Dünyanın duvarlarından kurtulması, ne “ağlama duvarları”nın önündeki yalvarma ritüelleriyle, ne de devletlerin bekasına adanan dualarla olacaktır Binlerce yıldır edilen dualara bir karşılık geleceğini beklemek yerine, farklı bir gelecek inşası için reel ve sanal duvarları sorgulamak, ilk tuğlasından başlayarak yıkmaya girişmek daha anlamlı değil mi?
“Duvar” deyip geçmemek gerekiyor öyle!
Erdal Emre (11-04-2019) İnsan-duvar ilişkisini, aradaki garip özdeşliği yanlış ele alan bir tarih ve şimdiki zaman okuması, “ben bilinç ögesiyim” diyen faniyi hayli zor duruma düşürür.
Çıplak insan, kendi etrafına dört duvar örmeyi öğrendiği günden buyana duvar yapımında harikalar yarattı!
O kadar ilerledi ki bu alanda, kendi etrafını duvarlamakla kalmayıp dünyanın da etrafını dönmeye yetecek (45 bin km) uzunlukta sınır duvarı örmeyi de başardı sonunda.
Çin Seddi’nden elektromanyetik ve interaktif dijital duvara geçen insanın, tarihin başına daha ne duvarlar öreceği doğrusu merak konusu…
Çok uzun bir komünal geçmişin ardından üretim fazlasını, bu üretimin elde edildiği verimli tarım alanlarını, zenginlik kaynağı bu alanların elde tutulmasını ve savaşlarla daha da büyütülmesini sağlayan “iktidar araçları” nın keşif tarihi, gezegeni “…istan”lara bölen sınır duvarlarının da tarihi gibidir aslında.
İnsan-duvar ilişkisinin tarihi üzerine edebiyat ve bilim disiplinlerinin geniş bir külliyata sahip olduğu muhakkak. Bırakalım antik Sümer, Babil, Mısır, Grek, Roma gibi site devletleriyle Ortaçağ şehirlerini çevreleyen surları, yalnızca Berlin duvarı üzerine yazılanlara bakılması halinde bile ne denmek istendiği rahatlıkla anlaşılabilir.
Doğal afetlerden, yabanıl etçillerin saldırılarından korunmak için örülen duvarlar, köle sahipleri ve feodal aristokrasinin kendini kapattığı kale ve şato duvarlarının, asilerini tıktıkları zindan duvarlarının yanında hiç kalır.
Tanrılara yalvarma aşkı ve korkusuyla inşa edilen tapınak duvarları ise, kendi başına ayrı bir fenomen…
Son beş bin yılda inşa edilmiş duvarların çoklu işlevine bakmak, insanın kurduğu sınıflı uygarlık modellerinin temel açmazlarını anlamamızı da sağlıyor.
Sosyal sınıfları, ulusları, etnik ve inanç topluluklarını birbirinden ayırmakla işlevli kılınmış duvarlara verilen ilginç isimler tarihin başka bir ironisidir.
İki İrlanda ve Belfast kentinin Protestan ve Katolik mahalleleri “Barış Duvarı” ya da “Barış Hatları” adıyla bölünmüştür. İki Kore’yi ayıran ve her iki yakasında 1 milyonu aşkın askerin beklediği duvarın ismi de “Barış duvarı”dır. Kıbrıs’ı aynı misyonla ortadan ikiye ayıran “Yeşil Hat” da dahil edilir bunlara. Batı Şeria duvarına “Güvenlik Seti” adını verenlerin Ortadoğu’nun güvenliğine ne tür katkılarda bulundukları ortada.
Hindistan-Pakistan, Hindistan-Bangladeş sınırındaki duvarlar gibi, Suudi Monarşisinin Kuzey ve Güney sınırlarına çektirdiği, toplamda 8,5 milyar dolara mâl olan 2 bin 600 kilometrelik “modern Çin Seddi”nin dev duvarları da “Ortadoğu ve dünya barışı”na gerekli katkıyı sunmuş olmalı!
Amerika’nın Meksika, Batı-Avrupa’nın ise Balkanlar ve Yunanistan sınırlarında beton ve tel duvar kuşanmaları, göçmen akınına karşı Batının “barış ve refahını koruma” amacı taşıyormuş!
Kürt’leri, Ezidileri, Nusayrileri birbirinden cebren ayıran dünyanın en uzun üçüncü (900 km.) duvarını inşa etmekle övünen Türk egemenleri de, aynı trajikomik masalları tekrar ederler.
Utanç Duvarları
Sınıfsal uçurumların aynası olan utanç duvarlarının en bilinenleri Peru’nun başkenti Lima’da ve Brezilya’nın Sao Paulo kentinde bulunsa da, aslında Meksika’dan Hindistan’ın derinliklerine uzanan bir dünya gerçeğidir.
Zengin ve sefil semtleri/siteleri birbirinden ayıran -görünür ve görünmez- duvarların varlığı, insanlığı çözülmenin eşliğine getiren tüm bir sınıflı toplum uygarlığının da iflas vesikasıdır.
Berlin duvarının yıkılmasını “kapitalizmin zaferi”ne yoranlar, 1989’dan bu yana -milyarlarca dolarlık kamu fonu harcayarak- 40’ın üzerinde ülkede 26 bin km’lik “yüksek güvenlikli” duvar inşa etmiş olmalarını neyin zaferi diye izah edecekler?
Zirvesinde kapitalizmin bulunduğu sınıflı toplum vahşetini kutsayanlar, gözetleme kuleleri, radarlar, gece görüşlü kamera sistemleri, titreşim sensörleri gibi pahalı teknolojilerle donatmış oldukları yeni duvarları, “Onların duvarları yıkıldı, yaşasın bizim yeni duvarlarımız!”ın ötesinde, hangi manevrayla meşru gösterecekler acaba?
Tarih, en yalın deyimiyle bütün bu duvar ağlarını aslında, insanın insan üzerindeki egemenliğine dayalı sosyo-ekonomik ve politik utanç modellerinin kaçınılmaz dışavurumu olduğunu kaydediyor.
Aşılması En Zor Duvar
Duvarın granitten ve betondan daha sert ve parçalanması çok daha çetin olanı hiç kuşkusuz ki, insanın kafasında ve ruhunda oluşan/oluşturulan duvardır. Farklı renklerin, ulusların, etnik ve inanç merkezli kültür topluluklarının dünyasına çekilen iç ve dış duvarların tamamı, önce kafada/kavrayışta kendine yer buluyor.
Direncini geleneğin, cehaletin ve ön yargının gücünden alan bu duvar çeşidinin yaygınlığı, -kendini kendi kafasıyla vesayet altına almasının yanında- tarih boyunca iktidar sahiplerinin işini kolaylaştıran bir işlev de görmüştür.
Kafa içi duvarların en yaygın türlerinden biri, hiç şüphesiz anti-Komünist duygulardan oluşanıdır. Bu duvara dolgu malzemesi olmak için Babeuf’e, Karl Marks’a, Proudhon’a falan anlayarak karşı çıkmanız gerekmiyor. Dinsel doğmalara, bağnaz milliyetçi hezeyanlara ve cehaletle örülmüş kalıp yargılara sahip olmanız yeterlidir…
Öte yandan, “Başka bir dünya mümkün” diyenlerin bu duvar türlerine karşı yürütecekleri zorlu mücadele, kendi iç duvarlarından kurtulmayı da şart koşuyor.
Küçük Duvarın Büyük Anlamı
Dersim belediyesinin küçücük bir duvara vurduğu kepçe darbesinin konjonktürel yankıları bir zaman sonra durulur. Ancak, asıl darbeyi alan bilinç ve bilinçaltı duvarlar olduğundan, yankıları da uzun bir zaman kolektif belleğin labirentlerinde dolaşacaktır.
Sosyal sınıflar, halk ve bürokratik kastlar arasında bulunan duvarların, toplumsal eşitsizliklerin “ezelden ebede” var olacağı masalı, çocuk yaştan itibaren zihinlere işlenen ideolojik bir manipülasyon argümanıdır. İdeolojik bir hegemonya olmadan, sosyal çöküntü kaynağı hiçbir sistem ve devlet iktidarı ayakta kalamaz.
Yapılan her doğru iş, yıkılan her küçük duvar, kolektif bilinç ve bilinçaltının duvarlarında, çözülmez sanılan sınıflı toplum mitlerinin döşünde gedikler açar.
Dünyanın duvarlarından kurtulması, ne “ağlama duvarları”nın önündeki yalvarma ritüelleriyle, ne de devletlerin bekasına adanan dualarla olacaktır. Binlerce yıldır edilen dualara bir karşılık geleceğini beklemek yerine, farklı bir gelecek inşası için reel ve sanal duvarları sorgulamak, ilk tuğlasından başlayarak yıkmaya girişmek daha anlamlı değil mi?
Dersim belediyesinin bir anlayış ve program dahilinde küçücük bir duvara savurduğu darbenin dilini, tarihsel meramını ve yaydığı umudu anlamak kimseye bir şey kaybettirmez.
“Birlikte üretip birlikte yönetme” felsefesinin duvarlara iyi gözle bakmayışı devlet iktidarını, onun bekçiliğini yaptığı sermayenin hükümranlığını rahatsız etmesi normaldir. Devlet güdümlü hafiye kalemlerin, sistem misyonerlerinin saldırılarında da yadırganacak bir durum olamaz.
Tanrı ve din merkezli arkaik ideolojik sistemlerin, “ulus” ve “üst(ün) kültür” odaklı modern ırkçı düşünce akımlarının rahatsız olmaları da şaşırtıcı değildir.
Eşitsizlikler dünyasını, tekel gruplarının acımasız egemenliklerini sorgulamaktansa “kimliklerden kimlik beğenmemizi” tavsiye eden, yereldeki evrensele nefretle bakan, alaycı, her şeyi anlamsızlaştırmak yoluyla sonuçta dünya kapitalizmini kutsayan postmodernizm gibi düşünce akımlarının tepeden bakmaları da anlaşılırdır.
Ancak, ezilen, sol ve dost saflardan gelen yapay ve bazen de yıkıcı dozdaki “eleştiri”leri, hiç de dostane olmayan kimi kurgu ve karalamaları anlamak belki zaman alacaktır.
Dersim belediyesini eline alan programın kadroları attıkları ilk adımlarla doğru yolda olduklarını gösterdiler. Belli ki Maçoğlu ve ekibi, ezici bir beklenti ve umut dalgasının eşliğinde yol almak zorunda kalacaklar.
Dostları olduğu kadar, çelme atmak isteyenleri de olacaktır. Ama daha şimdiden, kapitalist dünyanın duvarlara bürünmeye devam ettiği, toplumları çürümenin ve topyekün delirmenin eşiğine getirdiği bir zamanda gönüllere yerleşti onlar.
Şimdilik bizlere düşen sorumluluk, yıkılan bu küçük duvarın, o duvarları yaratan toplumsal nedenlerin ortadan kaldırılmasına vesile olması için çaba sarf etmektir.