A-UTOPYA’YA UNUTULMAZ BİR YOLCULUK
[1]
JEAN ROBERT
Somut bir umut: saçakların konukseverliği
Bu yılın (2013) Ağustos ortasında, etkileyici bir deneyim yaşadım. Bir bakıma, zaman içinde bir yolculuktu – hem geçmişe hem de geleceğe doğru. Adım adım tek boyutlu modern bir zamansallıktan kendini kurtarmakta olan bir halkın belleğinde hâlâ capcanlı olan bir geçmiş. Başka olası dünyalara yer olan bir gelecek. Modern zaman kavrayışına göre her şey aynı kalmak için değişir, eşsiz bir yasaya, kapitalist ekonominin temeli olan nedret yasasına -başka bir yasa var mı ?- tabi bir değer nesnesi. Değişime mahkûm olan, henüz iktisadî olmayan ve iktisadîleşirken kaybolandır: gelenekler, adetler, saygınlık: “ modernleşme ” ile “batılılaşma”nın ölüme mahkûm ettiği her şey. Modern şimdiki zamanın duyumsal, somut göstergeleri yoktur; yaşanmaktan çok çekilir. Buna karşılık, dün yarının vizyonunu aydınlattığında, şimdiki zaman yeni bir derinlik kazanır. İnsanın adımı bir kez daha atasal toprakta izler bırakır. Bir halkın zamanını ve tarihini yeniden temellükü beni etkileyen ilk şeydi.
Modernite şekilsiz ve akışkandır, ama burada suları, tıpkı bir ırmak geçidinde olduğu gibi daha sığ ve dibinde ayak basılabilecek birkaç taş var; modernitenin saçaklarında, onun yıkıcı akışlarına karşı direniş bölgesinde olduğumuzun göstergesi. İkinci güçlü izlenim: yüzyıllardır saçaklara iteklenmiş bir halk ayağa kalkıyor, orada bir yaşam alanı yaratarak onu konukseverliğine temel kılıyor.
Bu deneyimi yaşayan bir gelenekten beslenen bir tarihe dalarcasına yaşadım; gözümüzde bir gerçekliğe dönüştüğü için a-utopik olarak nitelenmesi gereken bir olasılık olarak yeniden inşa edilmiş bir gelenek. Davetliler, dışarıdan gelenler için bu deneyim bir umut. -Taklit edilemez olduğu için- bir örnekten fazlası: bir başka, ama keşfedilmesi gereken bir yolun mümkün olduğunun kanıtı. Paylaşırsak bir projeye dönüşebilecek bir umut. Bundan, yeniden başlamaya gördüğüm bu yerden cesaret edilmesi gerektiğine dair, tanımlanması zor bir izlenimle çıktım.
Modernitenin yıkıcı akımları karşısında hiçbir şeyin dayanamayacağı söylenir. Bir dayanak noktası, tutunacak bir yer, ayak basacak bir karış zemin kalmayacak, ya boşluk, ya da tersine, herhangi bir izin nakşedilemeyeceği kadar sert bir beton parçasının dışında… Ve her türlü izin silinmesine ve her türlü yurttan uzağa, sabah ateşinin dumanının ve ocakçevresindeki mısır peksimetlerininuzağına sürüklenmeye karşı direnen bir halk. Ünlü bir sosyologun dediği gibi, modernite akışkandır. O, bu akışkanlığın göç dalgalarında, insan yığınlarının dünya savaşı yüzyılından önce emsali görülmedik bir tarzda, yurtlarından kopartılışında görünür olduğunu da söyler. Ama aynı zamanda katıdır da; aynı anda hem akışkan hem de katı, tıpkı yaşayan kısmı geriye salt kabuğunu bırakacak tarzda tasfiye olacak bir yumuşakça gibi. Gerçekten mevcut olan modernite -buna kapitalist de diyebiliriz- yalnızca akışkan değildir, aynı zamanda tasfiye edicidir, dokunduğu her şeyi öğütür. Avrupa’da bütün premodern kültürleri tasfiye etti; örneğin eski köylü kültürünün yeniden işlevselleşmesini engelleyerek köklerini yitiren köylüleri kendi ülkelerinde yabancıya dönüştürdü. İkinci dünya savaşının hemen ardından, salt belli belirsiz hayatta kalabilme hakkına sahip vasıfsız insanın, yani göçmenin yurttaş modeline dönüştüğü bir dünyanın kuluçka dönemi başladı. Böylelikle devlet genelleşmiş göçmenlerin hayatta kalmasını idare eden bir mekanizmaya dönüşebildi..
Bugün direnen bir halk, zorunlu olarak göç etmek, ya da kendi ülkesinde göçmen durumuna indirgenmek istemeyen bir halktır. Bu nedenledir ki uzak kentlerin serabına karşı direnir ve kendisini öz yurdunda dilenciye dönüştürecek sadakalarını reddeder. Az da olsa aslî olan elindekileri terk etmek istemeyen bir halk bu; ve de yapabileceklerini – ki bu, oldukça fazla. Bu somut umudu kutlamanın çağrılıları olan bizler için bu, çökmekte olduğu fazlasıyla kolaylıkla terennüm edilen bir ülkede yeni olasılıklara açılan bir pencereydi bu. Toplumsal ağların tahrip edildiğinden yakınmayı bırakmak. Yeni ilişkileri örmek ve eskileri yaşadığımız yerde canlandırmak.
Hükümet ya da varsayımsal bir devrimden medet ummaktansa kendi topraklarında – kendi topraklarının içinde – temelden bir dünya inşa etmeye karar veren bir halk, bir kadın ve erkekler grubu bu. Hayır, sıfırdan başlamıyorlar, ayaklarının altında ırmak taşları ve ata toprakları var; yani sahip oldukları her şey: sağlam bir köylü sağduyusu, milpa’ya dayalı atasal geçim bilgileri, mevsimlik yağışlarla sulanan mısır tarlaları, adetler, yerli dili, diyalogvedinleme sanatları ve kültürlerinin beş yüzyıllık gizli pratiğiyle harmanlanmış bir direniş yetisi. Ve yaşadığım bu yerde neyimiz var ve ne inşa edebiliriz?
Başkalarına benzemeyen bir küçük okul
12-16 Ağustos 2013 tarihlerinde Meksika ve bütün dünyadan 1700 kadın ve erkeğin çağrılı olduğu küçük Zapatista okulu Escuelita’dan söz ediyorum. Amphitryon[2] halk 500 kayıt beklerken, 2000’in üzerine çıkmıştı.Sonunda, 1700 kişi çağrıldı. Diğerleri için küçük okul kapılarını Aralık 2013 ve Ocak 2014’te yeniden açacak. Bu yaz çağrılılar beş bölgeye -ve bölge konseyleri ya da İyi Yönetim Meclisleri’nin merkezi olan beş caracoles’e-dağıldılar. Chiapas ve San Cristobal de las Casas Yeryüzü Üniversitesi (CIDECI) Zapatistaları. Ben San Cristobal grubundaydım ve anlattıklarım orada olanlarla sınırlı kalacak.
13 Ağustos sabahı votan’ların, “ koruyucu yürekler ”in karşılanmasına ayrılmıştı. Yeryüzü Üniversitesi’nin büyük konferans salonunda toplanan öğrencilerden her biri -ve beş caracole’nin her birinde benzer bir karşılama yapılmıştı- kurs boyunca kendisine eşlik edecek olan votan’ını aldı. Bu, 1700 Zapatist köylünün birkaç hafta boyunca “ sınıf ” saatleri içerisinde öğrencilere eşlik etmek, sorularını yanıtlamak ve beş bölgede öğrencilerin yemek yiyip uyuduğu hanelerde sofradakilerle konuklar arasında Chiapas Mayalarının dillerinden birinde çevirmenlik yapmak üzere hazırlandığı anlamına geliyordu. Yanısıra, her bir öğrenciye görkemli bir biçimde hazırlanmış dört ders kitabı verildi.
Amphitryon’ların olayı önceleyen haftalarda dağıttıkları bildirilerde bu bağlamda “ okul ” sözcüğünün ironik anlamı vurgulanıyordu. İroni hafiftir ve ben kendini kimi zaman fazlasıyla ciddiye alan az biraz hantal bir ihtiyarım – kötü çeviri yapmam olasılık dahilinde. Zapatistalar şunları söylemek ya da yazmak için fazla esprilidirler: “ İstilacılarımızın torunları dostlarımız; beş yüzyıla yakın süredir atalarınız bizleri okullarına devam etmeye zorladılar, bizi okullaştırmak, Hıristiyanlaştırmak, eğitmek, uygarlaştırmak, kalkındırmak iddiasındaydılar. Ama kültürümüzü, dilimizi ve adetlerimizi gizlice uygulamayı sürdürdük. Şimdi ‘uygarlaştırıcı proje’niz çuvalladığına göre, oldukça farklı öncüllerden hareketle inşa ettiklerimizi görmek üzere sizleri evimize çağırıyoruz. Belki orada birkaç yararlı fikirle karşılaşırsınız.” Hayır, bu kadar ciddi şeyler söylemiyorlardı. Çok daha yalındılar: “Yirmi yıldır topraklarımızda yeniden örgütleniyoruz. Yaptığımız şey ilginizi çekiyorsa, gelin, görün. ” Daha sıcak, ama bu da değil. Tam olarak dedikleri, örneğin şöyleydi:
Zapatista cemaatlerde 500 öğrenciyi ağırlamaya hazırdık. Bu sayıya hızla ulaştık. O zaman sayıyı bine çıkardık. Ama talepler bu sayıdan fazlaydı. 1500 öğrenci için yer hazırladık, ancak bu da yetmedi. Bu kez 1700’den fazla öğrenci çağıramayacağız, çünkü sizleri, sizi hoşnut edecek bir biçimde ağırlamak istiyoruz. Ancak bu kez çağıramadıklarımız üzülmesinler ve cesaretlerini yitirmesinler; çünkü bu kursu bir başka tarihte “ Escuelita ”da tekrar edeceğiz ve sizi zamanında haberdar edeceğiz. Olasılıkla önümüzdeki Aralık ya da Ocak ayında olacak.
Komutan yardımcıları Moises ve Marcos’un birlikte imzaladıkları bu mesaj, ayrıca 1700 genç yerli köylünün “ Escuelita ”da öğretmen olmak üzere hazırlandığını da bildiriyordu. Tumturaklı cümlelerden uzak, Amphytrion’larımızın bize söylediği buydu.Pekala, o zaman yerli ve köylü küçük Zapatista okulunun davetiyesindeki incelikli ironi neredeydi? “ Escuelita ” sözcüğü okul sözcüsünün resmen gösterdiği şeye, yani Kamusal Eğitim Bakanlığı’na tabi zorunlu okullaşma mekânına işaret ediyorsa, davetiye fazla ilginç olmayacaktı. Ancak şeyleri görmenin ve “ okul ” sözcüğünü anlamanın başka bir yolu vardır ve olanca yalınlıkları içinde Zapatistalar her zaman radikal olagelmişlerdir, yani şeylerin köküne dek giderler. Grekçe scholè, boş zaman anlamına gelmektedir. Ortaçağ keşişleri bu grekçe sözü “ escuela ” ve école (Fr. okul) sözcüklerinin kökenini oluşturan schola olarak latinceleştirdiler. Avrupa’yı scholae ile kapladılar: disiplinli ve çalışkan boş zamanı (Latince otium) uygulamaya ayrılmış yerler. Okulları dışında yapılan şeyin boş zamanın, “ otium ”un inkârı, İspanyolca “ negocio ”, Fransızca négoce[3] sözcüklerinin kökenini oluşturan negotium olduğunu ilan ettiler. Küçük okul davetiyesini bir hafta boyunca iş-güçlerinden özgürleşip yeni, özgür ve müfredat-dışı birşeyler öğrenmek için bir olanak olarak görenlerin yanılmayacağı bir tarz.
Sabahleyin, öğrenciler yeryüzü üniversitesinin büyük konferans salonunda bir araya geldiler. Hepsi Tzeltal, tzotzil, tojolabal ve chol etnik gruplarından köylüler olan ve her biri İyi Yönetim Konsey ve Meclislerinde öğrendikleri İspanyolca’yı ustaca kullanabilen konferansçı-öğretmenler, Zapatistalara göre özgürlük genel başlığı altında özerk Zapatista hükümeti, adalet, özerk yerel yönetimler, özerk hükümette kadınlar, özerk direniş biçimleri gibi temaları işlemek üzere podyumda birbirlerini izlediler.
Zapatistaların tarihine dair çok kısa bir hatırlatma
Öykümün Meksikalı olmayan okurun gözünde anlaşılabilir olması için, bizi çağıran grubun, EZLN ya da “ Ulusal Zapatista Kurtuluş Ordusu ”nun sivil kolunun kısa bir tarihçesini vermek gerekiyor. Bu kısaltma, 2 Ocak 1994 tarihli gazetelerin manşetinde ortaya çıktı – Meksika’da 1 Ocak günü gazete yayınlanmaz. Chiapas’ın bellibaşlı etnilerinden yerliler, ellerinde ahşap kabzalı tüfeklerle San Cristobal dahil beş merkezi kuşatmıştı. Yeni yıl sabahı, San Cristobal ya da yerli dillerindeki adıyla Belle Jovel sokaklarında gezinen turistler, Belediye Sarayı’nın balkonundan, kendine isyancı komutan yardımcısı Marcos olarak tanıtan, Zapatistaların o zamanki sözcü ve çevirmeni, yüzü kar maskeli bir adamın ilk halka seslenişine tanık olacaklardı. İzleyen on yıl boyunca Marcos’un yayınlayacağı yüzlerce bildiri ve kitabın dikkate değer yazınsal kalitesinin üslubunu haber veren keskin bir espriyle donatılmış bu söylev, anlayabilen turistleri gülmekten kırıp geçirecekti. Ne yazık ki, Sayın Meksika Devlet Başkanı ne mizaha karşı duyarlıydı ne de sonraki Zapatist bildirilerin yazınsal kalitesine. Onun için, yeni yıl isyancıları, onun Meksika’nın, hâli hazırdaki genel sekreteri 1994-1997 arasında Meksika’nın Dışişleri Bakanlığı’nı yapan Angel Gurria olan, sözüm ona zengin ya da zenginleşme yolundaki ülkeler kulübü Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)’ye dahil oluşunu kutlayan zafer narasının etkisini bozan sorun çıkartıcılardan ibaretti. Yeni yıl kutlamalarının ardından polis ve askerlerin mahmurluğundan yararlanan Zapatista işgalciler, simgesel silahlarıyla birkaç gün dayanabildiler, ta ki dönemin Meksika devlet başkanı Carlos Salinas de Gortari üzerlerine ağır topçu ateşini salana dek. Basın, radyo ve televizyon günler boyu ölülerin sayısını veriyor, dayanılmaz fotoğraflar yayınlıyordu. Bu durum, kısa sürede o güne dek Meksika’da görülmedik bir şeyi, kentli sivil toplumun isyancı yerli köylülerin ¡basta!’sıyla dayanışmasını harekete geçirdi. On gün kadar sonra, Salinas’ın vox popoli’nin[4] hükmüne boyun eğip ateşkes ilan etmekten başka bir çaresi kalmamıştı. EZLN temsilcilerinin, San Cristobal katedralinde hükümet görevlileri, sivil toplum gözlemcileri ve basın mensuplarıyla diyaloga girdiği Katedral Diyalogları dönemi, böylece başladı. Bu diyaloglar birkaç yıl sonra sonunda hükümet tarafından çiğnenecek olan bir yerli yasası projesiyle sonuçlandı. Bu tavır, Zapatistaların yasaya saygı göstereceğini ilan edene dek hükümetle tüm ilişkileri kesmesine neden olacaktı. Zapatista cemaatleri, ayaklanmadan bu yana hiçbir hükümet desteği olmaksızın iç örgütlenmelerini gerçekleştiriyorlar. Juntas de Buen Gobierno makamı caracoles’in kurulduğu 2003 yılında, organları cemaat konseyleri, yerel yönetim konseyleri ve iyi yönetim meclisleri olan özerk bir hükümet, kendi okul ve kliniklerini, hatta kendi bankalarını oluşturdular.
Köylü-öğretmenlerin sesi
Öğretmen Elvia – onsekiz yaşında – konuşuyor: Hükümetimizin üç makamı
EZLN (Zapatista ulusal Kurtuluş Ordusu) 19 yaşında, ama mücadele onun doğuşuyla başlamadı. Mücadelemiz 520 yıl önceki istilayla başladı. 520 yıl karşısında 19 yıl ne ki? Ardımızda 520 yıllık bir direniş var.
İstilacılar elimizden kültürümüzü almak istiyordu. Bizi köklerimizden söküp atamadılar.
Bugüne dek üç hükümet düzlemi, üç makam inşa ettik:
1. Yerel düzlemde (küçük köy ve mezralar, cemaatler) kadınlarla erkeklerin yanyana gelip kararlarını ortak olarak aldıkları konseyler işlerlikte.
2. Yerel yönetim düzlemi, “Municipios Autónomos Rebeldes Zapatistas”a (İsyancı Özek Zapatista Yerel Yönetimleri=MAREZ) denk düşüyor. Bunlar, kolektif çalışmaları yürüten ve gereksinen yurttaşlara kredi sağlayan yönetici-boyun eğici yerel yönetim konseylerince yönetilmekte. Yerel yönetim konseyleri, aynı zamanda genç Zapatista kuşakların yetiştirildiği okulları da pratikle uyum içerisinde örgütlüyor.
3. Siyasal organını beş caracol’de üstlenenbeş “ iyi yönetim meclisi” nin (Juntas de Buen Gobierno) oluşturduğu bölgesel düzlem. İlk iki düzlemde olduğu gibi, hakkaniyet ve “denge” -Zapatistalar için önemli bir sözcük- temelinde davranan, “boyun eğerek yöneten”, buyurmaktansa kulak veren ve para için değil, “vicdanî bir görev” olarak çalışan kadın ve erkeklerin yönetimi. Oysa resmî hükümette herşey para için yapılıyor.
Tüm Zapatista bölgesinde eşzamanlı iki yasa yürürlüktedir:
– Boyun eğerek yöneten, halkın kendi anlaşmalarına vardığı, hükmettiği ve karar verdiği çerçeveyi sağlayan İyi Yönetim yasası;
– Boyun eğmeden ve kulak vermeden yöneten kötü yönetim yasası.
Yolda pek çok hatamız oldu: böyle öğreniliyor. Pek çok şeyi de çözümledik. Bu yeni yollar deneme, hata yapıp hataları düzeltme süreciyle yeni bir toplum inşa ettik. Biz olayları böyle görüyoruz. Meksika Meksikalıları olduğumuz gibi, kendi hükümetimizi kurabileceğimizi ve kendi yasalarımızı çıkartabileceğimizi ve çeşitli yoldaşlarla birleşebileceğimizi gösterdik. Örgütümüz bize birlikte mücadele etmeyi öğretti.
Özerkliğimiz 1994’te başlar. Ama bu, önceleri özerk olmadığımız anlamına gelmiyor. 1994 öncesinde, özerkliğimiz gizliydi. Gizlilik içinde mücadele ediyorduk.
Komutan Ramona mücadelemizde bir örnektir.
“Es toda mi palabra”.[5]
Öğretmen Raúl konuşuyor: “Öz adalet, gerçek adalettir”
İnşa ettiğimiz adalet, bizim adaletimizdir ve hergün onu daha da adil kılmak için uğraşıyoruz. Buna karşılık kötü yönetimin “adalet”i, adaletsizliktir. İnşa ettiğimiz adalet bize çok çabaya mal oldu. Hukuk öğrenimi görmedik, ama pratikten öğreniyoruz.
Kötü yönetiminkiyle tezat hâlindeki pratiğimize bir örnek:
Her çelişkiyi açığa çıktığı düzlemde çözmeye çalışıyoruz: eğer cemaat içerisinde ortaya çıktıysa cemaat konseyinde veya yerel yönetim konseyinde ya da iyi yönetim konseyinde. Kötü yönetim bu kuralı uygulamıyor. Çelişkilerin çözümünü bir metaya, pahalı bir metaya dönüştürüyor. Davaları çürütüp daha yüksek mahkemelere gönderiyor. Resmî adalet tepeden dayatılan bir adalet. Bizim adaletimizde çelişkilerin hızla çözüme kavuşturulması hedeflenir ve bedavadır. Bizim adaletimiz “akıl yoluyla”dır, “para karşılığında” değil. Bu yüzden (Zapatisa olmayan) parti üyesi pek çok yoldaşımız bizim adaletimize başvuruyor. Kimi zaman hata da yapıyoruz, ama hatalarımızı deneyime dönüştürüyoruz. Durmaksızın kendimizi geliştiriyoruz. Gerçekte adaletsizlik olan resmîadalete gelince, onun yasalarını biliyoruz, ama Zapatistalar olarak, şeyleri başka türlü yapıyoruz. Yaptıklarımız, herkesin yararına.
Eğer yetkili kurumdan biri hata yaparsa, muktedirlerin dokunulmazlıkla donatıldığı kötü yönetimdekinin tersine, adalet ona da uygulanır.
Söz konusu olan cezalandırmadan çok, düzeltmektir. Yargılarken kendi kendimize soruyoruz: hata yapan yoldaşımız kendini nasıl düzeltebilir? Bunu soruyoruz kendimize. Ve yaptığımız şey, adaleti önce küçük (cemaatlerde), sonra daha büyük (yerel yönetimlerde), sonunda da “en yüksek makamlarda” (iyi yönetim meclisleri) uygulamak.
Böyle öğreniyoruz ve basamak basamak, ama her zaman aşağıya bakarak, temele dönerek özerk bir adaleti inşa ediyoruz. Kendini yönetmenin mümkün olduğunu ve hakiki adaletin yolunun bu olduğunu gösteriyoruz.
Kimi zaman yanılıyoruz, ama hiçbir şeyden korkumuz yok: ne yapmamız gerektiğine biz karar vermiyorsak bunu bizim adımıza kim yapacak? Aynı yolda devam edeceğiz: adil ve her bir vakanın vahametiyle orantılı olanı aramak; hakiki adalet bu. Kitaplardan öğrenilip her vakada uygulanabilecek “mutlak” bir adalet olmadığını biliyoruz. Yararlı olabilecek ya da olmayabilecek örnekler var ve deneyim temelinde inşa edilen tek bir adalet var.
Bizim adaletimiz böyle.
Küçük okulda gündelik yaşam
Öğleden sonra her öğrenci votan’ıyla buluşup, yemek saatine (Meksika adetine göre üçe doğru) dek kitap okuyordu. Akşamları, öğrencilerle votan’ları bir kez daha konferans salonunda buluşup köylü-öğretmenlerle soru-cevap oturumuna katılmaktaydılar.
Karşılıklılık meraklılarının düşkırıklığı
Küçük Zapatista okulu uzun ve titiz bir hazırlığın eseriydi. Çoğu birbirinden uzak altı farklı yerde 1700 öğrenciyi ağırlamak kolay değildir. Ya her bir öğrenciye özel bir rehber sağlamaya ne demeli? Tüm bir halkın ortak görevi benimseyişindeki ciddiyet, amphitryon’larımızın saydamlık arzusu takdire değerdi.
“Amphitryon ” ve “ konuk ” sözcükleri kendiliğinden aklıma geldi. Bu yerli köylüler amphytrion’lardı, bizlerse bir convivium’un,[6] bir ortak duyu ce eski ve yeni dostlarla buluşma bayramının konuklarıydık. Ancak bu bayram, kolay bir karşılıklılığı olmayan bir ilişki oluşturmaktaydı; biz öğrenciler, iade edebileceğimizden fazlasını alıyorduk ve bunu kabul etmek için çok mütevazı olmak gerekiyordu. Escuelita, gerçekte Zapatistaların Meksika ve ötesindeki sivil topluma bir armağanıydı.
16 Ağustos Cuma günü küçük Zapatista okulunun kapanış töreni gerçekleşti, bunu öğrencilerin votan’larıyla vedalaşması izleyecekti. Örgütleyiciler, ilk günden katı kurallar koymuşlardı: öğrenciler posta ya da elektronik adres ya da armağan değiş-tokuşu yapmayacaklardı. Bu kanaatkârlık, armağan üzerine düşünmeyi gerektiriyor. Antropologlar bir zamanlar mübadelenin ilksel biçimi olan ve iktisadî mübadele çöküşe geçtiğinde zaman zaman geri dönülen armağanın “yasalar”ını saptayabildiklerini sanmışlardı. Karşılıklılığın sözde zorunluluğu konusunda ısrar etmekte yarar görmüşlerdi: her bir armağana bir karşı-armağan eşlik etmeliydi. Ama aynı zamanda bu karşı-armağanın zorunlu olarak ilk armağan veren kişiye yönelik olması gerekmediğini de vurguluyorlardı: pek çok halkta alınan bir armağanı uzun süre elde tutmamak gerekir, “çünkü verilmeyen armağanlar yüzü çürütür.” En ileri gidenler, karşılıklılık ilkesini sorgulamaya açmışlardı, çünkü armağan özde bedavaydı, karşılıklılık yükümlülüğü onun bedavalığını bozacaktı. O zaman eğer bir karşılıklılık söz konusuysa, bu farklılaşmış olmalıydı: karşı-armağan, armağanla aynı cinsten olmamalı, aradan bir süre geçtikten sonra verilmeliydi; onu alan kişi zorunlu olarak ilk armağanı veren kişi olmayabilirdi.
Zapatistalar kapitalizm coğrafya ve takvimlerine sıkışmış kadın ve erkeklerdir, ancak ona karşı direniyor ve özgürlük mekânları yaratıyorlar. Kapitalist olmayan mübadele biçimlerini canlandırmak, bir direniş ve özgürlük biçimidir. En temel olanı, ortak geçim kaygısıyla bağlantılı karşılıklı armağandır; bu, hiçbir “hesaplamanın yapılmadığı” hane ya da cemaat içi tarzdır. Mübadeleler hattı genişledikçe, armağan trampa ve paranın başat olduğu iktisadî mübadeleyle birleşir. Zapatistalar bu varyasyonların her birini biliyorlar ama paranın yasasına boyun eğmeyi reddediyorlar.
Votan’ım Javier’yle vedalaşırken bu düşünceler geçiyordu aklımdan. Dört gün boyunca sabah sınıflarında bana eşlik etmiş, sorularımı yanıtlamaya çalışmıştı. Öğleden sonraları, birlikte dört ders kitabını okumuştuk. Veda saatinde, “sağol, Javier” ve Meksika tarzı bir kucaklaşmanın ardından herkes gündelik uğraşlarına geri döndü. Zapatista alçakgönüllülüğü? Bence Zapatistalar bana karşı-armağanı mümkün olmayan bir armağan verdiler. Pedagojilerinin sırrı bu mu? Karşılık vermenin mümkün olmadığı bir armağanı kabul etmek: bu ilksel bir alçakgönüllülük dersi değil mi? Ve bize şunu dememişler miydi: “Yaptığımız, tüm dünya içindir.” Bu armağanın “farklılaşmış karşılıklılığı” sorusunu eve döndüğünde herkes kendisine sormalı.
Okuma önerisi: Komutan yardımcısı Marcos, Saisons de la Digne rage,Jérôme Baschet’in önsözüyle, Paris: Climats, Flammarion, 2009.
N O T L A R
[1] Fransızca orijinalinden çeviren: Sibel Özbudun… Kaldıraç, No:149, Kasım 2013…
[2] Grek mitolojisinde, Argolis’de Tiryns kralı Alcaeus’un oğlu bir Thebai generali. Zeus’a karşı gösterdiği konukseverlikle ünlüdür. Fransız ve İspanyol dillerinde, “ev sahibi” karşılığı kullanılır.
[3] Negoce: Fransızca dükkân, iş, alışveriş anlamlarına gelmektedir.
[4] vox popoli: Halkın sesi-ç.
[5] “Söyleyeceklerim bu kadar.”
[6] convivium: (Lat.) şölen.