Avrupa Demokratik Kadın Hareketi, 6 Mart Pazar günü saat 13:00’de Zürih-Winterthur Alevi Kültür Merkezi’nde “Göç ve Göçmenlik” konulu panel gerçekleştirdi
Zürih (09-03-2016) ADKH adına yapılan açılış konuşmasının ardından savaşta göç yollarında yaşamını yitirenler için saygı duruşu gerçekleştirildi.Panele, Neuchâtel Üniversitesi’den sosyolog İbrahim Soysüren, İsviçre Emek Partisi (PDA) adına hukukçu Nesrin Ulu, İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu adına Zeynep Kara, Demokratik Kadın Hareketi adına Kıvılcım Arat ve Avrupa Demokratik Kadın Hareketi adına da Dilek Dal panelist olarak katıldı.
Avrupa’ya Göç Dalgası Artmakta!
Panelde ilk olarak söz alan sosyolog İbrahim Soysüren:
“Göç söz konusu olduğunda karmaşık toplumsal süreçlerden bahsedilmekte. Beklenmeyen sonuçları olan süreçlerden bahsediyoruz. Avrupa ülkelerindeki göç politikaları sonuçlarına baktığımızda başarısızlığa mahkûm süreçler olduğunu görmekteyiz.Arap Baharı olarak adlandırılan süreç 2010’da başladı ve savaştan kaçan insanlar öncelikle çevre ülkelere dağıldılar ve zamanla bu insanlar, Suriyeliler savaşın akabininde geriye dönüş umutlarını kestiler ve bununla birlikte Avrupa’ya doğru göç dalgalarının arttığını gördük.
Bugün, dünyada en fazla mülteci nüfusu Türkiye’de bulunmaktadır. Bugünki Avrupa’ya göç eden insanlar ise aslında Suriye’den değil Türkiye’den gelmekte olduğunu söylemek zorundayız. Çünkü bu insanlar uzun süredir Türkiye’de sokaklarda yasamakta ve tek umutları Avrupa’ya gelmek.Yani bu insanlar Suriye’den değil Türkiye’den gelmektedirler. Ve hepsi röportajlarda Türkçe konuşmaktadırlar. Bu Türkiye açısından sorgulanması gerekmektedir. Avrupa bir mülteci pazarlığı yapmaktadır. Avrupa’daki bakış, çevre ülkelerde kalırlar, biz de yardim ederiz. Ancak Türkiye’deki koşullar çok kötü.Buraya gelenler Suriyeliler bu anlamda uzun bir süreç Türkiye’de kalıp orada yaşam imkânı bulamayarak Avrupa yollarına düşmüşler ve gelenlerin büyük oranının üniversite bitirmiş kimseler olduğunu gözlemlemekteyiz. Bu durum sınıfsal bir farklılığı da göstermektedir. Bu anlamda Avrupa Birliğinin istememe ve gözünü kapatması esasta Schengen özgürlük alanı yaratma hikayesi ile dış sınırları artırarak, duvarları yükselterek içeridekilerin rahatça dolaşılması hesaplanmaktadır.
Ülkeler çitler ve duvarlar örmekte özellikle 2015 sonlarına doğru bu politikadan ötürü Makedonya’da 35 bin civarında insanın kaldığı söylenmekte.Deniz yolunun daha az kullanılmasının nedeni denizdeki ölümlerdir. İstatistikler 2014-2015 yıllarında 10 bin göçmenin Akdeniz’den Avrupa’ya geçerken yaşamını yitirdiğini göstermektedir. Uzmanlar daha fazla olduğunu yani 30 bine yakın insanın öldüğünü düşünmekte.Avrupa ülkeleri çerçevesinde güncel olarak yaşatılan ise korku, işgal kaygısıdır. Evet Suriyeliler fazla, rahat yerlerden gelmiyorlar aylar süren zorlu yolculuklardan geliyorlar ve bu göz ardı ediliyor.
Avrupa’daki göçmenlik politikaları ile eskiden ekonomik göçmenleri istemiyoruz derlerdi. Şimdi ise kısacası istemiyoruz denmekte. Bugün yaşanan süreç, 2. Dünya savaşı sonrası en büyük göç dalgasıdır. Tüm Avrupa’da bunca gürültüye rağmen bir milyon üç yüz kişinin geldiğini görüyoruz. Almanya ise bu gelen ilticacı dalgasını çeken en önemli ülke olarak karşımıza çıkıyor.Türkiye, kısa bir sürede bu kadar bir mülteciyi barındırdığı için araştırmacılar açısından ilginç bir örnek olmakta.
Türkiye’nin bütün bir AB ilişkisi, para pazarlıkları göçmenler üzerinde şekillenmekte. Türkiye, AB açısından şu şekilde değerlendirilmekte; biz bunlarla anlaşamazsak geçen yıl gelen göçmen sayısının bir kaç katı göçmen sayısı ile karşı karşıya kalacağız, demektir. Bu durumdan kaynaklı uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin yaptıklarına göz yummaya yol açmaktadır. AB, Zaman gazetesinin el konulmasına tepki göstermiş gibi görünse de esas da seslerini çıkarmamakta.Burada göç önemli bir faktör olmaktadır. Erdoğan rejiminin eleştirilmesi sınır kapılarının açılması korkusu yaşanmaktadır. Böyle bir pazarlık süreci söz konusuyken, öte yandan kötü şartlar altında insanlar hayatlarını sürdürmekte, bir daha geri dönemeyecekleri için ülkelerde hayatlarını kurmaya çalışıyorlar ve özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde kötü muameleler gözlemlenmektedir.Bu politikalar ile boşa çıkacaktır, bu şaşırtıcı değil önümüzdeki dönemde Suriye ile birlikte başlayan sürecin sonuçlarını tartışacağız.” diyerek sunumunu sonlandırdı.
Sınırlar, Yasalarla Güvence Altında!
İkinci panelist olarak katılan İsviçre Emek Partisi (PDA) aktivisti, hukukçu Nesrin Ulu:
“Tarihsel açıdan hukuk din ile iç içe geçmiştir, gerek tek tanrılı gerekse de çok tanrılı dinlerde de oluşturulan kurallar hukukun temelini oluşturmuş ve aydınlanma süreci ile devletin yasama organları tarafından yasalar düzenlenmeye başlanmış ve kolluk güçleri bu yasaların uygulanması rolünü üstlenmiş ve gerektiğinde şiddet kullanılmıştır.
Anaerkil hukuk sistemi varlığı araştırmalarla ortaya konulmuş, komünal yapılanma. Anaerkil toplumlarda egemenlik sisteminin olmadığı, kadın ile erkeğin eşit olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Ortaçağda erk hukuk sistemi ile binlerce kadın cadı mahkemelerinde infaz edilmiştir. 9 milyon cadı avı gerçekleştirilmiştir.
Din, toplumun hukuk kuralları olarak varlığını sürdürmüştür. Kadınların taşlanması sadece İslam’a ait değil eski İncil’de kadınlar bölümünde aynı uygulamalar yer almaktadır. Bütün dinler kadının üzerinde özel tasavvur görmekte.
Erkek egemen hukuk sistemi aydınlanmadan sonra da çok fazla değişmedi. Bugüne kadar kadın kendi kimliği için çok mücadele vermiştir. Kürtaj hakkı, çalışma hakkı vs. bunlar için kadınlar mücadele verdi ve bunlar ölümü göze alarak mücadele ile kazanılan haklardır.
Bugün İsviçre yasalarında, dolandırıcılık suçu, şayet suçlanan kişi organize suç işlemişse 10 yıla kadar ceza alırken, yine tecavüz suçu da 10 yıllık cezaya tabi tutulmaktadır. Dikkat çektiğimiz paraya yönelik bütün suçlar kadına ve çocuğa yönelik suçlardan çok daha önemli görülmektedir.Bu durum erk hukuk sisteminin özelliğidir.Günümüzde bir sürü kadın göç etmektedir. Kadınlar, ekonomik iş gücü olarak kendi ailesini beslemek için başka ülkelerde ev içi alanlarda çalışmakta. En ağır koşullarda çalışıp en ciddi sömürüye cinsel saldırılara maruz kalmaktadır. Son savaşla göç eden kadınların sayısı erkekleri geçmiştir. Bu anlamda Suriye’de erkekler kalıp savaşırken kadınlar ve çocuklar göç yollarına düşmüşlerdir. Avrupa ise göçmenlere yönelik seçici davranmakta, diplomalı gençleri almakta.Göçmenlik Avrupa açısından kabul gören bir olgu değildir. Bu hukukta kayıt altına alınmıştır, yani sınırlar yasalarla güvence altına alınır. İsviçre konsolosluk ilticasını kaldırmış ve vize uygulamaları gibi, bütün bürokrasi gelmeleri zorlaştırmak için yapılmıştır.Hukuk: sokakta yapılır, parlamentoda değil, biz sokaktan çekilirsek, parlamento istediğini yapar.
Son yapılan ırkçı-göçmen karşıtı referandumda, sokağın pratiği sandığa yansımıştır. Hayır oyu, başarıdır.”diyerek sözlerini sonlandırdı.
Irkçılık ve Faşizm Dayanak Olarak Kullanılıyor!
ADKH’nin gerçekleştirmiş olduğu “Göç ve Göçmenlik” panelinde üçüncü katılımcı olarak söz alan İsviçre Demokratik Haklar Federasyonu aktivisti Zeynep Kara:
“Emperyalist kapitalist sistemin dünyayı yaşanmaz hale getirdiğini görmekteyiz. Aşırı kar hırsı ile Ortadoğu halklarına kan kusturulmaktadır.Dünya genelinde üretimin 90% çok uluslu tekellerin elinde bulunmakta. Ekonomik yoksullaşma, mezhep savaşları, bölgesel savaşların olduğu bir dünya da yaşıyoruz. Bu açıdan göç ve göçmenlik olgusunu buradan tartışmak zorundayız. Bu da emperyalist sistemin bir sonucu olmaktadır. İDHF, göçmenlerin ekonomik, demokratik, hukuksal mücadelesini vermek açısından ortaya çıkmış bir politik kitle örgütüdür. Bu anlamda politik bir göçmen hareketi yaratma hedefindeyiz. Hukuki bir mücadelenin yansıra, esas neden ekonomik öz ise biz bu mücadeleyi emperyalist kapitalist sistemden bağımsız ele alamayız, kalıcı toplumsal haklar ve dönüşümler için bu perspektifle faaliyetlerimizi örgütlemek zorundayız. Burjuva demokrasisi yerine devlet karşıtlığı ile duruşu göstermeliyiz.
Sistem yapısal krizini aşmak için ırkçılığı ve faşizmi hep dayanak olarak kullanmıştır.
Bütün göçmen örgütlülerinin bu yönlü bir gündemi olmalı ve platformlar kurulmalı.
ADHK olarak bizler, göçmenlik kapsamında “biz buradayız, çünkü siz oradasınız” kampanyası gerçekleştirmekteyiz. Sokak çalışmalarından panellere dek bu kampanya sürdürülüyor.” diyerek konuşmasını Berna Ünsal’ın “Yaşasın kadınların kurtuluşu, yaşasın insanların kurtuluşu, o özgür altınçağ mücadelemiz.” sözleriyle sonlandırdı.
Göç, Devlet Politikasıdır!
Demokratik Kadın Hareketi adına panele katılan Kıvılcım Arat:
“Zorunlu göç tartışmaları bağlamında yersiz yurtsuz kalma ve yeniden yapılanma sürecini kadın üzerinden ele almak daha doğru bir yöntemdir. Ev aynı zamanda bir direniş alanı olarak kadının kendi evini koruması gibi bir zorunluluk haline geliyor.Genel kuramlarda ev alanı geleneksel alan, özel alan olarak tanımlanmakta ve bu anlamda evi tartışıp politika üretmek gerekmekte ve genel olarak kadın ve ev özdeş anlamda kullanılmakta. Göç bir sonuç değil bir başlangıçtır, bu anlamda sonuç tanımlaması doğru değildir. Ev, kadın bir için bir varoluş alanı bu anlamda evin kaybedilmesi gündelik hayat pratiklerinin kaybedilmesi ve yeniden şekillendirilmesidir. Örnek köyden şehire yapılan göçte pratik değişimi gözlemlenmektedir.Ev, feminist ve sosyalist literatürde eleştirilmiş ve kadını kısıtlayan bir alan olarak belirlenmiştir. Ancak evin yalnızca baskıcı bir alan olmadığını anlamaktayız. Ev, ekonomik bir birim olarak; duygusal ve aidiyet noktasında mekânsal sınırların ötesinde, toplumsal ilişki alanlarının oluşturulduğu bir alan olarak karşımıza çıkmakta.Kürtlerde zorunlu göç bağlamında ev; kadın mekânı olarak tanımlanmaktadır. Sürgün ve zorunlu göç ile ev mekânsal alanı aşmakta, bu anlamda ev yurda, ataların bulunduğu toprağa ve aile ilişkilerin olduğu bir alan olmakta.
Ev, bu anlamda gündelik yaşamın takip edilmesi olmakta ve komşuluk sosyal ilişkilerin olduğu yerden yabancı alanlara taşınmakta.
Evin kaybı nasıl gerçekleşmekte; 90’lı yıllarda Türkiye’de zorunlu göç nasıl karşımıza çıkmakta.
Kürdistan’da gerillaların aktif faaliyetleri ile devlet tarafından zorunlu göç bir politika haline getirildi ve bölge kırsalının yeninden düzenlenmesi amaçlandı. Bu dönemlerde cinsel şiddet özellikle kadınlara sistemli bir şekilde uygulanmış. Bu anlamda savaşın ilk mağduru olarak kadınlar karşımıza çıkmaktadır.
Bu anlamda Dünya da toplumu ve bir halkı cezalandırmak adına kadına sistematik politikalar ile cinsel şiddet uygulanmıştır. Buna en bariz örnek Bosna-Sırp savaşıdır. Bugün bu savaştan kaynaklı tecavüz sonucu doğan binlerce çocuk var ve bu çocukları ne Sırplar ne de Bosnalılar kabul etmekte ve iki toplumun kabul etmemesi aidiyet kimliklerini oluşturmalarında engel teşkil etmektedir” diyerek konuşmasını bitirdi.
Kadınlar Direnişi Giydiğinde, Korku Duvarı Yıkılır!
Göç ve Göçmenlik panelinin son konuşmacısı olarak Avrupa Demokratik Kadın Hareketi adına Dilek Dal:
“Yaşadığımız bu bölgelerde emperyalizmin savaş planları yapılmakta ve Ortadoğuda kanlı bir şekilde uygulanmaktadır. Avrupa devletleri savaş mağdurlarına sınırları kapatırken, insanları ölüm yolculuğuna sürüklemektedir. Bu göç yollarında özellikle kadınların ve çocukların yaşadıkları onlarca kalıcı travmalara yol açmaktadır. Uluslararası Af Örgütü, Irak ve Suriye’den yola çıkıp Avrupa’ya ulaşmaya çalışan kırk mülteci kadınla yaptığı röportajlar sonrası bir rapor yayınladı. Buna göre kadınlar göç yollarında tacize, tecavüze, şiddete uğramış. İnsan tacirlerinden güvenlik görevlilerine, askere; aynı çadırlarda kaldığı erkeklerden eşlerine dek şiddetin her türlüsünü psikolojik, fiziksel ve cinsel yönleriyle yaşamışlardır. Bilimsel araştırmalar uzun bir dönem göçmen kadınları konu edinmemiş. Göçmen kadın, 60’lı yıllardan sonra araştırmalarda yer almaya başlamıştır. Bu anlamda göçün kadınlaşması kavramı geliştirilmiştir. Avrupa gelişen sanayileşme ile birlikte ilk göç dalgalarında çoğunluklu olarak erkek iş gücüne ihtiyaç duymuş. Akabinde aile birleşimleri ile kadınlar ve çocuklar yoğunluklu olarak göç etmiştir. Günümüzde ise kadınlar erkeklere oranla daha fazla göç etmektedirler. Bu anlamda göçün kadınlaşması ayni zamanda is pazarının transformasyona uğraması, hizmet sektörünün artması ve kadının is gücüne ihtiyaç duyulmasıdır. Peki, göçmen kadınlar hangi alanlarda çalışmaktadırlar? Uluslararası çalışma örgütüne (ILO) göre dünya da 53 Milyon kişi ev islerinde çalışmakta ve bunun % 83’ ünü kadınlar oluşturmaktadır. Ancak bu sayı daha da fazla olabilir. Çünkü kayıtsız ve güvencesiz çalışmanın yoğun olduğu bir sektör. Yine göçmen kadınların yoğun olarak istihdam edildiği alanlar insan ticareti, hizmet sektörü, sağlık ve bakımdır. Mesela gerek özel evlerde gerekse de kurumlardaki yaşlı ve çocuk bakımı gibi. Bu işlerin ortak özelliği ise toplumsal statüsü düşük ve çalışma koşullarının esnek olmasıdır. Bunun yani sıra göçmen kadın isçiler bu alanlarda ucuz is gücü olarak görülmekte ve büyük bir sömürüye maruz kalmaktadırlar. Yine bu is alanlarda sendikalaşmanın, hak alma mücadelesinin eksikliğinden kaynaklı hak gaspları daha rahat uygulanmaktadır. Gördüğümüz üzere gerek sınıfsal, gerek cinsel gerekse de göçmen kimliğimizden ötürü daha fazla eşitsizliklere uğramaktayız.” diyerek konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
“Göçmen olmamız, kadın olmamız, alt sınıftan olmamız bizleri eşitsizlikler piramidinin en altına katmaktadır. Her geçen gün ırkçılık artmakta, sosyal haklar geri alınmakta. Gelişen sağ eğilim ile sadece egemen ulus kimliği değil erk zihniyet de gelişmektedir. Çünkü sağ eğilim, kadını klasik rollerin içine hapsetmeye ve kazanılmış haklarını (doğrum kontrolü, annelik izni vs.) gasp etmeye yönelir. Bizler, bu yüzden mücadele ederken bir yönümüzü de buraya çevirmeliyiz. Burada yaşadığımız sorunlara karşı aktör olmalıyız. Bunun yolu da bir araya gelmemizdir. İşçi kimliğimizle sendikalarda, göçmen kimliğimizle ırkçılığa karşı platformlarda, yine savaş karşıtı platformlarda, kadın kimliğimizle kadın örgütlülüklerinde, enternasyonel çalışma alanlarda yer almalı, bizzat bu hareketlerin aktörleri olmalıyız. Çünkü kadınlar direnişi giydiklerinde, toplumda korku duvarı yıkılır. Bizler, ADKH olarak bu mücadelede politik tepkimizi ortaya koymak ve görünür kılmak için sizleri örgütlenmeye ve birlikte ses olmaya çağırıyoruz. ” vurgusuyla, ADKH’nin örgütlemiş olduğu “Göç ve Göçmenlik” paneli, soru-cevap bölümünün ardından sonlandırıldı.