Darlaştırılmış ufuklarla buzlu sulara gömülen beklentiler üzerine!

erdogan kurt sorunu yokturTürk devleti hali hazırda çözüm süreci adıyla uyguladığı konseptindeki çizgi ve pratik politikalarıyla hala süreci taktisel bir manevra olarak yürütmektedir Yani Türk Sünni İslam egemenli devlet sisteminin imtiyazlı hegemonyası için yürürlüğe koyduğu tüm argümanları manivela- kaldıraç olarak kullanmaktadır

HABER MERKEZİ (08-05-2015) – Erdoğan şahsında sömürücü zulümkarların ‘’fitratı’’nda, işçi ve emekçiler başta gelmek üzere tüm ezilenlerin gayet doğal meşru demokratik özgücüne dayalı yaşam ve irade hakları, demokrasi ve özgürlüklere hiç yer yoktur. Ataerkil- erkek egemenli özel mülkiyet dünyası ve sistemi üzerinden tekçi açgözlü burjuva sınıf hegemonyasının en küçük demokrasi ve özgürlük hamlesine dahi hiç ama hiç tahammülleri yoktur. Zira Erdoğan’a göre ‘’Kürt sorunu diye bir sorun yok, nereden çıktı o sorun bu sorun’’.

Faşist Erdoğan’a göre tıpkı çok önemli ve stratejik ecdatları ve esin kaynakları İttihat- Terakki önderlerinden Talat Paşa’nın ‘’Ermeni meselesi hallonulmuştur’’ vahşiliğinden nasibini alarak ‘’Kürt sorunu diye bir sorun yoktur, o mesele hallonulmuştur’’. Aynı öz ve içerikten beslenerek bugünlere kadar gelen çizginin şimdiki önemli temsilcisi Erdoğan ve şurekası tabi ki işçi ve emekçilerin ve tabi ki ilerici, devrimci ve Komünistlerin 1 Mayıs’ta Taksim’deki ısrarını da manipüle ederek yanılsama yaratmaktan geri durmamaktadır. Çünkü bu sömürgen baylara göre 1 Mayıs meselesi de ‘’hallolunmuştur’’. Tüm tarihsellikleriyle birlikte sömürücü ve zulüm dünyası ve sisteminin topu, bütün meseleleri ‘’hallede hallede’’ bugünlere kadar gelirken hala da ‘’halletmeye’’ devam etmektedirler. Oysa ortada gerçekten halledilen hiç bir gelişme vs söz konusu olmadığı gibi sürekli olarak çoraklaştırılan bir coğrafya ve kadim toplumlar vardır. Soykırımlar, inkar ve asimilasyonlar tarihidir söz konusu olan.

Erdoğan, salt Kürt ulusuna değil Türkiye- Kuzey Kürdistan’da ve Ortadoğu’da dahil dünya genelinde ilerici, demokratik ve devrimci mücadelelere köklü olarak cepheden düşman ve karşı- devrimci savaşın baş alası olarak yerini sürekli önlerde tutmaktadır. Çünkü tasavvur ettiği düşünce, yaşam ve toplumsal konseptinde tamamen kendi tekçi faşist sınıfsal karakterine uygun bir çizgi, düzen ve çerçeve bağlamında buna uygun mezhepçi gerici hegemonya ve yayılmacı Yeni Osmanlıcı ‘’Türkiyelileşme’’ vardır. İstisnasız olarak bunu her alanda, dünyanın her bir parçası ve noktasındaki gelişmelere ilişkin refleksinde ve yaklaşım tarzında görmek mümkündür. ‘’Afedersiniz bana Ermeni dediler’’ den tutalım da 100. yılında Asuri- Süryani/Ermeni Soykırımına yaklaşımında, emperyalistler ve bölgesel yerli işbirlikçilerin ortak konseptiyle tarihi haksızlıklığa uğratılarak dört parçaya bölünen Kürdistan’ın her bir bölgesine, Roboski katliamındaki yönelimine, Rojava’ya karşı düşmanlık girişimlerine, Balkanlar, Filistin, Suriye, Irak, İran, Libya, Mısır, Yemen, Tunus, Ürdün, Lübnan, Avrupa, Orta Asya ve Kafkasya, Afrika ve Amerika kıtasına yaklaşımlarında görmek ve anlamak mümkündür.

Gezi- Haziran direnişi ve ayaklanması, 6-8 Ekim serhildanı, Rojava gerçekliği, Taksim ve Türkiye- Kuzey Kürdistan başta gelmek üzere Ortadoğu’da daha ileri düzeylerde gerçekleşebilecek mücadele gerçekliklerine karşı hiç beklemeksizin karakol ve kalekollar, barajlar ve sınırlara yönelik hendekler, İç Güvenlik Paketi’ni yasalaştırıp-zaten yasalaştırmasaydı da öteden beri uygulamada sınır tanınmıyordu- karşı-devrimci hamleler çoktan uygulama sahasına sürülmüştü.

Hali hazırdaki Erdoğan ve Özel’in hezeyanlar ve helezonlar eşliğindeki ortak akıl ürünü karşı- devrimci provokasyonları, beyanları ve saldırıları aslında gayet anlaşılır bir durumdur. Çünkü ortada olan karşı- devrimci burjuva sınıf egemenliğinin bir hareket seyridir. Bu bağlamda tam aksi yönde Erdoğan- Özel- Davutoğlu’nun en ufak bir demokrasi yöneliminden sakınmak gerekir. Keza oynanan oyun çoğu kesimin de ifade ettiği gibi oldukça kapsamlı ve sinsi bir tasfiyeciliktir.

Bugün Türk Sünni İslam bayrağı altında tekçi faşizmin yeniden üretimi durumu, başkanlık sistemi de dahil öngörülen bütün teorik pratik politikaların reorganizasyonundaki ısrarın, uluslararası emperyalist sermayenin şimdiki verili objektif koşullardaki merkezileşmesi ve yoğunlaşması kapsamında gerçekleştirilen yeniden yapılandırma durumu olarak kavranmalıdır. Bu açıdan AKP hükümeti- iktidarı eliyle devletin demokrasi, çözüm, açılım, müzakere vb lerinden anladığı Türk sünni İslam merkezli imtiyazlı tekçi faşizmin devamındaki ısrar ve kararlılığıdır. Buna hizmet temelinde tekçi faşizmdeki tavizsiz yönelim, tüm tarihsel kökleriyle somut ve güncelde de aynı öz ve içerikleriyle devam eden bir gerçekliktir.

‘Aslolan devletin tekçi faşizm karakterli bekasıdır’

Erdoğan ve Arınç, cumhurbaşkanı ve hükümet (Erdoğan ve Davutoğlu), AKP’nin kendi içerisindeki kaos yada çelişki diye yansıyanlar teferruatlardır, meselenin ve sürecin tali yönlerini içermektedir. Esas olan ve sürece ana yön olarak niteliğini veren ise bizzat devletin bekası için kolektif canlı bir organizmanın birer parçaları ve bileşenleri olarak hareket eden Türk hakim sınıf diktatörlüğünün kendisi, çizgisi, sistemi ve kurulu düzeniyle yönelimi itibariyle tekçi faşizmdeki esaslılığı ve stratejikliğidir. Bu bilinçle teferruatlara aldanılmamalıdır, aslolan devletin tekçi faşizm karakterli bekasıdır. Aslolan devletin tam bir hemfikirlikle tekçi faşizm gerçekliği ve bunda herhangi bir kayma yada sapmanın olmamasıdır. Yoksa devletin bu yeniden yapılandırma babında sünni Türk İslam eksenli dizayn politikalarının aldatıcılığına kendimizi kaptırıp ‘’demokratikleşiyorum, demokratikleşiyor sunuz, demokratikleşiyoruz’’ pembeliklerinde hayal aleminde dolaşıp dururuz. Yoksa ‘’yetmez ama evet’’ diyerek kurulu sömürü düzenine kendimizi yedeklenmekten kurtaramayız.

AKP hükümeti- iktidarı eliyle tekçi faşist Türk devletin çözüm süreci olarak kamuoyuna deklere edilen gelişmelerin mahiyetine de belli bazı yaklaşımlarımızı ortaya koyalım. Bir kere ortada tıkanma vs gibi bir durum söz konusu değildir. Zira çözüm süreci falan denen olgu zaten daha başlamadı ki tıkansın. Daha başlamayan yada pratik adımların atılmadığı bir sürecin dolayısıyla tıkanması diye bir şeyinden de söz edemeyiz. Bu yüzden yaşanan sürece- duruma çözüm süreci değilde oyalama ve aldatma süreci veyahut da en doğru ifadeyle tasfiye süreci demek yerinde olur. En başta meselenin adı Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı(UKKTH) bağlamında Kürt ulusal sorunudur. Dikkatinizi çekerim Kürt halkının sorunundan bahsetmiyoruz. İşgal ve ilhak edilmiş Kürdistan ve Kürt ulusal sorunu gerçekliğinden söz ediyoruz. Bu bilinçle sorunun adı dahi doğru konulmamışken daha ilk adımda bile tamamen Türk ulus devlet paradigmasının tasfiyeci eşitsiz ve imtiyazlı konsepti şemsiyesi altındaki tekçi faşizmin Türkiyelileşme! yöneliminin mahiyeti hiç bir tartışmaya yer bırakmayacak ölçüde yeterince açıktır. Bunun da tabi ki çözüme değil de daha fazla çözümsüzlüğe doğru adım, zaten çözümsüzlüğün devam ettiği statükonun devam ettirilmesindeki ısrara hizmet eden bir süreç olduğu gayet açık bir durumdur. Tekçi faşizmin Türk ulus devlet paradigmasındaki eşitsiz ve imtiyazlı çizgi ve yönelimine hizmet eden tüm anlayış, çizgi ve yaklaşımların aslında Kürdistan, Kürt ulusal sorunu ve Kürt ulusal hareketine yönelik Türkiyelileşme! argümanıyla Sünni Türk İslam eksenli tekçiliğin yeniden üretimine boca edilecek bir davet olduğu gerçekliğidir. Tekçi faşist devletin bundandır ki hala geçerliliği ve meşruluğunu koruyan silahlı mücadele gerçekliğini hedef tahtasına oturtması da tasfiyenin en temel amacının ne olduğunu gösterir niteliktir. O halde hala geçerliliği ve meşru demokratik devrimci yöntemini koruyan stratejik silahlı savaş çizgisi, yönelimi ve pratik politikalarında ısrar etmemiz gerekmektedir. Ta ki burjuva devlet mekanizmasını paramparça edip yerine proletarya ve emekçilerin doğrudan iktidarını kuruncaya kadar bu stratejik askeri çizgide sebat etmek en doğru bir yöntem olarak meşruluğunu defalarca kanıtlamaktadır.

Türk devleti hali hazırda çözüm süreci adıyla uyguladığı konseptindeki çizgi ve pratik politikalarıyla hala süreci taktisel bir manevra olarak yürütmektedir. Yani Türk Sünni İslam egemenli devlet sisteminin imtiyazlı hegemonyası için yürürlüğe koyduğu tüm argümanları manivela- kaldıraç olarak kullanmaktadır. Bu temelde bazen havuç bazen sopayı göstermekten hiç de sakınmadan gerçekleştirmektedir. Bu objektif somut güncel genel durum itibariyle mevcut süreçten bir demokrasi ve ilerleme beklentisinde olmak ve hatta Türk ulus devlet paradigması ve tekçi faşist egemenlik sistemine bir şans- fırsat daha vermek, aslında oyalanan süreci oyalamaktan başka bir anlam ifade etmemektedir. Bununla birlikte nesnel somut gelişmeler, zaten dar ufuklarla yeterince burjuva medeniyetçi Türk ulus devletini ve tabi ki emperyalist kapitalizmi aşamayan kalıplar içerisinde sınırlandırılarak heder edilen beklentilerle devrimci direniş çizgisi ve yöneliminin daha da ötelenmesidir.

http://www.halkingunlugu.net/