Bugün Sedat Peker ile ifşa olan, koca buz dağının yüzeyde görünen bir parçasının tanımıdır. Tarihsel ilişkileri, suçları, kanlı yüzleri bağlamında esas nitelikleri, bugün iktidar bloğu arasında cereyan eden çatışmaların pazarlık masasındadır. Sedat Peker’in yayınladığı videolar bizzat devleti yöneten, aslında daha doğru deyimle devletle özdeşleşen Selefi Sultan Tayyip önderliğindeki iktidarın içinde bulunduğu durumun panoramasını göstermektedir. Her dönemin kimi oyuncuları ve simaları değişse de, senaryo hemen hemen aynı kalıyor. Bugün oyunculara baktığımızda önceki dönemde ortalığa dökülen pisliklerde adı geçen bazı şahsiyetlerin varlığının yanı sıra yeniler oyunda yerini almıştır. Baş aktör Selefi Sultan Tayyip ve iktidar ortağı Devlet Bahçelidir.
Sedat Peker’in videolarının ortalıkla dolaşmasının ardından, “TC” devletinin mafya ile ilişkisi yeniden ve bir kez daha gündeme oturdu. “TC” nin dayandığı ve miras kabul ettiği Osmanlı devlet geleneğinde soygun ve çeteciliğin boyutları tüm detaylarıyla bilinmektedir. Ermeni, Rum, Süryaniler başta olmak üzere, gerçekleştirilen tüm soykırım ve katliamlarda, devletin resmi güçleri dışında, özel olarak çeteler, özel örgütlenmiş alaylar kullanılmıştır. Bütün bunlardan öte, sadece iktidar mücadelesinde babanın oğlunu, oğlunun ise babasını komplolar yoluyla nasıl derdest ettiklerini, boğdurarak öldürttükleri, tarihin hafızasında.
“TC” egemenlik sistemi tarihine bakıldığında da aynı komploların ve cinayetlerin sistematik olarak devreye konulduğunu biliyoruz. Komplolarda, cinayetlerde kullanılan şahsiyetlerin bir süre sonra kullanıcıları tarafından ortadan kaldırıldıkları tarihin ayrı bir gerçeğidir. Zira, kullanılan katillere artık gerek kalmamıştır ama daha da ötesi delillerin ortada kaldırılması hem sistemin geleceği bakımından hem de asıl suç sahiplerinin selameti için kaçınılmazdır. Topal Osman çok bilinen bir örnektir. Rum-Pontos Kırımında, Koçgiri katliamında ve Mustafa Suphi ve yoldaşlarının boğdurulmasında özel rol sahibi olan Topal Osman daha sonra kullanıcıları tarafından tedavülden kaldırılmıştır.
Büyük, toplu cinayetler, soykırımlar işleyen tarihin sahibi bir devlet bu türden kitlesel cinayetleri mümkün olduğu ölçüde doğrudan kendisi üstlenmez. Yapılanları inkar etmek uğruna “çok usta” çarpıtmalar ve inkarlarda bulunur ve ama mecbur kaldığında ise cinayetlerdeki rolünü gizlemek için kullandığı katilleri harcamada asla tereddüt etmez. Merak edenler “Türkiye cumhuriyetinin” bizzat teşvik ve planlaması eşliğinde yapılan katliamlara bakıp bulabilir. Dünyanın gözleri önünde, bizzat teşvik edip yönlendirdiği kitlesel kıyımlarda kullandıkları katilleri ne şekilde korudukları bilinir. 1993’de Sivas’ta ajite ederek topladığı gerici kalabalıklara insan yaktırdıkları kameralar önünde sabit olduğu halde, başlatmak zorunda kaldıkları hukuksal süreci nasılda zamana ve sürece yayarak, ciddi bir cezalandırma yapmadan, davayı devreden çıkardıkları henüz dünkü bir gerçektir. Ve sonucu ise “milletimize ve devletimize hayırlı olsun” (Selefi Sultan Tayyip) diyebildiler. Bunca hükümet değişti, onca yıl geçti ama yargılamayı zamana yayma ve katilleri koruma sevdası değişmedi ve sonuç ortada. Keza Gazi, Ümraniye, Suruç, Ankara ve kimi başka katliam davalarında da durum değişmedi.
Devlet bakımından düşman görülen kesimlerin durumu zaten ortada. Fakat “TC” dediğimiz faşist-despot devletin kendi iç ilişkileri de oldukça kirli işlemektedir. Egemen olma ve bütün imkanları ellerinde tutma yarışı kimi zaman kanlı bitmektedir. Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarına bakıldığında bunu görürüz. Daha sonraki evrelerde çok partililik denilen dönemde Menderes’lerin idamı, sonrasında Özal suikastı ve zehirlenerek öldürüldüğü iddiaların tümü devlet içindeki kirli ilişkilerin ve uygulamaların dışarıya yansıyan bir kaç örnektir.
”TC” egemenlik sisteminde söz konusu olan Devlet-Siyaset-Mafya ilişkisi değildir. Paramiliter çeteleşmeyle, Kontra örgütlemelerle, Mafya düzeni ile, bir ilişkiden öte, bir devlet niteliğidir”
Bu uygulamaları 20 yıl önce Susurluk olayı olarak bilinen ve tüm karanlık yüzü ile dışarıya patlayan egemen devlet sistemi, siyaset, mafya ilişkilerinin derin köklerini ve birbirlerine duydukları ihtiyaç ve muhtaç ilişkileri bir kez daha ve yeniden yaşamıştık. İşlenen cinayetler, alınan rüşvetler, eroin, kokain, silah ve daha neler neler.. Bunların tümü bizzat “TC” denilen asalak, cinayet örgütü tarafından görevlendirilenler olduğu açığa çıkmıştı. Susurluk sonrası, barsaklarındaki tüm pislikleri temizleme manipülasyonu yapan gerici egemenlik sistemi, yaşanan tarihle birlikte bu karanlık yüzünü- kontra çeteci niteliğini, Peker “itiraflarıyla bir kez daha ortaya dökmüştür. Tamda bu kesitte bir tanımlamayı düzeltmek gerekir. ”TC” egemenler sisteminde söz konusu olan Devlet-Siyaset-Mafya ilişkisi değildir. Paramiliter çeteleşmeyle, Kontra örgütlemelerle, Mafya düzeni ile, bir ilişkiden öte, bir devlet niteliğidir bu.
Bugün Sedat Peker ile ifşa olan, koca buz dağının yüzeyde görünen bir parçasının tanımıdır. Tarihsel ilişkileri, suçları, kanlı yüzleri bağlamında esas nitelikleri, bugün iktidar bloğu arasında cereyan eden çatışmaların pazarlık masasındadır. Sedat Peker’in yayınladığı videolar bizzat devleti yöneten, aslında daha doğru deyimle devletle özdeşleşen Selefi Sultan Tayyip önderliğindeki iktidarın içinde bulunduğu durumun panoramasını göstermektedir. Her dönemin kimi oyuncuları ve simaları değişse de, senaryo hemen hemen aynı kalıyor. Bugün oyunculara baktığımızda önceki dönemde ortalığa dökülen pisliklerde adı geçen bazı şahsiyetlerin varlığının yanı sıra yeniler oyunda yerini almıştır. Baş aktör Selefi Sultan Tayyip ve iktidar ortağı Devlet Bahçelidir.
Peki ne oldu da düne kadar baş göz üstünde tutulan ve özel bir teveccühe değer bulunan Sedat Peker bünyenin dışına atıldı? Yada bünyenin dışına mı atıldı, yoksa başka bir rol mü verildi. Bu konuda yığınlarca senaryo işlendi/yazıldı… Tam ve kesin olarak şu veya bu oldu diyebilmek için, karanlık kapıların ardına dönen dolaplara hakim olmak gerekir. Ama gelişmeler ekseninde siyasal bir değerlendirme yapmak olanaklıdır, doğru sentezlere ulaşmak mümkündür.
Charles DARWİN’nin konumuzla ilgili son derece değerli bir sözü vardır.” Hırsızlar çalarken değil, paylaşırken kavga ederler”. Çaldıklarını, soyduklarını paylaşırken kavga ettikleri bir gerçek. Ama Peker’in açıklamalarının bundan öte bir anlamı vardır. Sorun sadece rantın paylaşımı değil, özellikle “TC” iktidar bloğu içinde siyasal bir dizaynı içermektedir. Peker tarafından Erdoğan’ın, büyük abi olarak sahiplenilmesi, Erdoğan’ın, iç ve dış siyasette kumanda ettiği bir çok kirli ilişki ve katliamların deşifre edilmemesi, takiben Soylu-Ağar-Eken üçgeninde iktidar bloğu içinde belirli kesimlerin hedef alınması, bu sorunun siyasal boyutunu ortaya koymaktadır. Peker’in videolu ifşalarından, Soylu’nun açıklamalarına kadar, dikkat edilirse sessiz duruşuyla Erdoğan ile Peker aynı fotoğraf karesinde görüntü vermekteydiler. Bu görüntü, şu değerlendirmeyi haklı çıkarmaktadır. Ciddi bir güç kaybeden “cumhur ittifakı”, Erdoğan’ın olası bir seçimde ihtiyacını karşılamamaktadır. Aynı kulvarda, iktidar bloğu içinde, Akar, Soylu güruhu ile Erdoğan güruhu, kimi ciddi konularda ihtilafa düşmüşlerdir. Soylu-Berat çatışması ile bu su yüzüne çıkmıştı. Yukarda adı geçen ve iktidar içindeki bu üçlünün (aslında Devlet Bahçeli’yi de eklemek gerekir) araları hiç de iyi olmadığı söylenebilir. Hem aynı iktidar bloğu içinde yer almaktalar ama bir o kadar da birbirleriyle rekabet içindedirler.
İktidar aygıtına sağlam yerleşmek, mümkünse güven duymadıklarını diskalifiye etmek tümünün çizgisi ve ruh dünyasıdır. İşte bu büyük hırsın yarattığı rekabet bu ekipler arası çatışmayı açığa vurdu. Peker’in videolar üzerinden adım adım ifşa ettiği bilgiler ile, Selefi Sultan Tayyip’in iktidar bloğunu dizayn hamlesi tamda bu zeminde birbiriyle örtüşmektedir. Önümüzdeki Ağustos ayında Askeri Şura toplantısının yapılacağı bilinmektedir. Bir süre önce Tayyip-Akar arasında atamalar konusunda ordu kimin egemenliği altında kalacağı şeklinde çekişmelerin olduğu ve içişleri bakanı Süleyman Soylu’nun da bu hesap içinde yer aldığı basına yansımıştı. Bu çekişme Ordu üzerinde ortaya çıksa da, daha geniş manada bir iktidar çekişmesi olduğu açıktır. Rivayete göre Gare operasyonun başarısızlığa uğraması neticesinde Akar, Selefi Sultan Tayyip tarafından baskı altına alınarak hizaya getirildiği ama Süleyman Soylu’nun bulunduğu mevkii pekiştirip devlet kademelerinde başka mevzilere yöneldiği yönünde yorumlar yapıldı. İşte tam da bu noktada Süleyman Soylu’nun devlet ve AKP içinde planları ve kapmak istediği mevzilerin boşa çıkarmak hesabıyla Sedat Peker’in devreye sokulması, az çok siyasal süreci okuyan herkesin düşünebileceği bir olasılıktır.
”Erdoğan, İktidar kliği ve AKP içinde tıkanan damarlara yeni kan pompalayarak açmak istiyor”
Erdoğan, İktidar kliği ve AKP içinde tıkanan damarlara yeni kan pompalayarak açmak istiyor. Bunun için, a-) Cumhur ittifakının bileşenlerini genişletme ekseninde, rakip burjuva klikleri daraltmak. b-) ABD ve AB emperyalist güçleri başta olmak üzere, emperyalist sermaye ile yeni bir ilişki sürecine girmek ve derinleşen çatışmalı durumu tamir etmek. c-) İktidar bloğunu ve AKP’yi bu genişlemeye ve siyasal yönelime uygun dizayn etmek. d-) Burjuva klikler arasındaki çatışmalarda, “Cumhur İttifakına” yeni kan taşıyarak kazanacağı avantajlı durumu, emperyalist sermaye ile “uyumlu” kılarak dağılan vizyonunu “yenilemek”, yaşanan iktisadi-siyasal krizine reçeteler hazırlamak ve bunu seçim sürecinde avantaja çevirmek, e-) Oluşturmaya çalıştığı bu konsepti arakasına alarak, içerde Kürt Ulusal mücadelesinin kurumsal yapılanma ve önderliklerini, devrimci-sosyalist-demokratik toplumsal güçleri sindirerek, gerileyen iktidarını yeniden tesis etmek ve bu güçle dış politikada daha avantajlı konumlanmak. Erdoğan, bunu gerçekleştirmek için, kendisine göre hasım-risk gördüğü kesimleri hizaya getirmesi gerekiyordu. Öngörümüzce bu bir plan. Plan tuttu mu? Siyasal gelişmelere bakılırsa hayır.
Soylu’nun açıklamalarına kadar siyasal, toplumsal gelişmeleri izleyen Erdoğan, Soylu’nun “reisine” biat “nezaketi” ile, “masayı deviririm” tehdidi karşısında, durumun kendisi açısından kötüye gideceği kaygısı ile, kendi iktidar bloğunu toparlama tutumunu almıştır. Çünkü Soylu’nun konuşması, Erdoğan’da sistemli olan kontra-mafya niteliğin deşifrasyonu olacaktır. Tüm bu gelişmelerin baskılanması ile, esasta Soylu güruhunun hizaya getirilmesi ile, iktidar bloğu içinde geçici bir “uzlaşma”, sağlanmış görünmektedir. İktidarın bu uzlaşmasının Peker’i ne kadar kontrol edebileceği, bu kirli ilişkilerin ne kadar denetlenebileceği “TC” iktidarı açısından büyük bir handikap ve gelişmeler Erdoğan ve iktidarı açısından çanlar çalmaktadır. Bunun farkında olan Erdoğan, Soylu’ya sahip çıkma denkleminde, burjuva klik dalaşında ve toplumda gerginlik ortamı yaratmaktadır, bu gerginlikten beslenerek içinde bulunduğu durumu toparlamaya çalışmaktadır. Tabi bu toparlama siyasetinde, bazılarını gözden çıkarmak zorunda kalacaktır. Gelişmelere bakılırsa, Ağar ve Eken, bu yönelimden kendilerini kurtaramamışlardır. Hem güncel ve tarihsel sürecin kirli ilişkilerini fatura etmek için, hem de toplumda “bakın araştırdık, bu kirli ilişkilerin faillerini bulduk” algısı yaratmak için, bazı isimleri “feda” edeceklerdir.
Rize’de Akşener’e yaşanan saldırıyı onaylaması, “bunlar daha iyi günleriniz” diye tehdidin dozunu yükselterek, hasım burjuva klikler dahil tüm topluma kaos ve saldırı talimatı vermesi, iki boyutu ile önemlidir. Bu öncelikle burjuva gerici klikler arasındaki çatışmanın daha derinleşeceğinin işaretidir. Diğer yandan, bu çatışmalarda ve daha da önemlisi toplumsal itirazlarda, ulusal-sosyal güçlere karşı kontra çeteleri tereddütsüz devreye koyacağının ilanıdır. Kontra çeteleşmenin bir iktidar niteliği olduğu, ihtiyaç hasıl olduğunda aktörler değişse de, yeni aktörlerle bu niteliğin kurumsal olarak örgütlendiği zemininden beslenen bu tehdit, Türkiye-Kuzey Kürdistan ve bölgede, kan dökmeye şartlanmış, her türlü kirli ilişkilerle yol almaya amade bir yaklaşımın ilanıdır bu. Çıkar çatışmalarından, kirli savaşlardan, hırsızlık ve soygunculuktan, baskı ve katliamlardan beslenen gerici iktidar, yürüttüğü siyasete uygun politika belirlemekte, ekonomik kaynak yaratmaktadır. Kürt ulusuna, devrimci-sosyalist güçlere, toplumsal dinamiklere karşı geliştirilen, cihatçı-mafyacı-kontra çeteler eliyle katliamlar gerçekleştiren, askeri işgal seferleri düzenleyen iktidar, “TC” nin ekonomik çapı ile bunu gerçekleştirme dirayetine sahip değildir. Ve bundan dolayı, kirli savaş konsepti, kirli ekonomik kaynaklara yönelmektedir.
Uyuşturucu ve kokain ticareti, iç ve dış sahada geliştirilen kirli “ticari” ilişkiler, silah kaçakçılığı, ülke kaynaklarından hortumlanan milyar dolarlar, sadece iktidar aktörlerinin sefası için değil, bu kirli savaşın finanse edilmesi içindir. Mafya ile içi içe örgütlenen kontra çeteleşme, tüm bu kanlı planların ve bunun ekonomik kaynağının yaratılması projeleridir ve “TC” egemenler sistemi iktidarlarının niteliğidir. Alaattin Çakıcı, Abdullah Çatlı, Nurullah Ağansoy, Kürşat Yılmaz, Nihat Akgün, Sedat Peker ve daha niceleri, Mehmet Ağar, Korkut Eken, Veli Küçük, Süleyman Soylu vb gibi siyasal bürokratik ayağı ile, “TC” iktidarlarının başından aşağı kurumsal kontra ayaklarıdır. Peker’in, siyasal dengeler ve gerici çatışmanın düzeyi için kıyıdan köşeden yaptığı itiraflar, bunu bir kez daha belgelemektedir. Çeçenistan’dan Kosova’ya, Kıbrıs-Azerbaycan-Suriye’ye, “iyi devletinin bekası” için yaptığı operasyonlar, MİT tırlarındaki silahlarında, Türkiye-Kuzey Kürdistan ve bölgede gerçekleştirilen katliamların, örgütlenen cihatçı çetelerin aynı merkez tarafından organize edildiğinin itirafıdır.
Susurluk deneyiminden öğrendiğimiz devrimci bir süreçle taçlanmayan kontrgerillanın siyasi teşhiri, bir şekilde düzenin tamiriyle sonuçlanıyor. Ancak bu sefer öyle bir parçalı, kırılgan ve çatışma halindeler ki, üzerlerine gidecek bir güç olsa sanki sonuç farklı olacak.
‘‘Sürece devrimci müdahale şarttır”
Giriş bölümlerinde “TC” nin niteliğine uygun mafya-kontra eliyle işlediği toplu cinayetlerden, soykırımlardan ve diğer mega suçlardan söz emiştik. Derin dehlizde gizlenen tüm bu dosyaların açığa çıkarılması ve toplumun önüne konulması önemli bir görevdir. Bunu, bu sistem içinde yapmanın sınırlarını da biliyoruz. Fakat tüm bunlara rağmen bu hedef asla gözden kaçırılmamalıdır. Halk kitlerine bu gerçekler en yalın ve somut şekilde açıklanmalıdır. Bunun bir gerici iktidar gerçeği olduğu bıkıp usanmadan anlatılmalıdır. İktidarın tüm bu suçlarının, insanlık dışı kıyımlarının, hırsızlık ve talanlarının devrimci bir süreçle karşılanmaması, sistemin kendisini yeniden tamir etmesi ile sonuçlanacaktır. Bu anlamıyla, sürece devrimci müdahale şarttır.
Bu görev asla Millet ittifakında yer alan CHP, İYİ PARTİ, SAADET PARTİSİ ve benzerlerince yapılmayacaktır. Bu partilerin her birinin tarihi zaten bu suçlarla doludur. Dersim tertelesinde kimin rolü nedir görülmelidir. Sivas-Madımak katliamında kimin ne yaptığı unutulmasın. Kürdistan’da ’94’ler de yüzlerce köyün yakılmasında bunların rolü akılda tutulmalıdır.
Teşhir, tecrit ve müdahale görevi ancak gerçek devrimci, demokrasi güçleri tarafından yerine getirilebilinir. Birleşik Mücadele Güçlerinin bu yönlü bir kampanya süreci ile ezilen, sömürülen, katliama uğrayan kitlelerin yaşamına dokunması bu gün daha olanaklıdır, dinamiği daha güçlüdür. Halkın önemli bir kesimi eskiye göre devlet, mafya ilişkisinin varlığını daha net görmekte ve devletin mafyalaştığına inanmaktadır. Açlık ve sefaletin yoğun yaşandığı bir Türkiye-Kuzey Kürdistan gerçeğinde, devlet, iktidar ve mafya gibi kurumların ve başındaki şahsiyetlerin iç içe ve her türlü hile, entrika ve soygun içinde olmaları halkın önemli bir bölümünü derinden rahatsız etmektedir. İşte bu soygun sisteminin ve başındakilerin “vatan-millet” gibi şoven-ırkçı söylemlerinin altında aslında sömürü ve tahakküm ilişkisinin yattığını ve bu söylemde bulunanların aslında kendilerinin bile inanmadığı halka teşhir edilmelidir.