Ciğerleri zorlamanın komünist cüreti: Cüneyt Kahraman

Cüneyt Kahraman 15 Mart 1997 tarihinde Dersim/Çemişgezek’te 7 yoldaşıyla birlikte ölümsüzleştiğinde proletarya partisinin 4’üncü genel sekreteriydi Komünist önder Cüneyt Kahramanı ölümsüzlüğünün 20’nci yılında saygıyla anarken, onun “ciğerleri zorla” devrimci cüretini ve şiarını kuşanmak bugün tarihsel önemde devrimci görev ve zorunluluklardan biridir

HABER MERKEZI (20-03-2017)- Sınıflar mücadelesi kendi diyalektik seyri zemininde çelişkili ve çetin bir mecrada yoluna devam etmektedir. Sınıflar mücadelesinin uzlaşmaz karşıtlıklar gerçekliğinde ifadesi olan politik savaşım, sınıflar mücadelesinin tarihsel mücadele seyrinde ortaya çıkardığı ve isçi sınıfı ile ezilenlerin elinde devrimci bir silaha dönüşen temel araçlardan biridir. Yasadığımız dünya gerçekliğinde ve keskinleşen sınıflar mücadelesi zemininde bu temel aracın tarihi önemi daha bir zorunluluk haline gelmiştir.

Sınıflar mücadelesinin bu tarihsel devrimci ilkeleri ve zorunluluklarını proleter dünya devrimi perspektifi ile Türkiye-Kuzey Kürdistan`da ete kemiğe bürünen ve bilimsel sosyalizmin kızıl bayrağını coğrafyamızda göndere çeken proletarya partisi de mücadelesini siyasal iktidar hedefi ile ve ödediği ağır bedeller, yarattığı devrimci birikimler, değerler ve nihayetinde yüzlerce komünizm savaşçısının akıtılan kanlarıyla kızıl bir deryaya dönüşerek bugünlere gelmiştir.

Bu tarihsel sürecin önemli mihenk taşlarından biride komünist önder Cüneyt Kahramandır. Proletarya partisi saflarında hızla gelişen ve öne çıkan Cüneyt Kahraman kısa bir sürede yetkinleşerek proletarya partisinin önder kadrolarından biri durumuna gelir.

Cüneyt Kahraman 15 Mart 1997 tarihinde Dersim/Çemişgezek’te 7 yoldaşıyla birlikte ölümsüzleştiğinde proletarya partisinin 4. genel sekreteriydi. Komünist önder Cüneyt Kahramanı ölümsüzlüğünün 20. yılında saygıyla anarken, onun “ciğerleri zorla” devrimci cüretini ve şiarını kuşanmak bugün tarihsel önemde devrimci görev ve zorunluluklardan biridir.

“Kürdistan Mazlumuyum!

Uzaklardaki köpek sesleri çoktan kesildi

Çeşmeler bozuldu

Patikalar kayboldu,

Ey vah, ey vah!

Virandır şimdi

Virandır sevdiğim

Harmanlarında çocuk seslerinin yükseldiği köylerim

Serçeler konmaz olmuş ağıl çeperlerine

Alacakarga meşe dalına yuva yapmaz artık,

Munzur mahzun akar

Boynu büküktür Fırat’ın

Dicle

Ah… Dicle’m

Bari sen bir şey söyle

Ne olur konuş, bu küskünlüğün de ne?

Konuş ki

Her kelimen merhemdir yürek yarama bilmez misin?

Bu yara ki

Şeyh Sait’ten, Zilan’dan

Ağrı ve Dersim’den

Kutsal yılanın ağzındaki elmas gibi taşındı kuşaklar boyu.

Ya Halepçe’ye ne demeli?

Hani bebelerimin Sarin’e belendiği

Genç kızlarımın,

Ağamın,

Atamın, napalmla kavrulduğu,

Yaralı yüreğimde beş bin kan gözesinin daha açıldığı,

Mazlumluğunun tank atışlarıyla parçalandığı yer.

Dinle sevdiğim dinle,

Urmiye yastaysa sesime Dicle

Kalleşçe dayatılmış ölümün son çığlığının,

Evlat acısına yükselen ana haykırışlarının

Her biri bir mezarlık olan vadilerinde yurdumun

Aksinin henüz dinmemiş olmasındandır.

Hani çabuk geçerdi kara gün

Hani Mazlumun ahı yerde kalmaz derlerdi.

Derlerdi de biz de inanırdık gün gelir diye

Ama bir türlü gelmedi, o beklenen gün

Demek hak değil midir şimdi

Bu kaçıncı ah, çekişimizdir ana

Bu kaçıncı geçmez gündür ağam

Niye…

Niye,

Kefensiz gömülür yiğitlerimiz

Niye,

Dinmez bu inilti, bu haykırış.

Bu küskünlük bu yas niye sormaz mısın kendine?

Bak!

Hala kanına banmış başparmak basılıyorsa ak kâğıda.

Süleymaniye, Erbil ve Zaho

Vurulmuşsa sırtından ihanet hançeriyle,

Postal izi varsa her karışında toprağının,

Tayyareler tutmuşsa göklerini,

Talan ediliyorsa emeğim açıktan açığa,

Öfkelenme oğul,

Öfkelenme yârim demeyin bana ne olur.

Bir kuş bile vurur pençesini yuva bozana,

Bir arı yaklaştırmak istemez düşmanı kovana.

Ya ben insanken nasıl,

Nasıl gamsız bakarım haraç eylenen yurduma?

Kürdistan mazlumuysam,

Bastırmışsam bugüne dek öfkemi,

Bu,

Tarihlerden bu yana akıncı toynaklarının sırtıma hoş geldiğinden değildir.

Yüce bilmişsem ulusluğu,

Bu korkudan değildir, sözüme inan.

İlkin cahillik binmiştir bir ejderha gibi yedi başıyla boynuna.

Sonra,

Sonra mazlumluğun.

Ama âlem bilir ki,

Nasıl sarılmışsam dost eline, öpmüşsem ayağını,

Öyle pusat kuşanıp diz çöktürmesini de bilmişim…

Nasıl yenilmişsem,

Boynumda prangayla gitmişsem sürgüne,

Öyle başı dik dönmeyi ve yenmeyi de bilmişim.

Artık biline ki,

Bugün tutmuşsam dağ geçitlerini,

Yatmışsam ölümüne mevzilerine yurdumun,

Çekiyorsam sakınmaksızın mavzer tetiğini,

İhanetin ipini çekmekten de yılmam.

Dedim ya sevdiğim,

Yaralıdır,

Yangın yeridir yüreğim!

Gözlerimden akan öfkeli yaşı bağışla!

Sabır taşlarının havan toplarıyla ufalandığı,

Her zerresinde bir kardeşkanı olan,

Özgürlük tarlamızdır satılmak istenen.

Bu yüreğin bu acıya dayanması kolay olmaz elbet.

Artık gitme vaktidir.

Ve ne yazık ki,

Büyük bir aşkın ağırlığından ezilmemeye çalışırken,

Senin sevdanı da taşıyacak derman yok dizlerimde bir zaman daha.

Ne olur hüzünlenme,

Eğme boynunu, bülbülü kahreden solmuş gül gibi.

Ve son bir diyeceğim var sana,

Unutma sevdiğim.

İstersen yaz bir kenara.

Son sözlerim olarak kalsın cihana

Bu acıya,

Bu amansız sevdaya

Ve bu çıyan pazarlığına,

Şiir yazmayan birisi,

Şairim demesin kendine.

Ey nazlı yurdum,

Sana türkü yakmayan ozan değildir daha.

Dağlarına bel verip kan kusturmamışsa düşmana,

Hasret kalmamışsa uykuya,

Düğün almamışsa yar yoluna,

Çalmamışsa silahını kayalıklarına,

El vermemişse kurtuluş kavgasına,

Kızlarımla,

Oğullarımla,

Yiğit demesinler gençlerim kendilerine.”

Cüneyt Kahraman