25 Kasım tarihi, Dominik’te eşitsizliğe, yoksulluğa, sömürüye, baskılara, faşist Toujila diktatörlüğüne karşı mücadele eden, Mirabel kardeşlerin devlet güçlerince tecavüz edilerek katledildiği gündür. Karayipli kadınların örgütlü militanlığı ile bugüne kadar gelen bu tarih, dayanışma ve mücadele günü olarak kadının mücadele tarihinde yerini almış oldu.
Tarihin her döneminde kadınlara yönelik her türlü ayırımcılık, şiddet ve istismar sistematik bir devlet politikasına dönüşmüştür.
Erkeğin kadın üzerindeki hegemonyası yani ataerkilliğin kapitalist sistemle bütünleşmesi kadın emeğine ve bedenine yönelik tahakkümünü daha da güçlendiriyor.
Tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi koşullarında kapitalizmin ekonomik ve sosyal alanlardaki yıkıcılığına eklenen cinayetler, çocuk istismarı, LGBTİ+ bireylere fiziki ve kültürel saldırılar bu buhrandan çıkış yollarının örgütlü mücadeleden geçtiğinin bilincinde olduğumuzu özellikle vurguluyoruz. Yapılan istatistiklere bakıldığı zaman, sorunun küreselleşmiş bir sistem sorunu ve aynı zaman da yaşam hakkı sorununa dönüştüğü açık. Her gün dünya genelinde yaklaşık 137 kadının erkekler tarafından öldürüldüğü kayıtlara geçiyor. Bunlar kayıtlara geçen rakamlar. “Kaza” ile öldürülüp kayda geçmeyenleri bilmiyoruz. Yaşadığımız Avrupa kıtası da bu konudan malesef muaf değil. Basına yansıyan sonuçlara göre, Fransa’da 2019 itibariyle öldürülen kadın sayısı 130, Ocak ayından itibaren Avusturya’da 20, Almanya’da bir yıl içinde 100 aşkın kadının eski eş yada sevgili tarafından öldürüldü.
Orta Amerika Ülkelerinde ve Türkiye de bu sayılar daha da fazla. Şiddet ve ayrımcılık sıralamasında Türkiye ilk sırada geliyor. Bu kötü tabloya rağmen 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanan ve 2014’te de yürürlüğe giren İstanbul sözleşmesi kağıt üzerinde kaldı. Avrupa Konseyi üyelerinin imzalamış olduğu bu sözleşme, LGBTİ, çocuklara ve kadına yönelik aile içi şiddeti azaltmak amacı ile imzalandı. Ancak imzalayan ülkeler bunu pratikte uygulamadığı gibi, Polonya ve Türkiye imzalarını geri çekmeyi tartışmaya açtı, kimi Avrupa ülkesi de sözleşmeyi imzalamayı red etti. Devletler insanların yaşam hakkını garanti altına almak zorundadır. Ancak kadınların yaşam hakkı sorunu, devletlerin bağımsız yargı, adalet ve hukuk sorununu açığa çıkarıyor. Öyle ki kadına şiddetin protesto sembolü olan Las Tesis dansını yapan kadınlar, ve bunu haberleştiren gazeteciler Türkiye de tutuklandılar.
Bu yaşanılan zorluklar örgütlü kadın mücadelesinin önemini bizlere gösteriyor. Kadın mücadelesinin örgütlü güce nasıl dönüştüğünü Polonya’da Kürtajın yasaklanmasına verilen tepkiyle gördük. Sudan ‘da insanca yaşam koşulları, eşitlik ve özgürlük talebi kadınların “ Devrim devrim” sloganıyla sokağa yansıdı.
Biz örgütlü kadınlar olarak, yaşatılan haksızlıklara karşı, mücadelemizi büyütmek adına tüm kadınları örgütlenmeye ve dayanışmaya çağırıyoruz. SEN SUSARSAN HERKES SUSAR!
Yaşadığımız pandemi koşullarında kısıtlı imkân ve olanaklara rağmen sesimizi, bulunduğumuz her ortamda duyurmalıyız. Avrupa Demokratik Kadın Hareketi olarak yan yana omuz omuza örgütlü bir çatı olarak bütün dünya kadınlarının sesi olmak adına sesleniyoruz:
25 Kasım Baskıya Zulme karşı kadın dayanışmasıdır.
25 Kasım artı değer sömürüsüne karşı emeğine sahip çıkan kadınların tarihidir.
25 Kasım savaşa, militarizme ırkçılığa, cinsiyetçiliğe karşı birlikte yaşama iradesidir.
Haydi kadınlar Örgütlü Mücadeleye…
Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesi Olan İstanbul Sözleşmesi Uygulansın!
İstanbul Sözleşmesi ve Mücadele Yaşatır!
AVRUPA DEMOKRATİK KADIN HAREKETİ