AB’DE DEFLASYON TEHLİKESİ, BORÇ KRİZİ SÜRÜYOR

AB’DE DEFLASYON TEHLİKESİ, BORÇ KRİZİ SÜRÜYOR

 

Avrupa Birliği’nde (2008’den sonra, kamu borç krizi biçiminde gelişen ve bankacılık krizini tetikleyen ve özellikle Akdeniz havzasını saran) ekonomik kriz, farklı ve yeni iç evrelere girerek, sürüyor.

Çekirdek ülkelerde görülen 2013’teki kısmi toparlanmaya rağmen, AB’nin birinci periferisinde yer alan ülkelerde ekonomik problemler derinleşiyor.

Kıtada ekonomik durgunluk giderek yayılıyor. AB bünyesinde deflasyon riski artıyor. Bu gelişmeler üzerine AMB (Avrupa Merkez Bankası), acil önlemler alma ihtiyacı duydu.

AMB, yeni parasal genişleme politikalarıyla (deflasyon tehlikesine karşı harekete geçti ve) riskli ortamdan çıkmayı hedefliyor. Ayrıca bankacılık sisteminde belirli revizyonlara gidiliyor. AB’nin mali sisteminin bankacılık eksenli olması ve borç piyasalarının ağırlık kazanmasından dolayı, bankacılık sistemindeki sorunlar ciddi tehlike oluşturuyor. Bu durum revizyon ihtiyacını artırıyor. Son olarak krize çare gibi gösterilen, AMB çatısı altında sunulan Avrupa Bankacılık Birliği projesi, bu adımlardan biridir. Sistemde enfeksiyonun hızla, sıçrayarak ve spektrumunu artırarak yayılması, değişik önlemlerle aşılmaya çalışılıyor. Bu yönde Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda ve İzlanda gibi negatif deneyimler var. Atılan adımlarla (yeni revizyonlarla) mali sistemin desteklenmesi arzulanıyor.

Ne var ki Avrupa, kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasının en çıplak yaşandığı ve görünür olduğu coğrafyalardan biri. AB’nin birinci periferisini oluşturan, kıtanın Akdeniz havzasındaki ülkeler; başta Yunanistan olmak üzere, İspanya, Portekiz, Güney Kıbrıs, İrlanda, İzlanda hatta İtalya ciddi ekonomik problemler yaşıyor. Fransa, 2008 sonrası süreçten sonra yaşadığı sorunları henüz aşmış değil.

AB’nin ikinci periferisi olarak değerlendirebileceğimiz Doğu Avrupa, Balkanlar ve eski Yugoslavya coğrafyasındaki ülkelerdeki durum, daha da vahim bir noktaya ulaştı. Bosna, Kosova, Bulgaristan, Romanya gibi ülkeler enkaz ülkeler olarak öne çıktı. Onun dışında özellikle Macaristan istikrarsızlığıyla dikkat çekiyor. Ekonomik kriz şiddetle sürüyor. Hatta sürecin siyasi yansımaları da oldu. İktidardaki proto-faşist karakterli parti, AB karşıtlığına rağmen, AB’den ekonomik yardım talebinde bulundu.

 

AB’NİN PERİFERİSİNDE SOSYAL ENKAZLAŞMA SÜRECİ

AB genelinde özellikle son 6 yılda işsizlik oranı arttı ( bazıülkelerde oran olağanüstü boyuta yükseldi). Yoksuluk ve güvencesiz yaşam yoğunlaştı. Çalışma koşulları ağırlaştı. Taşeronlaşma yaygınlaştı.

2008-2013 arasında (ETUI raporunda), Yunanistan’da işsizlik yüzdelik değer olarak 20, İspanya’da 16, Güney Kıbrıs’ ta 12, Portekiz’de 10 puan arttı. Genç işsizlerde tablo daha çarpıcı.

Avrupa’da yine aynı dönemde yoksul yığınlara, 13 milyon yeni yoksul katıldı. Ücretlerde ciddi (Yunanistan’da %23, Güney Kıbrıs’ta %15, Macaristan’da %12.5 oranında) düşüşler yaşandı.

 

Bazıçarpıcı veriler ise şöyle: Fransa’da 142 bin kişi sokakta yaşıyor. Bu insanlar bir sosyal atık muamelesi görüyor. Temel yiyecek ihtiyaçlarını, artıklardan ve değişik yardım kuruluşlarından sağlıyor. Yine Fransa’da 2008- 2013 arasında hırsızlık vakaları %50 artış gösterdi. İtalya’da aynı tarihler arasında 1 milyon kişi işini kaybetti. İşsiz sayısı 6 milyona ulaştı. 2,5 milyon genç, işsiz ve hiç bir öğrenim görmüyor. 3 milyon aile ekonomik güçlük içinde yaşıyor. İtalya’da ekonomik eşitsizlik, Avrupa ülkeleri içinde en üst noktalarda ulaşmış durumda. 2013 yılında yoksullara yemek veren kurumlardan 400 bin kişi yararlandı. Yunanistan’da işsizlik kronikleşti (%28’e ulaştı). Gençler içinde bu oran %60 gibi sarsıcı noktaya geldi. Nüfusun hemen hemen üçte biri temel sağlık hizmetlerinden ya hiç yada eksik yararlanıyor.

Benzer durumlar (çekirdek ülkeler dahil) dozajları farklı da olsa, artık Avrupa’nın bütününde yaşanıyor.

 

KOLEKTİF ANOMİ HALİ

Böylesi bir ortam ve sosyoloji bir nevi kıta düzeyinde kolektif anomi hali yaratıyor. İçe kapanma, sosyal köksüzleşme, gettolaşma, ötekileştirme, diskriminasyon, (özelde) cinsel diskriminasyon, rasizm, göçmen düşmanlığı, ignorans, zenofobi, seksizm, kadın düşmanlığı gibi eğilimler güçleniyor. Umutsuzluk, temel içgüdüleri tetikleyen gelişmeler, bunun yarattığı panik ve kaygı ve ön yargılar kolektif ruh haline dönüşüyor.

Gelecek kaygısı artıyor. Bir nevi kitleler çürümeye başlıyor.

Sosyal yıkım politikalarıyla derinleşen bu ruh hali, faşizm kitle ruhunu besliyor. Öte yandan (hızla

mülksüzleşen, statü kaybeden orta sınıf ve küçük burjuvazinin tedirginliğini ifade eden) burjuva konformizmi ve refah şovenizmi de sağ popülist ve neo- faşist hareketlere güç veriyor. Avrupa Birliği Parlamentosu seçimlerinde, kıta düzeyinde neo-faşist hareketin ciddi yükselişi bunu gösterdi.

Avrupa’da krizin yeni evresinde siyasal ve sosyal polarizasyonu artırıyor. Sınıfsal antagonizma daha da şiddetleniyor.

 

Volkan Yaraşır