Her sınıf kendi sınıf penceresinden siyasal, toplumsal olaylara, olgulara yaklaşır, bakar, yorumlar, analiz eder ve sonuçlara gider. Geçmişten bugüne ve bugünden geleceğe kendi siyasal, ideolojik ve politik görüşleri ekseninde topluma yön vermeye, toplumu şekillendirmeye ve kendi sınıf çıkarları ve dünya görüşü temelinde bir toplumsal formasyonu ve toplumu örgütlemeye ve diğer sınıf ve katmanlar üzerinde zor ve şiddetle hakimiyetini ve iktidarını, iktidarına temel teşkil edecek yönetim mekanizmasını ve organlarını oluşturmak isterki, bunun adı devlettir. Marksist litaratürde de zaten devlet; “bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı aracı” olarak tanımlanır.
Tarih boyunca egemen sınıflar kendi hakimiyet, devlet ve iktidarlarını korumak ve sürekli kılmak için, zor ve şiddet temel olmak kaydıyla envai çeşit yol ve yöntemlere baş vurarak baskının, sömürünün, zulmün ve zorbalığın binbir çeşidini uygulayarak ezilen dünya insanlığına zulüm etmişler ve buğün de etmeye devam etmektedirler.
Bunu yaparken yine tarih boyunca kitleleri, toplumsal dinamikleri çesitli argümanlarla ( milliyetçilik, dincilik, mesepçilik, cinsiyetçilik vb) ayrıştırma, bölme, parçalama, birbiriyle çatıştırma ve yönetme taktiğini hep uygulamış ve uygulamaya çalışmışlardır.
Kendi egemenlik ve iktidarlarına karşı gelişen mücadele, direniş ve isyanları bastırmak ve yoketmek için katliamlar yapmak yanında, karşı cephe içinde bozgunculuk yaratmak, yabacılaşmayı ve yozlaşmayı derinleştirmek, düşürmek ve satın almak, çeşitli dedi kodu, yalan ve manipülasyonlarla güvensizlik yaratmak, direniş ve mücadelenin üzerinde yükseldiği değerleri itibarsızlaştırmak, kirletmek, sıradanlaştırıp silikleştirmek gibi saldırganlığı da sürekli elde ve devrede tuttukları çok önemli bir yöntemdir.
Uluslararası devrimci ve sosyalist hareket tarihine baktığımızda, egemen güçlerin devrimci, sosyalist komünist hareketlere karşı butür yıkıcı ve bozguncu yöntemleri ne kadar çok ve yaygın kullandığını rahatlıkla görebiliriz. Yani bizzat fiili mücadele, tasfiye ve yok etmenin yanında, ideolojik, politik ve kültürel olarak da bozma, yabancılaştırma ve yozlaştırma yöntem ve saldırılarını de hiçbir zaman elden bırakmamıştır.
Bu anlamda Mayıs ayı gibi tarihsel önemi olan bir ayda, Muzaffer Oruçoğlu ve esasta da Oruçoğlu üzerinden İbrahim Kaypakkaya’ya yönelik açılan saldırı cephesi kesinlikle tesadüfen ve sıradan bir olay değildir. Mayıs ayında diğer devrimci önderlerin anmalarıyla birlikte, bizim için ayrı ve özel bir önemi olan İbrahim Kaypakkaya anmalarının ve Onun çizdiği kızıl güzargahın yoğun ve yaygın bir şekilde işlendiği ve gündemleştirildiği bir anda, biliçli ve planlı bir saldırının hangi merkezlerden devreye sokulduğu ve sahneye konduğu açıktır. Çünkü Onun ortaya koyduğu siyasi, ideolojik ve politik hat başından itibaren bu devlet ve devlet aklı için her daim “en tehlikeli” olma özelliğini ve niteliğini taşımıştır.
Düşman cephesinde Mayıs ayında böyle bir saldırı cephesinin açılması, planlanıp devreye sokulması Kaypakkaya ve ortaya koyduğu hattın itibarsızlaştırılması, sıradanlaştırılması ve kara propagandaya tabi tutulması sınıf karekterleri ve sınıf düşmanlarından beklenen bir durum.
Ama düşmanın yaptığı, bilinçli ve planlı bir şekilde devreye soktuğu ve tuttuğu bu çanağa balıklamasına-eleştiri ve muhalefet yapmak adına atlayanlara, oltaya gelenlere, bu kirli ve düşmanca oyun ve hilenin bir parçası olup düşmanın ekmeğine yağ sürüp, değirmenine su taşıyanlara ne demeli.
Düşmanın halklarımıza saldırıları adeta nefes aldırmazken, Topal Osmanlı otobüs Kürdistan şehirlerinde gezdirilip gözdağı verilirken ve düşmana üç kuruşluk laf etmeyen, edemeyenlerin devrimcilere ve komünistlere kamyonlar dolusu laf edenlere ne demeli.
Sahada ve alanlarda olmayıp, sorunlu ve problemli olsa da yine devrimde ve devrimci mücadelede ısrarcı olanlara ve bunu yürüten devrimci ve sosyalist kurumlara sürekli saldıran, sürekli onlarda kusur arayıp facebook devrimciliginde öte gitmeyen ve adeta düşmanı unutmuşlara ne demeli.
Sadece kendini düşünen ve kendini yaşayan, işin bir yerinde olmayan ve tutmayan, kendi duruşuna hiç bakmayan ama sürekli dışardan gazel okuyup devrimcileri eleştirenlere ve de ortada devrimci geçinenlere ne demeli. Daha nasıl bir dünya, nasıl bir saldırganlık ve daha nasıl bir barbarlık ve soygun düzeni olmalı ki devrimcilikle ilişkilenesin. Aslında söylenecek daha çok şey var ama bu yazının kapasitesini aşacak bir durum olur.
Geliştirici, birleştirici ve ilerletici eleştirilere evet. Devrimci mücadeleye hizmet etmeyen ve aksine zarar verip yıpratan, düşmana kullanacağımız enerjimizi birbirimize boca etmeye hayır.
Sonuç olarak ifade etmem gerekirse; Halkımızın bir deyimi vardır. “Kurt dumanlı ve sisli havayı sever” der. Neden sever? Çünkü keskin gözleriyle dumanlı ve sisli havada avına çok daha yakın mesafede yaklaşır ve kolayca avlar. Sisli ve dumanlı hava hedefe varmada ve avını elde etmede ona kolaylık sağlar ve zemin sunar.
Dolayısıyla Kaypakkayacı hareketin şuanki özgün durumu, içinden geçtiği süreç, dağınık ve parçalı oluşu ve zayıflıkları iradesi dışında saldırı odaklarına bir zemin de sunuyor. Daha güçlü ve daha nitelikli bir çıkış ve ayağa kalkışla butür sorunların bertaraf edilmesi ve Kaypakkayacılığın halklarımızın gönül deryasında hak ettiği yeri alması elzemdir.
Kim ne derse desin.
Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyası için O bir milattır!
Manifestodur! Bize yol göstermeye devam ediyor!