“İnsanlık tarihinde, hiç şüphesiz ilk kez, yer yüzünün talan edilmesiyle birlikte gündeme gelen problemler küresel bir hal aldılar. Tıpkı fırtınalar içinde yolunu şaşıran bir gemide olduğu gibi, kaçabilme imkanı bulunmuyor, bizi selamete çıkaracak sığınağı arayabileceğimiz “öteler” kalmadı artık. Bu andan itibaren, bir nesne muamelesi yapmış olduğumuz bu dünya, bu doğa yeniden ve intikam almaya muktedir bir özne haline gelmektedir: Hırpalanmış, kirletilmiş, kötü muameleye maruz kalmış olarak, şimdi de o bizi, bize egemen olmakla tehdit etmektedir. “ (Luc Ferry , Ekolojik Yeni Düzen.)
Yaşamın döngüsü içinde hayatını sürdürmek için emeğini satanların farkında olmadan bulaştırıldıkları doğa katliamı, şimdi omuzlarında önüne geçilmesi gereken bir sorumluluk olarak duruyor. Asıl kötüsü doğayı katledenlerin suçsuzmuş gibi ortalıkta elini kolunu sallayarak gezmeleri.
Modernizim akımı, günümüzde sermayedarların elinde dünyanın böğrüne saplanan hançerin kılıfı olmuştur. Hayatın döngüsü akıp giden zamanın gözeneklerine sistemin doymazlığını doldurmuş ve elde kalansa sermayenin tepinmesi altında yok olan bir gezegen olmuştu. Yaşanan günlere getirilen açıklık ise sistemin avucunda çırpınan dünya için harekete geçmek isteyenlere yanlış adresi tarif etmekten öteye geçmiyor. Bilimsel alandaki gelişmelere paralel olarak değişen değerler beraberinde evrenin merkezine yerleştirilmiş olan dünyanın tahtını yerinde oynattı. O zamana kadar kabul gören geleneksel ortaçağ kozmolojisinin yerini modern bilimin yasaları almaya başlamıştı. 1543’ten 1702 yılları arasını kapsayan bu yüz elli yıllık bilimdeki ilerlemeyle insan ve doğa arasındaki organik bütünlük parçalanmış, sembolik birliği ortadan kalkan ve bölünen doğa, mekanik bir yapıya, fiziksel bir nesneye dönüşmüştür. Doğa böylece kutsallığından soyundurulurken, büyüten besleyen anne imajı da ortadan kalkmıştı. Modern bilimle nesne durumuna konulan doğa sadece ondan yararlanılması gereken bir objeydi. Kutsiyetini kaybeden doğa insanın gözünde amaçlarını gerçekleştirmesi için işlenecek zengin bir hammaddeden başka bir anlam teşkil etmiyordu.
Yukarıda da belirtildiği gibi bilimsel ilerleyişler ön ayak olmuştur ekolojinin bozulmasına , işte altını çizmek istediğimiz bu anlayıştır. Bu açıklama tamamen suçluları, doğanın yok edilmesine sebep olanları aklamaktır, onları koruyup, suça ortaklık teşkil etmektir. Sadece bu da değil diğer masum insanları da proleteryayı da suçluymuş gibi göstermeye çalışmaktır. İşte gücü elinde bulundurmanın imkanları sayesinde kapitalistler kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi sunmaya çalışıyorlar. Oysaki bugün : “Küresel düzeyde gerçekleşen kapitalist üretimden dolayı kapitalizm hızla gelişerek dünyayı su, hava, toprak ve doğadan yoksunlaştırmaya başlamıştır. Sanayileşmeyle birlikte aşırı biçimde ortaya çıkan karbondioksit gazının etkileri sonucunda atmosferdeki ozon tabakası incelmiş, son yüz yıl içinde Kuzey Kutbu bölgesindeki ortalama hava sıcaklığı 5 derece artmıştır. Önümüzdeki 100 yıl içinde dünyanın ortalama hava sıcaklığının da 1.4 ila 5.8 derece oranında daha da artacağı hesaplanmaktadır. Küresel ısınma sonucunda büyük buzullar hızla erimeye başlamış, bu ise şiddetli yağışlar, sel felaketleri, büyük tayfunlar (El Nino, Katrina vb.) büyük miktarda erozyon ve kıyıya yakın bölgelerin sular altında kalması gibi tehlikeler doğurmuştur. Küresel ısınmanın ayrıca dünyadaki bitki ve hayvan türleri üzerinde de olumsuz etkileri ortaya çıkmış ve gelecekte yaşanabilecek küresel gıda bunalımlarına zemin oluşturmaya başlamıştır. Çevresel sorunlar, insanlarda beslenme ve solunum bozuklukları, kanser, akciğer ve kemik hastalıkları başta olmak üzere bazı hastalıkların yayılmasında da etkili olmaktadır. Kapitalizmin bu yöndeki olumsuz etkileri tüm dünyada hissedilmekle birlikte, gelişmekte olan veya azgelişmiş ülkelerde hissedilen zarar diğerlerine oranla daha büyüktür.” (Metin Altıok, EKOLOJİK KRİZ, KAPİTALİST BİRİKİMİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ, GELECEK VE ÜTOPYA)
İçinde yaşadığımız bizi kılcal damarlarımıza kadar çevreleyen kapitalist sistemin içsel dinamiği sürekli kazanımı, kârı arttırma üzerine kuruludur. Kapitalizm sahip olduğu örgütlülük sayesinde daha fazla sermaye birikimi için doğadaki bütün hammaddeyi işleyip daha çok kazanmak yolunda ekolojiyi tahrif etmiştir. Bu da onun doğasından kaynaklanmaktadır. Her şeyin paraya, sermaye birikimine endeksli olduğu kapitalist düzende sermayedarların kendi çıkarlarından feragat edip doğaya zarar vermemelerini beklemek kendimize söyleyeceğimiz kocaman bir yalan olur. Çünkü biyosferin ve kapitalizmin çıkarları arasındaki çelişki antagonist bir çelişkidir. Doğası gereği kapitalizm sürekli bir üretim artışına bağımlıdır. Bu bağımlılık onu önünde hiçbir engel veya kısıtlama yokmuşçasına daha büyük ölçeklerde üretmeye ve biriktirmeye zorunlu kılar. İşte kapitalist sistemin yarattığı ekolojik krizin merkezinde bulunan düşünce tarzı: Burada doğa, sermaye sahipleri tarafından, insanın onunla birlikte içinde var olduğu bir bütün değil, sadece insanlığın –ki bu eşittir sermayenin- yararına kullanılması için sunulmuş bir hammadde deposu olarak görülür. Ve sermaye birikiminin genişlemesi için çok hızlı bir biçimde doğayı dönüştürme eylemine girişerek bu hammadde deposundan en uygun şekilde yararlanılmaya çalışılır.
Burket (2011)’e göre doğadaki her şeyi, piyasanın “kâr hırsına” kurban edilerek metalaştırdığı ve insanları bu kısır döngüde insan odaklı üretim sürecinden koparılarak vasıfsız bir tüketici konumuna sürüklediği kapitalizmin kâr güdüsü, emeği denetim altına aldığı gibi doğayı da denetim altına alır. Kapitalizmin gelişimi, emek ve doğa üzerindeki denetimini arttırırken aynı zamanda bunların sömürülmesi ve metalaşmasını da hızlandırır. Çünkü kapitalizm krizleri aşmak ve sermaye birikim sürecini devam ettirebilmek için kendine yeni metalaşma alanları yaratmak zorundadır. Kapitalizmin yıkıcı “büyümesi” ve “gelişimi” bunu gerektirir. Ancak emeğin ve doğanın metalaşması ya da sınırsız sömürülmesi kapitalizmi kendisini yok edecek bir krize doğru götürmektedir. Ve bu kriz sadece “aşırı birikim krizi” olmayacaktır. Daha evrensel boyutta bir ekoloji krizi olacaktır. Kapitalizmin yarattığı ekolojik kriz bir yandan küresel ısınma, ozon tabakasının incelmesi, hava ve su kirliliğinin artışı, asit bulutları ve yağmurları, toksik atıklar, ekolojik tür, biyo ve gen çeşitliliğinde gözlemlenen hızlı azalma, toprağın canlılığını kaybetmesi, ormanların tahrip edilmesi, çölleşme, toprağın ölümü ve gıda krizi ile doğayı öte yandan doğanın parçası olan insanlığı yıkıma sürükleyecektir.
Nazım’ın dediği gibi bunlar güzel olan her şeye düşman. Ancak sermayedarların bu sorumsuzca davranışları karşısında doğaya ve kendi dışındaki diğer canlılara karşı kendinde sorumluluk hisseden bir çok kesim var. Şu ya da bu topraktan beslenen bu faklı yapılanmaların ortak amacı ekolojik düzene verilen zararları durdurmak ve doğayı yok etmeyen bir sisteme, üretim biçimine geçilmesi. Yok edilen gezegenimizin sesi olmaya çalışan bu vicdanları ortak bir çatı altında bir araya getirmek daha ses getirici, işe yarar edimlerin ortaya çıkmasına vesile olacaktır.