SOMA “SON” OLSUN; AMA DEĞİL![*]

sibel-temelSİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

“Patet omnibus veritas.”[1]

“Beltzguztiakezdira ikatz/ Her siyah nesne kömür değildir,” der bir Bask atasözü…

Çok doğru; “siyah” gün gelir yas; gün gelir, acı olur; Soma’daki kömürün karası böyle olmadı mı?

Kapkara acının adı 14 Mayıs 2014’de “Tersane”ydi, 13 Mayıs 2014 günü haftada 100 liraya çalışan 13 yaşındaki “Ahmet Yıldız” da (hani başı prese sıkışan)… Acının ve yasın adı, şu son birkaç yıl içinde tekrar tekrar grizu patlamaları oldu… “Kastamonu-Küre” oldu, “Balıkesir-Dursunbey” oldu, “Bursa-Mustafakemalpaşa” oldu, “Zonguldak” oldu ve acının adı Soma oldu…

Görmeyen, bilmeyen var mı hâlâ? Cinayetten hiçbir farkı olmayan “iş kazalarında” rekora koşuyoruz. 10 yılda 11 bin 706 işçi öldü. Türkiye’deki işçi ölümleri AB ortalamasının 8.5 katına erişti diye haykırıyor tüm yerli ve yabancı raporlar…

Türkiye, ölümlü iş kazalarında Avrupa’da birinci sırada yer alıyor; “İş kazalarından dolayı çalışan her 100 bin işçiden İngiltere’de 0.6’sı, Fransa ve Almanya’da 2’si, Avusturya ve Yunanistan’da 4’ü, Türkiye’de ise 17’si iş kazalarında yaşamını kaybetmektedir,” diyor Türkiye Makine Mühendisleri Odası![2]

Tam da bu koordinatlarda, “Lafı dolandırmadan söylemek lazım. Soma organize bir katliamdır. Para kazanmak için insan haklarını, hukuku, yasayı hiçe sayan; daha ucuz işçilik ve daha çok kâr için yapılan bir iş organizasyonu sonucu ortaya çıkan bir katliam söz konusu,” notunu düşen Aziz Çelik “Katil(ler) kim(ler)dir?” sorusunu yanıtlıyorken; her şey “Soma” hastanesinin duvarına yazılmıştı: “Bir avuç kömür için, bir ömür verenler…”[3]

Refik Durbaş’ın, “Ölmediler ölüme gönderildiler”[4] dediği Onlar için her şey, Orhan Veli Kanık’ın çok önceleri, “Yüz karası değil,/ kömür karası./ Böyle kazanılır/ ekmek parası”; Metin Altıok’un, “Bağırsam neye yarar, nasılsa duymazlar./ Ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm;/ içimde cesetler ve daha ölmemişler var”; Aşık Mahzuni Şerif’in, “Dile kolay kuyu dibi/ Salınır gezer sağ gibi/ Bin senelik maden gibi/ Fosil olur madenciler,” mısralarında dillendirdikleri üzereydi:

“Soma’da devlet ve sermayenin iktisadi, siyasi işbirliğinde, suç ortaklığında büyük bir katliam yaşandı. Yüzlerce işçi, rekabet, verimlilik, kârlılık gibi sihirli anlamlar yüklenen kavramlarla pazarlanan piyasacı iktisadi politikaların kurbanı oldu. İşçiler, daha çok kazanmak uğruna dayatılan kuralsız, güvencesiz, esnek çalışma koşullarının, adına taşeron denilen,[5] işçilik maliyetlerini aşağı çekme, kâr oranlarını yükseltme amaçlı mafyatik/ sömürü çarkının bedelini canlarıyla ödediler. Soma katliamı, her iş cinayetiyle kendini hatırlatan ama pek umursanmayan taşeron sisteminin röntgenini çekti, içini dışını ortaya döktü.

Piyasa fetişizmini dramatik bir biçimde parçaladı. Bunu yaparken beraberinde şu soruları da getirip, akıllara taktı: İşçiler bu kadar ağır, bu denli ilkel koşullar altında, ölümüne çalışıyorlarsa sendikalar nerede? Bu kepazeliği niye önlemiyorlar, niye deşifre etmiyorlar, niye kıyameti koparmıyorlar? Sorular çok haklı, çok yerinde. Bırakalım ötesini berisini, işçilerde kullanma tarihi geçmiş maskelerin olması bile tek başına sendikaların işlevini sorgulamayı gerektiriyor. Ama piyasa sevicilerin, taşeronu alkışlayanların, sendikaları çalışma hayatı için lüks görenlerin bugün ‘sendika nerede’[6] diye soruşundaki riyakârlığı unutmadan…”[7]

DEVLET GERÇEĞİ YA DA EGEMEN ŞİDDET!

La Rouchefoucauld, “En büyük aldanma, başkalarını aldattığını sanmaktır,” diye uyarsa da; burjuva devlet, emekçilere yalan söyleyen bir zor aygıtıdır.

Bu nedenle de devletin hakikâti, gösterdiğinde değil, göstermediklerindedir. Bu nedenle devlet gerçeğini görmek/ göstermek için onun dediklerine ve gösterdiklerine değil, demediklerine ve göstermediklerine odaklanılmalıdır.

Çünkü T. Adorno’nun, “Hakikâtin yalan, yalanın da hakikât gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi. Her açıklama, her haber, her düşünce daha önce kültür endüstrisinin merkezlerinde biçimlendirilmiş olarak geliyor bize. Böyle bir ön-biçimlendirmenin tanıdık izini taşımayan şeylerse inandırıcılıktan yoksun bulunuyor, çünkü kamuoyu kurumları ortaya sürdükleri her şeyi bin türlü olgusal kanıtla ve topyekûn iktidarın el koyabildiği her çeşit makûllük halesiyle donatabiliyorlar,” notunu düştüğü koordinatlarda; devlet “O kadar yalancıdır ki söylediklerinin aksi bile doğru değildir,” F. Boyler’in işaret ettiği üzere…

Bugün devlet Soma’ya “gözyaşı dökse de”(!), 29 Nisan 2014’de CHP Manisa Milletvekili Özgür Özel’in verdiği Araştırma Komisyonu kurulması önergesi, -MHP ve HDP’nin desteğine rağmen- AKP’li vekillerin oylarıyla reddedilmişti sakın unutulmasın!

Yani Türkiye Kömür İşletmeleri’nin (TKİ) rödövans ile madeni işletmeye verdiği Soma faciasının gerçekleştiği sahada 10 yılda TKİ’nin üretiminin 11 kat arttığı haykırılıyordu, katliamdan kısa süre önce! 2004 yılında 1 milyon ton üretimi olan TKİ, ilk rödövans ile üretimi 2005 yılında başlattı. 2005 yılında üretim 3.4 milyon tona çıktı. Bunun 2.4 milyon tonu rödövans yoluyla elde edildi. 2011 yılında rödövans yoluyla üretim en yüksek noktaya ulaştı. 2011 yılında 11.3 milyon tonluk üretim gerçekleşti ve bunun 7.4 milyon tonu rödovanstan geldi. 2012 yılında da üretim 11 milyon ton olarak gerçekleşti. Bunu da 6.2 milyon tonu rödövans yoluyla elde edildi ve tüm bu “parlak” gelişmeler işçilerin canı/ kanı pahasına gerçekleşti!

Öte yandan Devlet Denetleme Kurulu (DDK), dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün emriyle 2011 yılında “Türkiye’de madencilik sektöründe yürütülen faaliyetlerin iş sağlığı ve güvenliği açısından araştırılması, incelenmesi ve değerlendirilmesi” ile ilgili bir rapor hazırladı. Gül’ün, “DDK’nın tavsiyeleri var” sözleriyle işaret ettiği raporda, ilgili tüm kurumlara tedbir alınması çağrısı yapılan 8 Haziran 2011 tarihli raporda, “Maden kazalarının nedenleri arasında risk değerlendirmesi yapılmaması, taşeronluk/alt işverenlik uygulaması, üretim zorlaması, geçmiş kazalardan ders alınmaması, grizu riskine karşı önlemlerin yetersiz olması, kontrol ve degaj sondajlarının yeterince yapılmaması, delme-patlatma işlemindeki düzensizlikler, çalışanlarda CO maskesi bulunmaması, gaz izleme ve ikaz sistemlerinin yetersizliği, havalandırma yetersizliği, grizu emniyetli elektrikli cihaz ve ekipmanlar ile ilgili sorunlar, nefeslik-kaçamak yolu ile ilgili yetersizlikler, tahkimat ile ilgili eksiklikler, tahlisiye hizmetleri ile ilgili sorunlar, maden işletmelerinde iç denetim hizmetlerinin yetersizliği, teknik nezaretçilik vb. işletme içi denetim uygulamaları ile ilgili sorunlar, kamu birimleri denetimlerinin etkinsizliği, mesleki eğitim ve iş güvenliği kültürü noksanlıkları olarak tespit edilmişti.”

O zaman sormalı: Madencilik sektörünün neyi doğruydu?!

Özetle Soma’da 301 işçinin hayatını kaybettiği facianın “Geliyorum” diye sinyal verdiği ortaya çıktı. Bilirkişi raporuna göre, yer altındaki karbonmonoksit miktarını ölçen sensörler, faciayı aylar önceden haber vermişti. 50 PPM’yi aşmaması gereken karbonmonoksiz miktarı beş ay boyunca defalarca bu sınırı geçtiği ve hatta 500 PPM’ye kadar ulaştığı hâlde, sensörlerin uyarısına kulak asılmadı. Ayrıca oksijen miktarı da çok kez yüzde 19’un altına düşmesine rağmen maden boşaltılmadı. Gaz ölçümlerinden sorumlu teknik nezaretçiler 15 günde bir hazırladıkları onaylı deftere karbonmonoksit yükselişlerini geçirmedi. Öte yandan, madende 30 dereceyi aşmaması gereken kuru sıcaklık miktarı, faciadan önceki bir haftadan itibaren 46 dereceye kadar yükseldiği hâlde kimse kılını kıpırdatmadı. Öyle ki, 301 işçinin öldüğü saatlerde sıcaklık, 46 dereceydi![8]

Dahası da var: Facianın hemen arkasından 301 işçinin katledildiği ocağın bulunduğu alana geçiş, yaklaşık 1 km kala, jandarma tarafından kapatıldı. Gazeteciler dahil kimsenin bölgeye girişine izin verilmedi!

Devamla: Soma’da, 301 işçinin hayatını kaybettiği maden faciasına ilişkin savcılıkça tanık olarak dinlenen işçilerin ifadelerine göre, yeraltında kullanılması yasak olduğu hâlde dizel kepçelerin çalıştırıldığı ortaya çıktı. Faciadan yaklaşık altı ay önce bir dizel kepçenin çalışması sırasında göçük meydana geldiği anlaşıldı. Ayrıca işçilerin angaryaya koşturulduğu ve “boş boş durdukları” gerekçesiyle tartaklandığı belirlendi. Bir işçi, maden şirketi tarafından kot farkının düşürülmesi nedeniyle kömürün kızıştığını ve gaz sızıntısının oluştuğunu savundu. Bir başkası da, işe girerken kendilerine bir günlük eğitim verildiğini ve gaz maskesinin nasıl kullanıldığını “bakarak” öğrendiklerini anlattı![9]

Bu arada Soma’da madencilere 21 yıllık Çin malı maskelerin kullandırıldığı tespit edildi. Madendeki faciadan kurtulan her işçiden aynı cümleyi duyduk: “Maskelerimiz işe yaramadı, 45 dakika idare eder dedikleri maskeler 10 dakikada bitti.” İşte bunun nedeni ortaya çıktı. Çünkü maskeler 1993 yılında Çin’de üretilmiş. Yani 21 yıllık. Son kullanma tarihleri çoktan geçmiş. Modern maskeler 120 dakikaya kadar idare ederken uzmanlara göre bu maskelerin çalışması bile mucizeydi![10]

Bunlar böyleyken sormak gerek: Türkiye, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 176 sayılı Madenlerde İş Güvenliği ve İş Sağlığı Sözleşmesi’ni 19 yıldır imzalamıyordu;[11] neden acaba?

Yeri gelmişken altını özenle çizmek gerek: Soma faciasının benzerlerinin başka ülkelerde de meydana geldiğini söylemek, bu olaydan duyulan derin acıyı ne kadar hafifletir? Hele yapılan benzetme yanlış olursa…

Erdoğan 14 Mayıs 2014’de, Soma’daki basın toplantısında maden ocağı kazalarının sadece Türkiye’de cereyan etmediğini ve bu tür risklerin işin icabı olduğunu göstermek için, dünyadaki benzer olayların bir listesini sundu. Başbakan XIX. yüzyılın İngiltere’sine dönerek, 1862, 1868 ve 1894 yıllarında bu ülkede vuku bulan büyük maden ocağı kazalarından söz etti. Daha sonra XX. yüzyılın başlarında Fransa ve Japonya’daki kazalara değindi.[12]

Erdoğan’a bu listeyi verenler, kendisini bu trajik ortam içerisinde ne duruma düşürdüğünün farkındalar mı? Maden ocaklarının bugünkü standartlarını 150 yıl önceki İngiltere veya 50 yıl önceki Avrupa ve ABD’deki koşullarla mukayese etmek mümkün müdür?

Ve nihayet! Soma’daki facianın ardından madenlerdeki sorunların araştırılması amacıyla 11 ayrı önergenin sunulduğu Meclis’teki görüşmelere vekiller ilgisiz kaldı. Salonda sadece 78 milletvekili vardı![13]

Alın size Soma’daki devlet gerçeği! diye noktalamak da mümkün değil; V. İ. Lenin’in ifadesiyle, “Sınıflar var olduğu sürece sınıfların özgürlüğü ve eşitliği burjuva aldatmaca”yken; egemen(ler)in şiddet artısı da eklenmeli…

Mesela Soma’da işçiyi tekmeleyen Yusuf Yerkel!

Soma’da yere düşen bir kişiye tekme atarken görüntülenen ve 7 günlük işgöremez raporu alan Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel’in sağlık raporu ortaya çıktı. Yerkel’e tekme attığı sağ dizde kızarıklık ve yumuşak doku şişliği tanısı konulduğu ortaya çıktı. Doktor, sahte rapor vermekten 15 günden 6 aya kadar uzanan meslekten men cezasıyla sorgulanacakken; Bergama’da maden faciasını protesto eden öğrencilerde cezalandırıldı!

Bergama İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, Soma’daki maden katliamından sonra okula gitmeyen öğrenciler hakkında disiplin soruşturması başlattı. İlçe Milli Eğitim Müdürü İlyas Duman’ın, öğrencileri “Sizi örgün eğitimden atarım” diye tehdit ettiği kaydedildi. Öğrenciler, Duman’ın Cumhuriyet Meydanı’nda maden katliamını protesto edenleri, “Bu yaptığınız eyleme giriyor. Örgün eğitimden uzaklaştırılırsınız” diye tehdit ettiğini söylediler.[14]

DAHA FAZLA KÂR (VE SÖMÜRÜ) HIRSI VAHŞETİ

“Tüm bunlar neden böyle” mi?

Gayet basit! Özdemir Asaf’ın, “İnsansız adalet olmaz!/ Adaletsiz insan olur mu?/ Olur, olmaz olur mu?/ Ama olmaz olsun,” dizeleriyle betimlenen daha fazla kâr (ve sömürü) hırsının yol açtığı vahşetten!

“Nasıl” mı?

Mesela 301 işçinin öldürüldüğü madenin sahibi Alp Gürkan, “Taşeron yok” dese de, madeninde dört farklı türde taşeronluk uygulandığı ortaya çıkan Soma’da olduğu gibi…[15]

Alp Gürkan 44 yıllık madenci; Şirketi Türkiye’nin en büyüklerinin listelendiği İSO 500’de 295’inci sırada; 2005’te TKİ ile anlaşması ise hızla büyümesini sağladı…

Jeoloji mühendisi olan Gürkan 1970’li yıllardan beri madencilik sektöründe; 70’li yıllardaki zorluklar nedeniyle kendi işine kilit vurunca Koç Grubu’na ait Tirebolu’daki madeni taşeron olarak işletmeye soyunuyor. 2.5 yıl süren taşeronluk ona borçlarını ödeme fırsatı sunuyor. Koç Grubu işe kendisi devam etmeye karar verince Gürkan da Soma’daki ilk madenini 1984 yılında açıyor. Gürkan’ın hayatındaki ilk dönüm noktası Vehbi Koç ile iş yapmak olurken ikinci fırsat ise Türkiye Kömür İşletmeleri ile 2005 yılında geliyor.

1984’de Soma Kömür AŞ’yi kuran Gürkan şu an Soma’da Geventepe ve Eynez bölgelerinde faaliyet gösteriyor. Tamamı yeraltından yıllık ortalama 6 milyon ton kömür üreten Gürkan’ın şirketi üretiminin tamamını TKİ’ye satıyor. 1986 yılında ilk kömür üretimini gerçekleştiren Gürkan’ın şirketi kömür pazarlaması için ise Gürmin Madencilik isimli şirketini kurdu. Madencilikte adım adım büyükler arasına girmeye başlayan Gürkan 1991 yılında madenlerde kullanılacak ekipmanların üretimi için Gürmin Makine şirketini kurarken ayrıca Mersin’de krom üretimi yapmak için Minsan Madencilik isimli şirketi 1996’da açtı.

2005’e gelindiğinde TKİ’nin rödövans ihalesi Gürkan’ın Türkiye’nin en büyük madencilik şirketlerinden biri olmasının yolunu açtı. Gürkan ‘Hürriyet Gazetesi’nden Vahap Munyar’a verdiği röportajda TKİ ile anlaşmalarının önemini şöyle anlatmıştı: “Soma’daki işlerin asıl büyümesi Türkiye Kömür İşletmeleri’nin (TKİ) 2005’te aldığı kararla oldu. TKİ, rödovans karşılığı işleri özel sektöre devretme kararı aldı. O döneme kadar çoğunlukla zarar eden TKİ, bu karar sonrasında kâra geçti. TKİ, Soma’da kömürü kendisi çıkarırken tonunu 130-140 dolara mal ediyordu. Biz ihaleye girip, tonun TKİ’ye yüzde 15’lik rödovans payı dahil 23.80 dolara çıkarma taahhüdü verdik. Gerek biz, gerekse diğer özel şirketler kâr etmesek bu işe girmezdik. Kârlılık için bizim mühendis ve işçilerimiz uzaydan gelmedi. Sadece işi iyi planlamak, özel sektörün çalışma tarzı devreye girdi o kadar.”

20 milyon tonluk üretim anlaşmasının imzalanmasının ardından Gürkan 2006 yılında ise Tilaga AŞ’yi devralarak günlük kömür üretimini 5 bin tona taşıdı. Ve gayrimenkul geliştirme işine adım attı. 2009’da ise kazanın gerçekleştiği 15 milyon tonluk Eynez maden kömürü kontratı Ciner Grubu’ndan devraldı.

Gürkan gayrimenkul işindeki en büyük projesine ise 140 bin metrekare inşaat alanına sahip Spine Tower ile başladı. Bu arada madencilik alanındaki büyümesi de devam etti. 2011 Ekim’inde Zonguldak Bağlık-İnagzı taşkömürü sahasını rödövans ihalesini kazanan Gürkan’ın şirketi Türkiye’nin de dışına çıktı. Arnavutluk’ta metal madenciliği projeleri geliştirmek üzere Turkish Albanian Mining Sh.a kuruldu.

Gürkan’ın en büyük şirketi Soma Kömür İşletmeleri 2012 yılı Türkiye’nin en büyük şirketlerinin sıralandığı İSO 500 listesinde 281.4 milyon liralık üretimden satışlarıyla 295’inci sırada bulunuyordu![16] Ama…

Evet, bunun bir de “Ama”sı vardı…

Gözyaşları arasında “Trafonun patlamasının imkânsız olduğunu düşünüyorum,” diyen Alp Gürkan’ın aksine; firma genel müdürü ise yangının kömür kızışmasından çıktığını düşündüklerini, yangının başladığı noktanın trafodan 1800 metre uzaklıkta olduğunu söyleyip; basın toplantısında “Yaşam odası var mıydı yok muydu” tartışmasına şirket yetkilileri tatmin edici bir yanıt verilmezken; Soma İşletmeleri Genel Müdürü Ramazan Doğru’nun, “Yaşam odası kapatılmıştı, yenisi hazırlanıyordu,”[17] demesi gibi…

Evet, evet uzmanlar “İhmal olmasa, denetimler düzgün yapılsa, işçinin hayatı sudan ucuz olmasa bu felaket yaşanmazdı” diyor. Taşeronlaşma ve kâr hırsı katliama davetiye çıkarıyor. Maden güvenlik denetim uzmanları, denetledikleri şirketten maaş alıyor!

İTÜ öğretim üyesi Doç. Dr. Emre Gürcanlı madenlerde ardı ardına yaşanan kazaları taşeronlaştırmaya bağlayıp, “Maliyeti, ‘özel sektör tarzıyla’ düşürmüşler”; Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Tezcan Karakuş Candan da, “Hayatını kaybeden işçilerin iş kazasına maruz kalmadığını, bunun bir cinayet olduğu”na dikkat çekerken; bir işçi de, devletin yaptığı denetimlerin tamamen palavra olduğuna dikkat çekerek şunu söylüyordu: “Müfettişler ocağa artiz gibi gelip giderler!”[18]

Bu tabloda her sene iki kez denetimden geçtiklerini belirten Alp Gürkan, “Birinci sınıf işyeri belgemiz var. Müfettişlere mi inanacaksınız, başkalarının söylediğine mi?” demesine diyor da; Soma madeninin eski yöneticisi ve Hattat Amasra Maden İşletmesi Genel Müdür Yardımcısı Dr. Selim Şenkal, 2007’de yangın riskine karşı TKİ’yi uyardıklarını, “Sıkıntı olmaz” yanıtını aldıklarını belirterek, “Biz terk ettik, devralan şirketi de uyardık,” diyor.[19]

Boğaziçi Üniversitesi ‘Soma Araştırma Grubu’nun hazırlayıp, 3 Şubat 2015’de kamuoyu ile paylaştığı ‘Ge-li-yo-rum Diyen Facia’ başlıklı raporu ne pahasına olursa olsun “büyüme” paradigmasının sorgulanması gerektiğine işaret ediliyor. Raporu hazırlayanlardan Doç. Dr. Nuri Ersoy’un Gabriel Garcia Marquez’in meşhur “Kırmızı Pazartesi” romanından yola çıkarak “İşleneceğini herkesin bildiği bir cinayetin öyküsü” olarak tanımladığı hâle ilişkin raporda öne çıkan tespitler şöyleydi:

  1. i) Patron (Soma AŞ) kadar kamu yani TKİ’nin de kâr hırsı: Faciaya yol açan nedenleri sadece özel sektörün kâr hırsı ile açıklamak yeterli değil. Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) rödovans karşılığı işleri özel sektöre devretme kararı aldıktan sonra kâra geçti. Sistem yılda 1.5 milyon ton üretim üzerine kurulmuş iken 3.5 milyon tona çıkarıldı. 2004’ten 2012’ye kadar üretim 13 kat arttı ama denetim yapılmadı. TKİ üretilen kömürün tamamını aldı. 70 TL maliyeti olan kömür 300 liradan satıldı. İstanbul Sanayi Odası’nın Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu çalışmasının 2012 sonuçlarına göre TKİ, kamu kurumları arasında 860 milyon TL net kârlılık ile 2. sırada. Bu yüzde 26.9 gibi yüksek bir faaliyet kârlılığına tekabül ediyor. Bu Apple gibi yüksek teknoloji şirketlerinin kârlılığı ile aynı oranda.
  2. ii) Büyüme; ne pahasına olursa olsun: Türkiye’de büyüme ve kalkınma eşanlamlı olarak kullanılıyor. Bu dünyada da böyle ama büyümenin maliyeti, bu maliyetin nasıl paylaştırıldığı Türkiye’de hiç göz önünde bulundurulmuyor ve bedeli sadece belli bir kesimin omuzlarına yükleniyor. Önce bir büyüyelim, çevre, gelir eşitsizliği gibi sorunları daha sonra çözeriz anlayışı var.

iii) Yüksek iş kazaları ile büyümeyi sağlıyoruz. Üretim baskısı iş sağlığı ve güvenliği ilkeleri ve madenciliğin bilimsel ilkelerinin ihlâlini de beraberinde getiriyor. Sadece geçtiğimiz yılın bilançosu 1886 iş kazası sonucu ölüm. Sayı yüksek çıkarsa gündeme geliyor ama 3-5 kişinin can verdiği iş kazalarının lafı bile edilmiyor. Üretilen milyon ton kömür başına ölümlerde Türkiye 7.2 ile neredeyse dünya birincisi. ABD’de bu sayı 0.02 kişi; Çin’de ise 1.2 kişi.

  1. iv) “Hak temelli sosyal yardımların eksikliği: Her faciadan sonra toplumda bir hayırseverlik damarı kabarıyor ama bunun da acı sonuçları var. Örneğin babası madenden sağ çıktığı için hediyelere boğulmayan çocuklara “Keşke benim babam da ölseydi” dedirmesi.
  2. v) Büyürken sosyal ve ekolojik maliyet hiç hesaba katılmıyor. Karbondioksit salımlarının artış hızında Türkiye dünyada ilk sıralarda. Soma ise bunun en çarpıcı örneklerinden. Bitki örtüsü, ormanlar, tarım arazileri tamamen yok edildi. Önceden geçimlerini tarımdan sağlayan insanlar madenlere mahkûm edildi.[20]

Bunların tümü kapitalizmin kaçınamayacağı verilerken; Soma Kömür İşletmeleri’ne ait ortaya çıkan belge, facianın başından beri tartışma konusu olan taşeronluk sistemini gözler önüne serdi. İşe başlamalarının ardından iş güvenliği ve iş sağlığı kursu gören işçilerin ve bağlı bulundukları taşeronların isimleri de belgedeki “firma” bölümünde yer aldı. Yine belgeye göre, olay günü kurs görmüş gibi işaretlenen işçilerin çoğunun, madende hayatlarını kaybettiği ortaya çıktı![21]

İŞ -“KAZASI” DENİLEN- CİNAYET(LER)

Görülmesi gerek: Madencileri, iş “kazası” değil, buna neden olan kâr (ve sömürü) hırsı katletti…

“Fıtrat” değil, “kader” değil, kapitalist kâr (ve sömürü) hırsıdır her şeyin sorumlusu!

Bilmiyor olamazsınız: Türkiye’de yıllık ortalama 700 civarında ölümlü iş kazası oluyor. Yine Çalışma Bakanlığı’nın verilerine göre bu kazaların en çoğu madencilik ve taş ocakçılığı sektöründe gerçekleşiyor. İş kazalarının yüzde 10.4’ünü bu sektör oluşturuyor.

Milyon ton taş kömürü üretim başına düşen ölüm sayısı Türkiye’de 7.22 iken, ABD’de 0.02, Çin’de 1.27. Çin’de kazalar yüzde 4.08 iken yüzde 1’e doğru indirilmiş. Türkiye’de ise yüksek olan sayılar düşürülememiş, yatay seyrediyor. Milyon ton kömürde 7 ölümlü kaza, 40 ton yükleyen 3.600 kamyonda bir ölümlü olay demek. Kömürün çıkarılması böylesine zor ve ölümlüdür coğrafyamızda![22]

‘Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) 2010 yılında araştırmacıları Selin Arslanhan ve Hüseyin Erem Cünedioğlu tarafından hazırlanan raporuna göre, ülkede 1991-2008 döneminde bu şekilde hayatını kaybeden işçilerin sayısı 2 bin 554’tür. Bu, yılda ortalama yaklaşık 142 maden işçisinin hayatını kaybettiğini gösteriyor. Aynı dönemde iş göremez hâle gelen işçilerin sayısı ise 13 bin 87.

Raporda özel işletmeler tarafından yapılan üretimdeki ölüm oranının devlet kuruluşu Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) bağlı işletmelere kıyasla belirgin bir şekilde daha yüksek olduğuna da dikkat çekiliyor. Bu ölümlerin sıklığını değerlendirebilmek için dünyada kullanılan başlıca kriter “milyon ton taşkömürü üretimi başına düşen işçi ölümü” oranı. 2008 yılında TTK’da üretilen 1 milyon ton taş kömürü başına 4.41 kişi ölürken, bu sayı özel işletmelerde 11.50’ye çıkmış. 2007 rakamlarına bakılırsa, TTK’da bu oran 2.98, özel işletmelerde ise 18.36.[23]

Evet, evet coğrafyamızda, öteden beri kömür madenlerinde ölüm olaylarında dünya rekortmenidir. Belirtildiğine göre 1942’den beri üç bini aşkın insan öldürülmüş. Demek ki, her siyasi iktidar altında yeraltında iş cinayetleri yaşanmış, ama bu saptama işbaşındaki Tayyip Erdoğan rejimini temize çıkarmaz.

Tam tersine bu politikacının kurduğu ve teşvik etmeye devam ettiği özelleştirme ve taşeronlaştırma düzeninde iş cinayetleri arta arta, Mayıs 2010’da 30 işçinin yaşamını kaybettiği Karadon kuyusunda “iş katliamı”na kadar ulaşmıştı. Soma ise malum!

Yaşanılan hadise özel sektöre, küresel kapitalizm jargonunda neo-liberalizm denilen aşağılık sisteme tapan, her şeyi kâr, para ve menfaat olarak gören, “din, iman, Allah, Muhammed” deyip, paraya, sadece paraya, yalnızca paraya tapınan -bu arada 17 Aralık’ta ayan beyan görüldüğü gibi- sadece işverenler değil, kendileri de milyar dolarları götüren politikacıların suçudur![24]

Türkiye’de en büyük maden faciası, 1992’de Zonguldak’ın Kozlu ilçesinde yer alan Türkiye Taş Kömürü İşletmesine bağlı kömür ocağında meydana geldi. Buradaki grizu patlamasında 263 işçi hayatını kaybetmişti.

2013 yılında iş kazalarının yüzde 10.4’ünün madencilik ve taş ocağı sektöründe görüldüğü tespit edildi. Elektrik, gaz, buhar, su ve kanalizasyon sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı yüzde 5.2; inşaat sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı ise yüzde 4.3 olarak gerçekleşti.

Türkiye’de şimdiye kadar yaşanan bazı maden ocağı kazaları şöyle:

 

7 Mart 1983 Armutçuk’ta grizu patlaması 103 ölü
10 Nisan 1983 Kozlu’da grizu patlaması 10 ölü
31 Ocak 1987 Kozlu’da göçük 8 ölü
31 Ocak 1990 Bartın’ın Amasra ilçesinde grizu patlaması 5 ölü
7 Şubat 1990 Amasya Yeni Çeltik’te grizu patlaması 68 ölü
3 Mart 1992 Kozlu’da grizu patlaması 263 ölü
26 Mart 1995 Yozgat’ın Sorgun ilçesinde grizu patlaması 37 ölü
22 Kasım 2003 Karaman’ın Ermenek ilçesinde grizu patlaması 10 ölü
8 Eylül 2004 Kastamonu’nun Küre ilçesinde yangın 19 ölü
2 Haziran 2006 Balıkesir’in Dursunbey ilçesinde grizu patlaması 17 ölü
10 Aralık 2009 Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde grizu patlaması 19 ölü
17 Mayıs 2010 Zonguldak’ta grizu patlaması 30 ölü
8 Ocak 2013 Kozlu’da grizu patlaması 8 ölü

Ayrıca 2014 yılının ilk 6 ayında TTK Genel Müdürlük’te 6, Kozlu’da 160, Karadon’da 481, Üzülmez’de 290, Amasra’da 75 ve Armutçuk’ta 133 kişi yaralandı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre ise 2014’ün altı ayında özel işletmeler de dahil madencilik işkolunda 325 işçi can verdi. Ölümlerin 301’i Soma faciasında meydana geldi. Özel işletmelerde can kaybının fazla olması dikkat çekti.

DÜNYADA MADEN FACİALARI/ KAZALARI[25]
FRANSA Avrupa’da en feci maden kazası Fransa’daki Courrieres faciası. Paris’in kuzeyinde madende 10 Mart 1906’da kömür tozu nedeniyle meydana gelen patlama çocukların da bulunduğu 1099 madencinin ölümüyle sonuçlandı. Facia sonrası büyük tepki oluştu. Bu olay adeta milat. Kömür madenciliği ülkede ‘sosyal isyanın’ sembolü hâline geliyor. Ve XX. yüzyılda bu ülkenin sanayileşmesinin arkasındaki güç olan sektörün 1990’lardan itibaren tasfiyesine girişiliyor. Fransa 2004 itibariyle kömür madenciliğine nokta koymuş durumda.
İNGİLTERE Özellikle Galler bölgesinde 1900’lü yıllarda daha yoğun gaz bulunan derinlere inilmesi ve güvenlik ihlâlleri nedeniyle meydana gelen kazalarda yüzlerce kişi öldü. 12 Aralık 1866’da Barnsley Yorkshire’da 388 cana mal olan Oaks patlaması en namlısı. 1910’daki Lancashire Hulton patlamasında ölü sayısı 344. 14 Ekim 1913’te Britanya tarihinin en feci maden kazası Senghenydd faciası olarak tarihe geçti, 439 işçi öldü. 1966’da Galler bölgesindeki Aberfan faciasında 144 kişi hayatını yitirdi. 1980’li ve 90’lı yıllarda büyük grevlerin yaşandığı bu sektör günümüzde düşüşte.
POLONYA 25 Kasım 2006’da Polonya modern tarihinin en feci kazasında 23 madenci hayatını yitirdi. Ülkenin güneyindeki sanayi bölgesi Silezya’da bulunan Hamebla’daki patlama işçiler yerin 1000 metre derinliğinden 22 milyon dolar değerinde ekipmanı tünelden çıkartmaya çalışırken meydana geldi. Tünelin aslında metan gazı birikmesi yüzünden kapatılması gerekirken, pahalı ekipmanlar nedeniyle kapatılmamıştı.
RUSYA Ulyanovskaya bölgesinde 2007’de meydana gelen metan patlamasında 106 madenci hayatını yitirdi. 10 yılda görülen en büyük kaza olarak kayıtlara geçti. Sebep yine üretimin aşırı artırılması ve özellikle ekipman güvenliğiyle ilgili sorulardı. 20 Ocak 2013’te Batı Sibirya’daki Kuznetsk bölgesindeki kazada en az dört madenci öldü, dördü kayboldu. Rusya dünyada en büyük kömür rezervlerinden birisine sahip olsa da 1990’lardan bu yana bu sektörün etkisi azalıyor.
GÜNEY AFRİKA Güney Afrika tarihinin en büyüğü, dünya tarihinin de yine en büyük facialarından birisi 21 Ocak 1960’da Coalbrook madeninde yaşandı. Bir kayanın madene düşmesinin ardından 437 işçi içeride sıkıştı. Bunlardan 417’si metan zehirlenmesinden hayatını yitirdi. Kaya ilk düştüğünde dışarı çıkma şansı olanların görevliler tarafından geri yollanmaları ve beyaz madencilerin eşlerinin Bantu dullarından daha fazla tazminat almaları nedeniyle büyük tartışma yarattı.
ABD XIX. yüzyılda Amerika’da onlarca insanın canına mal olan maden faciaları yaşanıyor. XX yüzyılın en korkunç faciası West Virginia’daki Monongah medeninde 6 Aralık 1907’de meydana geldi. Havalandırma sisteminin yok olduğu, tavanı destekleyen kalasların çöktüğü kazanın elektrik kıvılcımından kaynaklandığı düşünülüyor. Resmî ölü sayısı 362 ama çoğu İtalyan göçmen işçilerden oluşan ve çocukların da bulunduğu madencilerin can kaybının 500’ü bulduğu 1990’ların sonundaki araştırmalarla ortaya konuldu.

1910’da kazaları soruşturmak, sanayiye tavsiyelerde bulunmak, üretim ve güvenlik araştırmaları ile eğitim faaliyetleri için Amerikan Madenler Ofisi oluşturulurken, 1950’lerden itibaren can kayıpları yılda 90’lı rakamlara düşüyor. Federal güvenlik yasası 1969’da çıkartılıyor. Çoğu Kentucky ve West Virginia’da bazı kazalar var. En büyüğü Upper Big Branch madeninde 29 kişinin canını alan patlama. Bu 20 yıldaki en büyük kaza. Sebebi yüksek düzeyde metan gazı ortaya çıkmasına yol açan prosedür ihlâlleri ve kaçış rotası yaratılmamış olması. 2011 itibariyle yılda madenlerde ölüm sayısı 21’e düşmüş durumda.

ÇİN Dünyadaki madenlerin yüzde 80’i bu ülkede ancak dünyada çıkartılan kömürün sadece yüzde 35’ini üretiyor. 20. yüzyıl tarihi kazalarla dolu. En fecisi 26 Nisan 1942’de Japon işgali altındaki Liaoning eyaletindeki Benxihu faciası. Bu dünya tarihinin de en feci maden kazası. Çin-Japon ortaklığındaki madende çıkan yangın sonrası çoğu köle işçi 1549 insanın ölümüyle sonuçlanıyor. Cesetleri toplu mezarlara gömülüyorlar. XX. yüzyılda yine dikkate değer bir kaza 9 Mayıs 1960’da Datong’da 683 kişinin öldüğü olay.

XXI. yüzyılda binlerin üzerinde can kaybıyla sonuçlanan kazalar yaşanıyor. 2005’te Sunjiawan faciasında en az 210 madencinin ölümünün ardından Devlet Konseyi iş güvenliği için 360 milyon dolar harcanması kararı aldı. Ama uygulamada büyük sorunlar var, güvenlik ruhsatı olmayan madenlerden geçilmiyor. Çin hükümetinin 2014 yılı başında 2013 için verdiği kayıp rakamı 1049. 2012’deki rakamın yüzde 24 oranında azalmış olsa da sorunlar bitmiyor.

 

Bu arada 30 yılda Polonya’daki maden kazalarında ölenlerin sayısı 157 ve 40 yıldan beri Almanya’da hayatını kaybeden sadece 3 madenci bulunurken, Türkiye’de ise bu rakam 3 bini geçiyor.[26]

 

ALMAN MADENCİ TÜRKİYELİ MADENCİ
MAAŞ Ülkedeki madencilerin aylık maaşları 2 bin Euro ila 4 bin Euro (6 bin 12 bin TL) arasında değişiyor. Sendikalı olan mandecilerin aylık maaşları 1300 TL’den başlıyor. En yüksek maaş ise 2250 TL.
KASK Fiber-glass malzemeden yapılan kaskların içinde yer alan koruma kafesi güvenliği en üst seviyeye çıkarıyor. Ayrıca hafif olan bu kaskların içinde yanmaz bir kaplama kullanılıyor. Birçok maden ocağında kullanılan kasklar plastik malzemeden yapılıyor. İçinde hiçbir koruma bulunmayan bu kaskların güvenlik seviyesi oldukça düşük.
MASKE Felaket anlarında madencilerin can simidi olan maskelerde yer alan özel filtreler, karbonmonoksiti süzüyor. Böylece madencilerin nefes alabilmesi sağlanıyor. Türkiye’deki madencilerde genellikle karbonmonoksit filtreli maske bulunmuyor.
FENER Kasklara monte edilen fenerde az enerji harcayan 5 wattlık LED teknolojisi kullanılıyor. Bu ışıklar gücünü madencilerin kemerlerindeki bataryalardan alıyor. Kasklarda yer alan ampullerde akkor teknolojisi kullanıldığı için enerji tüketimi daha fazla ve ömrü daha kısa.
TULUM Yangınlara karşı dayanıklı olarak tasarlanan tulumlar, özel bir yağlı kumaştan yapılıyor. Anti statik özelliğe de sahip olan tulumların diz ve dirsek bölgelerinde koruma tamponları bulunuyor. Kumaştan dikilen tulumların, yangına karşıla dayanıklılığı bulunmuyor. Bu yüzden madencilere ekstra bir güvenlik sağlamaktan uzak.
SAAT Madencilerin kaç metre derine indiğini gösteriyor. Bazı saatlerdeyse nabız ölçme özelliği de bulunuyor. Fiyatları 400 TL civarında. Türkiye’deki madenciler daha çok 20 TL değerindeki Casio F-91W kullanıyor. Elektronik olan modelin en büyük özelliği ışıklandırması.
KEMER Madencilerin en hayati donanımları kemerlerinde bulunuyor. Kontrol odası kemerlerin üzerinde bulunan cihazlarla madencileri takip ediyor. Türkiye’deki madencilerin kemerlerinde sadece kaskta yer alan fenerin bataryası bulunuyor. Farklı bir cihaz yer almıyor.
İLETİŞİM Madenciler kontrol odası ve diğer madencilerle iletişime geçebiliyor. Fiber altyapı sayesinde görüşmeler kesintisiz yapılabiliyor. İletişim için bir araçları bulunmuyor. Sadece amirlerde bulunan telsizler kullanılabiliyor.
BOT Madencilerin üzerindeki en pahalı giysilerden biri olan botlarda, su geçirmiyor ve kaygan zeminde maksimum tutuş sağlıyor. Bu botların ezilmeye karşı dayanıklılığı da var. Türkiye’deki madenciler genellikle bot yerine plastik çizme kullanılıyor. Her ne kadar bu çizmeler su geçirmese de ortopedik özellikte değil.
SONUÇ 40 yıl sonra sadece 2013’te 3 madenci hayatını kaybetti. 40 yıldan beri Türkiye’de 3 binden fazla madenci hayatını kaybetti.

 

Ve unutulmaması gereken çok önemli bir şey daha: “Can işlerinde her sistem cinayetine ‘kaza’ denilmesinin tek sebebi var: Aynı düzene devam arzusu,” diye ekliyor Ali Topuz…

Haksız mı? Değil elbet; “Ubi periculum, ibi est lucrum/ Nerede tehlike, orada kâr” saptamasındaki üzere!

VE MADEN -SOMA- İŞÇİLERİNİN HÂLİ

“Soma’daki maden işçileri çalışma koşullarından dertli. Kötü muameleye maruz kaldıklarını söyleyen işçiler ‘Çok ciddi baskı görüyorduk. Hakaret ediyorlardı. Saatlerce çalışıyorduk’ diyorlar”ken;[27] ekliyordu Soma’da eşini kaybeden Selda Sümer: “Eşimi ve arkadaşlarını ‘Aman sus işinden olursun’ diye ölüme gönderdiler. Şimdi de bize sus diyorlar…”[28]

Yine Soma’daki bir maden işçisi de, “Madene tekrar inecek misin?” sorusunu, “Kredi kartı borcum var ve inmek zorundayım” diye yanıtlıyordu…[29]

Ayrıca 301 işçinin yaşamını yitirdiği Eynez Ocağı’nı işleten Soma Kömürleri AŞ 2 bin 850 işçiyi işten atarken, işçilerin ihbar ve kıdem tazminatları da tehlikeye girerken;[30] 25 yıl maden mühendisliği yapan ve kısa süre önce Türkiye Taşkömürü Kurumu Kozlu ocaklarından emekli olan Şükran Kırameroğlu, ilgisizlikten şikâyet edip, “Hepsi ailesinden birini kaybetmiş… İşçiler ölüyor fakat geride kalan aileleri ne yapıyor, nasıl tutunuyor. Bu yönde çalışmalarımız da var. İş kazasında ölüyor, cenaze törenleri yapılıyor. Bittikten sonra herkes sorunlarıyla baş başa kalıyor,”[31] diye ekliyordu.

Özetin özeti: Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Maden Mühendisleri Odası’nın 2010 yılında hazırlattığı 152 sayfalık ‘Madenlerde Yaşanan İş Kazaları Raporu’, yeraltında yaşanan ölümlerin göz göre göre geldiğini, tüm acil önlem uyarılarının gereği yapılmayarak kazalara davetiye çıkarıldığını, işçilerin hayatının pamuk ipliğine bağlı olduğunu ortaya koymuştu.[32]

Bu ve benzeri verilerle somutlandığı üzere: Karl Marx’ın, “Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, acımasız ve vahşetle ve en bayağı, en rezil, en küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir,” diye tarif ettiği “kapitalist birikimin tarihsel eğilimi”ne dair saptamaları; ne yazıktır ki hâlâ maden -Soma- işçileri için geçerlidir.

Örneğin ekmeğini madenden çıkaran 50 bin civarındaki işçinin çoğunluğu 846 liralık asgari ücret alıyorken; dünya kömür rezervinin yüzde 0.2’sine sahip, linyit üretiminde 35 ülke arasında 4. sırada, taşkömürü üretiminde 50 ülke arasında 44. sırada yer alan Türkiye, maden kazalarında birinci sıradadır!

ILO’ya göre dünya maden kazalarında sabıkalı ilk üç ülke sırasıyla; Türkiye, G. Kore ve Çin iken; maden kazaları ölümleri, maden üretiminde dünya birincisi olan Çin’in 5.7 katı, ABD’nin 361 katıdır!

2011 ILO verilerine göre, Türkiye maden kazalarında 100 bin kişide 133 ölümle dünyada birinci sıradadır!

2004’te taşeronlaşmanın önünün açılmasıyla birlikte madenlerdeki ölümlerin artması dikkat çekiyor. 2002’de 17, 2003’te 22 kişi maden kazalarında yaşamını yitirdi. Ölüm sayısı 2004’te 68, 2005’te 121, 2006’da 79, 2007’de 76, 2008’de 66, 2009’da 92, 2010’da 105, 2011’de 77, 2012’de 61, 2013’te 95 oldu![33]

Durum sadece iş cinayetleriyle sınırlı değil: Türkiye’de kömür ve linyit çıkartılan toplam 700’den fazla maden işletmesi var. Bu madenlerde 190 binden fazla işçi çalışıyor, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara göre bu işçilerden 42 bini sigortasız. 190 bin işçiden sadece 38 bin 492’si sendikalı![34]

 

MADENCİLİK İSTİHDAMI (bin kişi)[35]
2005 99
2006 102
2007 103
2008 106
2009 98
2010 108
2011 113
2012 115
2013 120
2014 126
Madenciliğin sanayi istihdamı içindeki payı yüzde 2.35
Maden şirketlerinden İşkur’dan istenilen işçi sayısı 3.939
Maden şirketlerine 1 yılda yerleştirilen işçi sayısı 2.212
2013’te İşkur’a başvuran işsiz madenci sayısı 4.256
İşkur’da kayıtlı 15-19 yaşındaki işsiz madenci sayısı 247
İşsiz madencilerin ilkokul mezunu olanlarının sayısı 3.278

 

Bu tabloda Soma felaketine bakınca, karşımıza iki “aktör” çıkıyor: Şirket ve AKP hükümeti/ devleti![36]

Şirket, baş döndürücü bir hızla yükselerek, kısa sürede devletin dış borcunun 500 milyon dolarını ben kapatayım diyecek konuma gelmiş.

“Bu nasıl oldu” sorusunun iki ayağı var. Biri, şirketin kömürün ton maliyetini 140 dolardan 23 dolara indirmesine olanak veren, “mucize” yöntemleri. Maliyeti 140 dolardan 120 dolara indirmiş olsa bile bu bir başarı sayılabilirdi. Gerçek yaşamda mucize olmadığından 23 dolar düzeyi, vahşi kapitalizmin felakete zemin hazırlayan müstehcen bir örneği olarak çıkıyor karşımıza. Şirketin taşeron çalıştırması, 16 yaşındaki çocukları madene sokması, denetimcileri satın almış olması, ürünlerinin önemli bir kısmını devlete satıyor olması da bu hızlı yükselişe katkı yapan etkenler arasında sayılabiliyor.

Bu noktada ikinci “aktör”e gelebiliriz. Söz konusu şirketin sahibinin AKP üyesi olduğu söyleniyor. Bu şirketin genel müdürünün eşi de bölgenin AKP belediye meclisi üyesiymiş. Madende yalnızca AKP referansıyla gelen işçileri çalıştırıyor, bu işçileri zorla AKP mitinglerine gönderiyormuş. Gazeteler, AKP’li olmayan işçilerin işten çıkarıldığını aktarıyorlar. Bazı madenciler “AKP’ye, korkudan oy verdik” diyorlarmış.

Bu yakınlık, AKP milletvekillerinin tavırlarına da doğrudan, üstelik felaketin önlenme olasılığını zayıflatacak biçimde, yansımış. CHP inisiyatifiyle muhalefet partileri 2013’ün ekim ayında Soma madenindeki güvenlik risklerinin, kaza olasılıklarının soruşturulmasına ilişkin bir önerge vermişler. O sıralarda Enerji Bakanı, ramazan münasebetiyle bu şirketi ziyaret etmiş, güvenlik önlemlerini övmüş. Muhalefetin önergesi, Soma felaketinden yalnızca 10 gün önce, AKP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiş. Böylece bu felaketi önleyebilme fırsatı da kaçırılmış.

AKP ile şirket arasındaki bağlar o kadar güçlü ki, Başbakan, bu önerge ile ilgili olarak, Soma ile alâkâsı yoktu diyerek yanlış bilgi vermeyi göze alabiliyor. Şirket temsilcileri gazetecilere, önce bakanlarla toplantı yapacağız ondan sonra konuşuruz, diyebiliyorlar. Medyada, soruşturmaya, AKP yanlısı bir savcının atandığı iddiaları yer alıyor.

“Kısacası Türkiye medyası, izleyenlere mükemmel bir vahşi ahbap çavuş kapitalizmi resmi sunuyor,” Ergin Yıldızoğlu’nun deyişiyle…

Ki bu da, “Taşeron sistemi, korku imparatorluğunun ekonomi modelidir… Birbirini besler. Ne kadar korku, o kadar taşeron, ne kadar taşeron, o kadar korku’dur,” biçiminde formüle ediliyordu Yılmaz Özdil tarafından…

NE (Mİ)OLDU?!

“Ne oldu” sorusuna -şaşırtıcı biçimde!- Ergün Yıldırım, “Soma’ya gömülen Türk kapitalizmidir”;[37] Cemil Ertem, “Soma faciası Türkiye’nin karanlık yanını anlatıyor”;[38] Eyüp Can, “Soma’da 301 madencinin hayatı üzerine bir kâbus gibi çöken; sadece bir maden değil, ‘merhametsiz büyüme’ üzerine kurulu yalan düzen!”[39] yanıtını verirlerken; ‘Sabah’ kaleşörlerinden Mahmut Övür, “Başına gelmedikçe, ateş kendi ocağına düşmedikçe, ülkemizde her gün 5 ila 8 işçinin hayatını kaybettiği gerçeğinin maalesef farkında olmuyor insan”;[40] Rasim Ozan Kütahyalı,[41] “Vicdan, hakkaniyet ve merhamet… Toplum olarak bu üç değere çok ihtiyacımız var”;[42] Şeref Oğuz, “Vicdansız üretim derken, madende ölen kardeşlerimizi hayatta ve güvende tutacak adımların atılmamasını kastediyorum,”[43] notunu düşmeden edemiyorlardı!

Özetle Soma’daki 301 işçinin ölümüne yol açan faciaya ilişkin olarak yüksek mühendisi Tuğrul Erkin, “İnsan canı pahasına kâr gerçeği”nin altını çiziyor”ken; karşı-devrimcilerin dahi sırtını dönemediği gerçek şunları ortaya koyuyordu:

  1. i) “12 yıllık iktidarın ardından yüzlerce işçinin öldüğü bir kaza meydana geliyorsa, belli ki fıtratında vahşi kapitalizm varmış. Soma katliamı Türkiye ekonomisine bakışta bir kırılma noktasıdır; bir kırılma noktası yaratmalıdır. Ekonomi, beşeri bilim olarak sınıflandırılır. Öznesi insandır. Yüzlerce insanın öldüğü bir ülkede, ekonomiye ilişkin söylenebilecek gayrı her şey lafı güzaftır. Lafı güzaf olması gerekir… İşçi ölümleri vahşi kapitalizmin fıtratında var. Ama insanın fıtratında vahşi kapitalizme boyun eğme yok…”[44]
  2. ii) “Soma faciasının üç sorumlusu var: Maden sahibi Soma Holding, çalışma koşullarını ve madencilik faaliyetlerini düzenleyen ve kontrol eden AKP hükümeti ve Türk-İş’e bağlı Türkiye Maden İşçileri Sendikası…”[45]

iii) “Soma faciasının üzerinden neredeyse iki ay geçti. Basına yansıyan haberler, facianın basit bir ihmaller zincirinden kaynaklanmadığını, göz göre göre cinayet işlendiğini ortaya koyuyor. Ama kurumların sorumluluğu en az tartışılan şey! Soma’yı unutmamak, gündemde tutmak önemli. Ama bunu nasıl yaptığınız da önemli. Sürekli para yardımı ve tazminat davaları üzerine konuşmak, ilgiyi parayla sınırlamak, 301 ailenin adalet arayışını da gölgeliyor…”[46]

  1. iv) Nihayet “Soma felaketi anlaşılması, açıklanması zor, kabul edilmesi olanaksız bir sarsıntıyla büyük bir toplumsal travma yarattı. Bu, felaketin yasının tutularak, tarihe terk edilebilmesi (travmanın aşılabilmesi) için, gerek doğrudan etkilenenlerin, gerekse de toplumun bilincinde anlamlandırılması, öncelikle ‘adalet’ duygusunun tatmin olması, sonra tekrarını önleyecek adımların atılmakta olduğu konusunda bir mutabakatın oluşması gerekecektir. Felaket karşısında oluşan çaresizlik, edilgenlik, değersizleştirilmişlik duygusu, doğrudan etkilenenlerin, toplumun bilincinden, simgesel sisteminden silinmelidir. Bu temizliğin, iyileştirmenin, bir anlamda ‘tedavinin’ gerçekleştirilebilmesi için, öfke, acı, haklı haksız suçlamalar serbestçe ifade edilmeli, felaketin tüm boyutları, veçheleri, ilgili neden-sonuç zinciri açıkça tartışılmalı ‘yaşanmış olan şey’ tümüyle saydamlaştırılmalıdır…”[47]

Özetle Ertuğrul Kürkçü’nün, “İşçileri öbür dünyaya gönderip kendisi dünya nimetlerinden faydalanıyor. ‘Bu işin fıtratında var’ ifadesi, Başbakan Erdoğan’ın siciline işlenmiştir. Kendileri için 2023 modelini, geleceğin parlak sayfalarını layık görenler, işçiler için 1860’ların yaşama ve çalışma koşullarını layık gördüler. ‘1860’larda İngiltere’de maden facialarında ölünüyordu siz de 2014’de ölüyorsunuz, layığınız budur’ dediler. Hayır, işçiler buna layık değil. Maden işçiliğinin fıtratında bu yoktur. Bu, sermaye sahipliğinin ve devletin fıtratında vardır. O fıtratı da değiştirmek de bizim boynumuza borçtur,” diye haykırdığı tabloda; “Madenlerde kazalar olur. Kaderde var” diyenlerin yalan söylediğini bilelim. Çizmelerini çıkarmayı aklından geçiren o temiz ruhları çürüten bu sisteme karşı bir Émile Zola hikâyesine, bir “Germinal”e ihtiyacımız var. Bilelim. Unutmayalım!

GERMİNAL’İN MONTSOU’SUNDAN SOMA’YA

Pablo Neruda’nın, “Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi/ muhteşem bir mutluluğun kapısına,” notunu düştüğü madencilerin mücadele tarihinde[48] önemli bir yeri olan “Germinal” sözcüğü, Fransızcada “tohum, ürün, bereket” anlamına gelirken, Émile Zola bu sözcüğü işçi sınıfının pratik faaliyetini özetlemek için kullanmıştı.

Fransa’da yeni yeni gelişmeye başlayan endüstrileşme sürecinde büyük yoksul yığınlar oluşturan işçi sınıfı siyasi mücadelesi içinde “Germinal” sözcüğünü -romanı ve yazarıyla birlikte- heyecanla benimsedi. Öyle ki Zola’nın 1902 yılındaki cenazesinde kitleler “Germinal, Germinal” sloganlarını haykıracaklardı. Anatole France’ın sözleri sokakta doğrulanıyordu; “Germinal insanlığın bilincinde büyük bir sıçramaydı”.

Émile Zola romanları yaşadığı çağın egemen ideolojisine, ahlâkına ve toplumsal hayatına karşı radikal bir saldırıdır…

Hikâyesine gelince: 1860’lı yıllarda Genç bir adamın -Etienne’in- bir maden kasabasına gelmesiyle başlar… Fransa halkı basiretsiz ve çapsız diktatör III. Napoleon iktidarının yol açtığı ekonomik krizle boğuşuyor. İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, enflasyon… İnsanlar birkaç kuruş uğruna madene inmeye razı hâle gelmiş. Asıl işi makinistlik olan Etienne de madencilerin arasına ve yaşamına katılacaktır. İşte bu noktada bir roman kahramanı daha çıkar ortaya; maden ocağı…

Sürüp giden bu adaletsiz ve vahşi düzenin çarkına çomağı kentten gelen anarşist işçi Etienne sokacaktır. Şehvetle konuşur Etienne; haktan, sömürüden, daha iyi bir düzenden söz eder, grev çağrısı yapar. Şiddet yanlısı düşünceleri başlangıçta benimsenmese bile, grev başladığında işçiler örgütlü bir güç olmanın zorunluluğunun farkına varacaklardır. Elbette sermayenin ve iktidarın güçleri karşısında kazanmak kolay değil. Ne var ki korku perdesi yırtılmış, daha güzel bir gelecek umudunun isyanda olduğu anlaşılmıştır. Hikâyenin sonunda Etienne’i geldiği yoldan geri dönerken izleriz. Aklı madenlerde bıraktığı arkadaşlarında kalmıştır:

“Şimdi, ayaklarının altında, derinden gelen vuruşlar, kazmaların o dikbaşlı vuruşları devam ediyordu. Arkadaşlar hep oradaydılar, attığı her adımda, onların kendisini izlediklerini biliyordu. Şu pancar tarlasının altında, iki büklüm, vantilatörün uğultusuyla birlikte, soluğu bu kadar kısık çıkan, Maheude değil miydi? Solda, sağda, daha ileride, buğdayların, akdikenlerin, fidanların altında, daha başkalarını da tanır gibi oluyordu. Geniş göğün ortasında, nisan güneşi bütün parlaklığıyla ışıldıyor, döl veren toprağı ısıtıyordu. Bu besleyici göğüsten hayat fışkırıyor, tomurcuklar, yeşil yapraklar hâlinde patlıyor, tarlalar, otların iteklemesiyle ürperiyordu. Her tarafta, tohumlar, bir sıcak ve aydınlık gereksinimiyle hareketlenerek şişiyor, uzuyor, ovayı çatlatıyordu. Taşkın bir özsu, fısıltılı seslerle akıyor, tohumların çıtırtısı, kocaman öpücükler gibi yayılıyordu. Arkadaşlar, yine vuruyorlar, yine vuruyorlar, sanki yüzeye yaklaşmışlar gibi, giderek daha belirgin, kazmalarıyla vuruyorlardı.

Güneşin alevli ışıkları altında, bu serpilme sabahında kırlar, işte, bu uğultuyla gebe kalmıştı. Saban izlerinde yavaş yavaş süren, gelecek yüzyılın hasatları için büyüyen ve filizlenmesi yakında toprağı yaracak olan, öç peşinde, kara bir ordu hâlinde, insanlar yetişiyordu.”[49]

Evet Émile Zola’nın kömür madencilerinin dramatik hayatını anlattığı Germinal’in Montsou ve Soma… Değişen ne? “Hiç”!

Evet, evet Zola’nın gerçek yaşam öykülerinden oluşan romanının geçtiği Montsou ve Soma’daki maden işçilerinin “kaderi” aynı hemen hemen!

Pekiyi ya dönem? Tarihler? ‘Germinal’de anlatılanların yaşandığı dönem 1860’ların sonu. Romanın yazıldığı tarih 1885… Soma’nın tarihi ise, 2014!

SOMA’DAN ERMENEK’E VE “DAVASI”NA

Evet, Soma -maden- işçilerine 2014 yılında 1885’i yaşa(tılı)rken; bu durum Soma’yla sınırlı değildi; Ermenek’teki üzere!

Soma’nın akabinde devreye giren Karaman’ın Ermenek ilçesindeki kömür ocağında meydana gelen su baskını sonrası 18 işçi öldürülürken; konuyla ilgili bilirkişi raporu, çalışanların bir kamu-özel ortak cinayetine kurban gittiğini ortaya koydu.

Raporda, Ermenek Cenne Linyit İşletmeleri Yönetim Kurulu Başkanı ve Mesul Müdürü Abdullah Özbey, Has Şekerler Madencilik Şirketi’nin sahibi ve Mesul Müdürü Saffet Uyar ile Maden İşleri Genel Müdürlüğü (MİGEM) denetmenler nezdinde “aslî kusurlu” görüldü.[50]

Ayrıca Ermenek’teki kurtarma çalışmalarının organize olmadığını belirterek, “Suyun tamamen çekilmesi 15-20 günden önce mümkün değil. O bittikten sonra mil temizlenecek, işçilere ancak ondan sonra ulaşılabilecek. Bedenlere ulaşmak ayları bulabilir,” diyen CHP Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu geldiğinde saat 10.00’dan 18.00’e kadar alanı binlerce polisle birlikte işgal ettiklerini belirterek ekledi:

“Adeta tören alanı yarattılar… Onlar gelmesiyle, çamur olan yollar ve orta meydan kum dökülerek, basılabilir hâle getirildi, Polis araçlarının dışında 200 civarında makam aracı vardı. O saatler içinde çalışma yapılamadı”![51]

Bu kadar da değil; Karaman’ın Ermenek İlçesi’nde 28 Ekim 2014 günü, yaşamını yitiren 18 madencinin ailesine verilecek evlerin tapuları dağıtıldı. Törene katılan Enerji ve Tabii Kaynaklara Bakanı Taner Yıldız ile Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan, konuşmak için kürsüye çıktıklarında partililer tarafından slogan atılması ve alkışlanması üzerine, ölen madencilerin eşleri tepki gösterdi.

Aslı sorulursa “Utançla ve ölümle gurur duyulan bir ülke olduk. Bir yanda ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ diye canhıraş bağıranlar. Kürsüde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız. Yer: Ermenek. 28 Ekim 2014’te 18 madencinin iş cinayetine kurban gittiği, ölen madencilerin 38 gün sonra yeraltından çıkarılabildiği Ermenek. Ölen madencilerin acılı ailelerine ‘bahşedilen’ evlerin tapu dağıtım töreni yapılıyor. Evleri Türkiye Odalar Borsalar Birliği (TOBB) hediye etmiş. Mensuplarının bulaştığı cinayetlerden dolayı sermayenin tepe örgütü günah çıkarıyor olmalı…

Madenlerde yaşanan iş cinayetlerinde birinci derece sorumluluğu olan Bakan Taner Yıldız konuşurken ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ diye slogan atan ve alkış tutanların izansız ve hoyrat tavrı bardağı taşırdı. Ölen madencilerin eşleri ‘Neyle gurur duyuyorsunuz? Bizim acımız var. Canlarımız gitti. Bizim ne çektiğimizi biliyor musunuz? Ne demek gurur duyuyorsunuz’ diye bağırarak bu insafsız kalabalığı susturdu.”[52]

Ermenek’te ne olduysa; şu an Soma davasında da olan o; yani “Soma’da üç maymun oyunu”[53] sahneleniyor!

Örneğin Soma Cumhuriyet Başsavcılığı’nca alınan ifadelerden korkunç bir tablo çıktı: Şirkette iş güvenlik bölümünde çalışan ve gaz ölçümünden sorumlu olan şüpheli Refik Bostancı’nın aslında maden mühendisi olduğu ve iş güvenliği eğitimi almadığı anlaşılıp, “İş güvenliği sorumlusuyum ama bu konuda eğitimim yok… Patlatma mühendisi unvanını bana şirket verdi…” derken;[54] Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan, aylık geliri sorulduğunda, “Şu anda yok” yanıtını verip, “En çok babamla ben mağdur olduk. Tutuklanırsam hayatta kalan işçiler işsiz kalır. Çok emek verdik, çok özendik, 6500 kişiye ekmek veriyoruz. Provokatörler var diye kazadan sonra Soma’ya gelemedim,”[55] diyebiliyor!

Ayrıca 45 sanıklı dava devam ederken; avukatların duruşmaların kapalı yapılması ya da başka bir ile alınması talebine madenci yakınları tepki gösterip, “Annelerin eşlerin hıçkırıklarından, yakarışlarından rahatsız oluyorlar,” dese de…

Soma iş cinayeti yargılamasında şirket patronları ve üst düzey yöneticiler, suçu alt kademeye yıkmaya çalışırken, “ara elemanların” ifadeleriyle “katliamın hiyerarşisi” ortaya çıksa da…

Soma Kömürleri AŞ mühendisleri, verdikleri ifadelerde şirketteki sorumluluğun “ortak” olduğunu vurgulanırken; davanın 21 Nisan 2015 tarihli duruşmasında ifade veren sanıklar, madende hiç acil durum tatbikatı yapılmadığını ve gaz maskelerinin çalıştıkları dönem boyunca yalnızca 1 kez kontrol edildiğini itiraf etse de!

Katiller utanmaz yalanlara sığınıyorlar!

Mesela davanın altıncı oturumda, İşletme Müdürü Akın Çelik’in avukatı Yusuf Koçyiğit savunmasında, olayını sabotaj olma ihtimalinin bulunduğunu ileri sürdü.

Gizlilik içerisinde sürdürülmesi gereken soruşturmanın medyaya sızdırıldığını, aşırı ceza talebinin de medya baskısıyla oluştuğunu söyleyen Yusuf Koçyiğit, “Kötü niyetli kişilerin kötü niyetli yönlendirmeleriyle iddianame hazırlandı. Meslek odaları, olayın başında ellerinde ciddi bir veri yokken raporlar hazırladı. Ayrıca tanık beyanları, olayın oluş nedeniyle ilgili bir bilgi vermediği gibi ifadeler arasında zıtlıklar olduğu da ortada” dedi.

Olayın yaşanmasından hemen önce “Diren Soma” isimli sitenin kurulmasının manidar olduğunu iddia eden Koçyiğit, “Olayın ardından marjinal gruplar Soma’da ve birçok yerde eylemlerde bulundular. Eylemlerinin merkezine Soma’yı koydular. Olayın olduğu yer, ocağa en fazla zararın verileceği yer. Ayrıca ifadelerde olan beyaz duman petrol ve türevlerinin yanmasıyla ortaya çıkacak dumandır. Bu da sabotaj ihtimalinin kanıtları arasındadır,”[56] diyebildiler…

Evet, evet Soma faciasının ilk duruşmasında salona alınmak istenmeyen madenci Erdoğan Köse’nin kızı Nermin Köse, gözyaşlarını tutamayarak, “Devlet halkın tarafında olması gerekirken onları koruyor. Ben babamın duruşmasına bile giremiyorum. Benim babam madende katledildi. Bu ülkede adalet yok,”[57] diye haykırırken; Somalılar, gerçek sorumluların da yargıç önüne çıkarılmasını istiyor.

Hayatta kalan madenciler, arkadaşlarını yerin altında, kendilerini de işsiz bırakan facianın hesabının gerektiği gibi sorulacağından umutsuz. İddianamenin yetersiz olduğunu savunan madenciler, “Asıl suçlular hükümet, bakanlıklar ve burayı denetlemeye gelen müfettişler. Ancak onlar iddianamede yok” diyor.

Soma faciasından kurtulan madencilerden Sefa Köken, şimdi hem tazminat alacaklarının ödenmesi için hem de işsizlikle mücadele ediyor. “İş cinayetinde bedel ödeyen bir işçi olarak asıl suçluların cezalandırılmasını istiyorum” diyen Köken, “Ancak bunun kolay olmayacağının farkındayım,” diye konuştu.[58]

NİHAYET

Dediklerimizi toparlarsak: “Soma katliamıyla ilgili olarak her zaman yapılan yapılıyor ve yapılacaktır. Ve öncekiler gibi unutulup gidecektir. Oysa unutulmaması, unutturulmaması gerekiyor. Onun için de eskisi gibi yapmamak, işin gereği ne ise onu yapmak gerekiyor ve aslında ne yapılması gerektiği de bir sır değil: Daha geç olmadan insanlığı kapitalizm belasından kurtarmak için ayağa kalkmak. Bu yönde tutarlı bir mücadele yürütmek, gezegeni korumak, gezegende canlı yaşamı güvence altına almak, velhasıl “başka bir dünya” kurmak…”[59]

Siz bakmayın, “Üzüntümü dile getirmek yerine Soma acısının üzerine çullanan siyaset vampirlerinden, sosyal medyaya hâkim olan çirkinlikten duyduğum mide bulantımı paylaşmak istiyorum,”[60] diyen sahibinin sesi Haşmet Babaoğlu’na…

Ya da Halime Kökçe’nin, “Soma’yı Gezi mi sandınız?”;[61] Okay Gönensin’in, “Soma’dan Gezi çıkmaz,”[62] demogojisine…

Manipülatif demogojilerle veya “Kader diyerek aptallığımızı örtmeyin!”[63] Buna kalkışmayın artık!

Çözüm işçilerin dik durmasında, mücadele tarihlerini[64] anımsamasında ve Roboskîli anaların dayanışmasındaydı…

Kolay mı? Ruşen Çakır’ın, “Soma faciası duyulur duyulmaz, bazı kişiler, buradan Gezi’deki gibi bir hareketin çıkarılmak istenebileceği endişesine kapıldılar. Hatta işi daha ileri götürüp bu facianın bu amaca yönelik bir sabotaj olabileceği spekülasyonu bile yaptılar,” notunu düştüğü ortamda Roboskîli anneler, Soma’ya gidip faciada ölen madenci annelerinin acısını paylaşırken Veli Encü ekliyordu:

“Acılar paylaştıkça azalır. Biz bu amaçla buradayız. Şu gerçeği paylaşmak zorundayız, Roboskî ve Soma’da acı aynı olduğu kadar acıtanlar da aynıdır. Roboskî’de bilerek planlı bir şekilde katledilen yakınlarımız için ‘kaza’, Soma’da ihmalkârlıkla ölüme terk edilen madenci kardeşlerimizin ölümlerine ‘kader’, ‘bu işin fıtratında var’, diyorlar bu acılardan ve ölümlerden hâlâ ders almadıklarının ifadesidir…”

Roboskî’nin anaları, aslına bakılırsa bize yapılması gerekenin ne olduğunu gösteriyor: Ezilenlerin-sömürülenlerin, ezenlere-sömürücülere yani sistemin “efendileri”ne karşı dayanışması, birliği ve uzlaşmaz mücadelesi…

27 Nisan 2015 13:23:47, Ankara.

N O T L A R

[*] Kaldıraç, No:167, Mayıs 2015…

[1] “Hakikât herkese ulaşır.”

[2] Zeynep Oral, “Ölmek, Sudan Ucuz…”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 2014, s.14.

[3] Hasan Pulur, “Facianın Destanı!”, Milliyet, 16 Mayıs 2014, s.3.

[4] Abdullah İnal, Abdullah Özdemir, Abdullah Sivri, Abdülmüttalip Akay, Adem Abokan, Adem Çetiner, Adem Varol, Ahmet Akbulut, Ahmet Akdemir, Ahmet Ali Aslan, Ahmet Avcu, Ahmet Bal, Ahmet Çelik, Ahmet Erol, Ahmet Gülcü, Ahmet Güven, Ahmet Kaya, Ahmet Soluk, Ahmet Şen, Ahmet Varal, Akif Doruk, Ali Bıçak, Ali Çıfıtcı, Ali Gül, Ali Kavas, Ali Şahin, Ali Yanar, Arif Demir, Aşkın Koyun, Aydın Özgün, Ayhan Avcı, Bayram Ali Dağlı, Bayram Bayındır, Bayram Erol, Bayram İndirik, Bayram Parça, Beytullah Çakır, Bilal Ay, Bilal Bilgi, Bilal Malkoç, Burak Karayel, Celal Sevinç, Cemal Kaya, Cemal Yıldız, Cemil Taşdemir, Cengiz Çantal, Cengiz Kargı, Cengiz Şimşek, Davut Ağız, Davut Çeçen, Davut Duran, Davut Köse, Doğan Yıldırım, Dursun Demircan, Emin Esen, Emin Kurt, Emin Mazı, Emrah Çakır, Emrullah Armut, Engin Yıldırım, Ercan Cezeli, Erdal Demirel, Erdoğan Köse, Erdoğan Merdim, Erdoğan Sevben, Ergun Koyakkaya, Ergün Akkuş, Ergün Sidal, Erkan Altuntaş, Erkan Doğdu, Erol Işık, Erol Uysal, Ersan Çetin, Ersin Keçeli, Evren Sarı, Faruk Karahan, Fatih Köse, Fedai Bozdağ, Ferhat Avkaş, Ferhat Canbaz, Ferhat İren, Ferhat Tokgöz, Feridun Çelik, Gafur Şen, Gazi Osman Sümer, Gökhan Yılmaz, Göknur Kocagedik, Güngör Kayrak, Hakan Taşdemir, Hakkı Doğan Sal, Halil Ergöz, Halil İbrahim Doğan, Halil İbrahim Hamurcı, Halil, Halil Şevik, Harun Keskin, Hasan Akkaş, Hayri Türker, Hayrullay Baygül, Himmet Araçlı, Hüseyin Avkaş, Hüseyin Dalbudak, Hüseyin Demir, Hüseyin Kılınç, Hüseyin Top, İbrahim Biçer, İbrahim Çırak, İbrahim Duman, İbrahim Gezer, İbrahim Gökçe, İbrahim Kutbey, İbrahim Salgın, İbrahim Sungur, İdris Arslan, İdris Duran, İlkay Yıldırım, İlyas Özkan, İlyas Yıldırım, İsa Çalış, İsa Sadan, İsa Sevben, İsa Aldemir, İsmail Aslan, İsmail Aslan, İsmail Canbal, İsmail Çata, İsmail Değirmen, İsmail Gezer, İsmail Gürpınar, İsmail Kalkan, İsmail Kutlu, İsmail Öztürk, İsmail Şengür, İsmail Tulum, İsmail Yıldırım, İsmet Yılmaz, Kader Yıldırım, Kadir Özel, Kamber Çağlar, Kâmil Çal, Kasım Softa, Kâzım Karaçoban, Kemal Çoban, Kenan Akdeniz, Kenan Aksoy, Kenan Avcı, Koray Karadağ, Mahmut Akbulut, Mehmet Akif Günaydın, Mehmet Ali Özcan, Mehmet Ateş, Mehmet Azman, Mehmet Çelik, Mehmet Emin Çardak, Mehmet Eser, Mehmet Gülşen, Mehmet Şentürk, Mehmet Yavaş, Mehmet Yetim, Mesut Memiş, Mesut Özkoç, Metin Burmalı, Metin Uslu, Mithat Özdirik, Muhammed Arslancan, Muhammed Çağan, Muhammed Girgin, Muharrem Şen, Muhsin Taş, Murat Gezgin, Murat Gümüş, Murat Kandemir, Musa Kara, Musa Karaçoban, Mustafa Çalı, Mustafa Dağlı, Mustafa Fenerli, Mustafa Kaya, Mustafa Sedat Toprak, Mustafa Türkhan, Muzaffer Eren, Mücahit Yardımcı, Nihat Kayrak, Niyazi Bayram, Niyazi İzmir, Niyazi Kurban, Numan Kandemir, Nuran Yankın, Nurettin Kara, Nurettin Yıldız, Nurullah Köse, Okan Merdim, Orhan Öksüz, Osman Fındık, Osman Özgün, Osman Şam, Ömer Afacan, Ömer Elibol, Ömer Özcan, Özay Eren, Özcan Bozdağ, Özcan Öncü, Özcan Sarı, Özgül Çiftçi, Özgür Çevirgen, Özgür Şen, Ramazan Aldemir, Ramazan Çakır, Ramazan Çatar, Ramazan Doğan, Ramazan Kökçü, Ramazan Mercan, Ramazan Savaşan, Ramazan Sökmen, Ramazan Şahin, Ramazan Uçkun, Ramazan Ünal, Ramazan Yavaş, Recep Aldemir, Recep Gümcür, Recep Terzi, Recep Türk, Remzi Artar, Rıdvan Koçhan, Ruhi Dağlı, Sadettin Yılmaz, Sadık Akdağ, Sadık Çakır, Sadi Almaz, Saffet Şahin, Saim Özcan, Sait Karaca, Sami Yıldırım, Sebahattin Aydın, Sefer Hazar, Sefer Yayla, Selahattin Kayrak, Selami Tizel, Semai Aktaş, Serkan Buran, Serkan Güneş, Seyit Ali Çetin, Sezai Kılınç, Sinan Yılmaz, Suat Esen, Süleyman Akcan, Süleyman Aldemir, Süleyman Çata, Süleyman Tunahan Ulusoy, Şaban İlçi, Şahin Aydın, Şevki Değirmen, Şenay Baygül, Şerafettin Girgin, Şerif Genç, Şerif Gezgin, Şevket Saban, Şinasi Tokmak, Talip Özten, Tezcan Şentürk, Tuncay Sidal, Tuncay Şahin, Tuncer Ülhan, Turgay Yağcı, Turgut Yılmaz, Uğur Canbey, Uğur Çolak, Veysel Arkan, Yılmaz Çıfıtcı, Yahya Aybak, Yıldırım Güney, Yılmaz Erol, Yunus Yılancı, Yüksel Akcan, Yüksel Cangül, Yüksel Yaşar, Zabit Ataş, Zekeriya Kuzu, Zeki Coşkun, Zeki Gezer, Zeynel Uzar, Zühtü Yıldırım, (Refik Durbaş, “Soma’da Ölmediler Ölüme Gönderildiler”, Birgün, 22 Mayıs 2014, s.2.)

[5] “Soma’da 300’ün üzerinde işçinin ölümüne neden olan maden ocağının ruhsat sahibinin TKİ olduğu, bugüne kadar madenin sahibi olarak görünen Soma Holding’in sahibi Alp Gürkan’ın madeni özelleştirmeden aldığı ve sadece TKİ’nin taşeronu olarak ocağı işlettiği ortaya çıktı. Alp Gürkan’a maden ocağını satın alma veya kiralama zorunluluğu olmadan devretme olanağının ise 2003 yılında AKP tarafından yasalaştırılan ‘Hizmet alımı’ yöntemiyle gerçekleştirildiği belirlendi. Ortaya çıkan yeni kanıtlar, 301 kişiye mezar olan madendeki hukuki sorumluluğun taşeron işletmeci Alp Gürkan kadar Türkiye Kömür İşletmeleri ve Hükümete kadar uzanmasına neden oldu.” (“Sorumluluk Doğrudan Devletin”, Cumhuriyet, 20 Mayıs 2014, s.4.)

[6] “Soma’daki sendikanın gerçek bir sınıf bilinciyle hareket ettiğini, işçilerin haklarını korumak için çabaladığını, gerektiğinde grevler ve eylemlerle direnerek işçilerin hakkını aradığını varsayalım. O sendika yöneticilerinin başına gelmeyen şey kalmazdı. İlk darbe işverenden gelirdi. Böyle bir sendikanın o bölgede örgütlenmesini önlemek için her türlü yolu denerdi. Sendika yöneticileri, sendikaya üye olmaya kalkışanlar işlerini kaybederlerdi. Haklarını aramak için mahkemeye gitseler, bu haklarını yeniden elde edebilmeleri için yıllar geçerdi. ‘Güvenlik sağlanana kadar çalışmıyoruz’ deseler, yaptıkları eylem ‘yasadışı grev’ ilan edilir, madene inmeyi reddedenler işlerinden atılırlardı. Bunu protesto etmek için gösteri yapsalar, jandarma dipçiği ile dağıtılırlardı.” (Mehmet Y. Yılmaz, “Düzen, Gerçek Sendikaya İzin Vermiyor”, Hürriyet, 23 Mayıs 2014, s.23.)

[7] Zafer Aydın, “İliştirilmiş Sendikacılık”, Radikal İki, 25 Mayıs 2014, s.5.

[8] İsmail Saymaz, “Soma Faciası 5 Ay Boyunca Geliyorum Dedi”, Radikal, 20 Haziran 2014, s.6-7.

[9] İsmail Saymaz, “Soma’da Yasaklı Dizel Kepçe Kullanılıyormuş”, Radikal, 16 Haziran 2014, s.10-11.

[10] Fatih Yağmur, “1993 Model Çin Maskesi Varmış!”, Radikal, 22 Mayıs 2014, s.15.

[11] Türkiye, ILO 176 numaralı “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”ni imzalamadı. Lübnan’dan, Zimbabve’ye 28 ülkenin imzaladığı sözleşmeyi, Türkiye’nin neden imzalamadığı merak konusuyken; bakın o sözleşmede ILO neler getiriyor?

  1. i) Yerin altındaki tüm kişilerin isimlerinin ve muhtemel konumlarının her zaman (yani gün boyunca) doğru şekilde bilinmesi için bir sistem kurulmalı; ii) Güvenli ve sağlıklı çalışma ortamı koşullarının sağlanması açısından, madenin gerekli elektrik, mekanik ve iletişim sistemini de kapsayan diğer ekipmanlarla inşa edilmesini sağlamalı; iii) Madenin, işçilerin tayin edilen işleri kendileri ile başkalarının güvenlik ve sağlıklarını tehlikeye atmayacak şekilde gerçekleştirmesine olanak sağlayacak şekilde düzenlenmesi ve çalışmasını sağlamalı; iv) Uygulanabilir durumlarda, yeraltındaki iş yerlerinin tümünden iki çıkış sağlanmalı, bu çıkışlar yüzeye ayrı ayrı çıkış noktalarından bağlanmalı; v) İşçilerin maruz kalabileceği çeşitli tehlikelerin tespit edilebilmesi ve maruz kalınıyorsa bunun seviyesinin belirlenmesi için çalışma ortamının izlenme, değerlendirilme ve düzenli teftişi sağlanmalı; vi) Erişim izni verilen tüm yer altı çalışma mekânlarının yeterli havalandırması sağlanmalı; vii) Bir maden işletmesinin doğasına uygun şekilde, yangınların başlaması ve yayılması ile patlamaları önleyecek, tespit ve mücadele edecek tedbir ve önlemler alınmalı; viii) Bir yerde, işçi güvenliği ve sağlığına ciddi tehdit olması durumunda, operasyonların durdurulması ve işçilerin güvenli bir noktaya tahliye edilmesi garantiye alınmalı; ix) İşveren, her madende ayrı ayrı öngörülebilen tüm endüstriyel ve doğal afetler için acil müdahale planı hazırlamalı; x) İşçilere, hem verilen iş, hem de güvenlik ve iş sağlığı konularında yeterli eğitim programları ve anlaşılabilir talimatlar sağlanmalı. Bu ücretsiz olmalı; xi) İşverenler riski kaynağında bertaraf etmek, güvenli çalışma sistemleri tasarlamak, kaza riskleriyle ilgili işçileri bilgilendirmek ve kaza olduğunda gerekli tıbbi yardıma ulaşmalarını sağlamak zorunda; xii) İşverenler sözleşmeyle kaza sonrasındaki sağlık ve kurtarma etkinliklerinin kalitesinden de sorumlu; xiii) Sözleşme, hükümetlereyse teknik kılavuzların hazırlanması, denetimlerin düzenlenmesi, denetimlere ilişkin gerekli yasal düzenlemelerin sağlaması ve kazaların etkili soruşturulması gibi yükümlülükler getiriyor. (Merve Erdil, “Neden İmzalamadık!”, Radikal, 15 Mayıs 2014, s.18-19.)

[12] 2010 yılında önce Zonguldak’taki maden faciasıyla ilgili “Bu tür kazalar bu mesleğin kaderinde var” diyen Erdoğan, “Bunun fıtratında bunlar var. Kaza olmayacak diye bir şey yok. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında, fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok. Geçmişe gidiyorum İngiltere’de 1862 yılındaki maden kazasında 203 kişi, 1866’da 361, 1894’te ise 290 kişi ölmüş. Fransa’ya geliyorum 1906 dünya tarihinin en ölümlü ikinci kazasında 1099 kişi ölmüş. Daha yakın dönemlere geleyim Japonya 1914’de 687, Çin’de 1942 yılında 1549, yne Çin’de 1960 yılında metan gazı patlaması sonucu 684 kişi ölmüş. Japonya’da 1963’te kömür tozu patlaması 458, Hindistan’da ise 375 kişi ölmüş. Amerika’da 1907’de 361 kişi ölmüştü,” diye ekledi. (Okan Konuralp, “Bu İşin Fıtratında Kaza Var”, Radikal, 15 Mayıs 2014, s.14-15.)

[13] “Soma Duyarsızlığı: Meclis Boş Kaldı”, Radikal, 22 Mayıs 2014, s.11.

[14] Emre Döker, “Liseliye Soma Soruşturması”, Cumhuriyet, 20 Mayıs 2014, s.6.

[15] İdris Emen, “Hani Taşeronluk Sistemi Yoktu?”, Radikal, 19 Mayıs 2014, s.10-11.

[16] “Kaderi TKİ ile Değişti: Kim Bu Madenci”, Radikal, 16 Mayıs 2014, s.19.

[17] “Alp Gürkan’dan Şok İtiraf Yaşam Odaları…”, Vatan, 15 Mayıs 2014, s.11.

[18] Mehveş Evin, “Müfettişler Ocağa Artiz Gibi Gelir!”, Milliyet, 15 Mayıs 2014, s.4.

[19] Şehriban Oğuz, “Eski Yönetici Hem TKİ’yi Hem Soma Holding’i Uyarmış Biz Uyardık, Dinlemediler”, Radikal, 24 Mayıs 2014, s.17.

[20] Özlem Yüzak, “Soma Faciasında Şirket Kadar Devletin Kâr Hırsı da Hesaplanmalı”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2015, s.10.

[21] “Taşeronların Belgesi”, Radikal, 29 Mayıs 2014, s.7.

[22] Abdurrahman Yıldırım, “Beceri, Yaşamı Tehlikeye Atmadan Para Kazanmakta”, Haber Türk, 15 Mayıs 2014, s.9.

[23] Sedat Ergin, “Maden Kazalarında Fıtrat Faktörü ve Bilimsel Bakış”, Hürriyet, 16 Mayıs 2014, s.20.

[24] Yalçın Yusufoğlu, “Sanık Ayağa Kalk”, 14 Mayıs 2014… http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa_yazar.php?KartNo=58355&Yazar=Yalçın+Yusufoğlu)

[25] Ceyda Karan, “Sadece İnsanlık Mucize Yaratır”, Taraf, 18 Mayıs 2014, s.12.

[26] Ahmet Can, “Farkı Siz Bulun”, Hürriyet, 17 Mayıs 2014, s.10.

[27] Damla Yur-Burcu Karakaş, “Fazla Kömür İçin Hakaret Ettiler”, Milliyet, 30 Mayıs 2014, s.17.

[28] Hakan Dirik, “Soma Mağduru Aileye Şok Tehdit!”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2014, s.7.

[29] Rahmi Öğdül, “Hava Ölüm Karası, Suratımızda Patlıyor Tokatlar”, Birgün, 22 Mayıs 2014, s.14.

[30] Mustafa Çakır, “Ölmediysen Aç Kal”, Cumhuriyet, 2 Aralık 2014, s.6.

[31] Öznur Güneş, “Hepsi Ailesinden Birini Kaybetmiş”, Milliyet, 16 Nisan 2014, s.24.

[32] Erdinç Çelikkan, “Kaçış Yolu Yok”, Hürriyet, 16 Mayıs 2014, s.2.

[33] Olcay Büyaktaş-Pelin Ünker, “846 Liralık Asgari Ücret İçin!”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 2014, s.8.

[34] Vedat Yalvaç, “Ya Ölüm Ya Açlık”, Evrensel, 4 Aralık 2014, s.6.

[35] Şebnem Turhan, “247’si 15-19 Yaşında 6 Bin 888 Madenci İş Bekliyor”, Hürriyet, 16 Mayıs 2014, s.11.

[36] Bu arada Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 15 Mayıs 2014 tarihinde işsizlik oranını Şubat 2014 itibariyle yüzde 10.2 olarak açıkladı. İşsiz sayısının 2 milyon 825 bin kişi olduğu Şubat 2014’te tarım dışı işsizlik oranının yüzde 12.1’ye yükseldi. 2014’ün Şubat döneminde tam 126 bin madenci istihdam edildi. Sanayi istihdamının yüzde 2.35’ini oluşturan madenci istihdamında iki yılda 10 binin üzerinde artış yaşandı. Türkiye İş Kurumu (İşkur) verilerine göre ise tam 6 bin 888 madenci iş bekliyor. Verilerde dikkat çeken ise 247 madencinin 15-19 yaş aralığında olması. 2013’te ise 245 çocuk İşkur’a başvurarak madenci olmak istediğini bildirdi. (Şebnem Turhan, “İşkur’da Kayıtlı 247 Çocuk Madene İnmeyi Bekliyor”, Radikal, 16 Mayıs 2014, s.19.)

[37] Ergün Yıldırım, “Soma’ya Gömülen Türk Kapitalizmidir”, Yeni Şafak, 18 Mayıs 2014, s.10.

[38] Cemil Ertem, “Soma Faciası Türkiye’nin Karanlık Yanını Anlatıyor…”, Star, 18 Mayıs 2014, s.8.

[39] Eyüp Can, “Soma’da Çöken, ‘Merhametsiz Büyüme’ Üzerine Kurulu Yalan Düzeni!”, Radikal, 20 Mayıs 2014, s.4.

[40] Mahmut Övür, “Soma Faciası Son Olmalı”, Sabah, 15 Mayıs 2014, s.25.

[41] Ancak eklemeden de edemiyor Kütahyalı: “Bu ülkede sermayeyi bollaştırmak, yabancı sermayenin önündeki engelleri kaldırmak, yatırımların önündeki bürokratik engelleri ve anlamsız yüksek vergileri kaldırmak ve devleti olabildiğince küçültmek tamamen işçi- yandaşı yoksul- yandaşı bir politikadır. Devletin küçültülmesi çalışan sınıfların emekçilerin lehine olacak bir politikadır. Devletin küçültülmesi yalnızca dünya tarihinin en sömürücü, en asalak sınıfı olan bürokrasi sınıfının aleyhine olur.” (Rasim Ozan Kütahyalı, “Soma’daki Facia ve İşçilerin Lehine Politika”, Sabah, 15 Mayıs 2014, s.26.)

[42] Rasim Ozan Kütahyalı, “Soma ve Bütün İşçiler İçin Merhamet”, Sabah, 18 Mayıs 2014, s.22.

[43] Şeref Oğuz, “Vicdansız Üretim”, Sabah, 15 Mayıs 2014, s.8.

[44] Ümit İzmen, “Batsın Böyle Ekonominiz!”, Radikal, 19 Mayıs 2014, s.19.

[45] Koray Çalışkan, “Bir Sendika, Bir Patron, Bir Bakan, Sıfır Vicdan”, Radikal, 20 Mayıs 2014, s.16.

[46] Mehveş Evin, “Soma’da Paradan Önce Adaleti Konuşalım”, Milliyet, 9 Temmuz 2014, s.9.

[47] Ergin Yıldızoğlu, “Felaketin Ertesinde”, Cumhuriyet, 21 Mayıs 2014, s.4.

[48] “Yalnızca varolan ilkeleri değiştirmek için değil, ama aynı zamanda kendi kendinizi değiştirmek, siyasal iktidarı sürdürecek yeteneğe sahip olabilmek için, onbeş, yirmi, elli yıl süren iç savaşlar ve uluslararası savaşlardan geçeceksiniz.” (Karl Marx, “Köln Komünistleri Yargılaması Üzerine Açıklamalar”.)

[49] Émile Zola, Germinal, Çev: Hamdi Varoğlu, Yordam Kitap, 2014.

[50] “Kamu-Özel Ortak Cinayeti”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2015, s.5.

[51] İklim Öngel, “Bedenlere Ulaşmak Ayları Bulabilir”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2014, s.7.

[52] Aziz Çelik, “Ölümle Gurur Duyan Hoyratlık”, Birgün, 5 Mart 2015, s.4.

[53] “Soma’da Üç Maymun Oyunu”, Gündem, 22 Nisan 2015, s.4.

[54] İsmail Saymaz, “Soma Usulü İş Güvenliği: Seni Patlatma Mühendisi Yaptık”, Radikal, 12 Haziran 2014, s.8-9.

[55] Emre Döker-Oğuz Yıldız, “Vicdansız Savunma… “Gelirim Yok, En Çok Babamla Biz Mağdur Olduk”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2015, s.12.

[56] “Soma Davasında Skandal Savunma: Sabotajmış!”, Karşı, 21 Nisan 2015… http://www.karsigazete.com.tr/gundem/soma-davasinda-skandal-savunma-sabotajmis-h37058.html

[57] Hakan Dirik-Emre Döker, “Soma’da Ailelerin İsyanı… Duruşma Ertelendi”, Cumhuriyet, 14 Nisan 2015, s.12.

[58] Hakan Dirik, “Asıl Suçlular Yargılanmıyor”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2015, s.12.

[59] Fikret Başkaya, “Bu Katliamın Faili Kim?”, 15 Mayıs 2014… http://www.ozguruniversite.org/index.php/fikret-bakaya/guenluek/1509-bu-katliamn-faili-kim-

[60] Haşmet Babaoğlu, “Çürüyorsunuz!”, Sabah, 15 Mayıs 2014, s.2.

[61] Halime Kökçe, “Soma’yı Gezi mi Sandınız?”, Star, 18 Mayıs 2014, s.14.

[62] Okay Gönensin, “Soma’dan Gezi Çıkarmak”, Vatan, 16 Mayıs 2014, s.12.

[63] Yavuz Semerci, “Kader Diyerek Aptallığımızı Örtmeyin!”, Haber Türk, 16 Mayıs 2014, s.3.

[64] “Maden emekçilerinin tarihindeki en gizemli ve en tartışmalı sayfalardan biri Molly Maguires diye anılan gizli örgütle ilgilidir. Molly Maguires, patronların acımasızlığı ve anlaşmalara uymaması nedeniyle grevler yerine doğrudan şiddeti öngören İrlandalı maden işçileri tarafından 1800’lü yılların ikinci yarısında kurulmuş, ABD’nin pek çok madenci kentinde örgütlenmiştir. Maden işçileri patronlara karşı şiddet kullanmaktan geri durmamışlar, onlar da hakkını arayan her işçiyi Mollie olmakla suçlayıp asmayı kendilerine hak saymışlardır.

1870’lerde ABD’de maden şirketleri çoğunlukla İrlanda’dan getirdikleri ucuz işçileri köle gibi çalıştırmaktadır. Örneğin Pensilvanya’daki madenlerde 5 bini çocuk 22 bin kömür işçisi günde 1 ila 3 dolara çalışmakta ve hayvanca yaşamaktadır. Ölüm ise zaten madencinin can yoldaşı gibidir ve ortalama ömür 40’ı geçmemektedir. Madencilerin dayanışması böylece gelişir: Zalimlere karşı şiddet! Tam olarak kaç eylem yaptıkları bilinmiyor ama zengin maden patronlarının çoğunun Mollie darbesi yediği, bazılarının öldürüldüğü, birçok maden ocağının havaya uçurulduğu, yiyecek depolarının soyulup aç işçi ailelerine dağıtıldığı biliniyor.

Sonunda, maden patronları işçi sınıfına saldırı için kurulmuş yarı resmi kontra örgütü Pinkerton Ajansı ile anlaşır. Ajans, James McParlan’ı örgüte ajan olarak sokar. Şirket 1 Ocak 1875 günü, grevde sendikacı Edward Coyle’u öldürür. Patronlar bu katliamlarla örgütün sahneye çıkacağını öngörürler. Parlan’ın istihbaratıyla yapılan ev baskınlarında işçilerin aileleri ve çocukları da öldürülmektedir. Grev biter ama örgüte katılımlar hızlanır. Düzenin adalet sisteminden ümidini kesen işçiler adalet için Molly Maguires’e yönelirler. Artık neredeyse her gün bir Mollie öldürülmekte, buna karşın postaneler yakılmakta, trenlere ve madenlere sabotaj yapılmaktadır.

Sonunda tutuklamalar başlar. Schuylkill Bölge Savcısı Franklin Gowen, zaten şirketin sahibidir ve mahkeme tam bir şarlatanlıktır. Örneğin, ilk yargılanan sanıklar McGeehan, Carroll, Duffy, James Boyle ve James Roarity hakkında kanıt yoktur ve dava düşer. Ama yeniden yargılanırlar ve beşi de ölüm cezasına çarptırılır. Sonuçta sadece McParlan’ın şahitliğiyle (gizli tanık?!) toplam 10 madenci, örgüt üyesi olduğu iddiasıyla asılır. Sonraları yargıç John Lavelle, ‘Bütün yargılamayı şirket yaptı, devlet sadece idam sehpasının tahtalarını sağladı’ diyecektir.

21 Haziran 1877 sabahı, altı kişi Pottsville Schuylkill Hapishanesinde, dört kişi de Mauch Chunk Carbon County Hapishanesinde asılarak idam edilir. Askeri kuşatmaya rağmen infaz saatinde muazzam bir sessizlikle her yandan akın akın gelen işçiler ve aileleri asılan Mollie’lere son kez desteklerini dile getirirler. McGeehan ve yoldaşları ölümü vakur bir tavırla karşılamış ve patron mahkemelerinin önünde diz çökmemişlerdir. Bu arada onlarca madenci ailesinin ve küçük çocukların ölümüne imza atan Parlan’ın rütbesi yükselir. Örgütün yazılı belgeleri hiç olmadığı için asılanların hangi olayda ne kadar yer aldığını ise kimse bilmemektedir. Ama ne olursa olsun, Molly Maguires, belki biraz aykırı ve sert bir örnek olarak maden işçilerinin tarihinde çoktan yerini almıştır.

Kısasa kısas, zalimlere karşı şiddet! Amerikan maden işçilerinin tarihindeki gizemli Molly Maguires efsanesi, doğuştan örgütçü İrlandalıların bu basit adalet ilkesinden böyle doğdu ve yıllarca şirketlere korku saldı.” (M. Ender Öndeş, “Bir Madenci Efsanesi: Molly Magiures”, Gündem, 10 Haziran 2014, s.5.)