Algül Umutlu Yazdı: Sığacak mı bakalım mızrak çuvala

Bugün ölümünün 12. günü olmasına rağmen kimse veremiyor yakma emrini. Bakalım Peru’nun çiçeği burnunda hükümeti nasıl çözecek bu sorunu. Ya yakarak Pasifik Okyanusu’na atmayı düşündüğü küllerin altında boğulacak ya da cenazeyi teslim edip kendi küllerinden bir kere daha doğmanın yolunu açacak

Perulu yetkililer yaklaşık 10 gündür korkunç bir ikilemle karşı karşıyalar. Doluya koyuyorlar almıyor, boşa koyuyorlar dolmuyor; ne yapacaklarını şaşırmış durumda, kara kara düşünüyorlar. Bir yandan yasalar var bir yandan korkuları.

Bir yandan verelim ailesine gömülsün gitsin diyorlar, diğer yandan olmaz öyle şey, yakalım gitsin, külleri Pasifik Okyanusu’na atılsın, ondan geriye bir şey kalmasın, kendi ellerimizle bir put yaratmayalım.

Hala korkulu rüyaları olmaya devam ediyor 1 haftadır morgda yatan Abimael Guzman. Kimileri And Dağları’nın Pol Pot’u demişti ona, kimisi Dağ Kartalı, kimisi de Peru’nun Kızıl Güneşi. Halk düşmanı, eli kanlı terörist, bebek katili de cabası. Elbette her şey nereden ve nasıl baktığına bağlı.

Yıllar önce zulüm, baskı ve sömürünün olduğu yerde isyan etmek haklıdır diyerek ayağa kaldırmıştı Peru’nun yoksul ve mazlum halkını. Yepyeni bir tarih yazalım demişti onlara, gelin hep birlikte bu makus talihimizi tersine çevirelim. Gücümüzü birleştirip bu gidişata dur diyelim, üzerinde sınıfsız sömürüsüz bir dünya yazan orak çekiçli kızıl bayrağımızı And Dağları’nın doruklarına dikelim.

Başlangıçta çok az olan güçleri kısa sürede çığ gibi büyür. Çünkü hedeflediği iktidar hiç bir zaman iktidar olamamış olanların iktidarıymış; işçilerin, köylülerin ve orta sınıftan ilerici kesimlerin iktidarı. Halk Komiteleri eliyle ekiyorlarmış teker teker bu iktidarın tohumlarını. İktidar sizin sırt çantanızda dermiş bazan gerillalarına, sırtınızda taşıyorsunuz siz onu.

Onların umudu büyütürken yoksul halk arasında tedirginlikleri arttıkça artarmış hem ülkeyi yönetenlerin hem de ABD’li emperyalistlerin. Hele de Kasım 1989 yerel seçimlerinden sonra. Peru Komünist Partisi’nin (PKP) bu seçimlerde de politikası, 1980’lerden beri uyguladığı boykottu elbette.

Geniş kitleleri seçimleri boykot etmeye çağırıyor, güçlü olduğu üst bölgelerde de seçim sandıklarının konulmasını engelliyorlardı. Kırsal alanda zaten yapılamayan seçimler il ve ilçe merkezleriyle başkent çevresinde yapılabiliyordu ancak. O da ne seçim ama. Oyların çoğu boş ya da geçersiz sayılıyordu; öyle az oy çıkıyordu ki bazı yörelerde, seçim yenilenmek zorunda kalıyordu. Bir yörede sadece 3 oy çıktığı söylentisiyle dalga geçiliyordu bu seçimlerde, güya adayın kendisi, oğlu ve eşi dışında kimse gitmemiş oy sandığına.

Üstelik de oy kullanmak zorunlu olduğu halde. Sadece büyük para cezası değildi seçimleri zorunlu kılan, bundan daha da önemlisi ulusal kimlik kartı yerine geçiyordu seçmen kartları. Vay üzerinde oy kullandığına dair mühür bulunmayan seçmen kartı sahiplerine. Değil ise giriş başvurusu yapabilmek, en küçük bürokratik işlerini bile halledemiyorlardı resmi dairelerde.

Boşuna değildi 1990 Nisan genel seçimlerinde silahlı kuvvetlerin, askeri kontrol noktalarında tek tek herkesin seçmen kartlarını kontrol edeceğiz anonsu. Etti de. Ama tüm baskı ve zulmüne rağmen yine de boş ve geçersiz oyların önüne geçemedi. Haziran’da yapılan 2. turda anca oturabildi Fujimori başkan koltuğuna. Oturur oturmaz da yemin etti Aydınlık Yol örgütünün sonunu getireceğine.

PKP de biliyordu elbette boykot taktiğinin, boş oy ya da geçersiz oyların iktidar değişikliği yaratmayacağını; ama ya bu boş oylar ülke geneline yayılır ve nihai olarak sömürü ve baskıyı defedecek olan partiyle birleşip son vuruşu yaparlarsa birlikte? İşte bu durum alarm zillerini çaldırıyordu hem Perulu yöneticilerde hem de ABD’de. Önceden kâle almamışlardı ufak tefek hareketlenmeleri ama şimdi başkaydı işte.

Önce teçhizat, mekanisyen, helikopter gönderdi. Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi’nin askeri müşavirini de unutmadı tabi, ondan daha iyi gerekçe mi olurdu bir ülkeye girişte.

110 milyon dolarlık yardımla açtı kesenin ağzını. O döneme göre, çok ileri teknikler kullanarak Peru’nun detaylı haritalarını çıkardı, yüksek teknolojili haberleşme sistemini kurdu.

Kendi büyükelçisini bile değiştirdi. Anthony Quainton’ı indiriverdi Peru’ya. Çok ‘kullanışlı’ bir elçiydi kendisi. Ne tesadüftür ki, ABD, Nikaragua’nın limanlarına mayın döşemeden hemen önce de atayıvermişti oraya.

Daha sonra Körfez Savaşı sırasında boy görüyoruz kendisini, ABD İran’a karşı donanmasını Körfez’e yığarken Kuveyt’te boy gösteriyordu ABD temsilcisi.

Her şey hazırdı hazır olmasına, karşı devrimci savaşın planlaması için ama yine de bu sefer pek de rahat değildi içleri.

Hele asker çıkarmayı hiç göze alamıyorlardı Peru’ya. Grenada ya da Panama’da ne kadar kolaydı halbuki işleri; çabucak elde edivermişlerdi “beleş” bir zaferi. Ama öyle miydi ya Peru? PKP gibi Maoist bir parti vardır karşılarında, emperyalizm ve gericilik yeryüzünden süpürülene kadar savaşmaya yemin etmiş, üstelik de yoksul indios (kızılderili) ve choloslarla (melezler) birleşmiş. Kolay yenilir yutulur bir lokma olmadığı belli, ama böyle elleri kolları bağlı seyredilmez ki, vardır elbet bir çaresi.

“Tetiği biz çekmeyiz ama silahın nereye çevrileceğini gösterebiliriz” demişti ABD Savunma Bakanlığı görevlilerinden biri. Gösterdiler de.

12 Eylül 1992 günü, yıllarca süren bir sürek avından sonra yakalayabildiler Aydınlık Yol’un kurucu başkanı Abimael Guzman ve 8 yoldasını CIA önderliğindeki Dincote’un (Terörle Mücadele Dairesi) operasyonuyla. Kafes içinde getirilen bir sanık, kapatılmış vahşi bir hayvan gibi gösterilme amacıyla bütün dünyaya. Aşağılanmak bir yana, bütün dünyaya Enternasyonal Marşı’nı dinletiyor sağ kolu havada.

Herkes gibi yargılama heyeti de dinliyor yüzlerini göstermemek için kukuleta geçirdikleri başları önde. Olağanüstü yargılamanın cezası da olağanüstü olur elbette: Mutlak tecritle ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası. Yine de boyun eğdiremezler onu. 29 yıl, tek başına hücrede direnişle geçen bir ömür. 11 Eylül sabahı, saat 6.40’ta durur kalbi.

Tek varisi, eşi Elena İpaerraguirre. O da kendisi gibi ömür boyu hapis cezasını çekmekte başka bir hapishanenin hücresinde. Sessizce dinlemiş ölüm haberini kendisine ileten yetkilileri. “Her şeyi isterim ondan geriye kalan ne varsa” dışında bir söz çıkmamış ağzından. Sonra suç duyurusunda bulunmuş Abimael Guzman’ın ölümü hakkında avukatı aracılığıyla.

Bir dönem birlikte yattığı yoldaşı İris Quinonez’i vekil tayin etmiş kendisine, eşinin, yoldasının, önderinin cenazesini alınıp layık olduğu şekilde gömülmesi için. “Unutma” demiş ona. “Şan olsun, şeref olsun Abimael Guzman’a demeyi. Bir de onun bıraktığı aydınlık yoldan sonuna kadar gideceğimizi eklemeyi.”

15 Eylül günü reddediliyor talepleri. Sebep? Noter huzurunda vermemiş çünkü vekaleti. Amaç zaman kazanmak tabii. Otopsi sonucuna göre akciğer yetmezliğinden ölmüştür Guzman. Hazır COVID-19 salgını da varken, sağlık mevzuatı da salgından ölenlerin yakılmasına izin verirken yakalım gitsin der savcılardan biri. Olur mu öyle şey, aşılıydı bizim müvekkilimiz diye itiraz eder avukatları.

Adalet Bakanı Anibal Torres de yakma taraftarıdır. “Hiç bir şey kalmasın” der. “Hiç kimse için ziyaret yeri olabilecek bir yer olmasın yeryüzünde O’nun için, kimse saygıyla anamasın adını başucunda. Ananlara terör suçlusu muamelesi yaparız haberleri ola.”

“Ama efendim mevzuat” der başsavcı. “Varolan yasalar bağlamakta elimizi kolumuzu, eninde sonunda vermek zorundayız cenazeyi bizce ‘terörist’ olsa da eşi Elena’ya.”

“Mevzuat mı dediniz, o bizim işimiz efendim, hemen düzeltiriz.” Apar topar hazırlanır Kamu Güveni ve Toplumsal Çıkar Yasası. Bundan böyle terör suçlarıyla cezalandırılanların cesetleri ailelere teslim edilmeyip devlet tarafından gömüle.

“Neden” der meclis tartışmalarında milletvekillerinden birisi. “Neden adeta kişiye özel bu yasa? Neden soykırım suçlarını, tecavüzcüleri, çocuk katillerini, pedofilleri kapsamıyor da bu sadece terör suçları için çıkarılıyor, derdiniz ne ola?”

Bütün itirazlara rağmen 15 Eylül’de kabul edilir bu kişiye özel Guzman Yasası. Ama o da ne. Bütün dünyada olduğu gibi Peru’da da şamil olmazmış çıkan yasalar geçmişe. 11 Eylül’de ölmüş Guzman. 17 Eylül’de çıkmış bu yasa, nasıl sığdırılacak şimdi mızrak çuvala?

Karara göre İçişleri Bakanlığı, Adalet ve İnsan Hakları Bakanlığı ile koordineli olarak yerine getirmeli yakma işini. Ama bugün ölümünün 12. Günü olmasına rağmen kimse veremiyor yakma emrini.

En büyük yakma şirketi Piedrangel’in bu yakma işini reddettiği söyleniyor. Geriye ordu tarafından yönetilen El Angel Mezarlğı ve Mapfre krematoryumları kalıyor.

Elena İparraguirre’nin avukatları savcılğı Guzman’ın dul kalan eşine saygıya davet ediyor. Cenazenin, eşinin tayin ettiği birisine verilmesinin en doğru yol olduğunu, hatta cenaze törenine Elena’nın da katılmasının zorunluluk olduğunu iddia ediyorlar.

Başkan Pedro Castillo kesin bir şey söylemedi henüz; kararın kendisiyle bir ilgisi olmadığını söyleyerek topu savcılığa atmakla meşgul. Olur mu öyle şey, nihai karar devletindir diye karşı çıkılıyor bu tavrına.

Üstelik de Aydınlık Yol ile ilişkili olduğu iddia edilen iki bakanının istifasını istememekle, el altında teröre destek vermekle suçlanıyor.

Tartışmalar ve belirsizlik gittikçe büyüyor. Bakalım Peru’nun çiçeği burnunda hükümeti nasıl çözecek bu sorunu.

Ya yakarak Pasifik Okyanusu’na atmayı düşündüğü küllerin altında boğulacak ya da cenazeyi teslim edip kendi küllerinden bir kere daha doğmanın yolunu açacak. İzleyip hep birlikte göreceğiz. Sığıp sığmayacağını mızrağın çuvala…

Kaynak: Sendika.org