlüler Türkiye’deki cezaevini “antisosyal” diye nitelendirirken, Marcus adlı Alman yurttaşı ise cezaevlerinin durumunu, “Türkiye’de cezaevi sisteminin özeti, İnşallah! Ne sorarsam, ‘İnşallah’ diyorlar” diye anlattı… Cezaevi izlenimleri şöyle:[11]

 

SOYUP, ÖKSÜRTÜYORLAR Hemen hemen bütün cezaevlerinde olduğu gibi Alanya ve Antalya cezaevlerinde de özellikle adli mahkûmlara dönük “utandıran” çıplak arama var. Özellikle adli kadın mahkûmlar şikâyetçi. Çırılçıplak soyulduklarını, 3 kez oturup kalktıklarını ve bu sırada öksürtüldüklerini söylüyorlar. “Ömrümüzden ömür gitti” diyorlar. “Tedirginiz, çok onur kırıcı” diyorlar…
TACİZE VARAN ARAMA Ailelere “ince arama” yapılıyor. Bazı mahkûmlar, annelerinin tacize varan aramalar yüzünden cezaevine gelmek istemediğini anlatıyorlar…
ÇOCUĞUNU HİÇ GÖRMEDİ Antalya ve Alanya cezaevlerindekileri ortak sorunu ailelerine çok uzak olmaları. Adanalı bir mahkûm, cezaevine girdikten sonra doğan 2.5 yaşındaki çocuğunu hiç görmemiş. 4-5 yıl ailesini annesini göremeyenler var…
DOLULUK 4 KAT 3 cezaevinde de kapasitenin üstünde doluluk var. 478 kişi kapasiteli Alanya cezaevinde 1491 kişi kalıyor. Sıcak su yetersiz. Mahkûmlar, buldukları yerlerde merdiven altlarında, koridorlarda yatıyorlar. L tipindeki tek kişilik oralarda 4, 7 kişilik odalarda 28 kişi kalıyor. L tipindeki ortak alanlar kameralarla 24 saat gözetleniyor…
HEMOROİDE DE, BAŞ AĞRISINA DA AYNI İLAÇ Açık görüşler 45 dakika ile sınırlı ve yetmiyor. Hasta mahkûmlar, aylarca hastaneye sevk bekliyorlar. Doktora gitmek için 6 ay, 9 ay, 1 yıla varan sürelerde bekliyorlar. Diş muayenesi için 20 ay bekleyenler var. Beyin tümörü olan Mehmet Tekin, nisan ayından bu yana, yaklaşık 7 aydır film çektirmek için bekliyor. Revir muayenelerinden şikâyet var. Bazı mahkûmlar, “hemoroide de, baş ağrısına da, gribe de aynı ilacı veriyorlar” diye yakınıyor…
ETEK YOK, EŞOFMAN GİY Kadın mahkûmlar, cezaevi yönetmeliğinin erkeklere göre hazırlandığını söylüyorlar. Örneğin, cımbız yok, gecelik yok. Bir pijama, eşofmana izin veriliyor. Kadınlar bluz, etek olmamasından yakınıyorlar, “Kadınız, kadınca gereksinimlerimiz var” diyorlar.

 

Nihayet Malatya Millevekili Veli Ağbaba, Manisa Milletvekili Özgür Özel ile Malatya Milletvekili Nurettin Demir’den oluşan CHP Cezaevi Komisyonu üyeleri, Türkiye’deki 28 cezaevinde yaptıkları incelemeler sonucunda hazırladıkları “Cezaevleri Raporu”nu 9 Mart 2013’de kamuoyuna açıkladı.

“Ağır ve ölümcül hasta” oranının yüzde 38 ile 30-40 yaş grubu olduğu vurgulanan raporda, “Bu da gösteriyor ki ortaya çıkan hastalıklar yaşla alâkâlı değil. Hastaların yaklaşık olarak yüzde 54’ü birden fazla hastalığa sahip durumdadır. Bu durum gösteriyor ki hapishanelerde sunulan sağlık hizmetleri yetersizdir” görüşüne yer verilen rapora göre:

 

UTANÇ UYGULAMASI ÇIPLAK ARAMA F tipi ve yüksek güvenlikli bütün hapishanelerde, hapishaneye ilk girişte çıplak arama yapılıyor. Bazı hapishanelerde ise kadınların cinsel organlarına ve erkeklerin makatlarına kadar yapılan arama olan, “oyuk araması” yapılıyor. Ziyarete gelen kız çocukları ve kadınlar iç çamaşırlarına kadar aranıyor. İslâmi bir davadan dolayı yatan bir mahkûm, kızını 5 yıldan beri görmemektedir…
KOĞUŞTAN KOĞUŞA KARGO Bazı F tipi hapishanelerde su günün belli saatlerinde veriliyor. Örneğin Silivri 1 No’lu Cezaevi’nde mahkûmlara günlük 50 litre sıcak su verilip ihtiyaçlarını karşılamaları beklenmektedir. Bazı cezaevlerinde kapasite yetersizliği nedeniyle mahkûmlar üst üste ve hatta nöbetleşe uyumaktadır. Bu durumun en dramatik örneği ise Urfa Cezaevi’ndeki yangında 13 kişinin ölmesidir. Bazı cezaevlerinde koğuştan koğuşa kitap alışverişi yapmak yasak. Örneğin bir koğuştan bir koğuşa kitap göndermek için kargo yolu kullanılmaktadır…
RENKLER DE TÜRKÜ SÖYLEMEK DE YASAK Bazı cezaevlerinde ceza infaz koruma memurlarının kıyafetine benziyor diye mavi renk, sol örgütlerin propagandasını yapıyor diye kırmızı renk, askeri kıyafete benziyor diye yeşil rengin giyilmesinin yasak. Yine 2 taneden fazla kazak, gömlek, tişört yasak; kuru boya dahil her türlü boya kalemi yasak. Bazı koğuşlarda 3 taneden fazla kitap bulundurmak, 2 renkli kâğıt, türkü söylemek, slogan atmak yasak. Eski bir atletle yer silmek, atleti amaç dışı kullanmaya giriyor…
EŞCİNSELE EKSTRA CEZA Hapishanelerde, insanların suç tipine ve siyasi görüşlerine göre özel ayrımcılık üretiliyor. Silivri Cezaevi’ndeki mahkûmların tamamı sohbet hakkı, sosyal etkinlik ve kurs benzeri hiçbir etkinlikten faydalandırılmıyor. Farklı cinsel yönelimleri olanlardan eşcinsel olduğunun ispatı için rapor isteniyor ve bu süreçte onur kırıcı uygulamaya maruz kalıyorlar. Eşcinsellerin açık cezaevlerine geçişlerine izin verilmemekte…
KEYFİ CEZALAR F tipi cezaevlerinde keyfi disiplin cezalarından dolayı infazları yanıyor ve aldıkları cezadan daha fazla yatıyorlar. Gebze Kadın Cezaevi’ndeki Fadime Özkan’a yedi yıldır görüşme yasağı uygulanıyor. Kelepçeyle ameliyata: Cezaevindekilerin yüzde 90’ında göz rahatsızlığı, yüzde 30’unda sindirim sistemi hastalıkları; yüzde 10’unda kalp, tansiyon; yüzde 5’inde kanser, astım, epilepsi mevcut. Kanser gibi zaman açısından önemli hastalıklarda bile hastaneye sevk işlemi 3 ayı buluyor. En önemli sorunlardan biri de kelepçeli muayene; hastalar bu şekilde ameliyat bile ediliyor…
CEZAEVİNDE ÖLMENİN BEDELİ Urfa Cezaevi’nde çıkan yangında yaşamını yitirenlerin ailelerine şikâyetçi olmasınlar diye 25’er bin lira verildi. Cumhuriyet savcıları bir soruşturma dahi açmadı…
MAFYA BABASINA ÖZEL ODA Silivri Cezaevi’nde “değerli bir mafya babası” olduğu iddia edilen birinin özel görüşme odası, özel antetli kâğıdı, özelkalemi, altın kaplama mektup açacağı var…
ÇOCUKLAR VE ANNELER Kadın hapishanelerinde, anneleriyle birlikte hapishanede kalan çocuklar ve anneleri çeşitli sorunlar yaşamaktadır. Çocuklara özel yemek çıkarılmamaktadır. Yabancı uyruklu kadınların çocukları herhangi bir resmi statüde olmadığı için sağlık hizmetlerinden ya yararlanmamakta ya da kısıtlı olarak yararlanmaktır…
GAZETELERE YASAK Bazı hapishanelerde günlük gazeteler geç verilmektedir. Örneğin, Kocaeli F Tipi Cezaevi’nde Birgün, Cumhuriyet ve Yurt ya verilmemekte ya da geç verilmektedir…

 

Mesela CHP’nin “tutuklu milletvekilleri” raporunda, vekillerin yargılama ve cezaevi koşullarıyla ilgili “hak ihlâlleri” konusundaki eleştirileri özetle şöyle:

 

BDP’Lİ SELMA IRMAK 1 yıl boyunca 8 kişilik koğuşta 27 kişi, 22 kişilik koğuşta 45 kişi kaldık. Yemekten çıkan çivi, tırtıl, sinek, kıl, saç vb. katkı maddelerinin cezaevinin ikramı olduğunu düşündük hep… Yerlerde, aralarda, mutfak masanın üstünde dahi yatmak zorunda kaldık. Bunu kendim bizzat Adalet Bakanlığı’na defalarca yazmama rağmen çözüm getirilmedi…
BDP’Lİ GÜLSER YILDIRIM 54 bin oy aldım. İçerde olmama değil, aldığım oyların karşılıksız kalmasına üzülüyorum. Kötülükler o kadar çok ki, herkes kendi cephesinden bakar, önemli olan karşındakinin cephesinden bakmaktır. 13.02.2010’dan beri cezaevinde tutuklu bulunuyorum. Gizli tanık bir yıl sonra ifade verdi. BDP’nin çalışmalarını KCK çalışmaları olarak gösteriyorlar. BDP merkez ilçe başkan yardımcısıydım. BDP il binasına gitmem suç olarak gösteriliyor…
BAĞIMSIZ VEKİL KEMAL AKTAŞ Bugün, 12 Eylül’den daha ağır koşullar var. Bir ülkenin başbakanının daha yakın bir zamanda Diyarbakır’ın göbeğinde, halkın karşısına geçip Diyarbakır Cezaevi’ni işaret ederek “Ah… şu duvarların dili olsa da konuşsa!” demesini nasıl izah etmek gerekir? Demek ki onun konuşması bir gerçekliği ifade etmiyor…
BDP’Lİ İBRAHİM AYHAN Soda ve çiğ yumurta yasak, koğuş veya oda değiştirilmesine izin verilmiyor. Sağlık hizmetleri yetersiz. Bir doktor var, 1000’den fazla insana bakıyor. Doktorun tutumu iyi ancak bir doktor yeterli değil…
BDP’Lİ FAYSAL SARIYILDIZ Tutuklu milletvekili skandalı, siyasal iradenin gaspıdır. 16 kişilik koğuşlarda 40’a yakın insan tutulunca kimi koğuşlarda merdiven altında, lavaboda, mutfak masası üzerinde yatmak zorunda kalınırken kimi koğuşlarda da vardiya hâlinde yatmak zorunda kalınıyordu.

 

Burada durup, müşahhas örnekleri, keyfi hukuksuzlukları aktaralım:

i) 16 yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliye edilen hasta tutsak Taylan Çintay, siyasi kimliği olan insanlar üzerinde 2000’li yıllardan itibaren modern ve sistematik bir asimilasyon politikasının devreye girdiğini, bunun cezaevlerindeki versiyonunun F tipleri ile geliştirilen modern bir tecrit olduğunu kaydedip, cezaevlerine giren bir insanın sağlığının iyi olmasının beklenemeyeceğinin altını çizerek, ağır bir tecrit politikasının yürütüldüğünü vurguladı…[12]

ii) ‘Tecride Karşı Mücadele Platformu’nun, cezaevlerinde yaşanan hak ihlâllerine ilişkin olarak 27 Nisan 2013’de açıkladığı raporda, cezaevlerinde görüş, sohbet ve sağlık haklarının ihlâlinin yaşandığı anlatılıp, şöyle örnekler verildi:

“Ankara Sincan F Tipi Hapishanesi’nde tutsak görüşüne giden arkadaşların görüşü keyfi ve dayanaksız bir şekilde engelleniyor. Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde haftada 10 saat olan sohbet hakkı 1 saate düşürülmüş. Gebze M Tipi Hapishanesi’nde devrimci kadın tutsakların sohbet alanına kamera yerleştirildiği bildirildi. Kırıkkale F Tipi Hapishanesi’nin sohbet hakkı 10 saat olması gerekirken 6 saat olarak uygulanmaktadır”…[13]

iii) Buca Kırıklar 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nden gelen hak ihlâlleri şikâyetlerine, bir de kamerayla 24 saat boyunca izlenme eklendi. 3 kişilik koğuşlarda kalan mahkûmların havalandırmasına konulan kameraların, koğuş içerisini de gözleme yeteneğine sahip olduğu belirtiliyor.[14]

Ayrıca TBMM ‘Böcek Araştırma Komisyonu’na cezaevindeki hükümlülerden de gelen bir mektupta, Sincan Cezaevi’ndeki hükümlüler açık görüş alanında çok sayıda böcek bulduklarını belirterek aileleriyle görüştükleri alanda yasadışı yöntemlerle dinleme yapıldığı ifade edildi. Hükümlüler, görüş alanlarında milletvekilleriyle de görüşme yaptıklarını belirterek “Görüşmelerin tümü yasadışı olarak dinlendi,” dediler…[15]

iv) Cezaevindeki siyasi tutsaklara yönelik keyfi uygulamalar bitmek bilmiyor. Nevşehir Cezaevi’nde 4 kişilik odada tutulan 8 tutsak bu duruma tepki gösterince tutsaklara bir ay sosyal haklardan men cezası verildi. 21 siyasi tutsağın tutulduğu Çankırı Cezaevi’nde tutsaklar hücrelerde 5 kişi kalıyor. Kat olarak zeminden aşağıda ve havasız 4 odada kalan siyasi tutsaklara gardiyanların saldırısının ardından, tutsakların yaptığı suç duyurusuna takipsizlik kararı verildiği bildirildi…[16]

v) ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı’ya elektronik daktilo verilmemesi konusunda yasağı, cezaevi yönetimi “Örgütler cezaevinden yönetilir” diyerek savundu…[17]

vi) ‘CHP Cezaevi İnceleme Heyeti’yle Sincan F Tipi Cezaevi’nde görüşen tutuklu Ali Yılmaz “Tutuklandıktan bir hafta sonra bize mektup yazan birkaç arkadaşımızı da tutukladılar. Onlar yan koğuşa geldi, gönderdikleri mektuplar daha gelmedi,” dedi…[18]

vii) DTCF öğrencisi Harun Torgay, emniyette verdiği ifadesini değiştirdikten sonra Sincan Cezaevi’ndeki koğuşunda ölü bulundu…[19]

viii) Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde cezasını çeken mahkûm Abdullah Cangı, 13 ay önce kesinleşen disiplin cezası geç uygulamaya konulunca, tahliye olmasına 2 hafta kala, fazladan 4 buçuk ay hapis yatacak. Cangı’nın disiplin cezası, kesinleştiği tarihten itibaren uygulansaydı tahliyesinin önünde bir engel kalmayacaktı…[20]

ix) Kırıkkale F Tipi Cezaevi’nde, avukatının gözleri önünde dövülen üniversite öğrencisi Erkin Kocaman’ın daha sonra ailesiyle görüşürken, “İşkence yapmak şerefsizliktir, namussuzluktur,” dediği için başlatılan soruşturma tamamlandı. İletişim ve görüş yasağı getirilen Erkin Kocaman’a ayrıca şikâyet üzerine bir de savcılık tarafından hakaret suçundan soruşturma açıldığı ortaya çıktı…[21]

x) Cezaevinde tecavüze uğrayan gencin ailesi, Adalet Bakanlığı aleyhine ‘ihmal’ davası açtı… Bakanlık ise, ihmali şu savunmayla reddetti: “Mağdur bağırmadı ve odada acil butonuna basmadı.” Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda 2011 yılında meydana gelen tecavüz olayında, iddiaya göre, 17 yaşındaki tutuklu F.G., diğer koğuşlarda kalan V.Y. ve R.Ö. tarafından sürekli rahatsız ediliyordu. Durumu kimseye söylemeyen F.G., ilerleyen günlerde, V.Y. ve R.Ö.’nün tecavüzüne uğradı…[22]

xi) Geçirdiği bir trafik kazasının ardından tutuklanan Erkan Orakçı, cezaevine girmeden önce geçirdiği ameliyat sonrası kolu yanlış kaynayınca yeniden operasyon geçirmek için başvurdu. Dört ay sonra muayeneye götürülen Orakçı, “mahkûm koğuşu” bulunan bir hastanede ameliyat olması gerektiği hâlde, 29 ay boyunca tedavi ettirilmedi. İçerde, dişini dahi fırçalayamayan ve acılar içinde kalan Orakçı, İHD’nin çabalarıyla ameliyat olabilse de kolu, iki santim kısaldı. Orakçı, Adalet ve Sağlık bakanlıkları hakkında açtığı tazminat davasını kaybedince bir de borçlu çıkarıldı…[23]

xii) Adana 1.İdare Mahkemesi, Pozantı Cezaevi’nde öldürülen Yasin Akyüz’ün ailesinin açtığı tazminat davasında Adalet Bakanlığı’nı tazminata mahkûm etti… Şakran ve Antalya cezaevlerinde kalan çocuk tutuklu ve hükümlülere yönelik taciz, işkence ve kötü muamele iddiaları sürerken, 2009 yılında cezaevinde öldürülen Yasin Akyüz’ün ailesinin açtığı tazminat davasında, Adalet Bakanlığı Pozantı Cezaevi’nde uygulamaları nedeniyle tazminata mahkûm oldu…[24]

Verili korkunç tablonun bir de özelleştirmeci yanı var!

Duydunuz mu, biliyor musunuz, bilmiyorum?

Cezaevlerine tesis kuran özel firmalar kira bile ödemezken çalıştırdıkları mahkûmlara çok komik bir ücret ödüyor!

Türkiye cezaevleri, emek sömürüsünün merkezi olma yolunda. Cezaevleri bünyesinde üretim tesisi kuran özel şirketler, mahkûmlara günlük mesaileri karşılığında ödedikleri 7 lira ile büyük bir sömürü düzeni yaratıyor. Üstelik bu firmalar, açtıkları tesis için cezaevlerine kira bile ödemiyor.

Cezaevlerindeki iş atölyelerinde, cezaevi idaresi ile özel sektör arasında imzalanan protokol çerçevesinde, tutuklu ve hükümlülerin özel sektörde işçi olarak çalıştırmasını da kapsayan “Özel Sektör İşbirliği” uygulaması 2008’de hayata geçmişti. Ancak söz konusu uygulama, kamudan çok özel sektörün yararına işlemeye başladı.

Adalet Bakanlığı’nın açtığı ihaleyi kazanan özel firma, cezaevinde kurduğu üretim tesisi bünyesinde üretim yapmaya başlıyor. Makinelerini kendi kuran, ustasını da kendi bünyesinden sağlayan firma, üretim tesisi kurduğu cezaevine kira ödemiyor. Bünyesinde çalıştırdığı mahkûmların maaşı, yemek ve sigortasını ödeyen firma; tesisin elektrik, su, doğalgaz gibi masraflarını da kendisi karşılıyor.

Ancak çalışan mahkûmlara ödenen maaş, kafalarda soru işaretinin oluşmasına neden oluyor. Çünkü bu tesislerden bazılarında, mahkûmlara günde ortalama 7 liraya kadar düşen ücretler ödeniyor. Adalet Bakanlığı’nın 2012 yılı için günlük 20 lira olarak belirlediği ücretin bu kadar altına inilmesine nasıl izin verildiği ise merak konusu.

Cezaevlerinin mahkûmlardan zorunlu olarak aldığı, bir nevi kira anlamına gelen günlük 4 lira “iaşe bedeli” ile elektrik-su parası da, tüm mahkûmlardan olduğu gibi bu özel firmaların tesislerinde çalışan mahkûmlardan da kesiliyor. Bir başka deyişle bir mahkûmun, cezaevi bünyesinde çalıştığı işten, cezaevine verdiği kira-elektrik ve su ücreti de düşüldüğünde, elinde hiçbir şey kalmıyor.

Bu durum, cezaevlerinin ucuz işgücünün, sömürünün ve hatta köleliğin merkezi hâline gelmesine neden oluyor.

Zaten Adalet Bakanlığı’nın internet sitesinde de, cezaevlerinde özel sektöre sunulan imkânlar arasında “Ucuz işgücü”, “Disiplinli çalışma ortamı”, “Düşük üretim maliyetleri”, “Kira ödemeksizin çalıştırılabilecek bir atölye” olarak gösteriliyor.

Şu an Türkiye genelinde 27 cezaevinde özel sektör, tesislerde üretim yapıyor. Buna göre Akhisar’da fason otomotiv parçası, Ankara Kadın Kapalı’da ikaz yeleği dikimi, Hatay Açık’ta zigon sehpa ve aksesuar yapımı gerçekleştiriliyor. Ümraniye Cezaevi’nde ise fason tekstil üretimi kapsamında, tesislerin bir kısmında Türkiye’nin en büyük kargo şirketlerinden birinin personel kıyafetleri, diğer kısmında ise oteller için tek kullanımlık banyo terlikleri üretimi yapılıyor.

Ümraniye’deki üretim tesislerinde, 150 kadar mahkûm çalışıyor. Bu mahkûmların mesaileri sabah 8’de başlayıp akşam 6’ya kadar sürüyor. Ve aldıkları günlük ücret 7 lira. Böylece bu özel firma için cezaevi, bir başka yerde fabrika açmaktan çok daha az masraflı hâle gelmiş oluyor.

Konuyla ilgili bir cezaevi idarecisi şu ifadeleri kullanıyor: “Adalet Bakanlığı’nın bütçesi yok ki. Adalet Bakanlığı cezaevlerinden para kazanıyor.”

Toplam 30 yıl ile Türkiye’nin en uzun süre mahkûmiyet yaşamış ismi Tahir Canan da, kendisinin yattığı cezaevinde, tesislerde çalışan mahkûmlara ayda 250 lira verildiğini belirterek, “Ucuz işgücü ve sömürü var ama bunu mahkûmların ıslahı çerçevesinde sunuyorlar,” diyor!

Nihayet neo-liberal talanın el attığı zindanlardaki “laçkalığa” gelince: İstanbul’da Silivri, Kartal, Maltepe ve Metris cezaevlerine yönelik operasyon ile ilgili çarpıcı detaylar ortaya çıktı. Kartal Cezaevi’nde tutuklu bulunan Ahmet D’.nin cezaevi müdür yardımcısı ve gardiyanlar tarafından hava karardıktan sonra dışarıya çıkartıldığı tespit edildi. Dışarı çıkan D’nin bazı akşamlar kumar oynadığı bazı akşamlarsa gazinoya gittiği belirlendi…

Çete lideri Ahmet D.’nin rüşvet verdiği Kartal Yarıaçık Cezaevi 2. Müdürü ve gardiyanlar tarafından hava karardıktan sonra dışarı çıkarıldığı, kumar oynayıp, gazinoda eğlendikten sonra içeri alındığı ortaya çıktı. Bu arada operasyonda Silivri L Tipi 5 No’lu Cezaevi’nde 12 adet cep telefonu bulundu.[25]

Yine ünlü bir aileye mensup F.K.’nın cezaevine geç saatte dönmek için müdürlere ve gardiyanlara yaptığı ödemeleri, Ahmet Düzyer’e anlattığı konuşma dinleme tutanaklarında…

Cezaevlerini adeta çiftliğe çeviren çeteye yönelik operasyonla ortaya dökülen telefon konuşmaları cezaevindeki rüşvet ağını gözler önüne serdi. Kayıtlara göre, Kartal Cezaevi’nde tutuklu bulunan ünlü bir aileye mensup F.K., geç saatte cezaevine dönebilmek için cezaevi görevlilerine adeta para dağıtmış. Çete lideri Ahmet Düzyer’e, “‘Bir’e 1250 verdim, başgardiyana 750 attım” diyen K, emniyetteki ifadesinde de para vermek zorunda bırakıldığını söyledi…[26]

 

YOĞUNLAŞARAK, YAYGINLAŞAN SİSTEMATİK BASKILAR!

 

Buraya kadar değindiğimiz tabloda giderek artan, yoğunlaşan, yaygınlaşan sistematik baskılara gelince:

i) Türkiye cezaevleri hâlâ hak ihlâlleriyle gündemde: Kürkçüler Cezaevi’nde tutsakların elbiseleri yırtılırken, Kocaeli Cezaevi’nde hasta tutsağın mektubu engellendi. Yapılan sürgünler de yeni baskı uygulamalarının habercisi niteliğinde… Cezaevlerinde tutsakların en insani ve yaşamsal hakları gasp ediliyor…[27]

ii) Cezaevlerinde bulunan siyasi tutsaklara yönelik darp, işkence ve sürgün politikaları artarak devam ediyor. Birçok tutsak çeşitli işkencelere maruz kalırken birçoğu da ailelerinden kilometrelerce uzaklıktaki cezaevlerine sürgün edilerek yalnızlaştırılıyor…[28]

iii) ÇHD İzmir Şubesi, Buca Kırıklar’daki 2 Nolu F Tipi Cezaevi’nde kalan mahkûmlar üzerinde baskı ve yıldırma politikaları izlendiğini açıkladı: Disiplin soruşturması kapsamında 11 tutuklunun 3 ayda toplamda 3 yılı bulan aile görüşleri ve telefon gibi iletişim olanaklarından men edildiği, bu durumun mahkûmlar tarafından protesto edildiği anımsatılıp, “Mahpuslar, kendilerine bizzat Dursun Ali Gür isimli bir başgardiyan tarafından işkence yapıldığını, emrindeki diğer görevlileri de yönlendirdiğini beyan etmektedir. Suç duyurusunda bulunan mahpuslar, fiziksel izler geçtikten sonra sağlık kontrolünden geçirilmiştir,” denildi…[29]

 

İÇERİDEKİLERDEN[30]

C.Ş Z.S. İsimli başgardiyan beni öldüreceğini söyleyip duruyor. Üç aydır tehdit ediyor beni…
B.Y Hapishaneye getirilirken herkese çıplak arama yapıyorlar. Direnince ise işkence yapıp disiplin cezası veriyorlar. Ben çıplak aramaya karşı koyduğum için on beş gün tek tutuldum…
A.G Hastaneye sevk yazıyor doktor ama sevk etmiyor idare…
K.B Radyoma el koyuldu. Kürtçe yayın yapan kanallar çekmesi nedeniyle alındığı söylendi…
Ö.K Hapishane idaresini kötülemişsem mektuplarım karalanıyor…
B.Y İdare sohbet hakkını keyfice belirliyor ve kesiyor…
A.Ç İletişim yasağı ve görüş yasağı cezalarım. Hem işkence yaptılar hem de tutanak tutup ceza verdiler…
A.G Hâkim itirazları reddettikçe idare daha da azdı. Canları sıkıldıkça ceza kesiyorlar…
S.P KCK tutuklu ve hükümlülerine daha kötü davranılıyor. Üst aramalarında ve hücre aramalarında her yeri dağıtıp çıkıyorlar…
F.O İnşallah hastalanmam, hastalanırsam saçma sapan baş ağrısı hapları veriyorlar. Karnınız ağrısa merhem gelir, nezle olsanız baş ağrısı ilacı gelir, cildiyelik durumda nezle ilacı gelir…
Ö.Y Hücremde iki tane masa olduğu bahane edilerek, işkence yapıldı ve ‘süngerli hücre’ye atıldım…

 

iv) ‘Tecride Karşı Mücadele Platformu’nun 2013 Ağustos’unda cezaevlerinde yaşanan hak ihlâlleri raporuna göre, kitap yasağından çıplak aramaya kadar birçok hak ihlâli yaşandı…[31]

v) ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın 9 Mart 2013’de Kandıra 1 nolu F tipi Cezaevi’nde “tekmil” dayatmasına maruz kaldığı ortaya çıktı…[32]

vi) 2013 Ocak’ında gerçekleştirilen baskınlarda gözaltına alınarak tutuklanan, aralarında ÇHD İstanbul Şube Başkanı Avukat Taylan Tanay ve Şube Sekreteri Güçlü Sevimli’nin de olduğu 15 kişi hakkında Newroz kutlaması sırasında cezaevi logarına zarar verdikleri gerekçesiyle açılan disiplin soruşturmasında 20 güne kadar hücre cezası isteniyor. Tanay ve Sevimli, ayın 25’inde Kocaeli 1 Nolu F Tipi savcılığına ifade verdi.

Tanay ifadesinde, Newroz’un Kürt halkının başta olmak üzere Ortadoğu’da yaşayan tüm halkların kutladıkları bir bayram olduğuna vurgu yaparak, Newroz kutlamalarının dünyanın her yerinde ateş yakılarak kutlandığını, kendilerinin de Newroz’u tek açık alanları olan havalandırmada gazete kağıtlarından bir ateş yaktıklarını, kutlama bittikten sonra da külünü logara attıklarını söyledi.

Taylan ve Sevimli hakkında hücre cezası istendi. Taylan ve Sevimli, 1 günden 20 güne kadar, açık havaya çıkma hakları saklı kalmak üzere bir hücrede tek başlarına tutulacak ve her türlü temastan yoksun bırakılacak…[33]

vii) Bolu T Tipi Cezaevi’nde Mehmet Ali Güner, ailesiyle yaptığı telefon görüşmesinde cezaevi idaresi tarafından hak ihlâli ve baskıya maruz kaldıklarını söyledi. Güner, cezaevi yönetimi tarafından spor, görüş ve sohbet gibi haklarının keyfi gerekçelerle engellendiğini belirterek, zorunlu traş olmak gerekçesiyle disiplin cezası verildiğini belirterek, “Burada tam 12 Eylül vahşeti yaşıyoruz. Burada insanlık dışı uygulamalar yapılıyor. Yapılan bu uygulamalar tutsakların irade kırmasına yöneliktir. Burası tam işkencehaneye çevrilmiş durumdadır,”[34] dedi…

viii) İzmir 1 No’lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda kalan Sadık Çelik, sağlık taraması gerekçesiyle sohbet haklarının gasp edildiğini, doktorların yalnızca 2 gün öğleden sonra ve yarım mesai çalıştığını belirtti…[35]

ix) ) İzmir 2 No’lu F Tipi Hapishanesi’nde haftalık 10 saat olan sohbet hakkı sadece 2 saat uygulanıyor…[36]

x) Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde kalan 14 siyasi mahkûma gönderilen, “Halkların Bütün Acılarının Hesabını Sormak İçin Sınıf Kini” adlı kitabın başına gelmeyen kalmadı. Cezaevi yönetimi, 14 sayfasında Yürüyüş ve Halk Gerçeği dergilerinin “yasaklanmış sayılarından bölümler olduğu” gerekçesiyle kitabı mahkûmlara vermedi. Mahkûmlar, kararın iptali için infaz hâkimliğine başvurdu. Sincan İnfaz Hâkimliği ise kitabın mahkûmlara verilmemesini yasaya aykırı bulurken, ilginç bir karara imza attı. Hâkimlik, kitabın yasaklı dergilerden bölümler içeren 14 sayfasının çıkarılarak tutuklu ve hükümlülere verilmesine hükmetti…[37]

xi) Çocukların cezaevlerinde işkence gördüğü, tacize uğradığı, kötü muameleye tabi tutulduğu, Avrupa Konseyi Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (AİÖK) raporunda tespit edildi. 21-28 Haziran 2012 tarihleri arasında Türkiye’deki İstanbul Maltepe Cezaevi, Sincan Çocuk Cezaevi ile Diyarbakır ve Gaziantep cezaevlerini ziyaret eden heyetin raporundaki tespitler şöyle:[38]

 

POZANTI’DA HOŞ GELDİN DAYAĞI 192 gençten Sincan’a nakledilen 48’iyle görüşüldü. Bu gençlerin büyük çoğunluğu ‘koğuş liderleri’ ve diğer mahkûmlar tarafından “sık ve ağır şiddet mağduru” olduklarını belirttiler. Şiddet, tokat, yumruklar ve dayak şeklinde vücudun çeşitli kısmına sopalarla vurularak gerçekleşmiş ve bazılarına da cinsel istismar uygulanmıştır. Ayrıca, gençlerin bir kısmı Pozantı Cezaevi’ne geldiklerinde cezaevi görevlileri tarafından ‘hoşgeldin dayağı’ (örneğin, tokat, yumruk ve bir kemer ile el ve kalçalara vurularak) kötü muameleye tabii tutulduklarını belirtti…
SİNCAN’DA KEÇELİ ODA Heyet, Sincan Çocuk Cezaevi’nde cezaevi personeli tarafından çocuk mahkûmların kasıtlı fiziksel kötü muameleye tabi tutulduğu konusunda tutarlı ve inandırıcı iddiaları tespit etti. Bu iddiaların, kötü davranışlar karşısında, el veya ayaklara sert objelerle vurularak (falaka) şeklinde olduğu belirtildi. Bu bağlamda, özellikle Sincan’daki ‘keçeli oda’ iddialarına dikkat çekildi. Farklı birimlerden gençlerin, keçeli odaya alındıktan sonra iç çamaşırlarının çıkartılarak soğuk basınçlı su püskürtüldüğünü ve cezaevi görevlileri tarafından ısırıldığını belirtti…
GAZİANTEP’TE KAMERASIZ İŞKENCE Sincan’daki gençlerin iddialarına benzer iddialar Gaziantep’te de gündeme geldi ve bunların içerisinde kameraların olmadığı bölgede süpürge sopalarıyla toplu dayak da yer aldı. Raporda, gardiyan tarafından sağ elinin ısırıldığını belirten bir genç ile ilgili doktorun ‘sağ el bileği yaralanması’ raporu verdiği de belirtildi. Ayrıca, heyet üç gün önce süpürge ile dövüldüğünü iddia eden bir çocukla da görüştü…
MALTEPE VE DİYARBAKIR Maltepe ve Diyarbakır Cezaevleri’nde kasıtlı kötü muamele iddialarına nadir rastlandı. Ancak heyet, Maltepe Cezaevi’nde cezaevi görevlileri tarafından mahkûmlar arası şiddet ve ısırma iddialarını gözlemledi…

 

xii) ÇHD İzmir Şubesi, Kırıklar 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde 18 Nisan ve 8 Mayıs 2013’de yaşanan hak ihlâllerini raporlaştırdı. Raporda yer verilen iddialara göre 8 Mayıs ve 18 Nisan 2013’de tutuklular gardiyanlar tarafından dövüldü, “süngerli oda” adı verilen odaya konuldu. Rapordaki iddialar şöyle:[39]

 

11 tutuklu, disiplin soruşturmaları ile üç ay gibi kısa bir sürede toplamda üç yılı bulan aile görüş, telefon ve iletişimden men cezaları almaları üzerine, bu durumu protesto için her disiplin cezası tebliğinden sonra saat başı kapı dövme protestosu kararı aldı…
18 Nisan 2013’de kendilerine disiplin cezası tebliğ edilen Yusuf Dut, Gökhan Çoban, Ahmet Alpözel, Emir Öztürk ve Fikret Kara gardiyanlar tarafından dövüldü. Daha sonra üç saat süngerli odada bekletildiler. Gökhan Çoban ise kamerasız bir koridorda tutuldu…
Mahkûmların hepsi süngerli odaya ve koridora götürülünceye kadar darp edildi, boğazları sıkıldı ve tekmelendi. Yerlerde yatırılarak üzerlerine basıldı. Slogan atılmasını önlemek için tutuklular bayılıncaya kadar boğazları sıkıldı…
Mahpuslar kendilerine bizzat Dursun Ali Gür isimli bir başgardiyan tarafından işkence yapıldığını, Gür’ün diğer görevlileri de yönlendirdiğini savundu…
Suç duyurusunda bulunan mahpuslar, fiziksel izler geçtikten sonra sağlık kontrolünden geçirildi…
8 Mayıs 2013’de başka bir hücre yaklaşık 20 gardiyan tarafından basıldı. Tutuklulardan Mert Toka, Gökhan Çoban ve Binali Çelik hücre havalandırmasında yere yatırıldı; kaba dayağa maruz bırakıldı ve tekmelendi. Slogan atmamaları için bayılıncaya kadar boğazları sıkıldı. Yerde postallarla başlarına ve sırtlarına basıldı. Özellikle kol ve bacakların eklem yerleri sıkılarak tutuklulara acı verilmeye çalışıldı…
Tutuklu Binali Çelik, kalbinde ritm bozukluğu olduğunu, Gökhan Çoban da astım hastası olduğunu söylediği hâlde her ikisi de boğazlarından sıkılarak nefessiz bırakılmaya devam edildi…
Misbah Aktaş isimli tutuklu 18 aydır tek başına tutuluyor. ‘Hapishanedeki baskıyı ve üzerindeki ağırlaştırılmış tecridi’ protesto etmek için 15 Nisan’dan beri açlık grevi yapıyor. İdare tarafından kendisine B1 vitamini dahi verilmiyor. Vitamini diğer tutukluların yardımı ile alıyor. Misbah Aktaş’ın 25 günde yaklaşık 14 kilo kaybı var…
Aynı hapishanede kalan Zübeyir Babat da 19 Nisan’da kalp krizi geçirdi ve zamanında müdahale edilmediği için hayatını kaybetti…

 

xiii) ‘CHP Cezaevi İzleme Komisyonu’ üyelerinin Şakran Cezaevi’nde ziyaret ettiği Gezi eylemcisi kadın tutuklular, “sert ve tacize varan” muameleye tabi tutulduklarını belirtirken “çıplak arama” işkencesinden yakındı. Raporda, şu değerlendirmelere yer verildi:[40]

 

45 günde 45 dilekçe Tutuklular cezaevi savcısı ile görüşmek istediklerini ancak kendisi ile hiçbir şekilde görüşemediklerini söylemişlerdir. Tutuklulardan Yeşer Aydın, savcıyı görmek için 45 günde 45 dilekçe yazmış ancak savcıyı hâlâ görememiştir…
Tırnak makası yasak 4 kişinin kaldığı bir koğuşta 4 tırnak makası bulan yönetimin, “bu dört tırnak makasına ne gerek var, ne yapacaksınız bunlarla” söyleminin Gezi’den sonraki denetimlerin ağırlaştığına dair önemli bir gösterge olduğunu ifade etmişlerdir…

 

xiv) F tipi cezaevlerinde avukatlarla müvekkillerin görüştüğü odaların duvarları yerine camlar takıldı. Kandıra F Tipi’ndeki cam odalara tepki gösteren ÇHD’li tutuklu avukatlar hakkında disiplin soruşturması açıldı…[41]

xv) Mektupların mahkeme kararıyla çıkabildiği Kandıra’da hatıra fotoğrafı çektirmeye de izin yok! ‘TBMM İnsan Haklarını İnceleme Alt Komisyonu’nun ziyaret edip, “kötü ve onur kırıcı muamele” olmadığı saptamasına yer verdiği Kandıra Cezaevi’nde kalan siyasi tutuklu ve hükümlülerin, cezaevi yönetiminin engellemesi nedeniyle ancak mahkeme kararıyla hak ihlâli ve keyfi disiplin cezalarıyla ilgili şikâyetlerini içeren mektupları milletvekillerine ulaştırabildiği ortaya çıktı…[42]

xvi)İşkence haberleriyle gündemden düşmeyen Şakran Cezaevi’nde idare, yeni “suç” üreterek tutsakları cezalandırıyor. 150 tutsağa, ‘idareye karşı toplu sessiz direniş’ gerekçesiyle 1 yıl boyunca iletişimden men cezası verildi En son kadın tutsakların başlattığı açlık grevi ile isminden söz ettiren İzmir Şakran Cezaevi’nde artık sessiz kalmak da suç. Tutsak Abdullah Nas, “İdareye karşı toplu sessiz direniş” iddiası ile 150 kişinin 1 yıl iletişimden men cezası aldığını aktardı…[43]

xvii) Bingöl M tipi Cezaevi’nden yaşanan firar olayından sonra, Siirt Cezaevi’nde koğuşlarda tutuklu ve hükümlüler tarafından yetiştirilen çiçeklerin toplanarak cezaevinin dışına çıkarıldığı bildirildi…[44]

xviii) Ankara Sincan Kadın Cezaevinde tutuklu bulunan Deniz Tepeli yazdığı mektupta, cezaevinde çiçek yetiştirmenin yasak olduğunu ve tutukluların yetiştirdikleri çiçeklerin gardiyanlar tarafından söküldüğünü anlattı…[45]

xix) Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde, bir süredir yemeklerin yenmeyecek kadar kötü çıktığını ve sıcak su verilmesinde de sorunlar yaşandığını belirterek cezaevindeki yakınlarının günde iki defa “Keyfi uygulamalara son” sloganı atarak eylem yaptığını belirtti…[46]

xx) Tekirdağ 1 ve 2 numaralı F Tipi cezaevlerinde yönetimin koyduğu “hücrede en çok 10 kitap bulundurulabilir” uygulamasına karşı başlayan direnişe, Bakırköy Cezaevi’nde bulunan kadın tutuklular mektupla destek verdi…[47]

xxi) CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Malatya cezaevindeki babasını Eğitim-Sen Şube Sekreteri Ali Piro’yu ziyarete gelen 21 yaşındaki bir kızın, “x-ray” ve “ince arama” yapılmasına karşın, üzerindeki düğme nedeniyle pantolonunun çıkartıldığı ve kime ait olduğu bilinmeyen bir etek giydirilerek içeri alındığını söyledi…[48]

xxii) Şakran 2 Nolu T Tipi Cezaevi’nde hükümlü bulunan kardeşi Eren Tekin’in ziyaretine giden Hediye Tekin, cezaevinde keyfi muamelenin had safhaya ulaştığını ifade etti. Görüşe gittiği sırada yaşadıklarını anlatan Tekin, cezaevi yönetiminin ziyaretçilere “Aynı hafta içinde 2 kez açık görüş yaptınız, kapalı görüş yapamazsınız,” dediğini belirtti.

Arama sırasında rencide edildiklerine dikkat çeken Tekin, “Didik didik aranıyoruz. ‘Açık görüş olduğu için görevimizi yapıyoruz’ diyorlar. Biz de bu duruma tepki gösteriyoruz. ‘Tamam aramanızı yapın. Biz aramadan kaçmıyoruz. Ama bu şekilde rencide edilmeye müsaade etmeyiz. İnsanlık onurunu ayaklar altına almayın’ diye tepki gösterdiğimiz zaman da bize, ‘Siz bu şekilde tepki gösterirseniz bir yıl görüş yasağı veririz’ diyorlar,” dedi…[49]

 

ÇIPLAK ARAMADAN TECAVÜZE

 

Çıplak aramadan tecavüze uzanan Türk(iye) zindanlarında “Mahpuslara yönelik tespit etmiş onur kırıcı uygulamalardan biri de ‘çıplak arama’ (‘Oyuk Araması’ denilen bir uygulama ile de kadınlar cinsel organlarına ve erkekler makatlarına kadar aranıyor). İnsanlık dışı bir uygulama olarak cezaevlerinde devam eden çıplak arama uygulaması sadece mahkûmlara değil ziyarete gelen ailelere ve yakınlarına da uygulanıyor. Görüşe gelen ziyaretçiler, iç çamaşırlarına kadar çırılçıplak soyularak aranıyor, elle aramalarda kadınların ‘pedleri’ çıkarılıyor, tacize varan uygulamalar oluyor. Bu uygulama nedeniyle, Hizbullah davasından hükümlü bir mahkûm, kızının ve eşinin bu tip aramalara maruz kalmasını istemediği için beş yıldır aile fertleri ile görüşemiyor. Türkiye cezaevlerinde farklı cinsel yönelimi olan mahpuslara yönelik ayrımcılık da had safhada. Farklı cinsel yönelimleri olan mahkûmlardan rapor isteniyor. Rapor alma sürecinde bu mahpuslar insanlık dışı ve onur kırıcı müdahalelerle karşılaşıyor. Ayrıca, nakil hakları olmalarına rağmen güvenlik gerekçesi açık cezaevine nakil haklarını kullanamıyorlar,” der Veli Ağbaba…

Cezaevlerindeki çıplak arama iddialarına ilişkin soru önergesini yanıtlayan Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, “Hükümlünün utanma duygusunu ihlâl etmeyecek şekilde yapıldığı anlaşılmıştır,” yalanını sakın ola ciddiye almayın!

“Arama deyince, çıplak arama yapılıyor. İnfaz görevlileri, mahkûmu soyuyor. Mahkûm soymayı, mevcut Başbakan’ın da lanetlediği 12 Eylül ürünü Diyarbakır Cezaevi’nden iyi biliyoruz. Irak’taki Ebu Garip’ten iyi biliyoruz. En son Guantanamo’dan iyi biliyoruz! Devlet, mahkûmu niye soyar? ‘Çıplak bedenin, yaşamın, her şeyin bana ait. Ben efendiye’ demenin en eski, en basit yolu. İnsan rızası dışında çıplak doğar, çıplak ölür; inanca göre, ya doğanın ya tanrının huzurunda çıplaktır yani. Soyan otorite, ikisine de üstün olduğunu değilse, en azından eşit olduğunu dayatır. Ebu Garip ile Guantanamo, Batı otoriterliğinin hukuka dair sözlerinin yaldızlarının döküldüğü yerler. Vatandaşlarıyla dünyanın kalanını ayıran iki hukukun kendini gösterdiği yerler. ‘Yabancı’ya başka hukuk, eskiden beri zalim devletlerin alâmetlerinden biri… İnsan sayılmayacak kadar yabancılaştırmak, yıkıcı otoritelerin bildik yöntemi. Mahkûmu soyan, kendisini tanrı yerine koyar; böylece tanrının hukukunu da çiğner. Mahkûmu soyan, soyduğunu yabancılaştırır, yabancı sayar.”[50]

Bu konuda cezaevlerinde yıllardır sürüp giden kadın, erkek, adli ve siyasi tüm tutuklu ve hükümlülerin hâlâ çırılçıplak soyundurularak arandığını belirten eski Kars ve Şırnak Milletvekili Mahmut Alınak, “Aslında bir bahanedir arama. Ruhu, onuru ve kişiliği esir alınan insanlar birer canlı cenazeye, robota dönüştürülmek isteniyor. Kızlarımızın, oğullarımızın ve kardeşlerimizin o vahşi ellerce çırılçıplak soyunduruluşunu bir an getirelim gözümüzün önüne! Evet, bu insanlık trajedisi şimdi her gün onlarca kez tekrarlanmakta… Aslında mahpusların şahsında böyle çırılçıplak soyundurulan bizim insanlığımızdır,” derken çok önemli bir gerçeğin altını çiziyor; şöyle ki:

i) Alanya L Tipi cezaevinde siyasi kadın tutsakların iç çamaşırlarına kadar erkek gardiyanlar arıyor…[51]

ii) Tutuklu sanıklardan, Dokuz Eylül Üniversitesi Elif K.’nın Şakran Kadın Cezaevi’ne girişi sırasında çıplak aramaya ve darba maruz kaldığı güvenlik kamerası kayıtlarıyla doğrulandı. Elif K. çırılçıplak soyunup üstü aranmak istenmesine karşı geldiği için cezaevi tarafından yürütülen disiplin soruşturması sonucu 30 gün görüş yasağı aldı… [52]

iii) Avukat Ceren Kalı, Sivas Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunan müvekkili, aynı zamanda kardeşi olan Utku Kalı’nın her görüşme sonrası çıplak aramamaya maruz kaldığını açıkladı…[53]

iv) 2012’de 23 arkadaşıyla Mardin E Tipi Cezaevi’nden İzmir Aliağa’daki 2 No’lu T Tipi Cezaevi’ne nakledilen Faruk Baysal yaşadıkları haberlere şöyle haberlerle yansıdı:

“Baysal, cezaevine kabulleri sırasında ‘ince arama’ olarak bilinen çıplak aramayı kabul etmedikleri için zorla yere yatırılarak baş ve vücutlarına basıldığını, yerlerde tekmelendiklerini belirterek, zorla giysilerinin çıkarıldığını, bazı arkadaşlarının bileklerinin burkulduğunu, aşırı derecede şiddete maruz kaldıklarını aktardı…”[54]

v) İHD Ankara Şubesi, iki çocuk mahkûmun 2 Aralık 2013 tarihinde Mardin’den Ankara’ya sevk edilmeleri esnasında şiddete maruz kaldıklarını iddia etti. 17 yaşındaki M.K. ve F.T. ile Sincan’daki Ankara Çocuk ve Gençlik Cezaevi’nde görüşen İHD heyeti, şiddet iddialarını kamuoyuyla paylaştı… 14 saatlik yolculuğun ardından Sincan’daki Ankara Çocuk ve Gençlik Cezaevi’ne getirilen M.K. ve F.T., iddiaya göre burada cezaevi infaz koruma memurlarınca kamerasız odalara götürülerek çıplak aramaya tabi tutuldular. Kemik testi yapılacağı gerekçesiyle Ankara’ya gönderilen çocuk mahkûmların saçları, rızaları olmadan kesildi…[55]

vi) Kocaeli Açık Cezaevi’nde izin gidiş ve dönüşlerinde yalnızca kadın mahkûmlara yönelik yapılan “çıplak arama uygulamasına” maruz kalan mahkûmlar, “Pedimizi dahi çıkarttıkları için çıplak arama tam bir işkence” diye isyan ettiler…[56]

Bunlarla birlikte bir de tecavüz var; “zindanlarda tecavüz!” deyince; ilk akla gelen, unutulup/ unutturulmaması gereken Pozantı’dır…

Pozantı’daki şiddet, taciz ve tecavüz skandalının vicdanlardaki etkisi hâlâ geçmemişken, Şakran ve Antalya’da patlak veren olaylar, kapalı kapılar ardındaki çocukların nelere maruz kaldığını daha da belirginleştirdi.

Örneğin Mehmet “taş atan çocuklar”dan birisi ve iki kez cezaevine girmiş. Pozantı’da yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“Koğuş mesulü koğuştakileri dövmekle kalmaz, bazılarına başka şeyler de yapardı, taciz gibi. Yaşı büyüktü sonuçta. Diğer koğuşlardan da duyulmuştu hatta bu yaptıkları. Ben birkaç kez konuyu açmaya kalktım, ‘Hepimiz kardeşiz burda’ diyerek konuyu değiştirdi. Neyse tüm bunların dışında binanın, yemeklerin, sağlık ve temizlik koşuları da kötüydü. Ama arkadaşlarımdan duyduğuma göre Türkiye’nin tüm cezaevleri çok kötüymüş, şiddet ve kötü muamele her yerdeymiş…”[57]

Çocuk tutsaklara taciz-tecavüz ve işkence süreli gündem maddesi…

“Antalya zindanında taciz-tecavüz, Şakran’da işkence… Bu olaylar, vahşet evi Pozantı’yı hatırlatıyor. Evet Pozantı… Bu işkencehanede iki kez kaldım. İlkinde 5, ikincide 4 ay… Bu vahşet evinde, müdürler, revirciler, gardiyanlar ve koğuşlara verdikleri koğuş ağası ve çetesi tarafından bilinçli bir işkence yapılıyordu. İdare tarafından koğuşlara verilen koğuş ağası ve çetesinin sözünden çıkılırsa, işkencelere itiraz edilirse, bir de müdürler ve gardiyanlar saldırırlardı,” diyen Ozan Bektaş ekliyordu:

“Koğuş ağasına idare tarafından verilen işkence talimatı eksiksiz, hatta fazlasıyla yerine getiriliyordu. İnsan zor inanır, belki de inanamaz. Bu işkencehanede konuşmak bile zordu. Koğuş ağası izin verince konuşulurdu. (Bu yanıyla Diyarbakır zindanını anımsatıyor). Müdürler görüldüğünde ellerini öpmek zorunluydu. Cezaevine girildiğinde iki kez çıplak arama yapılırdı. İlki girişte, ikincisi revirde… Bu insan onurunu inciten aramalar, mahkeme giriş-gelişlerinde de yapılırdı. Bize yapılanları mektupla ilgili makamlara bildirmek istediğimizde aileler cezaevi idaresiyle görüşünce de işkenceye tabi tutuluyorduk. Bunlar anlatmadığım-anlatamadığım şeylerin yanında hiçtir…”[58]

Çocuk mahkûmların durumlarını incelemek için cezaevlerini ziyaret etmeye başladıklarında derin yapılarla karşılaştıklarını ve tehdit edildiklerini açıklayan CHP Milletvekili Özgür Özel’in altını çizdikleri dikkat çekicidir.

Çünkü devlet Pozantı’yı unutturmanın nafile çabasındadır.

Adana Pozantı Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu çocukları hedef alan şiddet, baskı, kötü muamele, taciz, tecavüz olaylarının Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Zeynep Kuriş tarafından 24 Şubat 2012’de haberleştirilmesinin ardından BDP Van Milletvekili Nazmi Gür 26 Şubat 2012’de cezaevine giderek cezaevi savcısından bilgi istemişti. Cezaevi yetkilileri, “İddiaların soruşturulmakta” olduğu dışında bir açıklamada bulunmadıkları gibi, Milletvekili Gür’ün mağdur çocuklarla görüşmesine de imkân sağlamamışlardı.

Gür’ün başlattığı araştırmaları devralmak üzere 27 Şubat 2012’de BDP Mersin Milletvekili 28 Şubat-3 Mart 2012 tarihleri arasında Mersin ve Pozantı’da yaptığı geniş çalışmalarını raporlaştırdı. Raporda cezaevinde Kürt çocuklarına yapılan aşağılık insanlık dışı uygulamalar tanıkların ağzından bir bir verilerek haber de doğrulanmış oldu.

Adil bir yargılanma sonunda hapsedildikleri asla söylenemeyecek olan bu çocukları evlerinden 500 km uzakta bir cezaevine taşıyarak Adalet Bakanlığı Pozantı Çocuk Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun kötü ününü kendisinden uzaklaştırmaya çalışarak çocukları ve ailelerini de yeni mağduriyetlerle karşı karşıya bırakmıştı. Ankara Sincan Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na nakledildikten sonra da çocukları hapsedilmeye götüren bütün koşulların yerli yerinde durmakta olduğu da raporda paylaşıldı.

Aynı ‘İddialar’ Adana Kürkçüler, İstanbul Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumları için de gündeme gelmişti. Antalya L Tipi Cezaevi’nde ise S.Ö ve M.L.B adlı çocuklara tecavüz edildiği iddiası doğrulanmış, kendileriyle görüşen milletvekilleri ve insan hakları örgütlerine de olayın doğru olduğunu anlatmışlardı.[59]

Konuya ilişkin olarak BDP Eşbaşkan Yardımcısı Meral Danış Beştaş da açıklamasında, Pozantı Cezaevi’nde ortaya çıkan çocuk tecavüzlerinin ardından şimdi de Antalya L Tipi Cezaevi’nde iki çocuğa taciz ve tecavüz edildiği yönünde iddialar olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi:

“Ailelerinden küçük yaşta kopup, cezaevine düşen çocuklara devletin reva gördüğü muamele tecavüzler olmuştur. Çocukların uğradığı taciz ve tecavüzlerden başta Adalet Bakanlığı ve Hükümet sorumludur. Adalet Bakanlığı ile hemen her gün başka bir hak ihlâlinden dolayı görüşmeler yürütüyoruz. Ancak ne yazık ki değişen hiçbir şey yok. Hukuk Komisyonumuzun yaptığı mağdur çocuklarla yaptığı görüşmeler neticesinde çocuklar bu durumların çok sık yaşandığını, cezaevi idaresinin olayların üstünü örttüğünü, tecavüzlerin duyulmasının ardından mağdur çocukların revire alındığını fakat hiçbir işlem yapılmadığını söylemişlerdir.”

Özetle Antalya L Tipi Cezaevi’nden tahliye olan bir mahpus, bu cezaevinde yaşananlara ilişkin tüyler ürpertici iddiaları dile getirmiş ve M.L.B ile S.Ö adlı iki çocuğun hem çocuk koğuşunda hem de 18 yaşını geçince nakledildikleri yetişkin koğuşunda, diğer mahpuslar tarafından defalarca tecavüze uğradığını söylemiş ve cezaevi idaresinin olayın üstünü kapatmaya çalıştığını anlatmıştı.[60]

Antalya L Tipi Kapalı Cezaevi’nde yaşanan taciz ve tecavüzler üzerine BDP’li milletvekilleri Antalya’ya giderek mağdur çocuklarla görüşerek hazırladığı rapora şunlar yansıdı:[61]

 

ANTALYA CEZAEVİ’NDEKİ ÇOCUKLARIN DEHŞET İFADELERİ

S.Ö. (19 Yaşında) Z.E. idare tarafından teşvik ediliyordu. 40 yaşlarındaydı. Bana serogal ilacı içirince ben sersemliyordum. Daha sonra da tecavüz ediyordu. İdareye başvurdum. Onlar da beni dövüyorlardı. Tekrar Z.Y.’nin yanına veriyorlardı. Üstelik ‘döv aklı başına gelsin’, ‘iş yaptır’ diyerek teşvik ediyorlardı. Revire götürdüler 3 ay orada kaldım. Bazen ‘as kendini, kurtul’ diyorlardı. Ben de bundan 10-15 gün önce İntihara teşebbüs ettim…
M. L. B. (19 Yaşında) 18 aydır tutukluyum. 16 gün sübyan koğuşunda kaldım. Hem gardiyan hem de mahkûmlardan baskı gördüm. Sübyan koğuşunda iken, Z.E adlı şahıs, T.T. ile O.Ç.’ye tecavüz etmiş. T.T. bu olayları bana anlattı. Z.Y. adlı kişi S.Ö’yü odasına alıp, dövüp tehdit ediyordu. İ.Ç. ile T.K. C-5 koğuşunda Z.C.T.’ye ilaç verip, içeri kapatıyorlardı. Ve orada ona tecavüz edildiğini duydum…
F.B. Z.Y.’i tanırım. Z.Y. ayrıca M.S.S.’ye de tecavüz etti. Z.O ve E.S bu işin tanığıdır. Z.Y. koğuş ağasıydı. İdare atamıştı. Bir haksızlığa karşı çıktığımızda yıkım odası denilen başefendinin odasına götürülüyorduk. Dövülüp, işkence ediliyorduk. Zulüm hâlâ sürüyor. Telefonda yakınlarımıza uygulamaları anlatamıyoruz…

 

Ayrıca raporda çocuk ve genç tutuklu-hükümlülerle yapılan görüşmelerle ilgili şu tespitlere yer verildi:[62]

 

İLAÇ SERSEMLETİP… Mağdurlar psikolojik tedavisi olan mahkûmların ilaçlarını içmeyerek biriktirdiklerini iddia etmekteler. Bu mahkûmların, biriktirdikleri ilaçları daha sonra çocuklara verdiği ve böylelikle çocukları sersemleterek tecavüze yeltendikleri iddiası mevcut. Mağdurların beyanına göre yetişkin mahkûmlar, çocuklara kendilerine masaj yapmasını söylüyor ve “masaj yaptırırken tecavüze teşebbüs ediyorlar.”
TECAVÜZLER “LAVABOLARDA” Pozantı Cezaevi’nde yaşananlardan çok daha korkunç olayların olduğunu söyleyen mağdur, daha önce de çocuk koğuşunda 13 çocuğa tecavüz ettiğini kendisine anlatan birisinin olduğunu söylemiş ve “tecavüz” vakalarının “lavabo” olarak bilinen yerlerde olduğunu aktarmıştır.
İDARE HEP ÖRTBAS ETTİ Yaşanılan olayların hep örtbas edildiğini söyleyen mağdur, “İtiraz edeni dövdüler. Hücrelerde de dövdüler” ifadesini kullanmıştır. “Kendini asarsan as, kurtulursun”: Çok zor bir süreç geçirdiğini söyleyen mağdur, idari görevlilerin baskı yaptığını ve hatta “Kendini asarsan as, kurtulursun” dediklerini aktarmıştır.

 

Nihayet bir mektuptan satırlar: “Ben 20 yaşımda bir gencim” diyerek başlıyor cezaevinden yolladığı mektuba, “Beş aydır Çorum Cezaevi’ndeyim. Beş ay öncesi Uşak Cezaevi’nde yatıyordum. Ancak gay olduğum ortaya çıkınca beni buraya sevk ettiler.” Evet, işte bu yüzden bu haberde adı yok onun ve ne yazık ki sokaklara dökülebilmiş bir çığlığı da. Uşak Cezaevi’ndeyken gay olduğu anlaşılınca büyük zorluklar çekiyor, sadece koğuş arkadaşlarıyla alâkâlı değil, görevliler yüzünden de: “Konumum ortaya çıktıktan sonra cezaevi idaresi seni koğuşta tutamayız, dedi. Hücrede kaldığım sürede çok zor günler geçirdim. Görevli memurlar tarafından elle ve sözle cinsel taciz ve şiddete maruz kaldım…”[63]

 

KEYFİ ZORBALIĞIN SINIRSIZ ŞİDDETİ

 

Dayak, işkence, katliam Türk(iye) zindanlarının vazgeçemediklerindendir!

Bu konuda Avrupa Konseyi’nin denetim organlarından olan ‘Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (AİÖK) yayımladığı rapora, çok sayıda itirazda bulunan T.“C”, Sincan Cezaevi’ndeki falaka, keçeli oda ve tazyikli suyla işkence iddialarına karşı çıkamadı, yanıt veremedi; gerçekleri karartma ve gizleme yolunu tercih etti…

AİÖK heyetinin 21-28 Haziran 2012 tarihleri arasında gerçekleştirdiği ziyaret ışığında hazırladığı 35 sayfalık zehir zemberek rapora Türkiye, 21 sayfa yazılı, ayrıca 30 sayfadan fazla da ek belge göndererek itiraz etti. Ancak bu itirazlar arasında Sincan Cezaevi’ndeki “falaka, keçeli oda, tazyikli suyla işkence iddialarına” yanıtın yer almaması dikkat çekti. Oysa Pozantı’daki tecavüz ve işkence iddialarının ardından Sincan’a nakledilen çocukların burada da işkence gördükleri tespit edilmişti.

AİÖK’nin raporunda da bu durum şöyle ifade edildi: “İddialar özellikle, çocukların uygunsuz davranışlarına (kavgalar vs.) tepki olarak sert cisimlerle ellere ve/veya ayak tabanına vurulması (falaka) gibi ciddi kötü muamele türleri ile ilgilidir. Sincan’da duvarları keçeyle kaplı odaların ne şekilde kullanıldığına dair iddialara değinilmelidir. Farklı koğuşlardan çocuklar keçeyle kaplı odaya alındıktan sonra sadece iç çamaşırları kalacak şekilde soyularak cezaevi görevlileri tarafından üzerlerine soğuk basınçlı su sıkıldığını ve dövüldüklerini iddia etmişlerdir. Sonrasında gece boyunca ıslak odada soğuk ve ıslak vaziyette bırakılmışlardır.”[64]

Ya başkaları mı? Sincan 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan ODTÜ öğrencileri İlhan Kaya ve Barış Önal ile ziyaretçilerine yönelik dayak olayında kamera görüntülerinin makaslandığı ortaya çıktı…

Örgüt üyeliği suçlamasından tutuklu ODTÜ öğrencilerinden İlhan Kaya ve Barış Önal, 10 Ocak 2013 günü cezaevinde arkadaşlarıyla açık görüşteydi. Birbirini tanıyan ziyaretçiler ve tutuklular aynı masada oturmak istedi. Ancak infaz koruma memurları, “toplu değil, herkesin kendi ziyaretçisiyle görüşme yapmasını” istedi. Bu nedenle başlayan tartışma, tutuklu ve ziyaretçilerin darp edilmesiyle sonuçlandı…[65]

Ya başkaları mı? Kırıklar 2 nolu F tipi hapishane idaresi tarafından 2013’ün Ağustos ayında tutuklulara işkence ve saldırı rutin hâle getirildi… Ağustos ayında 3’ü gezi eylemcisi 12 kişi işkenceye uğramıştır. Süngerli oda ve tek kişilik hücreler devreye konarak tutuklulara işkence katmerleştirilmiştir…

ÇHD’nin açıklamasında, Dursun Ali Gür adlı başgardiyanın sohbet hakkı ve birbirine yakın hücrelere getirilmeyi talep eden tutukluları, “Aklınız başınıza gelsin, sizinle anlayacağınız dilden konuşacağız,” diyerek tehdit ettiğine dikkat çekildi…[66]

Ya başkaları mı? Gebze Kadın Kapalı Cezaevi’ndeki PKK’li ve PJAK’lılar cezaevinde yaşadıkları işkenceleri mektupla dile getirdi. Cezaevi idaresinin değişmesi ile birçok haklarının ihlâl edildiğini belirten tutsaklar, “Kaldığımız cezaevi sözde kadın cezaevidir ancak kadının özgün hiçbir ihtiyacı karşılanmamaktadır,” dedi ve cezaevine birçok tutsağın sürgün edildiğini ve sürgünlerin devam ettiğini belirtti…[67]

Ya başkaları mı? İHD’nin Çankırı E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutsaklara yönelik gerçekleşen saldırıya ilişkin hazırladığı raporda, yapılan görüşmeler neticesinde 22 Mart 2013 tarihinde, Newroz kutlamalarından bir gün sonra cezaevi yönetimin arama yapmak üzere koğuşlara gittiği ve darp olayların yaşandığı kaydedildi. Cezaevi Müdürü Mahmut Çaça’yı tanıyan hükümlülerden Feyzi Ayzit’in Mahmut Çaça’ya, “Diyarbakır Cezaevi’nde 1996 senesinde Müdür Aziz Güler yönetiminde gerçekleştirilen 10 kişinin katlinde, dönemin ikinci müdürü olarak kendisinin de parmağı olduğunu, kendisini tanıdığını, o tarihte arkadaşlarını katledenin bugün de bunları yaptığını” söylemesi üzerine, Çaça’nın gardiyanlara talimat vererek, tutsakları darp ettiğine vurgu yapıldı…[68]

Ya başkaları mı? ÇHD Şakran Çocuk Cezaevi’de kalan çocuklarla yaptığı görüşmenin raporuna göre cezaevinde çocuklar ağır bir şiddete maruz kalıyor. Ceza Müdürü çocukları hortumla dövüyor. Dövülen çocuklar ‘süngerli odaya’ kapatılıp tekrar dayaktan geçiriliyor. Çocuklardan İ.A., dışarıda hafif şekilde görebildiği gözünü tedavi göremediği için içerde kaybetti. Fıtık hastası S.D., dövüldü ve intihara sürüklendi…[69]

Ayrıca Şakran Çocuk Cezaevi’nde kalan çocuklara işkence edildiği, 18 çocuğun hortumla dövüldüğü ve onur kırıcı muamelelere maruz kaldığı belirtildi.

BDP Milletvekili Kürkçü de Şakran Cezaevi’nde, cinsel taciz ve tecavüzden şiddete, katıksız hapse kadar kötü muamele yapıldığını anlattı. Yaşları 13 ile 17 arasında değişen çocukların ağır işkenceye maruz bırakıldığını söyleyen Kürkçü, “Artık saklanamayacak olan büyük facia ile karşı karşıyayız. Adalet Bakanlığı yetkilileri, çocukların bu şekilde istismarına rıza göstermek yerine sorumluları cezalandırmayı seçmelidir,” dedi…[70]

 

HASTA TUTSAKLAR

 

Ve hasta tutsaklar, ceza içinde (c)ezaya mahkûm edilenlerdir!

Tıpkı cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalara ilişkin olarak, “KCK” İstanbul ana davasının 4’üncü duruşmasında tahliye olup, “Bir kere cezaevine girdikten sonra insanın sağlık sorunu yaşamaması mümkün değil” diyen Aziz Tunç’un, kendisiyle beraber kalan diğer tutsakların da kronik hastalıklara yakalandığını söylediği gibi…

Tunç, “Benim hiçbir sorunum yoktu. Çıkmadan önce 2013’ün Mart ayında doktora gittim ve kalp hastası olduğumu öğrendim. Bu cezaevindeki fiziki durumla ilgilidir. Örneğin Dursun Yıldız cezaevinde kalp hastası oldu. Osman Akdağ yine kalp hastası oldu. Kemal Aydın da aynı şekilde.” dedi.

Tunç, İstanbul “KCK” ana davasında tutuklu olarak yargılanan 97 tutsak olduğunu ve birçoğunun benzer sağlık sorunları yaşadığını belirterek, “Bu 97 arkadaşın yüzde 60’ı sağlık sorunu yaşıyor. Bunu çok rahat söylüyorum. Bizim kaldığımız koğuş 10 kişilikti. Bu 10 arkadaştan Mehmet Kıymaz damar tıkanıklığı sorunu yaşıyordu, ameliyat olması gerekiyordu. Celalettin Delibaş kalp hastasıydı. Abdülkadir Akdağ kalp hastasıydı. Ciddi kalp sorunları yaşıyordu bu arkadaşlar. Cesim Soylu, akciğer ve karaciğer sorunu yaşıyordu. Deniz Zarakolu astım hastasıydı. Hasta olmayan arkadaşımız yoktu. Yani bizim odada böyle ise başka odada da üç aşağı beş yukarı böyleydi” diye belirtti.[71]

Türk(iye) cezaevlerinin sağlık koşulları açısından içler acısı hâli çeşitli raporlara da yansıyorken; ‘CHP Cezaevi Komisyonu Raporu’nda hasta tutuklu ve hükümlülerle ilgili şu saptamalara yer verildi:

“38 yaşında olan F.T, 36 yıl hapis cezası almış ve 12 yıldır hapishanede. Türkçeyi hapishanede öğrenen F.T, gözaltında dil bilmediği için sorulara cevap verememiş ve bu örgütsel tavır olarak yorumlanmıştır. 1.5 yaşındaki oğlu Azat’a gözleri önünde işkence edildiği iddia edilmiştir. Daha sonra oğlu Azat 6 yaşına kadar annesiyle hapishanede kalmıştır. F.T’nin kalp rahatsızlığı ciddi bir noktaya ulaşmış durumdadır.

33 yaşındaki yatağa bağımlı yaşayan felçli T.İ’nin altı bezlenmekte ve hiçbir öz bakım ihtiyacını kendisi giderememektedir. Yatak yarası çıplak gözle görülüyor. 23 yaşında olan E.A. dışardayken geçirdiği bir kaza sonucu omurilik felci olmuştur. Başka bir açık cezaevinden tedavi amaçlı Metris Cezaevi’ne getirilen E.A’nın sırtında oluşan yatak yarası kemiklerine kadar işlemiş durumdadır. Çıplak gözle bile kemikleri gözükmektedir.

53 yaşındaki A.P, 6 aydır tutuklu, bekâr ve çocuksuzdur. Şizofreni raporu bulunmakta ve şu an dosyası Yargıtay’dadır. Evini bastıklarını ve 19 çakmak buldukları için ‘bombacı’ diye cezaevine girdiğini vurgulamıştır.”[72]

Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün! Çünkü cezaevlerindeki hasta tutuklu ve hükümlülerin durumu her geçen gün daha da ağırlaşıyorken; İHD Cezaevi Komisyonları’nın verilerine göre, 6 ayda 14 tutuklu, Adli Tıp’tan rapor beklerken cezaevlerinde yaşamını kaybetti ve hâlen 162’si ağır 544 hasta tutuklu ve hükümlü bulunuyor.

Cezaevlerinde hastalıkları nedeniyle kalamayacaklarına dair doktor ve adli tıp raporları bulunan ancak buna rağmen tahliye edilmeyen bazı ağır hastaların kaldıkları cezaevi ve durumları şöyle:[73]

 

ABDULLAH KALAY: (KANDIRA 2 NOLU F TİPİ KAPALI CEZAEVİ) Wernicke-Korsakoff hastası olan Kalay’ın kulaklarında yüzde 25 duymama, mide ve bağırsak sorunu bulunuyor. İki kez anjiyo olan Kalay, Kandıra Cezaevi’ndeyken kalp krizi geçirdi, geç müdahaleden dolayı kalp hücreleri öldüğü için kalbinin yüzde 35’i çalışıyor…
ALİ HAYDAR YILDIZ: (METRİS R TİPİ CEZAEVİ) Belden aşağısı felç olan Yıldız’ın, sürekli yatakta yattığından dolayı vücudunun birçok yerinde ağır yaralar var…
AYDIN ÇUBUKÇU: (ORDU CEZAEVİ) İleri derecede siroz olan ve tek gözünü kaybeden Çubukçu, akciğer ameliyatı geçirdi…
ASLAN KARSLI: (KÜRKÇÜLER F TİPİ KAPALI CEZAEVİ) İleri Wernike-Korsakof Hastası olan Karslı’ya 5 Kez “Tahliye” raporu verildi…
ASKERİ ŞAHİN: (DİYARBAKIR E TİPİ KAPALI CEZAEVİ) Dicle Üniversitesi Hastaneleri Sağlık Kurulu raporunda, haftada 3 gün 5 saat diyalize giren Şahin’in kaldırıldığı hastanede, hayati tehlikesinin bulunduğu belirtildi…
BEKİR ŞİMŞEK: (EDİRNE F TİPİ KAPALI CEZAEVİ) İleri Wernicke-Korsakoff hastası…
HAKAN GÖLÜNÇ: (METRİS R TİPİ CEZAEVİ) Beyninde 17 mm büyüklüğüde olan ve giderek büyüyen tümör bulanan Gölünç, yüzde 100 göremez durumda ayrıca epilepsi hastası…
HASAN ALKIŞ: (KIRIKKALE F TİPİ KAPALI CEZAEVİ) Behçet hastalığı, hipertansiyon, konjestif kalp yetmezliği, 2 kez pankreatit atağı ve 1 yıl önce kolesistektomi tanıları konulan Alkış’ın yakın takip ve tedavi ihtiyacının zorunluğu olduğu raporlara geçti…
İSMAİL YAVUZ GÜLVERİK: (SİLİVRİ KAPALI CEZAEVİ) Tüberküloz hastalığının her iki ciğerini de kapladığı Gülverik’in durumu ciddi…
KEMAL GÖMİ: (SİNCAN 1 NOLU F TİPİ KAPALI CEZAEVİ) Ağır Şizofren hastası olan Gömi’nin 11 adet raporu var. Tek başına hücrede kalıyor.
LOKMAN AKBABA (TEKİRDAĞ 1 NOLU F TİPİ KAPALI CEZAEVİ) ALS progresif sehirli istemli kas gruplarının tutulumu ile (yutma ve solunum kasları) seyreden ölümcül bir hastalığı bulunan Akbaba’nın ortalama beklenen yaşam ömrü 5 yıl.
SULTAN ÖZER (KARATAŞ CEZAEVİ) Kalp yetmezliği bulunan Özer, cezaevindeyken 3 defa kalp krizi geçirdi. Diyabet, tansiyon, astım ve akciğerlerinde yüksek derecede enfeksiyon bulunuyor….

 

Ayrıca Sincan F Tipi 2 No’lu Kapalı Cezaevindeki tutuklu Abdülhamit Babat bir mektupla zindanlardaki bazı hasta tutuklulara ilişkin bilgi verdi. İşte o mektuptaki bilgiler:[74]

 

SAMET ÇELİK 20 yıldır cezaevinde. MDS kanseridir. İlik nakli olması gerekiyor. Durumu gittikçe ağırlaşıyor. ‘Cezaevinde kalamaz’ raporu olmasına rağmen tahliye edilmiyor…
BURHAN KAYA Uzun süredir cezaevinde. Kronik obstrüktür (tıkayıcı akciğer) hastalığı var. Ayrıca bağırsak sorunu, mide ülseri, prostat, boyun fıtığı rahatsızlığı vardır. Eş zamanlı yaşadığı rahatsızlıklardan dolayı gerekli ilaçları kullanamıyor. Özellikle kronik obstrüktür hastalığı ilerlemiş durumda. Burnu, boğazı devamlı kapalı, geceleri uyuyamıyor. En son akciğeri ile ilgili mikrobiyoloji laboratuvarında kesin tanısı ‘KOAH’ olarak belirlendi. Eğer tedavisi yapılmaz ise ani bir enfeksiyon kapmasıyla öldürücü olabilir. Tam teşekkülü bir hastanede tedavi edilmesi gerekiyor…
MENSUR TEKİN 4 yıldır cezaevinde. Kafasındaki urdan dolayı beyin ameliyatı oldu. Ameliyattan dolayı yüz felci geçirmiş, zihinsel olarak belli tahribatlar oluşmuş. Cezaevinde kendine bakacak durumda değil. Aşırı unutkanlık, gece ile gündüzü karıştırma, vücudunda şişkinlik, nefes darlığı, kalp sorunu, yürümede zorlanma, sık sık idrara çıkma, uyuyamama, gibi sorunlar yaşıyor…
MEHMET YALÇIN 22 yıldır cezaevinde. Şeker, astım ve kalp hastası. Yakın sürede kalp ameliyatı oldu. Bir damar açıldı, kapalı bir damar daha var. F tipi koşulları olumsuz etkiliyor. Hayati risk altında…
CENGİZ EKER 20 yılı aşkındır cezaevinde. Kroner kalp yetmezliği var. Daha önce anjiyo olmuş, iki damarına stend takılmış. Üç damarı ise yüzde 70-80 oranında tıkalı. Sürekli ağrıları var. Reflü-gastrit var. Akciğerinde yeni tespit edilmiş üç yara var. Nefes almakta güçlük çekiyor. Daha önce prostat ameliyatı olmuş…

 

Bunların yanında daha önce alınmış raporlarla hastalığı sabit olan ve ölümle pençeleşen ve serbest bırakılması için çeşitli cezaevlerinden binbir eziyetle getirildikleri Metris Cezaevi’ndeki Adli Tıp Kurumu’nca tutukluluklarının devamına karar verilen hasta tutsakların isimleri de şöyle:[75]

 

Rize Kalkandere L Tipi Cezaevi’nde tutuklu Hasan Kaçar 10 yıldır kaldığı cezaevinin son 7 yılını ağır-aktif ankiloton ve spandilit hastası olarak geçirdi. Yapılan yanlış teşhisler ve yanlış tedaviler nedeniyle hastalığın bütün eklem ve iskelet yapısına yayıldığı Kaçar’ın, göz ve çeşitli iç organları da hastalıktan olumsuz etkilenmiş. Yine vücut kemiklerinde şekil bozukluğu bulunan Kaçar, göğüs kafesindeki sertleşme ve ağrı nedeni ile nefes alma sorunu yaşıyor…
Trabzon E Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan kanser hastası Serdar Gülez de tahliye edilmeyi bekleyen tutsaklardan biri…
Van Gürpınar Cezaevi’nde bulunan Ahmet Öztürk isimli tutsak ise beyninde tümör olmasına karşın 7 yıldır cezaevinde tutuluyor…
İki eli kopmuş olan Erzurum H Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Ergin Aktaş isimli tutsak da tek başına ihtiyaçlarını karşılayamayacağı yönünde verilen rapora rağmen tahliye edilmiyor…
Siirt E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan ve 21 yıldır cezaevinde olan Avni Uçar’ın (39) 2006 yılında sağ böbreği tümör nedeni ile alınmış, ayrıca mesanesinde de tümör tespit edilmiş durumda. Bir süre sonra sol böbreğinin de alınması gereken Uçar’a doktorlar tarafından cezaevinde kalamayacağı yönünde rapor verilmesine rağmen tahliye işlemi hâlen gerçekleştirilmedi…
Ordu M Tipi Cezaevi’nde kalan Erhan Figan ile Giresun E Tipi Cezaevi’nde kalan Zülküf Gezen, Kerem Oğul ve Hacı Aksoy Hepatit B hastalığı taşıyor. Aksoy, ayrıca akciğer kanseri hastalığı ile mücadele ediyor…
Giresun E Tipi Cezaevi’nde tutulan Şerife Günhan ise akciğerinde kist olmasına rağmen serbest bırakılmıyor, gereken tedavileri de yapılmıyor…
Buca 1 Nolu F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Faysal Yacan, yüksek tansiyon, kalın bağırsak rahatsızlığı, iç hemoroit, ülser, sindirim sistemi bozukluğu, beyin damarlarının buruklaşması, bağırsak sendromu ve 7 yerden boyun fıtığı rahatsızlığı ile mücadele ediyor…
Van F Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan Cihan Yaşar isimli hasta tutsak ise sağ dizinde bulunan platin nedeni ile düzenli bir şekilde doktor kontrolünden geçirilmesi gerekirken, son 9 aydır hiçbir doktor kontrolüne tabi tutulmuyor. Platininin olduğu dizinde uyuşukluklar olan Yaşar, doktor kontrolüne düzenli bir şekilde götürülmediğinden dolayı, sakat kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Avukatlar aracılığı ile Adli Tıp Kurumu’na tedavisi yapılmadığından dolayı dilekçe yazacağını ileten Yaşar, doktor kontrolü ve tedavi olmayacak ise ayağının kesilmesini talep edeceğini belirtiyor…
26 yıldır tutuklu bulunan ve şu an Ordu Cezaevi’nde olan Hasan Aslan (76) isimli hasta tutuklu ise, akciğer kanseri ve Hepatit B hastası. Kendisine bakamaz durumda iken tedavisi yapılmadığı gibi tahliye de edilmiyor…
Elbistan E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan Mehmet Emin Akdağ adlı tutsak, yüzde 80 felçli olması nedeniyle tekerlekli sandalyede yaşam mücadelesi verirken, doktorlar tarafından da “cezaevinde kalamaz” ve “kendi işini göremez raporu” olmasına rağmen tahliye edilmiyor…

 

Devletin hasta tutsaklara muamelesi işkence boyutuna varırken, 154’ü çok ağır olmak üzere 526 hasta tutsak, ölüme mahkûm edilmiş durumda. Adli Tıp rapor vermiyor, polis ve savcılık verilen raporları hiçe sayıyor, bakanlık ise ölümü seyrediyor.

İnsan Hakları Derneği’nin hazırladığı verilere göre, Eylül 2013 sonunda cezaevlerinde 154’ü ağır olmak üzere 526 hasta tutsak bulunuyor. Verilere göre cezaevlerinde tahliye edilmeyi bekleyen 154 ağır hasta tutsağın, isimleri şöyle:

1) Abdulkerim Sune… 2) Abdullah Kalay… 3) Abdurrahman Yıldırım… 4) Afyon Korkmaz… 5) Ahmet Başboğa… 6) Ali Ekber Oruç… 7) Ali Teke… 8) Angel Mtsweni… 9) Avni Uçar… 10) Ahmet Saygı… 11) Ali Akgün… 12) Ali Haydar Yıldız… 13) Ali Söz… 14) Aydın Değirmenci… 15) Aydın Çubukçu… 16) Aziz Bayın… 17) Askeri Şahin… 18) O Aslan Karslı… 19) Alaattin Öğet… 20) Burcu Koçlu… 21) Bekir Şimşek… 22) Bülent Özdemir… 23) Cumali Yavuz… 24) Cemil Erdem… 25) Cengiz Sinan Halis Çelik… 26) Cömert Bozkurt… 27) Cihan Yaşar… 28) Çimen Altürk… 29) Candan Bozkurt… 30) Deniz Yıldız… 31) Devrim Burakmak… 32) Dilek Öz… 33) Doğan Karataştan… 34) Eray Ölçen… 35) Engin Aktaş… 36) Ergül Çiçekler… 37) Erhan Özel… 38) Erkan Nasıroğlu… 39) Emrah Alişan… 40) Erol Zavar… 41) Eyvaz Akıncı… 42) Fahrettin Korkmaz… 43) Fatma Tokmak… 44) Fesih Aslan… 45) Fikret Güzelaydın… 46) Filit Tiltay… 47) Fatih Gül… 48) Fettah Karataş… 49) Fırat Özçelik… 50) Fatih Hilmioğlu… 51) Güneş Tekin… 52) Görgün Oktar… 53) Günnaz Akkurt… 54) Hakan Gölünç… 55) Halil Güneş… 56) Halis Akın… 57) Hasan Alkış… 58) Hasan Kaçar… 59) Hasan Tahsin Akgün… 60) Hasan Aslan… 61) Hacı Aksoy… 62) Hayati Kaytan… 63) Hulki Güneş… 64) Hüseyin Aslan… 65) Hacı Erdem… 66) Hasan Tayboğa… 67) İdris Çalışkan… 68) İnan Çoban… 69) İnan Gök… 70) İnayet Mete… 71) İsa Yağbasan… 72) İsmet Çardak… 73) İsmet Demir… 74) İzzet Turan… 75) İsmail Yavuz Gülverik… 76) İmam Çelikdemir… 77) İslâm Tümer… 78) Kamil Turanoğlu… 79) Kemal Gömi… 80) Kemal Özelmalı… 81) Kaze Özlü… 82) Levent Ersöz… 83) Lokman Akbaba… 84) M. Emin Adanmış… 85) M. Ali Uğurlu… 86) Mansur Tekin… 87) Mehmet Ali Çelebi… 88) Mehmet Dursun… 80) Mehmet Emin Akdağ… 90) Mehmet Emin Özkan… 91) Mehmet Özen… 92) Mehmet Tapar… 93) Mensur Aydın… 94) Metin Kara… 95) Muharrem Menek… 96) Musa Farisoğulları… 97) Mehmet Tekin… 98) Mehmet Altıntaş… 99) Mustafa Kemal Erişli… 100) Mehmet Başçı… 101) Mevlüt Bayraktar… 102) Mahmut Özdemir… 103) Murat Arıcı… 104) Mehmet Mutlu… 105) Mensur Tekin… 106) Murtaza Dağ… 107) Mesut Deniz… 108) Musa Karadaş… 109) Nesim Özkan… 110) Nesimi Kalkan… 111) Nihat Bektaş… 112) Orhan Eroğlu… 113) Özgür Uygun… 114) Ramazan Çetedir… 115) Ramazan Doğan… 116) Ramazan Özalp… 117) Ramazan Durmaz… 118) Rauf Erdem… 119) Resul Kocatürk… 120) Resul Güler… 121) Salih Mirzabeyoğlu… 122) Salih Tuğrul… 123) Sami Özdil… 124) Sekvan Becerikli… 125) Selçuk Yıldızhan… 126) Serdal Sayak… 127) Serkan Dursun… 128) Sevcan Atak… 129) Suphi İsmail… 130) Salih Çıtırık… 131) Sinan Tutmaz… 132) Serdar Gülez… 133) Süleyman Acar… 134) Selman Özcan… 135) Sultan Özer… 136) Seyran Demir… 137) Şükrü Ersöz… 138) Tamer Kapucu… 139) Tevfik Anuk… 140) Tamer İldirim… 141) Taylan Balatacı… 142) Turgut Köt… 143) Ufuk Keskin… 144) Ümit Aslan… 145) Veysi Boztaş… 146) Veysi Özer… 147) Yılmaz Gerçel… 148) Yaşar İnce… 149) Yahya Göktaş… 150) Yılmaz Soncak… 151) Yusuf Gün… 152) Yücel Balyeci… 153) Zeynel Karabuluk… 154) Zeliha Bulut…[76]

Hastalık ve ölüm iç içeyken; hastalarla birlikte ölümlerin de sayısı artıyor…

Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2000-2011 arasında hapishanelerde 2.024 kişi öldü…

Cezaevlerinde hasta tutuklu ve hükümlüler bir an önce sağlıklarına kavuşabilmek için tahliye edilmeyi bekliyorken; Adalet Bakanlığı verilerine göre, 14 kişi haklarında gerekli raporun hazırlanmasını beklerken yaşamını yitirdi…

İşte birkaç örnek:

i) 9 Eylül 2012’de tutuklu kanser hastası Muhlis Barut hayatını kaybetti. 50 yaşındaydı. Muhlis Barut’un ölümü sıradan bir ölüm değil; neo-liberal politikaların insanları nasıl kanser edip cezaevlerinde eriterek ölüme mahkûm ettiğinin bir resmiydi…[77]

ii) Van’da 2012 yılında tutuklanan Hacı Nasır’ın tutuklanmadan önce yakalandığı gırtlak kanseri hastalığı cezaevinde ağırlaştı. Ağabeyi Tevfik Nasır, kardeşinin tedavisi için mahkemelere ve Cumhurbaşkanlığı’na dilekçe yazdı. Hacı Nasır durumu ağırlaşınca 9 Şubat 2013’de Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin mahkûm koğuşunda tedavi altına alındı. Tedavisi sürerken Nasır’a 26 yıl hapis cezası verildi. Hastanede 41 gün bitkisel hayatta kalan Hacı Nasır 21 Mart 2013’de yaşamını yitirdi. Kardeşinin tedavisinin yapılmadığını belirten Tevfik Nasır, “Defalarca dilekçe vermemize rağmen kardeşim cezaevinden çıkarılmadı. Fakat hep engeller çıktı. Biz zaten durumunun ağır olduğunu söylüyorduk. Çok büyük bir hak ihlâli var,” dedi…[78]

iii) Sincan 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde 3 yıldır pankreas kanseriyle mücadele eden 10 yıllık mahpus İrfan Eskibağ, 7 Mayıs 2013’de yaşamını yitirdi. Hastalığı artık tedaviye yanıt vermeyen Eskibağ’ın anadilinde savunma yasası kapsamında tahliye isteminde bulunduğu, başvurunun ancak bir türlü gelmeyen adli tıp raporuna takıldığı öğrenildi…[79]

iv) Bingöl M Tipi Cezaevi’nde bulunan hasta tutuklu Hasan Kaya (42) 10 Ekim 2013’de sabaha karşı kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Şeker hastalığı nedeniyle birçok defa şeker komasına giren Kaya’nın avukatlarının ve ailesinin tedavisi için daha önce defalarca Adalet Bakanlığı’na başvurduğu belirtildi…[80]

v) Bitlis Ahlat Cezaevi’nde kalan yüzde elli felçli, yüksek tansiyon hastası Gurgin Kurt ailesinin tüm başvurularına rağmen kendi ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamaz bir şekilde cezaevinde tutulmaya devam edilirken geçirdiği beyin kanaması nedeniyle yaşamını yitirdi…[81]

Evet 21 Mayıs 2013’de Gürgün Kurt’un yaşamını yitirmesiyle 5 ayda 3’üncü hasta tutsak hayatını kaybetti özetin özeti…

Ya diğer örnekler mi? Bir hayli çok. Bir kaçını aktaralım:

i) Kandıra F Tipi Cezaevinde kalan hükümlü, 46 yaşındaki Abdullah Kalay, kalbinin yüzde 30 oranında çalışmasına karşın hastalığı kalıcı hastalıklar kapsamında olmadığı gerekçesiyle tahliye edilmiyor. Kalay aynı zamanda 1996 ve 2000 yıllarında Bayrampaşa Cezaevi’ndeki ölüm oruçlarına katıldığı için Wernicke-Korsakoff sendromu hastası. Derince Eğitim Araştırma Hastanesi, 13 Nisan 2012’de kalp krizi geçiren Kalay’a “hasta hükümlüde koroner arter hastalığı bulunduğunu, kalbinin yüzde 30 oranında çalıştığı” yönünde rapor vermesine karşın Adli Tıp Kurumu, Kalay’ın hastalığını kalıcı hastalık olarak görmediği için tahliyesini kabul etmiyor…[82]

ii) Odak Dergisi Yazı İşleri Müdürü olarak görev yapan Zavar, “Direniş Hareketi” üyesi olduğu gerekçesiyle 2000’de tutuklandı, 2001’de Ankara DGM tarafından anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçundan müebbet hapse mahkûm edilen ve 1999’da kanser teşhisi konulan Zavar 13 yılda 28 ameliyat geçirdi…[83]

iii) Sincan’daki Ahmet Öztürk’ün beyninde tümör var. Kocaeli’ndeki Bülent Özdemir wernicke-korsakoff hastası, Tekirdağ’daki Cemil Erdem gırtlak kanseri. Van F Tipi’ndeki Fahrettin Yürümez kanser ameliyatından sonra soluk borusuna takılan cihaz yardımıyla nefes alıp verebiliyor. Kırklareli F Tipi’nde yatan Hasan Alkış hem behçet hastası hem de kalp yetmezliğinden mustarip. Malatya F Tipi’ndeki Muharrem Menek akciğer, Metris’teki Hacı Nasır lenf, Diyarbakır’daki Taylan Çintay mesane kanseri…[84]

iv) 22 yıldır hapiste olan A. Samet Çelik, lösemi hastası. Hastalık nedeniyle bağışıklık sistemi çökmüş, karaciğeri ve dalağı iflas etmiş durumda. İlik nakline ihtiyaç duyan Çelik’e her gün 4-5 ünite kan veriliyor, kan değerleri ise çok düşük. Durumu her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Hastanenin “Cezaevinde kalamaz” şeklindeki raporuna karşın, A. Samet Çelik de onlarca hasta mahpus gibi Adli Tıp engeline takıldı…[85]

v) Adli Tıp Kurumu’nun “cezaevinde yaşamını sürdüremez” diye rapor verdiği kanser hastası Ramazan Özalp’in tahliye talebi “propaganda aracı olarak kullanılabileceği” gerekçesiyle reddedildi. Terörle Mücadele Şubesi ve jandarmanın raporlarını dikkate alan Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’ndan hâkim Nuh Hüseyin Köse, “Şahsın bizzat kendisinin toplum güvenliği açısından bir tehlike teşkil etmediğini ancak; serbest bırakılması hâlinde propaganda aracı olarak kullanılabileceği ve huzursuzluk yaratabileceği” yönünde karar verdi. Özalp, bu karar üzerine cezaevinde kaldı…[86]

vi) Geçmişte intihara teşebbüs etmiş ve psikolojik durumunun bozuk olduğu bilinen mahkûm Abdullah Tetiker, Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde tecritte tutulurken kendine zarar verdikten sonra iki cezaevi dolaşıp Metris R Tipi (Rehabilitasyon Tipi) Cezaevi’ne gönderildi…[87]

vii) Hasta tutuklu Memduh Kılıç’ın 21 yıldır hapishanede olduğunu ve daha önce geçirdiği veremden dolayı akciğer yetmezliği var. Kılıç, solunum cihazına bağlı olarak yaşıyor. Bunun yanı sıra ileri derecede bel ve boyun fıtığı, mide reflüsü, kronik farenjit, astım ve sol bacağında tümör bulundu. Kılıç’ın tedavisi için tahliye edilmesi gerekirken, Şakran 3 No’lu T Tipi Hapishanesi’nden, daha ağır tecrit koşullarının yaşandığı Edirne F Tipi’ne sürgün edildi…[88]

viii) 64 yaşında, kalp-damar hastası olan ve aynı zamanda beyin tümörü nedeniyle tedavi görmekte olan Osman Akdağ’ın, Silivri Devlet Hastanesi’nde kelepçeli muayene edilmesine yaptığı itiraza karşılık olarak doktor, “Ben nasıl istersem öyle muayene ederim! Git BDP’li milletvekilleri seni tedavi etsin!” diyebilmiş…

Sevim Er’in, bir gözü tamamen, diğeri yüzde 95 görme yetisini kaybetmiş olması nedeniyle gösterilen yazıyı okuyamaması üzerine, doktor “Yalan söylüyorsun! Görüyorsun!” diye hüküm verebilmiş!

Felçli, konuşamayan, 57 yaşındaki Salih Tuğrul isimli bir hükümlüye 62 yaşındaki diğer bir hasta, Hayrettin Beştaş bakıcılık yapmakta. Aynı Tuğrul’un, hakkında, Siirt Terörle Mücadele Şubesi, hafızasını kaybetmiş, yürüyemeyen ve tek başına hiçbir ihtiyacını karşılayamadığı hâlde, “Toplum güvenliği için tehlikelidir” diye görüş bildirdiğinden, Adli Tıp Kurumu raporuna rağmen tahliye edilmedi…[89]

ix) Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’ndeki hasta Zeki Çelik, yaşadığı sağlık sorunlarına ilişkin mektubunda, cezaevine girdiğinde hiçbir sağlık sorununun bulunmadığını, ancak aradan 3-4 ay geçtikten sonra ise belinde şiddetli ağrılar yaşadığını ve doktora gittiğini kaydetti. Doktorun bel fıtığı teşhisi ile kendisine 10 adet ağrı kesici verildiğini belirten Çelik, “Her akşam 1 adet kullanıyordum. Cezaevine ait sağlık personeli olmadığından 112 Acil Servisi’ni çağırarak iğne oluyordum. Daha sonra kontrol nedeniyle tekrar doktora götürüldüm. Bana tekrar iğne yazdı ve Mardin Devlet Hastanesi’ne sevkim yapıldı. Ancak hastaneye gitmeden önce iğneleri kullanmaya başladım. Sağlık bölümüne bakan gardiyan ve 112 Acil Servisi personeli iğne yapıyordu. İğneler hep sol bacağıma yapıldı. Bundan dolayı o bacağımda damarlarım zedelendi ve 6 aydır sol bacağım felçli durumda,” dedi…[90]

x) Silivri Cezaevi’ndeki Mesut Tanrıkulu’nun sağlık durumu giderek kötüleşiyorken; 18 yıldır lenf kanseri olan tutuklunun tedavisi yapılmıyor. Tanrıkulu sağlıksız beslenme koşulları nedeniyle şimdi de şeker hastalığına yakalandı…[91]

xi) 21 yıldır cezaevinde olan ve müebbet hapis cezası alan 7 çocuk babası 44 yaşındaki Ramazan Özalp, cezaevinde beyninde tümör tespit edilince 2 defa ameliyat edildi. Sonra felç geçirip yatalak olan Özalp, hâlen Gaziantep H Tipi Kapalı Cezaevi’nde…[92]

xii) Osman Erdem’e sağlam şekilde girdiği Sincan Cezaevi’nin 4. ayında mide yanması teşhisi konuldu. Bir deri bir kemik kalan Erdem, kaldırıldığı Numune Hastahanesi’nde acı gerçekle yüzleşti. Mide kanserinin son evresiydi…[93]

xiii) İskenderun M Tipi Kapalı Cezaevindeki tutuklular, cezaevlerinde yaşanan hak ihlâllerine ilişkin bilgi verdi. Hastaneye sevk edildiklerinde kelepçeli muayene dayatmasına maruz kaldıklarını aktaran tutuklular, kelepçeli muayenenin insanı rencide edici bir yaklaşım olduğu için tedaviyi reddettiklerini bildirip, bu nedenle sağlık sorunlarının ağırlaştığına dikkat çektiler…[94]

xiv) Hasta tutsaklara yönelik devletin ‘Ali Cengiz oyunları’ devam ediyor. Cezaevinde bulunan ağır hasta tutsak Hayati Kaytan için “Cezaevinde tek başına kalamaz” raporu veren aynı sağlık kurumu, bu defa “Cezaevinde kalabilir” raporu verdi…[95]

xv) Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeki Mehmet Nesih Sarıkaya durumuna ilişkin bir mektup gönderdi. 6411 Sayılı Kanun’un 16. maddesi bağlamında Sağlık Kurulu Raporu olduğunu belirten Sarıkaya, Rize Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Erzurum Eğitim Araştırma Hastanesi’nden iki ayrı raporunun olduğunu kaydetti. Metris T Tipi’ne sevkini istediğini ifade eden Sarıkaya, Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı’nın bu talebini reddettiğini yazdı…[96]

xvi) İstanbul Metris T Tipi Cezaevi’nde tek kişilik hücrede kalan Özgür Karagöz, hastanenin yüzde 70 ağır hasta raporuna tahliye edilmiyor…[97]

xvii) 3.5 yıldır Metris R Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan dirençli kronik MDR tüberküloz hastası Fatih Gül, özel koşullarda tedavi görmesi gerektiği hâlde Adli Tıp Kurumu’nun “doktor kontrolünde cezaevinde kalabilir” raporu nedeniyle tahliye edilmiyor…[98]

xviii) Eskişehir H Tipi Kapalı Cezaevi’nde müebbet hapis cezası alan Cemil İvrendi’nin, baldırında oluşan yara nedeniyle sağlık durumu kötüye gidiyor. Açık kalp ameliyatı da geçiren ve günlük zaruri ihtiyaçlarını gideremediğini belirten İvrendi, defalarca Adalet Bakanlığı’na başvurdu, ancak olumlu bir cevap alamadı…[99]

xix) İki kez kalp krizi geçiren ve son olarak 2 yıl önce geçirdiği beyin kanaması sonucu vücudunun sağ bölgesi felçli olan Salih Tuğrul’un durumu ise gün geçtikçe ağırlaşıyor. Tuğrul’la aynı koğuşta kalan kronik kalp hastası tutsak Hayrettin Beştaş ise kendi hastalığını bir kenara bırakıp kendi ihtiyaçlarını gideremeyen Tuğrul’a yardımcı olmaya çalışıyor…[100]

xx) İzmir Kırıklar F Tipi Cezaevi’nde kalan Faysal Yacan, Van’da özel harekâtçılar tarafından gördüğü işkenceye rağmen tedavisinin düzgün yapılmaması ve cezaevinde tutuklu bulunmasından dolayı artan rahatsızlıkları ile ölüme terk edilmiş durumda. İşkencelerden dolayı Yacan’ın beyninde damar buruklaşması, boyun ve bel fıtığı, kalp sıkışıklığı, sindirim rahatsızlığı, astım, nefes darlığı, prostat ve boyun ile bel fıtığından dolayı sol tarafında uyuşma ve de tüm bu rahatsızlıklarından dolayı aşırı kilo kaybı yaşaması sorunları var…[101]

xxi) Metris Cezaevi’ndeki kötü koşulları protesto etmek için 3 günlük açlık grevine giren hasta tutuklu Ergin Aktaş cezaevi yönetimi tarafından “Cezaevinin huzurunu bozduğu” gerekçesiyle Ümraniye F Tipi Cezaevi’ne sürgün edildi… Ergin Aktaş ileri derece mide ülseri hastası ve iki eli de yok. Aktaş hakkında Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan raporda, “Ağır hastalık nedeniyle cezaevinde tek başına yaşamını sürdüremez” denildi…[102]

xxii) Kandıra 1 Nolu F Tipi Cezaevi’nde “TİKB-Bolşevik” davasından 15 yıldır tutuklu bulunan ve sağ kalçasında kireçlenme olan ve kalça protezi için ameliyat olması gereken Ramazan Şevket Yılmaz, rahatsızlıklarının artması üzerine 17 Nisan 2013 tarihinde İzmit Seka Devlet Hastanesi’ne giderek MR ve film çektirdi. Tahlillerin ardından “bir şeyin yok” denilerek tedavisi yapılmadan tekrar cezaevine götürülen Yılmaz, cezaevinde ağrılarının artmasının ardından bu sefer 26 Temmuz ve 6 Ağustos tarihlerinde Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne sevk edildi. Bu tarihlerde yapılan kontrol ve tahliller sonucu, sağ kalçasında kireçlenme olduğu ve kalça protezi takılması için ameliyat olması gerektiği belirtildi. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde “mahkûm” için koğuş bulunmamasından kaynaklı burada yapılacak tüm ameliyatların kelepçeli gerçekleştirileceğinden dolayı Yılmaz, kelepçeli tedaviyi kabul etmeyerek, en yakın yer olan İstanbul’da bir hastaneye sevkini istedi. Yılmaz, İzmit Seka Devlet Hastanesi tarafından 1 ay önce İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne sevk edilmesine rağmen bu gerçekleştirilmedi. Cezaevi idaresi Yılmaz’ın sevkinin gerçekleşmemesi için, sevki yapan İzmit Seka Devlet Hastanesi doktorlarına “Neden sevk edildi?”, “Sevk zaruri midir?” ve “Ortopedi uzmanının verdiği ortopedik sandalye gerekli midir?” sorularını sorarak, sevki gerçekleştirmedi…[103]

xxiii) Mardin Ceazaevi’nde kalan hasta tutsak Nesimi Kalkan’dan diyet yemeklerinin ücreti istendi…[104]

xxiv) Kandıra 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutulan ve “irritabl bağırsak sendromu” teşhisi konulan bağırsak hastası olan ve “cezaevi yemeklerini yiyemez” raporu bulunan Cihan Güneş isimli hükümlünün yemeğini pişirmek için idareden talep ettiği elektrikli ocak “yangın çıkma ihtimali” gerekçesiyle reddediliyor…[105]

xxv) Van F Tipi Kapalı Cezaevi’nde kalan 54 yaşındaki tutsak, Van Cumhuriyet Savcılığı’na tedavi için yaptığı başvuruların ardından sevk edildiği hastanelerden düzenli bir şekilde tedavi edilmediğini kaydetti. Hastane ve cezaevi revirlerinden yapılan tedaviler sonucu verilen ilaçların durumunu daha da kötüleştirdiği belirten Behlül Kırmızıgül, hastane ve revirde kendisine verilen ilaçların mevcut sağlığını daha da bozduğunu, ilaçların beynini ve bedenini uyuşturduğunu aktarıp; sağlık sorunlarından dolayı günlük ihtiyaçlarını karşılayamadığını belirtti…[106]

xxvi) Yürüyemeyen, yiyemeyen, elleri tutmayan 29 yaşındaki Hasan Kaçar, müebbet hapse mahkûm ve 10 yıldır cezaevinde… Ankilozan spondilit hastası. Hastalığı nedeniyle hareket edemez hâlde… Ellerini çok az hareket ettirebiliyor, boynunu çeviremiyor ve kaburgaları iç organlarına baskı yapıyor. Ayrıca bağırsaklarından da rahatsız. Safrakesesinde de ciddi sorunlar var. Yemek yiyemediği için çorba ve meyveyle besleniyor. Kaçar bu hâlde cezaevinde. Adli tıp gözetiminden geçmesi için hasta mahpuslar için düzenlenen Metris R Tipi Cezaevi’ne sevk edildi…[107]

xxvii) Epilepsi hastası hasta tutsak Mahmut Özdemir’in ağabeyi, Antep H Tipi Cezaevi’ndeki kardeşi için acil duyarlılık çağrısı yaparken, Adalet Bakanlığı ölüm sessizliği içinde…[108]

xxviii) Ağabeyi Avni Uçar’ın 20 yılı aşkın süredir cezaevinde olduğunu belirten Bahoz Uçar, “2006 yılında yapılan bir ameliyat sonucunda ağabeyimin sağ böbreği alındı. Daha önce bu böbrekle ilgili olarak ‘iyi huylu’ bir kitleden bahsedilmişti. Ancak durumu ağırlaşınca doktorların bunun kanserli bir kitle olduğu ve alınmadığı durumda tüm vücuduna yayılacağı uyarıları sonucunda sağ böbreği alındı. Benzer bir durumu mesanesi için de söz konusudur. Onun için de bilinmeyen bir lekeden bahsedilmiştir. Ancak durumu ağırlaşınca kanser teşhisi konularak ameliyat edilmiştir. Şu anda sol böbreğinde de kitleler oluşmuştur. Ağabeyim ile ilgili olarak Siirt Devlet Hastanesi’nin ‘cezaevinde kalamaz, tedavisi dışarıda yapılmalı’ yönündeki raporuna rağmen ağabeyim tahliye edilmiyor,” dedi…[109]

 

ÖZEL BİR ÖRNEK: TEKİRDAĞ

 

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ndeki işkence ve insanlık dışı uygulamalar konusunda 9 buçuk yıl bu cezaevinde kalan Engin Kılıç’ın, “O cezaevinde kalanların hepsine işkence yapılmıştır,”[110] diye betimlediği “Tekirdağ F Tipi: Türkiye’nin Guantanamo’su” olarak nitelenen özel bir örnektir…

2011’de tutuklanarak götürüldüğü Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nden 16 Nisan 2013’de tahliye olan Ali Karakaş’ın da, “En ufak bir itiraza cevap olarak saldırıyı alıyoruz. Amasya’dan ağırlaştırılmış müebbet hapis alan 2 arkadaş getirildi, getiriliş-götürülüşleri bile başlı başına bir işkencedir. 18 yıldır cezaevinde olan arkadaşların da bulunduğu Erzurum Cezaevi’nden getirilen tutsaklara da saldırıyorlar. Saldırı ile beraber senin de bir hak arama girişimin bulunuyor. Revire başvuruyorsun. Doktorun kendisi gelip muayene yapıyor, sonra gidip gardiyanlara ‘Şu kişiye fazla vurmayın kalp hastasıdır elinizde kalır. Şuna vurun’ gibi şeyler söylüyor. Doktorun kendisi bizzat işkenceye yön veren bir pozisyonda duruyor,”[111] saptamalarıyla resmettiği Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde verilen keyfi disiplin cezaları nedeniyle infaz hükümlerinden yararlanamayan tutuklular özgürlüğüne kavuşamıyor. Tutuklu ve hükümlüler için 10 saat olarak belirlenen ve arttırılacağı ifade edilen sohbet hakkı ise 6 saat ile sınırlandırılıyor.[112]

İşkencelerin en yoğun olduğu Tekirdağ cezaevinde tutsaklar, Nalan isimli personel müdürü, Haydar Ali Ak isimli 2. Müdür ve Osman Demirel isimli 1. Müdür’ün işkenceleri koordine ettiğini vurguladıkları[113] “Tekirdağ’da işkence sürüyor”ken;[114] Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklular yoğun psikolojik ve fiziksel baskı altında:

* “Tutuklulara her hücreden çıkışta tek sıra hâlinde askeri nizamda yürüyüş dayatılıyor…”

* “Süngerli oda işkencesi cezaevinde rutinleşmiş durumda…”

* “Kelepçeli muayene dayatılan tutuklular, muayene dahi edilmeden hastaneden cezaevine geri götürülüyor. Cezaevine girişinde her tutukluya çıplak arama dayatılıyor…”[115]

Nihayet baskılara kaşı direnip, açlık grevine giden Tekirdağ F Tipi Guantanamo’sundaki mahkûm ve tutukluların talepleri şöyleydi:

* “Fiili ve psikolojik işkenceler derhâl son bulmalı, ilgili personel hakkında adli-idari işlem yapılmalı…”

* “45/1 No’lu genelgede düzenlenen sohbet hakkı tam olarak ve tüm mahpuslara eşit uygulanmalı…”

* “Aramalar uygun yapılmalı, defterlerimize el koyma uygulamasına son verilmeli. Disiplin cezası terörü son bulmalı, bu temelde açılan ve sonuçlanan disiplin cezaları iptal edilmeli…”

* “Ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü mahpusların koşulları insanileştirilmeli…”

* “10 kitap 10 gazete-dergi sınırlaması getiren karar geri çekilmeli…”

* “Yer değişiklikleri talebe uygun yapılmalı, keyfi ve zorla yer değiştirmelere son verilmeli…”[116]

 

“NİHAYET”

 

Sürdürülemez kapitalizmde zindanlar sorununu çözmenin mümkün olmadığının altını çizerek hatırlatalım:

Küresel risk ve stratejik danışmanlık şirketi Maplecroft’un, ‘İnsan Hakları Riski Atlası 2014’ raporuna göre, insan hakları karnesi en kötü olan ülkeler sıralamasında Türkiye 78’inci oldu. Türkiye, insan hakları konusunda “yüksek risk” içeren ülkeler arasında yer alıp; AİHM Yargıcı Işıl Karakaş, “Konu imajsa eğer Türkiye’nin imajı polisin korkunç orantısız güç kullanması” diye ekliyorken; “Cezaevi sorunu, bir liderin ‘Boşaltacağız’ demesiyle hâllolabilecek gibi de değil… Bir kere siyasi tutsakların çoğu, ifade özgürlüğü, örgütlenme çalışmaları, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak gibi ‘suç’lardan içeride.

Yani sorun, öncelikle adil yargılamayı, ifade özgürlüğünü tesis etmek.

İkincisi, cezaevi koşulları gayrı insanî… Gerek muhalefetin, gerek insan hakları derneklerinin bunu kanıtlayan sayısız belgeleri var.

Diğer yandan Adalet Bakanı Ergin, beş yıl içinde 207 yeni cezaevi yapılacağını ‘müjdele’mişken!”

“O hâlde ne yapılabilir” mi?

Cezaevlerindeki çıplak aramaya ve bahçe sisteminden kuyu sistemine geçilmesine dikkat çekmek için 25 Ekim 2013’de Kandıra “mezar evi” önünde üç gün süren “İnsan Hakları Nöbeti”ne başlatan eski milletvekili Mahmut Alınak açıklamasında, “mezar evleri”nde süren vahşi uygulamaların yalnızca tutuklu ve hükümlülerin değil, hepimizin insanlığına yönelmiş zalim bir saldırı olduğuna dikkat çekerek, “Çünkü bu ölüm kuyularında hüküm süren terör, hükümetin sevk ve idaresindeki ‘Polis Cumhuriyeti’nin sokakta estirdiği terörün yoğunlaşmış bir parçasıdır. Yarın hangimiz hak talebinde bulunsak terörün kırbacı onun tepesine inecek. Sesini çıkaran ve koyun gibi güdülmeyi reddeden her onurlu insanı düşman olarak görüyor” dedi.

Söz konusu “mezar evleri”nde çocuklara tecavüz edildiğini, tecavüze uğrayan o körpecik çocukların başka “mezar evleri”ne sürgün edilerek cezanın yine onlara kesildiğini anlatarak ekledi:

“Kızlarımız, yaşını başını almış kadınlarımız, çocuklarımız, yaşlılarımız soyundurularak aranıyor. Meclis’teki Türk ve Kürt siyasetçiler seçmenlere ‘selam göndermiş olmak’ için birbirleriyle laf yarıştıradursun; o ‘mezar evleri’nde insanlar göz göre göre çürütülüyor, ruhları günün yirmi dört saati kör ve sağır bir boşluğun kıskacında tutuluyor. Birçok cenaze çıktı hücrelerden, yüzlerce insan da ölümün eşiğinde yaşam savaşı veriyor. Bu ‘mezar evleri’ sorununun geçici ve acil çözümü -adı ister af, ister özgürleştirme olsun- onları boşaltmaktır. Sözü edilen tedbirleri almamakla devlet ve siyasal iktidarlar suçtan birinci derecede sorumludurlar.”

“İçeridekiler”e ve görüşmecilere reva görülen zulüm, birbirini izleyen hak ihlâlleri, insanı insanlığından utandıran taciz-tecavüz vakaları ve yetkililerce alel-acele örtbas edilişleri…

Ve en kötüsü, yasaya rağmen, hepimizle alay edercesine teker teker ölüme mahkûm edilen tutsaklar…

Evet, evet, Mahmut Alınak sonuna kadar haklı!

“Mezar Evleri”… Türk(iye) zindanlarının bugün hak ettikleri sıfat tam tamına bu!

 

17 Aralık 2013 20:58:33, Ankara.

 

N O T L A R

[1] 28 Aralık 2013 tarihinde Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nin düzenlediği ‘Roboskî’den Hapishane Katliamlarına Türkiye’de Devlet Şiddetinin Tarihi’ başlıklı Panel-Forum’da yapılan konuşma… Kaldıraç, No:151, Ocak 2014…

[2] Lev Tolstoy.

[3] Erich Fromm, Sahip Olmak ya da Olmak, Çev: Aydın Arıtan, Arıtan Yay., 2004.

[4] http://tinyurl.com/nexwwon

[5] Bülent Şık, “Cezaevlerinde Hastalıklara Mahkûm Olmak”, Birgün, 6 Aralık 2013, s.2.

[6] Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınevi, 2006.

[7] Mahmut Soner, “Arama-sız ve Aralıksız”, Gündem, 22 Mayıs 2013, s.11.

[8] Eda Yıldırım, “… ‘Hayata Dönüş’ Yeni İşkencelerin Habercisiydi”, Evrensel, 19 Aralık 2013, s.3.

[9] Barkın Şık, “Cezaevi Suç Üretiyor”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2013, s.13.

[10] Mehmet Doğan, “Koğuşa Alınana Kadar Direneceğiz”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2013, s.7.

[11] Ayşe Sayın, “Her Soruya ‘İnşallah!’…”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2013, s.8.

[12] Nagihan Akarsel, “Zor Olan Cezaevinde Ölmektir”, Gündem, 9 Temmuz 2013, s.5.

[13] “Hak İhlâlleri Sürüyor”, Cumhuriyet, 28 Nisan 2013, s.6.

[14] Ozan Yayman, “Kameralı İşkence”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 2013, s.7.

[15] Mahmut Lıcalı, “Açık Görüşte Böcek”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2013, s.8.

[16] İbrahim Açıkyer, “Cezaevleri, İzolasyon ve Keyfiyet…”, Gündem, 28 Eylül 2013, s.5.

[17] Tarık Işık, “Cezaevinde Daktiloya Özgürlük!”, Radikal, 1 Mayıs 2013, s.9.

[18] Bülent Sarıoğlu, “Mektup Yazan Yan Koğuşta”, Hürriyet, 21 Temmuz 2013, s.17.

[19] Mesut Hasan Benli, “İfade Değiştirdi Cezaevinde Ölü Bulundu”, Radikal, 5 Nisan 2013, s.9.

[20] Mert Taşçılar, “Cezaevinde ‘Hayati’ Yanlış!”, Cumhuriyet, 29 Eylül 2013, s.16.

[21] Mesut Hasan Benli, “Erkin’le İletişim ve Görüş Yasak!”, Radikal, 12 Kasım 2013, s.11.

[22] “Tecavüzse Bağırsaydı”, Hürriyet, 4 Aralık 2013… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25273356.asp

[23] İsmail Saymaz, “Kolu Kısaldı Bir de Para Ödeyecek”, Radikal, 10 Ağustos 2013, s.8-9.

[24] Mesut Hasan Benli, “Bakanlığa Pozantı Cezası”, Radikal, 1 Haziran 2013, s.10.

[25] İsmail Sağıroğlu, “Cezaevinden Kumar Seferi”, Radikal, 17 Temmuz 2013, s.9.

[26] Erdal Kılınç, “Rüşvet Çarkı Dinlemeye Takıldı”, Milliyet, 1 Ağustos 2013, s.16.

[27] “Gasp Edilmiştir”, Gündem, 29 Kasım 2013, s.6.

[28] “Cezaevlerinde İşkence ve Sürgün Eksik Olmuyor”, Gündem, 15 Mart 2013, s.5.

[29] “Kırklar Cezaevi’nde Toplu İşkence İddiası”, Cumhuriyet, 11 Mayıs 2013, s.7.

[30] Elçin Yıldıral, “İdare Canı Sıkılınca Cezayı Kesiyor”, Birgün, 7 Ağustos 2013, s.9.

[31] “Keyfi Yasaklara Son Verin”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2013, s.4.

[32] “Kozağaçlı’ya Tekmil Dayatması”, Birgün, 15 Mart 2013, s.7.

[33] Elçin Yıldıral, “Taylan ve Sevimli’ye Newroz Cezası İstendi”, Birgün, 2 Nisan 2013, s.6.

[34] “Burası İşkencehaneye Çevrilmiş Durumda”, Gündem, 4 Eylül 2013, s.5.

[35] “Cezaevinde Zulüm Var”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2013, s.4.

[36] “Burak Demirci F Tipi Hapishane Şirinyer-İzmir: Her Fırsatta Haklarımız Gasp Ediliyor”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2013, s.7.

[37] Alican Uludağ, “Nazi Sistemini Aratmıyorlar”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2013, s.7.

[38] Duygu Güvenç, “Türkiye Cezaevlerinde Çocuğa Ağır Şiddet Var”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2013, s.5.

[39] İsmail Saymaz, “Kırıklar F Tipi’nde Dayak ve ‘Süngerli Oda’ İddiası”, Radikal, 9 Mayıs 2013, s.9.

[40] Ayşe Sayın, “30 Tane El Vardı Üzerimde”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2013, s.6.

[41] Elçin Yıldıral, “F Tipi Hukuksuzluk”, Birgün, 27 Kasım 2013, s.11.

[42] Ayşe Sayın, “Cezaevinde Keyfi Yasak”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2013, s.7.

[43] “Şakran’da İşkence Havası!”, Gündem, 9 Nisan 2013, s.5.

[44] “Saksılar Cezaevi Dışına Çıkarıldı”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2013, s.6.

[45] Mustafa Mayda, “Cezaevinde Çiçek Yetiştirmek Yasak!”, Evrensel, 5 Aralık 2013, s.3.

[46] “Edirne’de Eylem”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2013, s.6.

[47] “Kitap Kotasına Mektuplu Direniş”, Milliyet, 26 Mart 2013, s.13.

[48] Meriç Tafolar, “Ziyaretçilere ‘Arama’ Zulmü”, Milliyet, 18 Kasım 2013, s.13.

[49] “Bir Bu Yasak Kalmıştı!”, Gündem, 17 Ağustos 2013, s.5.

[50] Ali Topuz, “Tekirdağ Guantanamosu”, Radikal, 30 Nisan 2013, s.15.

[51] “Denetim Değil Taciz”, Cumhuriyet, 10 Kasım 2013, s.4.

[52] “Çıplak Arama Görüntülerde: İç Çamaşırıyla Çıkıyor”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2013, s.6.

[53] Pınar Öğünç, “Utku Kalı’ya Her Görüşme Sonrası Çıplak Arama”, Radikal, 22 Temmuz 2013, s.8.

[54] Kanat Atkaya, “Utandırmaz Diyenin Adına Utanıyorum”, Hürriyet, 3 Aralık 2013, s.7.

[55] Doğu Eroğlu, “Tutuklulara Müdür ve Savcı Dayağı”, Birgün, 13 Aralık 2013, s.3.

[56] Mahmut Lıcalı, “Pedimizi Bile Çıkarıyorlar”, Cumhuriyet, 5 Kasım 2013, s.6.

[57] Meltem Yılmaz, “Barışalım Dediler Unutmam Dedim”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2013, s.13.

[58] Ozan Bektaş, “Pozantı Hortlatılıyor”, Gündem, 25 Haziran 2013, s.10.

[59] “Çocuklara Yeni Zulüm Merkezleri”, Gündem, 23 Temmuz 2013, s.5.

[60] Gülsen Candemir, “İkinci Pozantı İddiaları!”, Birgün, 28 Mayıs 2013, s.6.

[61] Rifat Başaran, “Antalya Cezaevi’ndeki Çocukların Dehşet İfadeleri”, Radikal, 1 Haziran 2013, s.11.

[62] Ayşe Sayın, “Çocuklara İlaç Verip Tecavüz Ediyorlar”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2013, s.4.

[63] “Cezaevinde Unutulmak Çok Ağır”, Cumhuriyet Pazar, No:1427, 28 Temmuz 2013, s.3.

[64] Duygu Güvenç, “Yanıt Bile Veremediler”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2013, s.9.

[65] Mesut Hasan Benli, “Sincan’da Dayak Makaslanmış”, Radikal, 15 Kasım 2013, s.9.

[66] “Kırıklar’da İşkence İddiaları Dinmiyor!”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2013, s.5.

[67] “Hem Sürgün Hem İşkence”, Gündem, 16 Mart 2013, s.6.

[68] “Çankırı Cezaevi Müdürlerini Yargılayın”, Gündem, 6 Nisan 2013, s.5.

[69] İsmail Saymaz, “İşkence, Tecrit, Dayak”, Radikal, 28 Mayıs 2013, s.9.

[70] “Süngerli Odada Dayak”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2013, s.6.

[71] Rojda Korkmaz, “Yüzde 60’ı Sağlık Sorunu Yaşıyor”, Gündem, 9 Temmuz 2013, s.5.

[72] “Bebeğe İşkence İddiası”, Cumhuriyet, 16 Mart 2013, s.7.

[73] Kayhan Ayhan-Hazal Ocak, “Zaman Ölüme Akıyor”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2013, s.8.

[74] Zelal Sadak-Mehmet Aslanoğlu, “Ölümü Bekliyorlar!”, Evrensel, 16 Nisan 2013, s.8.

[75] “Hasta Tutsaklar Ölüme Terk Ediliyor!”, Gündem, 12 Temmuz 2013, s.5.

[76] Alper Atalay, “… ‘526’ Sayı Değil İnsan!”, Gündem, 28 Eylül 2013, s.5.

[77] Uzay Bulut, “Türkiye: Bir Kapitalist Cehennem”, Gündem, 29 Eylül 2012, s.10.

[78] “Tedavisi Yapılmadı”, Cumhuriyet, 26 Mart 2013, s.6.

[79] “Evinde Ölemedi”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2013, s.9.

[80] “Cezaevinde 1 Ölüm Daha”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2013, s.9.

[81] “Bir Hasta Mahpus Daha Göz Göre Göre Öldü”, Birgün, 23 Mayıs 2013, s.9.

[82] Canan Coşkun, “Kalay’ın Kalbi Bir Krize Daha Dayanamaz”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2013, s.6.

[83] “Mesane Kanseri 13 Yılda 28 Ameliyat”, Birgün, 17 Mayıs 2013, s.6.

[84] Ezgi Başaran, “Hapisteki Uğur’un Acısını Sertab Erener Anlar”, Radikal, 8 Mayıs 2013, s.6.

[85] “Samet Ölüyor, Bir Şeyler Yapın!”, Birgün, 28 Mayıs 2013, s.6.

[86] İsmail Saymaz, “Propaganda Olur, İçeride Kalsın”, Radikal, 6 Eylül 2013, s.10.

[87] Doğu Eroğlu, “Hasta Tutuklu Tetiker’in Durumu Ağırlaşıyor”, Birgün, 5 Aralık 2013, s.9.

[88] “Tahliye Yerine Sürgün”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2013, s.6.

[89] Sedat Yurtdaş “Hasta Tutuklulara ‘Ölüm Cezası’ mı!?”, Radikal, 2 Aralık 2013, s.17.

[90] “Sol Ayağı Felç Sağ Ayağı da Olmasın!”, Gündem, 24 Eylül 2013, s.5.

[91] Çağla Ağırgöl, “KCK Tutuklusu ‘Kanserli Öğrenci’ Şeker Hastası Oldu”, Birgün, 21 Ekim 2013, s.9.

[92] “Yeter Artık Elinizi Çekin!”, Gündem, 24 Haziran 2013, s.5.

[93] Alican Uludağ, “Bir İnsanı Daha Çürüttüler”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2013, s.9.

[94] “Tutuklulara Kelepçeli Muayene İşkencesi”, Evrensel, 28 Ağustos 2013, s.3.

[95] Sedat Sur, “Sağlık Kurumu Sağlıklı Değil!”, Gündem, 29 Ağustos 2013, s.5.

[96] “Hasta Tutsağa ‘Ali-Cengiz’ Oyunu!”, Gündem, 5 Ağustos 2013, s.5.

[97] “Yüzde 70 Ağır Hasta Raporuna Rağmen Tahliye Edilmiyor”, Birgün, 10 Mayıs 2013, s.6.

[98] “Tutukluya Eksik Tedavi”, Cumhuriyet, 20 Ekim 2013, s.5.

[99] Hamdullah Kesen, “Bu Zulmün Adı İşkence!”, Gündem, 23 Ağustos 2013, s.5.

[100] “Hasta Tutukluya Arkadaşı Bakıyor”, Evrensel, 22 Ekim 2013, s.3.

[101] Hasan Yoldaş, “Faysal Yacan İşkence İzleriyle Cezaevinde”, Gündem, 15 Ağustos 2013, s.5.

[102] Zeynep Kuray, “Açlık Grevindeki Hasta Tutukluya Sürgün”, Birgün, 19 Kasım 2013, s.9.

[103] “Hastane Raporuna Rağmen Sevk Edilmiyor”, Birgün, 30 Kasım 2013, s.6.

[104] Sedat Sur, “Tutsaklara Sistematik İşkence”, Gündem, 2 Aralık 2013, s.6.

[105] Meriç Tafolar, “Hasta Hükümlüye Yemek İşkencesi”, Milliyet, 3 Kasım 2013, s.18.

[106] “Cezaevleri ‘Bildiğiniz’ Gibi”, Gündem, 20 Ağustos 2013, s.5.

[107] Umay Aktaş Salman, “Cezaevlerinde Haftada 5 Ölüm”, Radikal, 31 Ekim 2013, s.8-9.

[108] “Vicdanınız Hasta!”, Gündem, 5 Eylül 2013, s.5.

[109] “Hesabını da Artık Siz Verirsiniz!”, Gündem, 3 Eylül 2013, s.5.

[110] Sevdiye Ergürbüz, “Neyi Bekliyorsunuz!”, Gündem, 29 Nisan 2013, s.5.

[111] Ferhat Çelik, “Tahliye Olan Yurttaş İşkencehaneyi Anlattı”, Gündem, 19 Nisan 2013, s.6.

[112] Murat İnceoğlu, “Tutuklu ve Hükümlüler Keyfi Uygulamalardan Şikâyetçi”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2013, s.6.

[113] “Seyirci Kalmayın!”, Gündem, 10 Nisan 2013, s.5.

[114] “Açlık Grevi 32. Gününde”, Gündem, 25 Nisan 2013, s.5.

[115] “Hapishane Değil İşkencehane”, Birgün, 22 Nisan 2013, s.9.

[116] Cüneyt Özdemir, “Tekirdağ’da F Tipi Geceyarısı Ekspresi”, Radikal, 24 Nisan 2013, s.8.