ADGH; ‘’ Siyasal niteliğimizi ve programımızı güne uyarlamaya çalışıyoruz’’

Mevcut tüm çelişkilerin kapitalist sistemin genel niteliğinden doğduğu veya sürdüğü gerçeğinden hareketle, kapitalizmin varlığının ortadan kalkmasıyla bu çelişkilerin nitelik değiştireceği veya ortadan kalkacağını biliyoruz. Ancak bugünkü nokta açısından sorunuzun daha somut ifadesi olarak,  siyasal varlığımızı kurguladığımız noktanın yukarıda ifade ettiğimiz evrensel ve özgün çelişkiler ve bulunduğumuz alanın gerçeklikleri üzerinden, ezilen gençlik kesimlerinin dinamizmini alternatifi olarak işaret ettiğimiz sosyalizm mücadelesine kanalize edebilmek üzere üreteceğimiz çözüm ve mücadele politikalarımızın sosyalist devrim perspektifi taşıyan, meşru mücadelenin sınırlarını sürekli zorlayan bir yönelimi olduğunu ifade edebiliriz.

adgh-logoHABER MERKEZİ (20.03.2016)- Avrupa’da faaliyet yürüten Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi(ADGH) 26-27 Mart’ta 21. Kurultayını gerçekleştirecektir. Kurultay vesilesi ile hem kurultay hazırlıkları hem de güncel-siyasal gelişmelere dair ADGH ile gerçekleştirdiğimiz röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz

HG: Kısaca ADGH’nın kuruluş süreci ve niteliği hakkında neler söylemek istersiniz?

ADGH esasen zorunlu nedenlerle Avrupa’ya gelen ve komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın idelojisini benimsemiş Türkiye-Kuzey Kürdistanlı göçmen gençlerin, devrim ve sosyalizm mücadelesinin her alanda yürütülmesi gerekliliğinin bilinci üzerinden bir ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkıyor. Bahsettiğimiz anlayış üzerine 1989 yılında temelleri atılmaya başlanan gençlik hareketimiz, ardından gelişen bir yıllık yoğun tartışmalı süreç içinde 1990 yılında ilk kongresini yaparak kuruluşunu ilan ediyor. Kuruluşunu seyreden mücadele sürecinde ezilen halk gençliğini örgütsel çatısı altında toplayarak, birçok anlamda elde edilen deneyimler ve yürütülen tartışmalar sonrasında belli değişikliklere giderek Avrupa coğrafyasındaki ezilen gençliğin sorunlarına ve çelişkilerine devrimci-politik bir gençlik hareketi olarak cevap olabilme ve gençliği “başka bir dünya mümkün” şiarıyla sosyalizm mücadelesinin bir parçası haline getirme perspektifini benimsiyor.

Nitelik olarak gençlik hareketimiz,  devrimci sosyalist mücadeleyi kendisine esas alır ve gençliği bu yönde örgütleme perspektifine sahiptir.  Avrupa’da yaşayan gençliğin ekonomik, akademik, sosyal, kültürel vb. sorunlarını, toplumun diğer ezilen kesimlerinin çelişkilerinden ve sınıfsal perspektiften koparmayarak ele alır ve bu somut çelişki ve gerçeklikler üzerinden, emperyalist-kapitalist sömürücü sınıfın egemenliğindeki toplumsal sisteme karşı gençliği alternatif sosyalist toplum projesinin kendi mücadele alanı içinde dinamik bir parçası haline getirmeyi amaçlar.

 HG: Dünya ve bir parçası olan Avrupa’da önemli ekonomik ve siyasal gelişmeler yaşanmaktadır. Avrupa’da faaliyet yürüten bir gençlik örgütü olarak bu siyasal gelişmeler bağlamında gençliğin durumu ve çözüm perspektifinizi okurlarımızla paylaşır mısınız?

Özel mülkiyet sisteminin ortaya çıkması itibariyle bütün sınıflı toplumsal sitemlerin her sürecinde, insanlık ve doğa açısından önemli süreçler yaşanageldi. Emperyalizm aşamasına varan kapitalist toplumda ise, egemen sömürücü sistemin gelişimi, elinde bulundurduğu ve geliştirdiği sömürü aygıtları, politikaları ve elbette kendi gelişimi içinde taşıdığı iç çelişkileri, yine buna paralel olarak toplumların, ezilen sınıfların birçok anlamda gelişim göstermesi vb. sayılabilecek birçok nokta ile birlikte süreç ezen ve ezilenler açısından daha karmaşık gibi görünen bir hale büründü. Bahsettiğimiz bu karmaşıklık hali, sürecin anlaşılamama ya da aşılamama kabulünden değil, alternatif mücadele yürüten kesimler olarak bizler açısından, sınıflı toplum sisteminden ileri gelen temel çelişkilerle güncelde yaşanan gelişmelerin, günün özgül çelişkilerinin ve dinamiklerinin bağını, diyalektik materyalizm temelli sınıfsal perspektifle irdeleyip ele alarak politika üretebilmemizin gerekliliğini ifade eder.

Buradan sorunuza dönecek olursak, dünyada yaşanan gelişmelerin temel belirleyeni olan, dünyanın ezilen kesimlerinin yaşamlarına hükmeden sömürü ve savaş politikalarının üretildiği sistem olarak, kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmiş olduğu emperyalist-kapitalist Avrupa coğrafyasındaki gelişmeler ve dinamikler, sömürü gerçekliğinin çıplak bir şekilde uygulandığı ve dolayısıyla çelişkilerin daha derinden hissedildiği coğrafyalara nazaran birçok açıdan önemli farklılıklar arzediyor. Gelişmiş olan üretim ilişkilerinden dolayı emperyalist sömürü ve savaş gerçekliğinin, işçi sınıfı başta olmak üzere, ezilen kesimlerin günlük yaşamlarına yansımalarının üstünün, faşizmle aynı madalyonun diğer bir yüzü olan burjuva demokrasisi örtüsüyle ve sosyal devlet, özgürlük-eşitlik toplumu vb. çeşitli argümanlar ve manipülatif politikalarla örtülmesi durumu, bahsettiğimiz bu farklılıkların temel objektif sebeplerini oluşturmakta.

Avrupa’nın Emperyalist-kapitalist ülkelerinde ekonomik toplumsal sisteme ve onun insanlık ve doğa üzerinde yarattığı tahribatlara karşı geliştirilen itirazlara karşı, özelde de işçi sınıfının iktidara gelmesine (Sosyalist sistemlerin kazanımlarına) karşı kendi içerisinde Sosyal Devlet projesinin geliştirilmesi, yani kendi proleteryasına, ezilenlerine ‘sus’ payı vermesinden kaynaklı Avrupa’da bir işçi aristokrasisinin varlığından bahsetmek mümkündür. Sömürdüğü dünya ülkelerinin ezilenlerine oranla Avrupa’da yaşayan işçi ve emekçilerin durumu kıyaslanmayacak bir boyutta dursa da, emek sömürüsü gerçekliği ve güncelliğinde aldığı boyutlar (taşeronlaştırmanın ciddi anlamda yaygınlaştırılması vb.) ve yine kapitalist sistemin niteliğiyle ortaya çıkan bazı özgün çelişkiler, bizim siyasal amaçlarımıza (sosyalizm) ve buna yönelik mücadele araçlarımızı hayata geçirmede bizlere büyük olanaklar sunmaktadır. Avrupa’da özellikle bugün açısından toplumsal fay hatları olarak; açığa çıkan emeryalist savaş ve sömürü politikaları, buna paralel emperyalist kapitalist Avrupa’nın sınırlarına dayanan mülteci gerçekliği, göç ve göçmenlik sorunu, bu gerçekliğin farklı bakımlardan süren ve çeşitlenerek sürecek olan sonuçları, her daim olduğu gibi arka bahçede hazır bekletilerek, çelişkilerin açığa çıktığı böylesi süreçlerde yükseltilen ırkçılık, kapitalist sistemin yapısallığından ileri gelen ve giderek derinleşen son ekonomik kriz ve bunun insanların yaşamlarındaki yansımaları, cinsel kimlik eşitsizliği, çevre krizi gibi, kapitalizmin varlığıyla doğrudan ilişkili olan bu gibi çelişkileri Avrupa güncelinde yaşanan çelişkiler olarak ifade edebiliriz.

Gençlik kesiminin durumu, yaşadığı sorun ve içinde bulunduğu çelişkiler ise, bu saydığımız temel ve güncel çelişkiler üzerinden ortaya konan politikalardan bağımsız değil. İşçi-işsiz gençliğin karşılaştığı ekonomik çelişkiler, öğrenci gençliğin sermayenin çıkarlarını temel alan ezberci, rekabetçi eğitim sistemi vb. politikalarla geleceksizleştirilerek, sorgulama yeteneğinden ve dönüştürücü-dinamik gücünden yalıtılmaya çalışılması, özellikle göçmen gençlik açısından eğitim süreçlerinde ve sosyal yaşamda sürekli karşılaşılan ırkçılık, gettolara itilmesi, boğuşulan sorunlar karşısında ifadesizlik ve alternatifsizlikle birlikte bütün bunların gençlik içerisinde açığa çıkardığı; çeteleşme, uyuşturucu, kumar-bahis-oyun bağımlılığına sürüklenmeleri, güncel olarak mülteci gençliğin temel yaşamsal, ekonomik, kültürel sorunları gibi birçok noktayı sayabiliriz.

Az önce ifade ettiğimiz Avrupa coğrafyasındaki objektif durumdan ileri gelen gerçekliklerin yanında subjektif güçler açısından, alternatif mücadele yürüten kesimlerin ideolojik ve politik varlıklarındaki zayıflık, mücadele araçlarında burjuva sınırlarını aşamayan gerçeklikleri, örgütlenme biçimlerindeki sıkıntılar, politika üretemez durumları, ideolojik temeli ve siyasi birikimi güçlü olan göçmen örgütlenmelerinin ise dar bir çevre içinde kalarak güne ve alana dair etkili politikalar üretememesi vb. gerçeklikler de, Avrupa’da hem genel toplumsal-sınıfsal mücadele araç ve dinamikleri hem de gençlik mücadelesi açısından aşılması gereken önemli yanları oluşturuyor.

Mevcut tüm çelişkilerin kapitalist sistemin genel niteliğinden doğduğu veya sürdüğü gerçeğinden hareketle, kapitalizmin varlığının ortadan kalkmasıyla bu çelişkilerin nitelik değiştireceği veya ortadan kalkacağını biliyoruz. Ancak bugünkü nokta açısından sorunuzun daha somut ifadesi olarak,  siyasal varlığımızı kurguladığımız noktanın yukarıda ifade ettiğimiz evrensel ve özgün çelişkiler ve bulunduğumuz alanın gerçeklikleri üzerinden, ezilen gençlik kesimlerinin dinamizmini alternatifi olarak işaret ettiğimiz sosyalizm mücadelesine kanalize edebimek üzere üreteceğimiz çözüm ve mücadele politikalarımızın sosyalist devrim perspektifi taşıyan, meşru mücadelenin sınırlarını sürekli zorlayan bir yönelimi olduğunu ifade edebilirz.

HG: 26-27 Mart’ta 21. Kurultayınızı gerçekleştireceksiniz. Kurultay çalışmaları ve gündemleri hakkında neler söylemek istersiniz?

Esasta güne ve yarına niteliğimize uygun cevap olabilmek amacıyla, Avrupa’da var olan toplumsal-sosyal çelişkiler üzerindeki siyasal iddiamızı gençlik mücadelesi alanından pratiğe geçirmedeki rolümüzü, yani örgütsel-siyasal niteliğimizi, var olan örgütsel toplamımızla uzun süredir tartışma konusu yapıyoruz.

Yaptığımız tartışmalarda, yaşadığımız coğrafyada özgün gençlik örgütümüzün, tarihsel tecrübe, birikim ve kazanımlarıyla birlikte önemli açmazlarının da söz konusu olduğunu gördüğümüzü ifade edebiliriz. Kültürel aidiyetlerimizin siyasal bir aidiyet ifade etmesinin yanında, yaşadığımız coğrafya, içinden geçtiğimiz zaman dilimi ve bütün bunların özgün gençlik hareketimize yüklemiş olduğu görevlere bakıldığında,  varlık gerekçemiz ve niteliğimizle uyuşmayan bir duruşa, pratiksizliğe hapsolduğumuz bir gerçektir. Bu gerçeklikten hareketle kurultay sürecimiz, yaşadığımız coğrafyanın özgün gençlik çelişkileri üzerinden daha geniş gençlik kesimlerine ulaşmada politikalar üretmeye ve elbette üretilen bu politikaları siyasal aracımız üzerinden doğru yöntem ve ele alışlarla hayata geçirmeye dönük  bir görev üstlendi. Siyasal karşıtlığımızın, yaşadığımız coğrafyanın özgün çelişkileri ve bilimsel dünya görüşümüz üzerinden yeniden tartışılmasının ifadesi olarak gördüğümüz 21. Kurultay sürecimizdeki tüm ön çalışmalarımızı; Siyasal ve Örgütsel Perspektifimiz, yeni döneme dair pratik politikalarımız, bunlarla bağlantılı olarak Program ve Tüzük değişiklik önerilerinin somutlaştırılması ve daha sonrasında yerellerdeki fikirlerimizin merkezileştirilmesi amacını taşıyan Alt Bölge ve Ülke Kurultay çalışmalarımızın bir bütününü buna uygun olarak gerçekleştirmeye çalıştık. Bu anlamda 21. Kurultay sürecimizin,, siyasal niteliğimizi belirleyen ideolojik belgemiz olan ve örgütsel nitelik ve ilkelerimizi belirleyen  Programımızda ve Tüzügümüzde önemli noktaları tartışarak, varlığımızı tarihsel ve fikirsel bağlamından koparmadan kendi dışımızdaki siyasal hareketleri ve gelişmeleri gözlemleyerek Siyasal ve Örgütsel olarak önemli oranda nitel bir yenilenme ortaya koymadaki, başka bir ifadeyle özgün gençlik mücadele cephesinden Sosyalist toplum projesinin ideolojik ve pratik sahada meşru savunucusu olmadaki iddiamızı ilerleterek sürdürme çalışmalarında mütevazı adımlardan biri olduğunu söyleyebiliriz.

Amaç ve içeriğini özetle ifade ettiğimiz bütün bu ön çalışmalar, 26-27 Mart 2016 tarihinde Frankfurt’ta gerçekleştirilecek olan ADGH 21. Kurultay’ında gençlik iradesine taşınarak somutlaşmış olacak. Avrupa coğrafyasında farklı örgütlenme araçları üzerinden varlık gösteren gençlik örgütlenmelerinin yanında, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da politik gençlik mücadelesinin önemli dinamiklerden olan ve geçmişten bugüne ideolojik, siyasal çizgi ve perspektif açısından “bir ırmağın iki kolu” olarak ilişkilendiğimiz Demokratik Gençlik Hareketi-DGH de Kurultayımızda bizlerle birlikte olacak.

HG: Avrupa’da faaliyet yürüten bir gençlik örgütü olmanıza rağmen Türkiye-Kuzey Kürdistan’la her anlamda bağlarınızın ve ilginizin güçlü olduğunu bilmekteyiz. Bu bağlamda gençlik penceresinden ülkedeki siyasal gelişmelere dair kısaca neler söylemek istersiniz?

Evet, Avrupa’da varlık gösteren bir gençlik örgütü olarak politik görevlerimiz, özel olarak bulunduğumuz coğrafyanın sınıfsal ve toplumsal gerçekliği üzerinden ezilen gençlik kesimlerinin çelişkilerine yöneliktir. Ancak bu durum, emperyalist-kapitalist egemenlik sistemi gerçekliğinde, dünyanın diğer coğrafyalarında yaşanan gelişmelere ve buralardaki ezilenlerin sorunlarına ilgisiz olduğumuz ya da bunları birbirinden bağımsız ele aldığımız anlamına gelmemekte. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasıyla olan bağımızın ve ilgimizin temel referans noktalarından biri bu. Bunun yanında diğer önemli bir referans noktamız ise, ilk sorunuza karşılık ifade ettiğimiz mücadele varlığımızı ortaya koyan, ona yön veren ve geliştiren ideolojik-politik-kültürel aidiyet meselesidir.

Sorunuza dönecek olursak, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri kendi penceremizden doğru şekilde ele alabilmemiz için, öncelikle Emperyalist-kapitalist sömürü sisteminin ülkemiz gibi komprodor tekelci kapitalizme bağlı sömürge ve yarı sömürge ülkelere biçtiği siyasi, ekonomik, askeri, sosyal ve kültürel rolleri ifade etmemiz gerekiyor. Konunun kapsamını aşmaması bakımından özelde Türkiye-Kuzey Kürdistan’a gelecek olursak, faşist ‘’TC’’devletinin, görev ve sorumluluklarını emperyalist kapitalist ekonominin ihtiyaçları temelinde diğer ülkelerde olduğu gibi layıkıyla ve istenilen seviyede yerine getirememesinden kaynaklı AKP üzerinden planlanan yeni bir süreç başlatıldı. Bu süreçte özellikle ‘demokratikleşiyoruz’ söylemleri, ‘alevi, roman, kürt vb. açılımları’, ‘Ergenekon ve balyoz’ operasyonları , ‘12 Eylül darbecilerinin yargılanması’ üzerinden ve müslüman ülke gerçekliğini dikkate alınarak din olgusunun canlı tutulmasıyla beklenti içindeki kitleler üzerinde ‘olumlu’ bir hava yaratıldı. Yaratılan bu manipülasyonla önemli devlet organları ele geçirilerek kendisi gibi düşünmeyenleri ya yok ederek ya da biat ettirme kültürüyle iktidar haline gelindi.

AKP’nin tek başına iktidar olmasıyla birlikte çıkardığı yasalarla, başta işçi sınıfı olmak üzere ülke halklarının kazanılmış hakları ellerinden alınmaya başlandı. Özelleştirme adı altında kamu alanları sermayeye peşkeş çekildi. İşçi sınıfının sendikasız sigortasız ve güvencesiz çalıştırılması, köylülüğün üretemez hale gelerek metropollere göçmek zorunda bırakılması, bilim yuvalarının sermayeye peşkeş çekilerek parası olmayanların okuyamaz, okuyup mezun olsalar dahi iş bulamaz hale getirilmesi, HES, siyanürlü altın arama ile doğanın tahrip edilerek o coğrafyalarda bir insansızlaştıma politikasına gidilmesi, “fıtratlarında var” denilerek kadın katliamlarının, fiziksel, ekonomik, psikolojik şiddet, taciz ve tecavüzün devlet eliyle teşvik edilip desteklenmesi, kadının gittikçe ev içine hapsedilip yok sayılarak köleleştirilmesi ve yine LGBTİ’lerin toplumsal ve ekonomik yaşamın her alanında yok sayılmaları, sokak ortalarında, evlerinde, katledilmeleri, tecavüz ve tacize uğratılmaları gibi ifade etmekle bitiremeyeceğimiz saldırılardan kaynaklı ekonomik, sosyal, kültürel, akademik vb. alanlarda uygulanan bu faşist baskı, hak gaspları ve sindirme politikaları, bağrında Gezi/Haziran Ayaklanmasını yaratarak insanları sorgulamaya, sokağa çıkmaya ve birlikte mücadele etmeye götürdü. Bu durum, ülkenin dört bir yanına yayılan ve farklı gerekçe ve çelişkilerle bir araya gelen halk kitlelerinin, bir araya geldiklerinde neler yaratabildiklerini bir daha göstermiş oldu. Fakat devrimci sosyalist güçlerin güçsüz olmaları ve sürece önderlik edememelerinden kaynaklı, katliamlar, yaralamalar, gözaltılar ve tutuklamalarla süreç sönümlendirilmeye çalışıldı. Yaşanan bu sürecin faşist ‘’TC’’ devletinin korkularını büyütürken ezilenler cephesinde konumlanan bizler açısından önemli dersler yarattığını ve umut olduğunu düşünüyoruz.

Bütün bu süreçlerden geçilerek gelinen aşamada bugün 7 Haziran seçimlerinin AKP iktidarı açısından bir kırılma noktası olduğunu söyleyebiliriz. Devrimci demokratik ve ilerici kesimlerin HDP çatısı altında seçimlere girmesi sonrasında tek başına iktidar olamayan AKP iktidarı tarafından başta Kürt ulusu olmak üzere, devrimci, demokrat, ilerici, aydın, yazar ve akademisyenlere yönelik pervasız faşist saldırılar yoğunlaştrılmaya başlandı. IŞİD gericiliğini her anlamda destekleyen faşist T.C. devletinin günceldeki temsilcisi AKP iktidarı üzerinden Suruç’ta, Ankara’da, Amed’de yapılan katliamlar eşliğinde bir korku cenderesi yaratılarak ülke halkları 1 Kasım seçimlerine götürüldü.  1 Kasım seçimleri sonrası tekrar iktidara gelen AKP,  faşist T.C. devletinin tüm savaş araçlarıyla özelde Kürt halkına saldırılarını yoğunlaştırdığı bu süreçte Kürt ulusal hareketi öncülüğündeki Kürt halkı,  Kürdistan’ın birçok bölgesinde ilan edilen öz yönetimler, hendek vb. özsavunma direnişlerini sürdürüyor.

Faşist uygulamalara karşı koyuşta mücadelenin, coğrafik ve politik mücadele araçları bakımından belirli alanlara sıkışması, belli yerlerden ve alanlardan örgütlü itirazlar gelmekle birlikte, özellikle ülkenin metropollerinde büyük bir sessizliğin olması ve Kürdistan’daki mücadeleyle doğru temelde bütünleşilememesi faşist saldırıların ve birçok bakımdan kayıpların yoğunlaşmasına, dolayısıyla direnişin cılızlaşmasına neden olmakta. Ezilen kitleler açısından değerlendirdiğimizde, her ne kadar kanıksamış ya da faşizmle korkutularak sindirilmiş gibi görünse de, yaşamlarının her parçasına sirayet eden faşizmle biriken bir öfke mevcut.

Kitlelere güven vererek biriken öfkelerini açığa çıkarmak ve korku duvarlarını aşarak saldırıları püskürtmek ancak devrimci, yurtsever ve sosyalist öznelerin öncülüğünde ortak düşmana karşı Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın tüm şehirlerinde ve her sahada oluşturulacak ortak mücadele cephesinin ülkenin dört yanına yayılmasıyla mümkün olabilir. Çünkü süreç kınama bildirileri, açıklamalar, birkaç gün sonra unutulacak ve karşılık bulmayacak eylem biçimleriye püskürtülemeyecek denlidir. Bir tercih olarak değil ertelenemez bir görev olan bu gerçeklikte bizlere düşen, emperyalist güçlerin ve onların uşaklarının korkularını büyütmek olmalı ve bu da zora dayalı radikal bir mücadele cüretini kuşanarak, bu cürreti mücadele sahasının her yanında hayata geçirmekten geçmektedir.

Sözlerimizi bitiriken, Halkın Günlüğü basın emekçilerini ve okurlarını Avrupa Demokratik Gençlik Hareketi (ADGH) olarak selamlıyoruz, özellikle gazetenizin Avrupa okurlarını, kurultayımızda ve mücadelemizde bizlerle birlikte olmaya çağırıyoruz.

halkingunlugu.net