7 Haziran Parlamento Seçimlerine Bir Bakış

kasım koçKasım Koç (13-04-2015) Emperyalizmin bölgede geçmişte uyguladıkları sömürü, talan biçimindeki yönetme ve denetlemeyi sağlama siyaseti “Arap baharı” adı altında yürüttükleri bölgesel savaşla yeni bir biçim aldı. Geçmişte emperyalist güçlerin yürüttükleri plan, projelerin aksisine bir durum bir siyaset ortaya çıktı. Bazı emperyalist güçlerin istedikleri biçimde bu projeler yürümese de ki yürümediği muhakkak. Burada uygulanan proje sadece ABD’nin başını çektiği kliğin istediği başarıyı sağladığına inanıyorum. Çünkü bu Sermaye güçlerin bölgeyi dizayn etme gibi projelerini bölgedeki dengelerin yıkılmasına alt üst olmasına neden ve vesile oldu. ABD’nin Orta doğu, Asya ve Kuzey Afrika da izlediği siyaset sonucu bölgedeki dengelerin yıkılmasına neden oldu. Mezhep, etnik savaşlar yürüterek, bölgeyi kaosa sürükleme mikro milliyetçilik yaratarak projelerini hayata geçirmek böylece bölgeyi denetime alarak bir biçim verdi, böylece de talan projesini ABD yeniden başarmış oldu.

ABD ve diğer güçler bu projeleri başarırken onların iradesinin dışında da emekçi halklara umut olan örgütlü bir halkın nelere kadir olduklarını da tüm dünya kamuoyu Kobane de görmüş oldu. Dünyadaki tüm egemen güçler Kobane de açık ve gizli olmak kaydıyla savaş içindeydiler. Bu savaş bölgede çok kıyım ve acı yaralar açtıysa da esasında da mazlum halkların direnişi kazanmıştır. Çünkü bu bölgede yürütülen gerici savaşlarda örgütlü olan bir halkın emperyalist, kapitalist maşaları durumunda olan çetelere ve gerici devletlere karşı neleri başaracağını/başardığını tüm ezilen halklar görmüş ve büyük bir umut olmuştur Kobane de ki direniş.

Bölgemizde ki tüm bu gelişmelerde başta Türk devleti olmak üzere ve onun maskesi durumunda ki AKP bölgedeki savaşın direk bir parçası durumundaydı. Burada Türk devleti çağın Osmanlı ve Osmanlı Sultanı olma gibi ham hayaller kursaklarında kaldığını rahatlıkla söyleye biliriz.

Ancak bölge açısında tehlike halen bitmiş değil. Bölgede taşlar henüz yerine oturmamış bir durumda iken ülkemiz Parlamento seçimlerini vesile ederek modern Osmanlı Sultanı yaratmak için Başkanlık sistemini yani diktatörlüğü resmileştirmek için 400 milletvekilini çıkarmak hedefine koymuş durumda.

Gerek parlamento gerekse diğer tüm seçimlerde olduğu gibi mevcut düzen partileri yani Türk egemen güçlerin partilerin durumunu burada tartışacak değiliz. Ancak Haziran ayında yapılacak olan Parlamenter seçimlerinde ise işçi sınıfını, emekçilerin kurtuluşunu kendisine rehber edilenlerin yani sosyalist, devrimci ve Komünistlerin tavırlarını esas olarak değinmek istiyorum.

Bugün istesek de istemesek de mevcut sistem kendi yasaları gereği emekçi halkları Parlamento seçimine götüreceği muhakkak. Bu gibi durumlarda ne yapmak zorundayız, yani yılardır tartışılan parlamentoya girilir mi girilmez mi? Gibi ve benzeri çokça tartışılan ki halende yoğun bir biçimde gündemde olan burjuva ahırı olarak adlandırdığımız parlamentoya kısmen değinmek istedim.

Haziranda ki seçimler Kürt sorunu açısında önemli bir noktada durduğu muhakkak. Çünkü Kürt hareketin açık alanda ki temsilcileri bugün gelinen aşamada özelikle Kobane’den sonraki süreçte bir ulusal bütünlük kazanmış ve kendi kaderini belirleme aşamasına gelmiştir dersek yanılmayız.

Kürt ulusal mücadelesini verenler kendi düşmanı ile uzlaşma aşamasına gelse de, komünistler Kürt halkının kendi kaderini tayın etme konusunda kayıtsız şartsız desteklemek zorunda olduklarını, her defasında yayın organlarında belirttiklerini görmekte ve okumaktayız. Bu destekleme doğru ve yerinde bir karardır. Ancak Komünistler aynı zamanda da onların gideceği yerlerde, onları bekleyen tehlikeyi de söylemekten geri kalmamalıdırlar. Türk devletinin maskesi olan egemen güçlerin temsilcisi görev ve vazifesi üstlenen parlamenter, parti görünümlerinden olan CHP, MHP ve AKP gibi sermaye temsilcileri ile yapacakları “barış” yada “müzekkere” gibi görüşmeler Kürt halkının kırk yıllık mücadelesine başta olmak üzere Kürt ulusunun çıkarına zarar verecektir. Bunu her defasında Kürt özgürlük mücadelesini verenlere hatırlatmak birinci derecede devrimci ve komünistlerin görevidir.

Ancak Kürtlerin bu kastettiğimiz partilerle görüşme yada görüşmeme gibi ve muhatap almak yada almamak konusunda da tamamen Kürt hareketin sorunu olduğunu da altını çizmekte fayda var.

Bu önümüzdeki dönemde parlamento seçimleri konusunda özelikle bazı kurumların ilk defa parlamento seçimlerine katılması ve aynı zamanda HDP’nin bünyesinde gelişen ittifak konusu oldukça uzun bir dönem de bu ittifakların getirisi ile götürüsü konusunda yazılıp çizileceğine benziyor.

Sınıf eksenli mücadele yürüten bazı örgüt ve partiler de ilk defa Parlamentoya girme gibi tavır aldılar. Bunlardan biri de DHF’dir. DHF’nin de devrimci güçlerle birlikte HDP çatısı altında bu seçimlere girmesi emek cephesi açısından oldukça önemlidir.

Bugün ülkemizde demokrasinin kırıntısı varsa ve bundan dolayı da devrimcilerin dahi seçimlere girme olanakları oluşmuşsa bu da gerek ulusal ve gerekse de sosyal kurtuluş mücadelesini yürütenlerin vermiş oldukları bedeler sonucun da elde edilen haklardır. Bu kazanımları hiç kimse göz ardı etmemeli.

Ülkede dernek açma, parti kurma, sendika çalışmaları ve buna benzer haklar varsa ki var. Sadece bu da değil demokrasinin kırıntısı dahi varsa buralardan faydalanamayız gibi lükse devrimciler sahip olamazlar. Devrimci ve komünistlerin parlamentoya katılma yada katılmama gibi siyasal tavırları dönemsel, günün somut koşularına göre yani devrimci durumun orantısı ile de ilintili bir tutum ve tavır belirleme ile alakalı durumdur.

Boykot olarak uzun süre ülkemizin devrimci ve Komünistlerin baş vurdukları siyasal bir tavırdı. Ancak geçmişteki seçimleri boykot etme kararın doğru yada yanlış verilen kararların olup olmaması tamamen o günün koşullarına göre değerlendirmek zorundayız. Bu yazımızda geçmişi değerlendirmediğim için o döneme değinmeyeceğim.

Bugünü ele almadan önce de Rusya da Proletaryayı devrime götüren Bolşevik partisi ve o partinin lideri, dünya proletaryanın ustalarından olan Lenin yoldaşa başvurmak istedim, daha aydınlatıcı olması açısından. Bolşevikler 1905 seçimlerini boykot etme kararını daha sonra Lenin yoldaş bakın nasıl değerlendiriyor.

“O tarihte, bu boykot kararı, gerici parlamentolara katılmamanın genel olarak doğru bir davranış olduğu için değil, yığın grevlerinin siyasi greve ve sonra da devrimci greve ve en sonunda da Çarlığa karşı ayaklanmaya doğru hızla dönüştüğü nesnel durumun doğru olarak hesap edilmiş olmasından ötürü verilmişti.”

Bolşevikler güçlü oldukları bir dönemde boykot kararı alarak, Çarlığa karşı büyük hamleler yapmışlardır. Lenin yoldaş o günün koşullarını bilimsel olarak ele almış izlediği politika da tarihsel açıdan doğru bir tespit yapmıştır. 1905 de Bolşeviklerin en güçlü oldukları dönem de parlamenteryalist anlayışı ellerin tersi ile itmiş gerici Çarlığı yıkmak için siyasal hedefi amaçlamışlardır. Buradaki taktiksel karar stratejileri olan Sosyalizm ve nihayetinde altın çağ olan Komünizm için büyük bir hamle haline gelmiştir.

Ancak aynı Bolşevikler bir yıl sonra ki seçimlerde de boykot taktiği izlemişlerdir. Duma seçimlerine boykot kararı alarak siyasal bir tavır belirlemişlerdir. Fakat bu kararı da daha sonra ki süreçte de Lenin yoldaş şöyle değerlendirmekteydi:

“…Zaten Bolşeviklerin 1906’da Duma’yı boykot etmeleri, pek önemli olmasa da ve kolayca onarılsa da, gene de yanlış olmuştur” demişti.

Gördüğümüz gibi Lenin yoldaş yapmış olduğu taktiksel hataları da büyük bir cesaretle anlatmaktadır ve yapmış oldukları taktiksel hataların öz eleştirisel yaklaşmaktan da geri durmamıştır.

Ülkemizde de uzun yıllar devrimci örgüt ve partilerin bu burjuva ahırını (parlamento)boykot etmeleri gibi siyasal tavırlar söz konusuyken bugün aynı tarzda boykot tavrını sürdürmek ülkenin içinde geçtiği süreç itibariyle doğru bir karar değildir. Bugün açısından Parlamento seçimlerini taktiksel olarak katılmak mı yada boykot sorusuna karşı Lenin bu konuda da şöyle diyor:

“… Şuan nispeten çok daha geniş olan faaliyet alanından en geniş ölçüde mutlaka faydalanmak gerekmektedir…”

Evet Lenin yoldaşında tamda parmak bastığı bu faaliyet alanı oldukça önemlidir. Aynı makalede devamla şöyle demektedir.

“…Toplantı, basın ve dernekleşme özgürlüğünü kazandık. Bu kazanımların hiçbir şekilde güvencede olmadığı açıktır ve bu özgürlüklere güvenmek bir yanılgı hatta bir suç olacaktır. Tayin edici savaş daha önümüzde duruyor, ve bu savaşa hazırlık şimdilik ilk sırada durmak zorunda….(Lein seçme eserleri. Cilt 3. İnter yayınları sayfa 428)”

Tıpkı aktardığımız alıntıda olduğu gibi ülkemizde seçime giren Devrimcilerde diyorlar ki: 7 Haziran’a kilitlenmek ve kitlelerin umudunu parlamentoya ve oradaki burjuva partileri ile uzlaşma, entegre etmek gibi siyaset gütmek doğru değil yanlıştır, suçtur.

Yukarıda Lenin yoldaştan aktardığımız bir alıntı ile DHF ve ADHK’nın seçime girme kararın tamda örtüşmektedir. DHF ve ADHK’nın kamuoyuna deklare ettikleri bildiriden aktaralım:

“Demokratik Haklar Federasyonu (DHF) ve Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu (ADHK) olarak seçime salt AKP hükümeti-iktidarına karşıtlık temelinde girme tavrında değiliz. Elbette AKP hükümeti-iktidarı somutta iktidar olma özelliğiyle öncelikli hedef durumundadır. Ancak seçimlerdeki politikamız sadece AKP karşıtlığıyla biçimlenmez. Bilakis CHP, MHP ve diğer düzen ve onun tüm temsillerine karşı bir teşhir ve karşı duruşu ifade eder. Bundandır ki, seçim çalışmalarımız devlet ve hakim sınıfların teşhirine dönük bir propagandayı da ihtiva edecektir.”

Unutulmaması gerekir ki devrimciler sadece Seçimler dönemi değil, kuşkusuz seçim döneminde ki yasal imkan olanakları kullanma ve daha geniş halk kitlelerine ulaşma gibi dönemsel bir durum, ama esasında da seçim sonrasında devrimcilerin görev ve sorumlukları vardır. Burjuvazinin girmiş olduğu bu buhranda devrimci, komünistlere düşen görev ise bu dönemi kazanma, güçlenmek için taktik bir siyaset izlemek zorundadır. Kendi stratejilerini hayata geçirmek için tali olan mücadele alanlarını da doğru bir taktik siyasetler izleyerek stratejilerini güçlenme gibi çalışmalar yürütmelidirler.

Taktik ve Strateji ilişkisini onun diyalektik bağını kurmamayanlar bunu iyi bir biçimde yakalayamayanlar zafere gitme şansları yoktur olamazda. Taktik mücadele biçimleri stratejinin hizmetine sunmazsak, her şeyi küçümser ve yukardan bakar bunlar tali şeylerdir uğraşmaya değmez gibi siyasetler komünistlerin anlayışı değildir. Sokağın nabzını tutmak, kadınları örgütlemek, gençliği militanlaştırıp onun omuzuna görev ve sorumlukları üstlenmesi için örgütlenmek ve örgütlemek ile geleceği örerek ancak kazanımlar elde edilir. Bunları yapmak başarmak içinde hiçbir mücadele biçimini küçümsemeden, onu ötekileştirmeden tüm mücadele biçimlerini proleter’yanın zaferinin hizmetine sokmak olmazsa olmazıdır. Stratejileri uygulamak için öncelikle projelerin olmalı. Bizim projelerimizde kuşkusuz devrimdir. Bu devrim yolunda ise stratejilerimizin hizmetine politik taktiklerle stratejimizi güçlendirmek zorundayız. Bu olmazsa olmaz.

Son olarak Kürt Ulusal sorunun geldiği aşamadan kaynaklı ve aynı zaman da DHF ile HDP’nin yapmış oldukları ittifaktan dolayı ülkede ve Avrupa da oylar HDP’ye.

İstanbul 1. Bölge de tüm güçlerimizle seferber olalım…

Adayımız Sayın Erdal Ataş’a başarılar diliyorum.

Kasım Koç