Mevcut faşist iktidarın düşürülmesi, gelecek olan faşist iktidara karşı mücadelenin önünde engel değil, bilakis ona karşı mücadele kültürünü de geliştirendir. Kitleler, yenip kazanmayı, devirip yıkmayı öğrenmeli, güçlerini görmelidir. İşte bunun için de olsa, politik mücadelenin mevcut faşist iktidarın istifaya zorlanması zemininde pozisyon alması doğru, gereklidir.
Güçlü bir iktidar olarak uzunca bir süre pozisyonunu koruyan Erdoğan-AKP iktidar güruhu, pek tabii olarak kitlelerde Erdoğan ve güruhunun güçlü olduğu algısını yaratmış-pekiştirmiştir. Bu algıdan ötürü, “seçimleri kaybetse de gitmez, iktidarı bırakmaz” düşüncesi yer edinmiş, aktüel düşünce olarak devam etmektedir. Oysa, Erdoğan ve iktidar güruhu sanıldığı gibi, bugün aynı gücünü korumamaktadır. Tüm toplumun tanıklığına açık olarak yaşanan belli gelişmelerden sonra Erdoğan esasta gücünü yitirmiş, yalnızca ve yalnızca korku iklimi ve manipülasyon sayesinde ve elbette iktidar olma avantajlarıyla ayakta kalabilmektedir…
Yukarıda bahsettiğimiz algı iki açıdan önemlidir. Bir; geniş kitlelerde bu kanaatin olması, kitlelerin muhalefet etme gücünü kırıp Erdoğan’a avantaj olarak dönmektedir. Ki, yalnızca kitleler değil, burjuva klik partileri de aynı algıya sahiptir. Erdoğan ve güruhunun yaratmak istediği tam da budur. İkincisi; bu algının yol açtığı sonuç, “seçimleri kaybetse de gitmez-iktidarı bırakmaz, iç savaş çıkarır” vb. vs. şeklindeki kırılmadır. Bu kırılmaya yol açan ve manipülasyondan ibaret olan algı gerçeği, Erdoğan ve güruhuna karşı korkuyu büyüterek adeta ona teslim olmayı koşullamaktadır. Bu ruh hali elbette Erdoğan ve güruhuna karşı ciddi bir muhalefet yürütme dinamiği göstermez. Nitekim, bunca kriz ve yönetememe tablosuna karşın, ne burjuva klikler muhalefetinden ve ne de kitle muhalefetinden güçlü bir şekilde “hükümet istifa” çağrısı ve baskısı gelişmemekte, bu sonuca odaklı bir muhalefet yürütülmemektedir… Oysa, mevcut durumda tek etkili ve doğru muhalefet siyaseti, hükümeti istifaya zorlamak ve bu zeminde kitle hareketi ve muhalefeti geliştirmektir… İşte yukarıda bahsettiğimiz o algı, öyle bir yerleşmiş ki, açıkça sallantıda olan ve açıkça yönetemeyen basiretsiz Erdoğan ve iktidar güruhuna istifa çağrısı yapma veya istifa baskısı kurmaya cüret etmemeyi getirmektedir…
Erdoğan ve güruhu tarafından bilinçli olarak pompalanan bu algı haklı bir algı mıdır? Ya da gerçekten de algılandığı gibi Erdoğan ve iktidar güruhu bu algıyı gerektirecek kadar güçlü müdür? Dediğimiz gibi, iktidarın belli bir aşamasına kadar iktidarın güçlü olduğu bir gerçektir. Fakat mevcut durumda iktidarın bu gücünü korumadığı, tam tersine dokuz şiddetinde sarsılan bir iktidar olarak son derece zayıf olduğu aşikardır. Eğer manipülasyon ve algı yönetimiyle kitleler (ve burjuva muhalefet de) iktidarca istenilen rotaya sokulup yönetilmemiş olsa, bu iktidarın ayakta kalma takatinin olmadığı söylenebilir. Erdoğan ve güruhunun ne kadar güçlü-ne kadar güçsüz olduğunu anlamak için bazı hususlara bakmak yeterlidir…
FETÖ sonrası Erdoğan, Ergenekoncular, Avrasyacılar ve belli Kemalist kesimlerle anlaşma yaparak, bunlarla ortaklık zemininde belli bir güç tesis etti.
Bilindiği gibi FETÖ paralel devlet olarak örgütlüydü. Bu örgütlülük Erdoğan-AKP’den bağımsız değil, bilakis FETÖ ile Erdoğan’ın ortak örgütlülüğüydü. Bu paralel devlet örgütlenmesi FETÖ ayağıyla tasfiye edilince, geriye Erdoğan ayağı kaldı. Yani paralel devlet örgütlenmesi Erdoğan’a veya Erdoğan ayağıyla kalmış oldu. Fakat, bu paralel devlet örgütlenmesinde esas güç FETÖ çetesinin elindeydi. Ordu mensuplarından polise, yargıdan bürokrasiye kadar en geniş ağı FETÖ unsurları oluşturuyordu. Hükümet veya milletvekillerinde zayıf olan FETÖ, Erdoğan’dan azımsanmayacak sayıda vekil temsili isteyince işler değişti; Erdoğan uyandı. Zira, FETÖ’nün milletvekilleri sayısıyla hükümette de ağırlık kazanması Erdoğan’ı iyice boşa düşürüp tam bir tabela ya da kuklaya çevirecekti. Erdoğan “uyanınca” ipler koptu ve FETÖ’nün tasfiyesi darbe girişimiyle birlikte gerçekleştirilmiş oldu…
Erdoğan’ın devletteki gücü FETÖ ile belirgin bir egemenlik oluşturuyordu. FETÖ tasfiye edildikten sonra bu güç ordu ve polis içinde kırılmış, yargı ve bürokraside zayıflamış ve gerilemiş oldu. Yani, genel olarak devlette kadrolaşmış olan FETÖ’nün tasfiyesinden sonra, fiilen ortağı Erdoğan’ın da kadrosu zayıflamış oldu. FETÖ’nün tasfiye edilen binlerce asker-polis kadrosu tasfiye olunca, geriye Kemalistlerin, Ergenekoncuların ve Avrasyacıların vb ağırlığı kaldı orduda. Erdoğan, Ergenekoncular, Avrasyacılar ve belli Kemalist kesimlerle anlaşma yaparak, bunlarla ortaklık zemininde belli bir güç tesis etti. Fakat, tesis edilen bu güç Erdoğan’a sonuna kadar sadık olan değil, Erdoğan’ı ilk fırsatta satıp harcayacak bir güçtü…
Nitekim, şimdilerde yaşanan tablo Erdoğan’ın ne kadar zor durumda olduğunu, ödünler vererek tek adam sultasında sallantıya düştüğü ve iktidarın birçok çete ve diğer ortaklar tarafından temsil edildiği ortaya çıktı. (Perinçek, Bahçeli, Soylu ve mafya çetelerinin külhanbeyi kesilen tutumları bunu teyit etmektedir.) Erdoğan’ın sarıldığı diğer kesim ise, FETÖ döneminde geride kalmış olan cemaat ve tarikatlar oldu. Ne ki, bunlarla anlaşması da Erdoğan’ı düze çıkarmaya yetmedi-yetmemektedir.
Bunların devlet ve yönetim bürokrasisinde tecrübesi yoktu. Diğer ortakları da esasta liyakatsiz ehliyetsizdi devlet yönetimi ve bürokrasisinde. Kısacası Erdoğan, FETÖ’nün orduda ve bürokraside eğitilmiş kadrolarının tasfiye edilmesinden sonra, yönetmede ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldı. Bugün yaşanan yönetememe krizlerinin ve bir yangına müdahale edememe basiretsizliğinin önemli bir nedeni budur. İktidar aslen siyasi yaşamını tüketmiş bir ölüdür…
Bunların özetine göre;
1)- Erdoğan devletleşen iktidar gücüne sahip olmakla birlikte, devlet yönetiminde yeterli ve gerekli kadroya sahip değil, bilakis tecrübesiz-liyakatsiz amatör bir kadroya sahiptir. Bunun ürünü olarak da yönetememe zaafı yaşamaktadır.
2)- Erdoğan, ordu ve poliste de gerekli ve yeterli kadro birikimi ve potansiyeline sahip değildir. Bundan dolayı iktidar erkinde veya tek adam mutlak sultasında ciddi zaaflar-boşluklar yaşamaktadır. Özellikle ordu ve poliste gücü zayıf ve gevşektir. Daha çok anlaşma yapmak zorunda kaldığı ve ödünler vermek durumunda olduğu Ergenekoncu, Avrasyacı ve bazı Kemalist ordu mensuplarının bir çoğunluğu ve etkisi vardır orduda. İktidarda da bu ortaklarının temsil ettiği farklı odaklar varlık göstermektedirler…
3)- Erdoğan’ın silahlandırıp kendine bağlı özel silahlı güç haline getirdiği SADAT, bekçi, özel güvenlik gibi örgütlenmeye gitmesi, işte bu gerçekliği bildiği ve mevcut ordu-polise güvenmediği içindir. Ordu ve polis içinde ciddi bir gücü, güvendiği bir güç olmadığı için, kendisine bağlı özel ordu örgütlenmesine gitmektedir-gitmiştir. Lakin, bu örgütlenmesi, mevcut ordu-polis gücüne alternatif bir güç olmadığı da aşikardır…
4)- Erdoğan-AKP/MHP iktidarı, çetelere teslim olmuş adeta merkezi iktidar niteliğinden çıkarak belli suç örgütlerinin odaklandığı, erk olduğu veya en iyimser haliyle bunların bir koalisyonu durumuna gelmiştir. Öyle ki, bir taşın kayması/yerinden oynaması, bütün duvarın yıkılmasıyla sonuçlanacak kadar hassas bir dengededir mevcut iktidar. Bahçeli’nin, Soylu’nun Erdoğan üzerinde bir yaptırım gücü kurup iktidar politikalarına yön vermesi, bütün suçlarıyla kendilerini Erdoğan’a kabul ettirmesi ve hatta Erdoğan’ı tehdit ederek pazarlıklarını sürdürmesi ve pozisyonlarını koruması, iktidarın çetelere vb. teslim olmuş, parçalı ve hassas durumunu açıklamaktadır…
5)- Gelinen bu aşamada, Erdoğan’ın tek adam mutlak otoritesinden söz etmek geride kalmış, Erdoğan’ın muhtaç olduğu bir iktidar tablosu, çok başlı ve keşmekeşlik içindeki bir iktidar durumu ortaya çıkmıştır. Suçlar batağına batmış olan bu iktidar güçlü değil, gitmek üzere olup son derece zayıf bir iktidardır…
6)- Bu iktidar, özellikle yangınlara karşı sergilediği basiretsizlik ve yangınlarda doğa, canlı ve insanların alevler içinde kalmasını seyretme şuursuzluğuyla bu insan-hayvan-doğa canlısının hayatını iktidar hırsına feda edip siyasi rant devşirme peşinde koşma pervasızlığı sergileyerek, gerçek manada miadını doldurmuştur. Ne ki, burjuva muhalefet iktidarın ölüsünden bile korkan durumdadır. Halk kitleleri ayaklanmadan burjuva muhalefetin iktidarı düşürme basireti gösteremeyeceği anlaşılmaktadır…
7)- Bu iktidarın şimdi karşı karşıya kalması gereken burjuva tutarlı muhalefet, iktidarın en geniş muhalefet hareketiyle baskı altına alınıp istifaya zorlanması, bu istifa gerçekleşene kadar sokakları terk etmeme biçiminde istifa odaklı bir muhalefette ısrar etmesidir. Lakin mevcut durumda burjuva muhalefetin bu basireti göstermediği açıktır. Kitlelerin kendiliğinden hareketinin basıncıyla gösterirse ne ala. Olağan koşullarda, iktidar pastası için çatışan kliklerin iktidarı düşürmeye uygun olan bu koşulları değerlendirmesi taşıdığı iktidar amacıyla doğru orantılıdır…
Mevcut faşist iktidarın düşürülmesi, gelecek olan faşist iktidara karşı mücadelenin önünde engel değildir!
Bu muhalefet tarzından sonuç çıkar mı? Hiç tereddütsüz ki çıkar. Bu şartlar altındaki bir iktidarın geniş toplumsal kitlelerle birleşmiş tutarlı bir muhalefet karşısında dayanma şansı yoktur. İktidarın istifa ederek hükümetten çekilmesi, koyu faşist bir iktidarın yenilgiye uğraması anlamında her bakımdan yeğdir. Son tahlilde yenilgiye uğratılan faşist bir iktidardır; gerici sınıf klik iktidarıdır. Burjuva kliklerin iktidar odaklı da olsa, yaşadığı dalaş, çatışma ve bu çatışmanın keskinleşmesi, iktidar ve yönetim zafiyetine yol açması bakımından devrimin lehinedir. Bundan hareketle, politik mücadelenin iktidarın düşmesi için istifa baskısı oluşturması siyaseten doğru ve isabetlidir.
O halde; “Bu iktidar gitse de yerine gelecek iktidar yine faşist bir iktidar olacaktır” bilinciyle politik mücadelede edilgen kalmak siyaseten yanlış ve hatalıdır. Kaba siyasettir, siyaset yoksunluğudur. Kitleler, kim kendilerini ezip sömürüyor, kim baskı ve faşizm uyguluyor ona karşı mücadele eder, mücadeleye katılırlar. Onları iktidara karşı mücadeleye davet etmek somut ve onlarca anlaşılır olandır. Ve kitleler bu mücadele içinde ilerletilebilirler; somut olmayan hedefler için mücadelede değil. İktidarın düşmesi kitlelerde karşılık bulup anlam taşıyandır. İktidar düşürülmeden, gelecek iktidar hesabı yapmak politik mücadeleyi ötelemektir. İktidarların düşürülmesi, sadece kitle muhalefetine cesaret vermesi ve bu mücadele alışkanlığını güçlendirmesi bakımından bile yeğdir.
Mevcut faşist iktidarın düşürülmesi, gelecek olan faşist iktidara karşı mücadelenin önünde engel değil, bilakis ona karşı mücadele kültürünü de geliştirendir. Kitleler, yenip kazanmayı, devirip yıkmayı öğrenmeli, güçlerini görmelidir. İşte bunun için de olsa, politik mücadelenin mevcut faşist iktidarın istifaya zorlanması zemininde pozisyon alması doğru, gereklidir.
Burjuva faşist iktidara alternatif iktidarımız için mücadele, toplumsal hareket ve dalgalanmalardan, bunlarda sağlanan birikim ve ilerlemelerden, küçük-büyük elde edilen kazanımlardan, kitlelerin mücadele deneyimleri içinde pişip devrim saflarına daha fazla katılmaktan ve en önemlisi de kendi tecrübeleriyle güçlerini görüp kazanma bilinçlerinin ilerlemesinden geçer. Politik mücadelelerin yarattığı ilerleme, kazanım ve gelişmeler devrimimizin temelini ve tabanını pekiştirerek onu yakınlaştırır. Kitlelerin olduğu-katıldığı hiçbir mücadele, öncüler tarafından ileri sürülen teorik gerekçe ve bahaneler zemininde kayıtsızlıkla seyredilemez. Kitlelerle birlikte mücadele, kitlelerin güvenini kazanarak onları devrime çeken en sağlam, en gerçek yol ve gerçek siyasettir. Burjuva sınıflar her kliğiyle hedefimiz, düşmanımızdır. Lakin, bu sebeple baş düşmana yönelmek ve ona karşı mücadele esnetilip ötelenemez. Bugün hangi klik iktidarsa, devrimin öncelikli hedefi odur. Ona karşı mücadele görevi esastır…
Meseleyi burjuva muhalefete bırakmamak için, politik mücadelede etkin bir siyaset ve pratikle rol oynamak şarttır. Bu politik rol devrimci-sosyalist güçlerce yerine getirilmediği oranda, burjuva klik siyasi partilerinin bu rolü üstlenmesi kaçınılmaz olacaktır. Politik mücadele güçleri azımsanmayacak potansiyele sahiptir. Mücadele dinamizmleri gün be gün büyümektedir. Daha da büyümesi için siyasi süreçte pratik rol almak ve etkin bir politikayla kitlelerle birleşmek elzemdir…