Nitekim şimdiden söyleyebiliriz ki, meşru-demokratik onurlu Kürt direnişi kazanacak, Erdoğan işgalciliği ummadığı yenilgiyi tadacaktır
Bakış Can (13-02-2018) Efrin saldırganlığı bir işgaldir Bütün zorlama gerekçelere karşın, ‘‘TC’’ devleti ordusuyla devlet sınırları dışında bir saldırı-harekat düzenliyor. Başka devlet, ülke ya da ulus topraklarına her ne sebeple olursa olsun girmek veya asker sokarak saldırıda bulunmak, harekat düzenlemek veya her hangi bir amaçla başka topraklara girmek, ora devleti ya da ulusunun egemenlik haklarını ihlal ve sınırlarıyla birlikte iradesini çiğnemek alenen işgaldir. Uluslararası hukuku, bu hukukun tanımladığı egemenlik hakkını tanımayıp çiğnemektir. Hatta oranın iç işlerine karışmak da bu hukuku tanımayıp bu hukukça koyulan kurallar açısından suç işlemektir.
‘’TC’’ devleti/Erdoğan iktidarı ne kadar zorlama gerekçeler üretirse üretsin, askeri işgalini haklı çıkaramaz. Askeri işgali hiçbir gerekçeyle haklı gösterilemez. Özellikle de sınırları veya toprakları işgal edilen devlet veya ulusun talebi olmamasına, bilakis karşı çıkmasına rağmen sınır ihlal edilip başka topraklara asker sokuluyorsa işgalden başka bir şey yapılmıyor demektir. İşgal saldırganlığının asıl sebeplerinin saklanmaya çalışılarak işgale yapay gerekçeler uydurmak da hiçbir şeyi değiştiremez. İşgalin haklı bir gerekçesi olamayacağı gibi, üretilen gerekçeler de gülünç ve mesnetsiz olup hiçbir makul yan taşımamakta, tersine işgalci zihniyeti yansıtıp bu zihniyetten beslenen gerekçeler olarak onun ürünü olduklarını kanıtlamaktadırlar.
İşgalin yaratılan gerekçeleri, ‘’sınırlarımızı korumak, sınırdan (PYD, YPG’den) gelecek tehlikeleri önlemek ve sınırımızda bir terör devletinin’’ (yani Kürt devleti veya yönetim bölgesinin) ‘’kurulmasına izin vermemek’’ biçiminde açıklanmakta ve durum bir beka sorunu olarak tarif edilmektedir. Özcesi, bu gerekçelerde iki tane iddia var. Bir; kendi sınırlarına-toprak bütünlüğüne ve hatta devlet bekasına dönük bir tehdidin olduğu ve bunun da PYD, YPG’den, yani Kürtlerden geldiği iddiasıdır. İki; PYD, YPG’nin birer terör örgütü-örgütleri olduğu iddiasıdır.
Her iki gerekçe de çürük ve maya tutmayacak zorlama iddialardan ibarettir. PYD, YPG’den ‘’TC’’ devletine dönük, sınırlarına ve toprak bütünlüğüne dönük her hangi bir eylemde, her hangi bir girişimde veya ‘’TC’’nin algısıyla ‘’düşmanca’’ diyecekleri her hangi bir beyanat olmamıştır. O halde, ‘’toprak bütünlüğü, sınırların güvenliği, sınırlardaki tehditten’’ söz edilemeyeceği açıktır. Ki, bu durumda bir beka sorunundan da söz edilemez. Bu gerekçe ya da iddianın yapay, zorlama ve keyfi olduğu, dolayısıyla da işgal saldırganlığını kılıflamaya dönük bir iddia olduğu su götürmez bir gerçektir. PYD, YPG’nin bir terör örgütü-terör devleti olduğu da aynı biçimde zorlama ve keyfidir, amaçlarını gizlemeye dönük bir yalandır. İlgili Kürt güçlerinin IŞİD ile savaşıp onu yenen yegane güçlerden olduğu, kendi topraklarını koruyup ulus olarak sahip oldukları hakları kısmen kullanan meşru bir zeminde ve yapıda oldukları, hatta haksızlıklara maruz bırakılmış mazlum bir ulus ve ulus güçleri olduğu gün kadar açıktır. Nitekim, tüm dünya bu Kürt güçlerini böyle tanımlayıp kabul etmektedir, ‘’TC’’ devleti hariç… ‘’TC’’ devleti-Erdoğan iktidarı koca bir ulusu ‘’terörist’’ olarak değerlendirme basitliğine, aymazlığına düşüyor ki, bu iddiaları dünyaca ciddi görülmemektedir. Dahası, Salih Müslim’ü defalarca davet edip ağırlayan Erdoğan iktidarı-‘’TC’’ devletidir. Bu, Kürtler hakkında ‘’terörist’’ demelerinin ne kadar zorlama ve keyfi gerekçelere dayandığını kanıtlamaya yeter.
Peki ne oldu da resmi olarak davet edip ağırlanan bu güçler şimdi ‘’terörist’’ olarak değerlendirilmektedir? Salih Müslim ile yapılan görüşmelerde veya Kürtlerin değişik aktörleriyle yapılan görüşmelerde gerekli tavizler koparılamadığı ve elbette bölgedeki emperyalist dengelerin ortaya çıkardığı boşluktan yararlanarak orada kendilerine bağımlı bir yapı oluşturup ora zenginliklerinden(petrol vb) yararlanma iştahı bu u dönüşüne yol açan belli nedenlerdir. Ancak, haklı bir korkularının olduğunu da teslim edelim ki, bu korku işgal saldırganlığının belki de en temel sebebidir. O da şudur; orada (Batı Kürdistan’da) kurularak güçlenecek olan bir Kürt yapılanmasının Kuzey-Kürdistan Kürt mücadelesini ‘’TC’’ aleyhine etkileme gerçekliğidir. Üstelik ABD’nin BOP projesi bağlamında gündeme gelmesi de hesaplanmaktadır ki, Büyük-Birleşik Kürdistan korkusu tam bir kabusa dönüşüp bu işgalci serüvene girişmelerinde rol oynamaktadır…
‘’TC’’ devletinin emel ve zorlama gerekçelerinin ötesinde Erdoğan’ın da kendi özel sebepleri var ki, bu sebep de işgal saldırganlığında temel bir yerde durmaktadır. Yani, işgalin bir çok hesabı varken, kesin olan gerekçelerden biri Erdoğan’ın iktidar ve gelecek kaygısıdır. İktidarını ve geleceğini kotarma kaygısı Erdoğan’ı bu işgal saldırganlığına götürmüştür. ABD tarafından devre dışı edileceğini anlayan-gören Erdoğan son çare olarak işgal-savaş saldırganlığına girişerek bu zeminde körüklediği ırkçı-faşist milliyetçilik zemininde seçimleri kazanarak iktidar ve geleceğini sağlama almaya çalışmaktadır…
Lakin hesap her zaman tutmaz. Kürt ulusun meşru, demokratik, onurlu ve kahramanca bir direniş sergilemektedir. Efrin büyük bir tarihi direnişe tanık olmaktadır. ‘’Bir haftada alırız’’ dedikleri Efrin’de işgalin 24. gününde bir arpa boyu yol alınmadığı gibi, asker cenazeleri giderek artıyor, tanklar, helikopterler, İHA’lar düşürülüyor… Medyayı sıkıyönetime alıp tek yanalı propagandayla gerçekleri çarpıtsalar da gerçekler inatçıdır; düşen helikopterlerin, İHA’ların ve vurulan tankların görüntüleri medyaya düşmekte, asker cenazeleri saklanamaz biçimde her gün artarak gelmektedir.
Bu durum karşısında, Erdoğan’ın saldırganlığa dönük çabaları, iktidar ve geleceğine dönük kaygılardan dolayı ‘’anlaşılırken’’, asker aileleri ve diğer çevrelerin bu haksız savaş saldırganlığına ve gelen asker cenazelerine karşın işgali savunmaları anlaşılır değildir. Tam da burada, demokratik kurum ve kişilerin haksız savaş karşıtlığı ile birlikte, Efrin’de işimiz ne diye sorarak Erdoğan’ın kirli hesaplarını ve bu bencil hesapları için kan döktüğünü deşifre ve teşhir etmelidirler… Nitekim şimdiden söyleyebiliriz ki, meşru-demokratik onurlu Kürt direnişi kazanacak, Erdoğan işgalciliği ummadığı yenilgiyi tadacaktır…
Bir başka noktaya daha değinmek gereklidir. Kürtlerin meşru-demokratik, onurlu ve kahramanca direndikleri tartışma götürmez bir gerçektir. Bu bağlamda savaş ve direnişlerinin desteklenmesi de tartışma taşımaz bir durumdur. Ancak, Kürtlerin muhtemel başarısında ABD’nin desteği rol oynasa da, ABD ile ilişkiler kesinlikle sorunlu alan olarak durmaktadır. Bu bağlamda, ABD emperyalizmi veya başka bir emperyalist devletle vb ilişkilenmeyi tasvip etmediğimizi, edemeyeceğimizi kesinlikle belirtelim. Kürt ulusu açısından düşünüldüğünde, eşit ve demokratik şartlarda başka devletlerle ilişkiler kurması elbette olağan ve doğru bir ilişki olarak değerlendirilir. Fakat, eşit şartlarda olmamakla birlikte, bağımlılık zemininde veya bağımlılığa götüren zeminde bir ilişkinin kurulması asla doğru olamaz. Zira bu, Kürt ulusunun geleceği ile ilgilidir; ‘’köle’’-bağımlı bir ulus olarak mı kalacağı yoksa bağımsız bir ulus olarak mı varlığını sürdüreceği meselesiyle ilgili bir sorundur. Dolayısıyla da Kürtleri bir bağımlılıktan kurtarıp başka bir bağımlılığa sürmek benimsenemez. ABD emperyalizmi, mevcutta verdiği silah vb desteği ile birlikte, 2019 bütçesinde ilgili Kürtlere ayırdığı önemli miktarla Kürtleri şimdiden borçlandırarak bağımlılıklarını garanti etmiş durumdadır. Daha sağlama oturmamış yönetim veya statüleri aşamasında Batı Kürdistan Kürtleri bağımlı hale getirilmiştir.
Reel-politikte siyasetlerin örtüşmesi veya emperyalist dalaş ve çatışmanın boşluklarından yararlanma doğru siyasettir. Fakat bunun ötesine geçip doğrudan ABD ile ilişkiler içinde, ona borçlanarak ve onun desteğiyle elde edilecek bir kazanım gerçek bir kazanım olamaz, tersine başka riskler ve olumsuzluklar barındıran bir süreçtir. Dünya halkları ve ezilen mazlum uluslarının baş düşmanı ABD emperyalizmi ile bağımlılık ilişkisi demokratik nitelik açısından da hazmedilemez bir durumdur.
Bütün bunlar Kürt ulusunun direnişi karşısında tereddüde düşmek, kayıtsız kalmak veya desteklememek gibi absürt tutumlara gerekçe edilemezler. Eleştiri farklı ama demokratik muhtevanın desteklenmesi farklıdır. Bir ulusun tercihini nasıl kullandığı eleştirilebilir, uyarılarda bulunulabilir ama onun demokratik muhtevasını desteklemekten geri durulamaz, iradesinin önünde fiili engel olunamaz. Ora Kürtleriyle ilişkilerimiz oluşturacakları yönetimlerinin niteliğinin ne olacağı gibi bir dizi başka nedenlerle biçimlenecektir. Demokratik niteliklerini korudukları müddetçe onlarla dostluk ilişkileri içinde olup gerekli destekleri sunmaktan geri duramayız…