Açlık ve Yoksulluk Kemiğe Dayandı! Halk Ayakta…

“Ekonomik kurtuluş savaşı” verdiğini iddia eden faşist iktidar ve bu iktidarın temsilcileri, yiyicileri, soytarıları bilcümle hırsızları, ahlak yoksunları nedense bu “savaş”ın içinde değiller. Kıyısından bile geçmiyorlar.

Ekonomik krizden değil, ekonomik buhrandan söz ediyoruz artık. Doların, euronun değer kazanmasından değil, TL’nin değer kaybetmesinden söz ediyoruz. TL, değişim ve dolaşım değerini yitirdi. TL, değer kaybettikçe, Türkiye’nin emperyalist tekellere olan borcu durduk yerde sürekli yükseliyor. Bu borç hiç kuşku yok ki yoksul Türkiye- K. Kürdistan halklarının omuzlarına yükleniyor.

Bir günde %20’ye varan değer kaybından, işçinin, memurun ve dar gelirli insanların cebindeki 100 liradan 20 lira çekip alınırken; dolar, euro garantili yol, köprü, şehir hastaneleri, hava limanları yapan kan emici müteahhitlerin kasalarına milyarlarca lira aktarıldı. Kapitalist ekonomi kurallarına, işleyişine bile ters olan, faizi indirdikçe enflasyonu azıtan ve doğal olarak kur seviyelerinin de sürekli yükselmesine neden olan politikalarda ısrar eden sözde “ekonomist”, gerçekte ise bütün ısrarlara rağmen üniversite diplomasını bile gösteremeyen Erdoğan diktatörü aslında ne yapmak istiyor. Çok açık bir şekilde, herkesin gözlerinin içine baka baka faiz lobilerine, emperyalist tekellere ülkenin bütün zenginliklerini peş keş çekiyor. Liranın değerini pul ederek, emperyalistlerin çok düşük fiyatlarla kalan Türk şirketlerine, yer altı- yer üstü zenginlik kaynaklarına çöreklenmelerinin yolunu açıyor. Yoksulluğu, fakirliği, işsizliği arttırarak onlara ucuz iş gücü olanakları yaratıyor. Bu ihanettir, halk düşmanlığıdır.

Açlık, yoksulluk, işsizlik, zam, zulüm öyle bir noktaya geldi ki bıçak kemiğe dayandı. Yıllardır halkın isyanının önünde takoz olan, başta CHP olmak üzere bütün burjuva “muhalif” kesimlere rağmen, bugün halk artık yeter dedi. Korkunun ecele faydası yok diyerek, İstanbul’da, Ankara’da, Eskişehir’de, Trabzon ve Samsun’da kitleler sokağa indi ve AKP-MHP faşist iktidarını istifaya çağırdı. ODTÜ’lü öğrenciler sahaya indi ve gençliğin isyan meşalesini tutuşturdular. Sağlık emekçileri “emek bizim, söz bizim” sloganıyla İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüşe geçtiler. Bugünden itibaren, fırtına öncesi sessizlik son buldu ve ülkenin dört bir yanında “çapulcu” emekçilerin meydanları zapt edişlerine tanık olacağız. Korkutucular, korkmaya başladılar. Öyle bol keseden atmaya benzemez bu. Halkın gücü karşısında hiçbir gücün durma şansı yoktur. Yeter ki halk gücünün farkına varsın. İşte o günler gelip çattı ve hiçte uzak değildir.

Faşist iktidarın korkusu bir yana, burjuva “muhalif” partileri bir telaş aldı. Hem ülkenin içine sokulduğu ekonomik ve siyasal buhrandan dolayı, hem de kitlelerin sokağa inmesinden ötürü, burjuvazinin sözcü partileri toplantı üstüne toplantı, kitlelere yönelik “taşkınlık yapmayın” “uyarıları” yapıyorlar. Bir yandan da kitle hareketlerini kendi kontrollerinde tutma, kendi insiyatifleri altına sokmanın yollarını arıyorlar. Bugüne kadar “aman sokağa çıkmayın” diyen CHP, bu gidişin önünü artık alamayacağını anlayınca, 4 Aralık’ta Mersin’de gövde gösterisine çıkıyor. Bütün burjuva partiler ağız birliği etmişçesine aynı türkünün nakaratını söylüyorlar. Kuşkusuz, faşist AKP-MHP iktidarını alaşağı etmenin yolu aktif sokak mücadelelerinden geçer. AKP’nin bu kadar uzun süre iktidarda kalmasının en büyük nedeni, diğer burjuva partilerinin, halkın sokağa inmesinin önünde takoz görevi görmelerindendir. Çünkü emperyalist efendilerinin onlara biçtikleri rol o kadardı. Onlar da kendi rollerini layıkıyla oynadılar. Şimdi roller biraz değişiyor ve yeni rollerini oynamanın çabası içindeler.

Kurtuluş Halkın Kendi Ellerindedir!

“Ekonomik kurtuluş savaşı” verdiğini iddia eden faşist iktidar ve bu iktidarın temsilcileri, yiyicileri, soytarıları bilcümle hırsızları, ahlak yoksunları nedense bu “savaş”ın içinde değiller. Kıyısından bile geçmiyorlar. Mesela saraydaki diktatör, ‘13 uçak, yüzlerce marka arabalar, onlarca “gemi”cik-ler, yıllık milyarlarca saray harcamaları bana çok, biraz tasarruf edelim’ demiyor. Tam aksine daha çok istiyorum diyor. Yediği, içtiği, gezdiği, tozduğu, yattığı kalktığı her şey, ama her şey bedava, üstüne üstlük yüz bin TL de maaş alıyor. Tabi bunlar sadece gözle görünenler. Yatları, katları, sarayları, İsviçre bankalarında ki milyar dolarları hesaba bile katmıyoruz, “İtibardan tasarruf olmaz” diyor efendi. Nasıl bir itibarsa. Öte yandan çevresindekiler, “iki kilo et yerine yarım kilo, iki kilo domates yerine iki tane domates alın” diyorlar. Oysa halkın et yüzü gördüğümü var. Diktatörün hanımı, “Porsiyonları küçültün” diyor. Bir diğeri, “bayat ve kuru ekmekle güzel çorba yapılır” deyip, kuru ekmeği bile halka çok görüyor. Ekonomik savaş içindeyiz, biraz daha tasarruf edin diyorlar aç ve yoksul halka. Ama söz konusu kendileri olunca, itibarımız zedelenir diyerek sözde ilan ettikleri “savaş”ın kıyısından bile geçmiyorlar. Üstelik evlerindeki para sayma makinalarına, katlara, yatlara, saraylara sahip olmalarına rağmen hala gözleri halkın kursağına inen bir lokma kuru ekmekte.

Ama artık uyuyan dev uyanıyor. Onun kanından beslenen sivri sineklerin lağım kuyularına doğru doluşmalarının zamanı geldi. Kurtuluş, öteki sivri sineklerin ardına takılmakta değil, halkın kendi ellerindedir. Bunun için biz devrimci, demokratlar hiç sağa sola çekiştirmeden, güçlü, dinamik, devrimci bir platformda buluşarak sokakları, meydanları zapturapt altına almaya hazır halkımızla omuz omuza olmayı, geleceği bugünden inşa etmeyi devrimci bir görev ve sorumluluk olarak algılamalı ve buna uygun hareket etmeliyiz. Halkın bizden beklediği ve istediği budur. Evet biz halkımızla birlikte bu yolu yürümeye hazırız, hazır olanlarla da yürümekte tereddüt etmeyiz. Küçük hesapların peşinde değiliz. Bu yağma, bu talan, bu sömürü sisteminden kurtulmayı amaçlıyorsak, küçücük derelerde değil, halk okyanusu içinde kulaç atmayı, oradan halka önderlik etmeyi yeğleriz. Halkımızın attığı ve atacağı adımları uzaktan seyreden değil, bizzat o yolu birlikte adımlamak ve halkı gerçek önderliğiyle buluşturmak gibi bir sorumluluğumuz ve görevimiz vardır. Bu yüzden dostumuza dost, düşmanımıza düşman olmakta tereddüt etmeyeceğiz.