Emperyalist bloklar arasındaki çatışma ve çelişkiler

emperyalist bloklar ve atmaKısacası Suriye’deki emperyalist düellolar, taktik ve ittifak güçlerinin saf değiştirip yeni güçlerin ittifak arayışlarıyla havadan karadan hız kazanmaktadır BM ve emperyalist güçlerin Esad’sız bir Suriye istemeleri de Rusya’nın, İran’ın ve Çin’in hamleleriyle ABD ve AB’nin geri adım atıp Esad’lı bir geçiş hükümeti adı altında bölgedeki rol paylaşımında da bir uzlaşı olduğu görülmektedir Yalnız öncelikli olarak Akdeniz üzerindeki gücü kimin kontrol edeceği ve bölgedeki enerji kaynaklarının dağılımı noktasındaki uzlaşılırlık esastır

HABER MERKEZİ (23.10.2015)- Gazetemizin 109.Sayısında yayınlanan ‘’ Emperyalist bloklar arası çatışma ve çelişkiler’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

ABD ve Rusya arasındaki çatışmaların damgasını vurduğu çelişkilerin belirgin alanlarından biri olan Ukrayna’nın, uzun yıllardır hâkimiyet alanı olarak çatışmaların hız kazandığı, güçlerin denendiği ve konumlandığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin (Tunus, Mısır, Libya vb.) yeniden yapılandırılmasıyla bölgedeki gücünü avantajlı sayan ABD, Suriye meselesinde Rusya’nın konumlanmasıyla bölgenin tek aktörü olmadığını görmüş oldu. Uzun yıllardır Batılı ve ABD emperyalistlerince nükleer silahlanma gerekçesiyle ambargo uygulanan İran da, varılan uzlaşıyla bölgesel güç olarak rol kapmada, Çin ve Rusya ile geliştirdiği ittifak politikasıyla saf tutmada yerini almış bulunmakta. Bütün bu çatışmalı alanlarda dengeler her gün değişerek savaş hız kazanmaktadır. Kuzey ve Güney Yemen üzerinden, Suudi Arabistan ve İran’ın Selefi ve Şiilik üzerinden çatışması, Rusya ve ABD’nin vuruşması olarak görülebilinir. Bugün ağırlıklı olarak çatışmanın merkezi Suriye’ye kaymış olsa da bölgenin çoğu alanlarında istikrarsızlık ve iç çatışmalar hız kazanmakta. Suriye; ABD, AB, Rusya ve Çin gibi ülkelerin enerji kaynaklarının kontrolü ve bölgesel üstünlük çatışmasında savaş alanına dönüşmüş bulunmakta. Balistik füzeleri Çin ve K. Kore’den sonra ABD’nin de denemesinin hemen ardından, Rusya’nın Basra Körfezi’nden ABD’nin müttefik güç saydığı ÖSO’yu vurması; yeni silahların devreye sokulup denenmesinin yanı sıra ABD ve AB ülkelerine bölgenin kontrolünün sahibi olmadıklarının, bölgede kendisinin de güç olduğunun mesajı sayılabilir bugün. Ortadoğu’da hız kazanan bölgesel savaş insanlık tarihinin en büyük krizlerinden birine de yol açmış durumdadır. Birkaç yıl öncesinde doğal yaşamın hüküm sürdüğü bu topraklara, emperyalist haydutluk ve egemenlik savaşında ölümler yön veriyor artık…

Bu bölgesel savaşın aktörü olmada, alan kapmada ABD’nin önemli aktörü sayılan Türkiye’ye biçilen rol BOP projesiyle belirlenmişti. Bu rolün en büyük argümanı; yeni Osmanlıcılık, emperyalist düşlerine dayanılan Sünni İslamcılık idi. Bu rolün bir kısmının TUİK üzerinden Kafkasya’da ve Balkanlarda oynaması kültürel yayılmacılık olarak görülse de, Rusya’nın bölge hâkimiyeti, “TC”nin bu politik yayılmacılığını ekarte etmektedir. “TC”nin Ortadoğu üzerindeki dayanakları olan illegal dini yapılandırmaların üzerinden egemenlik sağlama politikası ise bugün işlevsizlik kazanmıştır. Örneğin Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Yemen’in Boko Haram’ı, Saddam’ın devrilmesinden sonra iktidardan uzaklaştırılan Sünni güçlerden ağırlıklı olarak oluşan DAİŞ ve El-Nusra gibi yapılandırmaların birçoğu “T.C”nin bölgedeki ittifak güçleri sayılabilinir. Gelinen noktada bu güçlerin siyasal erk olması ya da Irak’tan uzanıp Akdeniz’e kadar alan tutan bir Irak Şam İslam Devleti hayali ve uluslararası emperyalist güçlerin bunlarla ilişkilenmesi anlamlı görülmediği, “T.C”nin bu stratejik derinlik argümanının karşılık bulmadığı gibi tasfiye edilmesi de kaçınılmaz durum olarak ortada. Hatta bu güçler gerekçelendirilerek Suriye savaşının merkezine oturtulup, bunun üzerinden bölgedeki güç olma savaşı hız kazanmıştır. Evet, Suriye’deki dengeler-güçler vuruşmasının arka planındaki bölgesel hâkimiyet rolünde ABD-Türkiye ortaklığıyla hayata geçirilmek istenen güçlerin birçoğu, Rusya, İran ve sessiz aktör Çin’in ittifakıyla anlamsızlaştı. Örneğin “eğit-donat” programıyla alana sürülen savaş güçleri tasfiye edilmiş durumda. Tekrar ÖSO denen ittifak güçlerinin başarısızlıkları, ABD, Türkiye ve AB’yi yeni arayışlara itmektedir. Çünkü geçmişten gelen BAAS rejimlerinin ittifaklarından sayılan Rusya’nın, Akdeniz’deki savaş güçleri ile bölge üzerindeki egemenliğinin basit kırılamayacağı anlaşılmış olacak ki, bir çırpıda alt edilmesi düşünülen Esad’lı BAAS rejiminin ittifakı olarak Rusya, bölgede rol üstlenip hâkimiyeti anlık ele geçirmiş bulunmaktadır. Bölgenin yeni aktörleri olan İran ve Rusya Suriye’deki ittifakta ve bölgenin yeniden dizayn edilmesinde belirleyici olmuştur. Bugün Türkiye’nin stratejik derinlik diye adlandırılan politikası çökmüş ve ABD’nin bölgedeki savaş konseptine entegre olmadan öte bir rolü kalmamıştır. Tekrar güvenlik amaçlı milyar dolarlara mal olan Almanya ve Hollanda’nın Türkiye’ye yerleştirdiği patriotların geri çekilmesi bile, “TC”nin bölgede gelişen durum karşısındaki rolünün bir hiç olduğunun açık kanıtıdır. Gerilen İran ilişkileri, Irak Şii iktidarıyla kopan diplomasi, Müslüman Kardeşler’in devrilmesinden sonra Mısır’la kopan ilişki, Esad ile geçiş hükümetine yakın durmaya Rusya tarafınca ikna edilen Suudilerle zayıflayan ilişkiler, kısacası bölgede çöken, yalnızlaşan bir Türkiye. Sonuç olarak bölgede ABD ile egemenlik savaşına giren Rusya bugün bütün avantajlarını kullanarak bölgede ABD karşısında savaşın avantajlısıdır. Hava saldırılarıyla vurduğu ABD’nin ittifak gücü ÖSO ve DAİŞ elinde tutukları alanları terk ettikçe, Rusya ve Esad’ın alan hâkimiyeti güçlenerek gelişmekte. “TC”nin ABD ittifakından Rusya’ya efelenmesinin de bir anlam ifade etmediği ekonomik bağımlılıklardan görülebilinir. Karadeniz Doğalgaz Hattı Projesi ve Akkuyu Nükleer Santral Projesi’ne yıllık “TC”nin turizm girdisi de eklenince Erdoğan’ın ekonomik ilişkileri keseriz diklenmesi, Rusya’nın bölgedeki egemenliğini zayıflatmayacağı bir gerçeklik. Suriye’deki bütün bu gelişmelerin önemli ve aktif güçleri durumundaki PYD’nin rolü de yadsınamayacak durumda. “TC”nin ısrarla bölgede rol kapmak maksatlı tampon bölge kurulmalı ısrarı da, bağımsız özerk bir Kürt realitesine karşıtlık üzerinedir demek yanlış sayılmaz. ABD’nin PYD ve Türkmenlerden oluşturmaya çalıştırdığı yeni güçlerin karsısında Rusya’nın nasıl bir tavır takınacağı da, PYD açısından hayati konumda olacaktır. Ama şunu ifade etmek yanıltmaz sanırız: “TC” Batı Kürdistan karşıtlığı için geliştirdiği ve bir avantaja dönüştürmeye çalıştığı Rojava’nın tasfiyesi “gayreti” imkânsızlık içermektedir. Çünkü “TC”nin kendi adına bölgede savaştırdığı gerici paramiliter güçler karsısında savaşıp bağımsızlıklarını elde eden, bölgesel yönetimlerini uluslararası meşruiyete taşıyan Rojava, artık dış güçlerin de yok sayamayacağı konumdadır. Burada savaşın kışkırtıcısı rolünü yıllardır emperyalist efendileri adına oynayan ve var ettiği canileriyle sürdüren “TC”nin, bölgesel güç olma ya da Osmanlıcılığa dayanan emperyalist politikaları çökmüş, uluslararası alanda anlamsızlaşmıştır. Savaşın ortaya çıkardığı insanlık dramından bile sonuç almaya çalışan bir siyaset izlemektedir. Açık kapı politikası diye adlandırdığı, göçmenler üzerinden Avrupa’ya bir baskı oluşturma taktiği de boşa çıkmıştır. Güvenli bölge diye adlandırıp Suriye’de asker konumlandırma taktiği de AB ve BM’ce anlamlı görülmeyip, sadece Türkiye’ye ekonomik yardım edilmesiyle sınırlı tutulmuştur. Kısacası Suriye’deki emperyalist düellolar, taktik ve ittifak güçlerinin saf değiştirip yeni güçlerin ittifak arayışlarıyla havadan karadan hız kazanmaktadır. BM ve emperyalist güçlerin Esad’sız bir Suriye istemeleri de Rusya’nın, İran’ın ve Çin’in hamleleriyle ABD ve AB’nin geri adım atıp Esad’lı bir geçiş hükümeti adı altında bölgedeki rol paylaşımında da bir uzlaşı olduğu görülmektedir. Yalnız öncelikli olarak Akdeniz üzerindeki gücü kimin kontrol edeceği ve bölgedeki enerji kaynaklarının dağılımı noktasındaki uzlaşılırlık esastır. Birçoğumuzun belki bölgedeki gelişmelerden ötürü hiç anlam yüklemediği Kıbrıs’taki gelişmeler de önemlidir. Bir Akdeniz ülkesi olan Kıbrıs’ta tek para birimine geçiş birleşik bir Kıbrıs projelendirmesinde Akdeniz’in enerji rezervleri unutulmamalıdır…

http://www.halkingunlugu.net/