Futbolun çoklu işlevini bir avuç tarihçi, toplum ve siyasetbilimci, felsefeci ve sol muhalif elbette biliyor Ancak, günümüzün görsel iletişim ve beyin yıkama araçlarındaki gelişimin düzeyi, aslında her çocuğun birer Maradona ve Zidan, Neymar ve Ronaldo olabileceği gibi kollektif hayal ve yanılsama üretimi, bunun sonucu olarak -özellikle de Kara Afrika’da- çocuklardan oluşturulan futbolcu(köle) pazarları oluşturulması, toplama kampı benzeri yerlerde karın tokluğuna kıran kırana yarıştırılan/alıcını bekleyelen çocukların dramı, ifşa ve mücadele edilmeyi bekleyen küresel çaplı sorunlardır
Erdal Emre (21-06-2018) Keşke öyle olsaydı. Keşke hep Ronaldo, Neymar ve Messi’nin şık bir golünün, panter bir file bekçisinin inanılmaz kurtarışlarının tadını doya doya çıkarabilseydik. Keşke tribünlerden siyahi futbolculara maymun sesleri eşliğinde muz kabuğu atılarak aşağılayıcı tezahüratlar yapılmaydı. Penaltı kaçıran futbolcuya hakaret etmeyip, rakip kalecinin kurtarışlarını da alkışlayabilseydik. Kazandığımızda magandaca sevinçlerle taşkınlık yapmayıp, kaybedildiğinde ise ölüm tehditleri ve hatta Kolombiyalı futbolcu Andres Escobar‘ın -takımının ABD’ye 2-1 yenilerek 1994 dünya kupasından elendiği maçta kendi kalesine gol attığı için- öldürülmesi gibi trajik olaylara sebep olmasaydık.
Keşke hep huzur ve şölen ikliminde, açılış ve kapanış maçları arasındaki bir aylık zaman boyunca bir futbol festivali seyredebilsek.
Ne güzel olurdu mesela, futbol kariyerinde 1281 gol atarak kırılması çok zor bir rekora imza atan futbol efsanesi Pele’nin, 1974 dünya kupasının unutulmaz isimleri olan F. Beckenbauer, Gerd Müller, Maocu Paul Breitner ve Hollanda’nın “sarı fare”si, “68’in asi çocuğu” Johan Cruyff’tan, yine 80’li yılların efsanelerinden Maradona ve Michel Platini’den söz etmek. Ve de tüm zamanların en iyi kalecisi olan Sovyet efsanesi Lev Yashin’den, Dino Zoff ve “Kedi Mayer”den… Sonra Romario, Rud Gulid, Zidan ve daha nicesinden…
Futbol’a “sporların sporu” ya da “en popüler spor” dendiği de olur. Evet, bir yanıyla öyledir. Hele de dünya kupalarının radyo ve tv’nin ulaştığı coğrafyalarda olimpiyat oyunlarından daha fazla izleyicisi/takipçisi bulunduğu gerçeği dikkate alınırsa. FİFA’nın 2014 dünya kupası için açıkladığı resmî rakamlardan, 3,2 milyar insanın maçları tv’den izlediğini, turnuva boyunca maçları sahalardan izleyenlerin sayısının 3,4 milyon, ve Brezilya-Almanya arasında oynanan final maçının tv. seyirci sayısının ise 1 milyarın üzerinde olduğunu biliyoruz. Tv. lüksüne henüz ulaşılmayan yoksul dünyanın izbe köşelerindeki radyo dinleyicileri ve gazete takipçileri de hesaba katıldığında, insanlığın yarıdan fazlasının futbola olan ilgisini görüyoruz.
Bunun ne anlama geldiğini, nasıl bir dünya pazarı ve endüstri dalı oluşturulduğunu en iyi FİFA’nın başındaki oligarşi, devlet iktidarları, alt yapı ihalelerini kapan şirketler, sponsorluk tekelleri, küresel çaplı “bahis oyunu” kumarbazları ve turizm gelirlerinin aslan payına el koyan azınlıklar bilir.
1930’dan bu yana -2. dünya savaşı dönemi hariç- dört yılda bir düzenlenen ve bugüne kadar toplam sekiz milli takımın kazandığı dünya futbol şampiyonası, son otuz yılda çok daha görsel, küresel ve endüstriyel hale geldi/getirildi.
1930 yılında Uruguay’da yapılan ilk turnuvaya 13 ülke katılırken, bu sayı zamanla artırılarak 1982’de 24 takıma, 1998’de Fransa’da yapılan şampiyonayla birlikte takım sayısı 32’ye çıkarıldı. Ocak 2017’de ise FIFA tarafından yapılan bir açıklamayla 2026 Dünya Kupası’nın 48 takımla oynanacağı ise resmen duyurulmuş oldu.
29 yıl önce Fransa’nın ayırdığı 350 milyon €’luk bütçeye karşılık, Putin Rusya’sı tam 21 milyar € ayıracaktı. 2022’de Katar’da yapılacak olan şampiyonaya ayrılan bütçe ise dudak uçuklatan cinsten: 146 milyar €.
Havada uçuşan ve bilmem kaçla çarpılarak geri dönecek olan bu rakamlar işsiz/evsiz, yoksulluk ve yoksunlukta sınır tanımayanlar katında ne ifade edebilir? Belki kocaman bir hiç. Ama aynı şey, bu devasa boyutlardaki küresel pastanın kavgasını yürüten devletler, şirketler, FİFA oligarkları ve kumarbazları için geçerli değil elbette.
“Casusların Dünya Kupası”
Bu başlık (La Coupe du monde des espions), Danimarka’lı gazeteciler Niels Borchert Holm ve Jon Adelsten’in uzun araştırmalara ve kilit isimlere dayanarak yaptıkları -Arte Tv’de yamınlanan- 52 dk’lık dokümanter filmin ismidir. Filmde, İngiltere ve Rusya arasında yaşanan 2018 dünya kupasına “ev sahipliği” kavgasının 2000’ li yıllarda başladığını, her iki tarafın da istihbarat servislerini, elçiliklerini, kamu fonlarını nasıl seferber ettikleri, FİFA yöneticileriyle devletler ve şirketler arasındaki “gizli” ilişkiler, derinlerde yaşayan etkili tanıklıklarla işlenmiş. Hâlâ kimler tarafından yapıldığı tam olarak bilinmeyen ajan zehirleme olaylarının bu “soğuk savaş ikliminde” yaşandığını, milyarlarca insan için 15 Haziran-2018’de başlayan dünya kupasının, çokuluslu tekeller, istihbarat servisleri, devletlerin “karanlıkta”ki işverenleri ve FİFA baronları için aslında nasıl çok önceleri başladığının hikâyesidir filmde anlatılan.
Futbolun çoklu işlevini bir avuç tarihçi, toplum ve siyasetbilimci, felsefeci ve sol muhalif elbette biliyor. Ancak, günümüzün görsel iletişim ve beyin yıkama araçlarındaki gelişimin düzeyi, aslında her çocuğun birer Maradona ve Zidan, Neymar ve Ronaldo olabileceği gibi kollektif hayal ve yanılsama üretimi, bunun sonucu olarak -özellikle de Kara Afrika’da- çocuklardan oluşturulan futbolcu(köle) pazarları oluşturulması, toplama kampı benzeri yerlerde karın tokluğuna kıran kırana yarıştırılan/alıcını bekleyelen çocukların dramı, ifşa ve mücadele edilmeyi bekleyen küresel çaplı sorunlardır.
Irkçılığın Dünya Kupası
“Casusların dünya kupası” olur da ırkçıların olmaz mı?
Klasik tribün ırkçılarını, namı diğer Holiganları dünya alem tanıyor. Pitbull sürülerine benzeyen bu ırkçı türünü sahipleri dahi zor zapt edebiliyor. Nitekim Putin, istihbarat teşkilatı olan Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) aracılığıyla Rus Holigan teşkilatlarının sorumlularını çağırarak “Ayağınızı denk alın! Güç bela elde ettiğimiz dünya kupası maçları boyunca hır çıkararak itibarımıza gölge düşüreni yakarım” uyarısında bulundu. Çünkü bahis büyüktü. Sözkonusu olan yalnızca turizm geliri, FİFA’ya verilen güvenceler vs. değil, Çeçenistan, Ukrayna, Kırım ve Suriye’de bozulan Rusya’nın imajını onarmaktı aynı zamanda. Özellikle de, “Ruslar mı? Bir elinde silah diğer elinde votka taşıyan magandalar” temalı kampanya yürüten İngiliz basınına, açılış davetine icabet etmeyen Batının rical-i devletine ek bir ders vermekti.
Putin, Boris Johnson’un 2018 dünya kupasını 1936 Berlin olimpiyat oyunlarıyla kıyaslayarak “Hitler’in 36 olimpiyat oyunlarını kullanması gibi Putin de 2018 dünya kupasını kullanmak istiyor” demesini de bir kenara not edecekti.
Ev sahipliği kavgasını ve “soğuk savaşı” kaybetmeyi sindiremeyen İngilizler, Rus Holiganların en küçük bir taşkınlığını kullanmak üzere tetikte beklerken, bu kez yardımlarına Rus gericiliğinin bir başka Holiganca açıklaması yetişti. Batının sosyal medya ağlarında çok konuşulan ahmaklık örneği sözler, Duma’nın Tamara Pletnyova isimli kadın milletvekilinden geliyordu. “Govorit Moskva” radyosuna yaptığı açıklamalarda Pletnyova, “… Rus kızlarına dünya kupası vesilesiyle gelen turistlerle yatmamaları gerektiğini” tavsiye etti. “Yabancı erkeklerle cinsel münasebette bulunan Rus kadınların hamile kalacağı”ndan, “ilişki ve turnuvanın ardından bu erkeklerin ülkeyi derhal terk ettikleri için doğacak çocuklar ve bu bekâr annelerle Rus devletinin ilgilenmek zorunda kalacağından endişe duydu”ğunu, “aynı ırktan doğan çocuklar hadi neyse”ydi, “ama farklı ırklardan doğan çocukların bir felaket” olduğunu ve “bu durumu 1980 yazında Rusya’da yapılan olimpiyat oyunları zamanında yaşadık”larını, hatta, bu münasebetlerden doğan bebeklere “olimpiyat çocukları” dendiğini ve bu çocukların Sovyetler devrinden beri acı çektiklerini hatırlatıyor. 70 yaşındaki kadın vekil, Duma’nın “Kadın, çocuk ve aile işlerinden sorumlu komite”nin başkanı ve üstelik de “Komünist”. Bunca ırkçı hezeyanın ardından bir de “milliyetçi değilim” demiş sayın vekil. Mazallah! Ya bir de milliyetçi olsaydı…
Batı basını ve kamuoyunda oluşan tepkiler üzerine Dmitri Peskov, Kremlin adına araya girerek “Rus kadınları özgürdür, ne yapacaklarına kendileri karar verir” demek zorunda kaldı.
…
Putin’in açılış konuşmasında “Bizim görevimiz sporun gelişmesi, barışın güçlenmesi ve halklar arasındaki anlayışın güçlenmesi…”dir açıklaması, inandırıcılıktan uzak, öncekiler gibi resmî klişelerin bir tekrarıydı.
Ama ne gam! İşler yolundaydı. Suudi Arabistan’ı 5-0 gibi ezici bir skorla geçen Rusya, Mısır’ı da 3-1’lik galibiyetle aşarak ikinci tura kalmıştı. Bu aynı zamanda, 21. Yüzyılın ilk Çarı olarak tarihe geçme arzusundaki Putin’in tur atlamasıydı.
Bütün uluslararası spor etkinliklerinin açılış merasimlerinde -toplumsal servetten büyük fonlar harcanarak- sahnelenen görsel şov ve söylevler inandırıcı ve gerçek olsaydı, yalnızca spor dünyasının değil tüm bir beşeriyetin fantazyalar aleminde yaşıyor olması gerekirdi.
Erdal Emre