Fakat, sınırın öte tarafında savaş gelişse de, “dışarıdaki” savaş iç siyasetin etkili bir malzemesi olarak kullanılmakta, körüklenen şoven milliyetçilikle halkların zihninin köreltilerek 1915’te soykırıma uğratılan Ermeni halkına karşı düşmanlık tohumları yeniden ekilmek istenmektedir
Sorunu şöyle koymak gerekir. Kafkaslarda egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda birbirine düşmanlaştırılmış Ermenistan ve Azerbaycan halkları yeni bir savaşla yeniden birbirine kırdırılmaya çalışılmaktadır. Tarihi, sosyal, siyasal, kültürel, coğrafi bir çok farklılığın Azeri ve Ermeni egemen sınıfları eliyle milliyetçiliği besleyen argümanlar haline getirilerek egemen siyaset haline getirildiği bölgedeki çatışmalı durumun geçmişi eskilere dayansa da, dönem dönem çatışmalı durumun çözümüne dair atılan adımların sorunun üstünü küllemekten öte bir iş görmediği ve zamanı geldiğinde hem iç siyasetin hemde uluslararası aktörlerin bölge üzerine politikalarının malzemesi olarak kullanılmaya elverişli halde bir kenarda tutulduğu, bu son yaşanan çatışmalardan da görülmektedir.
Bugün hem iç hem de uluslararası arenada “politik malzeme” olarak yine gündem haline getirilen ve çözülememiş karşıtlıklar üzerine şekillenen Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunlar emperyalist projelerden bağımsız olmayan bir savaşa sürüklenmektedir. Haklısı haksızı bir yana, Azeri ve Ermeni halklarının çıkarına olmayan, bölge halkları arasında ekilen suni düşmanlığı daha da körüklemeye ve birbirini kırdırmaya aday bu savaşın halklar cephesinden meşru ve kabul edilebilir ve desteklenebilir bir yanı yoktur. Aksine, gerici egemen sınıfların çıkarları temelinde vücut bulan bu savaşın karşısında ve bu savaşın mimarlarına karşı konumlanmak doğru olan yaklaşımdır.
Emperyalistlerin bölgesel çıkarları açısından ele alındığında özel bir yeri olan Kafkaslar, zengin petrol ve doğal gaz yataklarının ve değerli yer altı-yerüstü zenginliklerinin yanında emperyalist güçlerin birbirlerinin pazar, hammadde alanlarını denetleme, enerji-ticaret yollarına hakim olma, birbirlerini kuşatma anlamında da jeostratejik bir öneme sahiptir. Emperyalist sistemin bütün dünyayı avucunun içine aldığı ve bir dünya sistemi olarak tüm ekonomiler üzerinde hakimiyetini kurduğu andan itibaren tüm yerel ekonomilerin ve politikaların belirleyici aktörü olarak varlığını koruduğu günümüzde, savaşlar, ilhak ve işgaller emperyalizmin bir özelliği olarak varlığını korumakta, emperyalizme bağlı her bir coğrafya ise-aynı Kafkaslar gibi yeniden ve yeniden pazar paylaşımının konusu olmaya devam etmektedir.
Dünyanın neresine bakılırsa bakılsın, emperyalist sistem altında huzurlu bir bölge bulunmamaktadır. Emperyalizmin genel eğilimi olan yayılmacılık ve savaş bir realitedir. Ve bu her bir ülke-bölge için geçerlidir. Bugün “bazı” yerde savaş olmaması bir gerçeği değiştirmemektedir. Göreceli olarak emperyalist merkezlerin “dingin” olması, göreceli olarak bugün gelişmiş kapitalist ülkelerin savaşlarla direk karşı karşıya kalmaması emperyalizmin bu gerçeğini değiştirmemektedir.
Emperyalizm; kan, gözyaşı, savaş, barbarlık, işgal, en azgın sömürü ve tarifsiz baskıdır. En canlı örnekleri Orta ve Kuzey Afrika, Ortadoğu, Latin Amerika, Güney Asya coğrafyalarıdır. Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve diğer sayılmayan bazı bölgelerin sessiz oluşu yanıltmamalıdır. Her bir bölge ve alan emperyalizm koşullarında potansiyel olarak savaş sahasıdır. Aynı, dönem dönem dingin görünen Kafkaslar gibi.
“Donmuş çatışma bölgeleri” (1) olarak adlandırılan bölgelerden biri olan Kafkasların kanayan yarası, ”kapanmamış hesap”ı Dağlık Karabağ, Azerbaycan’ın Tavuz yerleşim bölgesinde 12 Temmuz’da yaşanan çatışma ile yeniden gündeme geldi. Dağlık Karabağ’ın 100 km kuzeyinde bulunmasına rağmen Ermenistan-Azerbaycan arasındaki “ihtilaflı” bölgeler merkezli tansiyonun yükselmesine ve karşılıklı suçlamalarla bölge gündemini ısıtmasına neden oldu.
Bulunduğu yer itibariyle Azerbaycan açısından stratejik önemde değerlendirilen Tovuz, Azerbaycan’ın önemli enerji hatlarının geçtiği bir bölge olma özelliğini taşıyor. Bakü-Tiflis-Ceyhan, Bakü-Tiflis-Erzurum enerji boru hatları bu bölgeden geçiyor. Bakü-Supsa petrol boru hattı da bu bölge üzerinden Gürcistan-Karadeniz kıyılarına ulaşmakta. Bu bölge, Türkiye’nin Azerbaycan’dan sağladığı enerji arz güvenliği gerekse de Azerbaycan’ın diğer yerlere Petrol ve doğalgaz ihracının taşınması-aktarımı açısından da önemli. Ayrıca, Türkiye ile Azerbaycan arasındaki Bakü-Tiflis-Kars demiryolu da bu bölgeden geçmektedir.
Tovuz, Azerbaycan’ın (Ermenistan topraklarını kullanamamasından kaynaklı) Türkiye ve Avrupa’yla yürüttüğü ticari faaliyetlerin yol güzergahındadır. Ki, bölgenin dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahip olması nedeniyle Tovuz, Azerbaycan açısından kullanışlı bir bölge olmanın yanında, bu bölgenin-hattın kapanması durumunda, yürütülecek dış ticaret faaliyetleri için yeni yol-hat bulması gerekecektir. Bu da Azerbaycan’ın Rusya, İran veya Ermenistan’a mahkumiyeti anlamına gelmektedir. Bu bakımdan, Tovuz Azerbaycan açısından önemli bir konumdadır.
Fakat Ermenistan-Azerbaycan arasında Tovuz üzerinden patlak veren sıcak çatışmanın esas olarak Dağlık Karabağ ve etrafındaki Ermenistan’ın denetimindeki yedi reyonla ilgili olduğu çok geçmeden ortaya çıkınca, Dağlık Karabağ ve etrafındaki yedi reyon tekrardan bölgenin gündemi oldu. Elbetteki, bölge gündemi derken bunu sırf Kafkaslarla veya Ermenistan-Azerbaycan arasındaki bir sorun olarak görmemek gerekmektedir. Emperyalistlerin zengin maden yataklarının bulunduğu bu bölgeye ilişkin stratejilerinden bağımsız olmayan bu gelişme, özellikle Rusya’nın nüfuz alanı olması itibariyle diğer emperyalistlerle giriştiği rekabetin de odak noktalarındandır ve bu anlamıyla yaşanan sorun bölgeye hapsedilemeyecek kadar geniş kapsamlıdır. Bu noktada, etrafını saran reyonlarla birlikte Dağlık Karabağ üzerine bir hatırlatma yapmak yerinde olacaktır
Ermenistan-Azerbaycan Ezeli Kavgası: Dağlık Karabağ
“Trans-Kafkasya, ezelden beri bir kıyım ve nifak alanıydı” der Stalin. Ve devam eder, “daha sonra, Menşevizm ve Taşnaklar döneminde bir savaş alanı oldu. Gürcü-Ermeni savaşını biliyorsunuz. 1905 başındaki ve sonundaki Azerbaycan’daki kıyımı da biliyorsunuz. Size, Ermeni çoğunluğun, nüfusun Tatarlardan meydana gelen tüm geri kalanını kılıçtan geçirdiği bir dizi reyon sayabilirim, örneğin Zangezur. Bir başka ili, Nahçıvan’ı gösterebilirim. Orada Tatarlar çoğunluktaydılar, ve bütün Ermenileri kılıçtan geçirdiler. Bu, Ermenistan ve Gürcistan’ın emperyalist boyunduruktan kurtulmasından az önce oldu…” diyerek bölgenin o dönem, 1917 Ekim Devrimi öncesi resmini çizer ve var olan sorunun çözümü noktasında da “Trans-Kafkasya’da milliyetler arasındaki ilişkileri düzenleyebilecek özel bir organa ihtiyaç” (Stalin.C 5, syf 210) olduğunu belirtir.
Stalin’in “kıyım ve nifak alanıydı” diyerek bu bölgeye ilişkin özgün politikalar yürütülmesi gerektiğini vurgulaması, bu bölgenin tarihi, sosyal, siyasal, kültürel geçmişini dikkate alarak yapılan bir belirlemedir. Geçmişi çatışmalar, savaşlar, halkların birbirine kırdırılmasıyla dolu olan bu bölge “insanların birbirlerinin evini kundaklayıp birbirini boğazladığı”(Age. Syf 211)) bir geçmişle anılıyordu. Düşmanlıklar sürekli diri tutularak yönetilmiş bölge halkları Çarlık Rusya’sının son döneminde de Taşnakların, Mussavatçıların ve Menşeviklerin etkisi altında sürekli birbirlerine karşı kışkırtılmışlar, savaştırılmışlardı.
Sovyet Rusya’nın-Bolşevik politikaları doğrultusunda barış ve kardeşliğe hizmet etmesi temelinde on milliyeti kapsayan üç Cumhuriyetten(Azerbaycan-Gürcistan-Ermenistan) oluşan Trans-Kafkasya olarak adlandırılan bölgede “barış organı” olarak Trans-Kafkasya Federasyonu / Trans-Kafkasya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Federatif Birliği 12 mart 1922 yılında kurulur. Aralık 1922 yılında da Federatif Birlik Trans-Kafkasya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti haline dönüştürülür.
Milliyetçilikten beslenen Gürcü “sapmacıların” karşı koymasına rağmen(2) federatif birlik oluşturulur. Dağlık Karabağ ise Azerbaycan’a sınır olmasından kaynaklı “Dağlık Karabağ Özerk Oblastı” olarak Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyetine bağlanır. (Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasında da Kürtler yaşamaktadır) (3) 1936 yılına kadar devam eden bu durum, 1936 anayasasıyla yeniden düzenlenir ve Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ayrı ayrı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri olarak SSCB’ye dahil olur.
1917 Büyük Ekim Devrimiyle birlikte bölgede yaşanan çatışmalı durumun normale dönmesi, barış ortamının oluşması ve düşmanlıkların giderilmesi hedefiyle uygulanan politikalar bölgenin uzun bir süre barış içinde yaşamasını sağlar. 1917 Büyük Ekim devrimi sonrası bu çatışmalı ortam yerini sükunete bırakmış olsa da, emperyalistlerin ve yerli gerici güçlerin gizli çalışmaları düşmanlıkların bir bütün ortadan kaldırılmasına engel olmuş, Ermeni, Azeri, Gürcü milliyetçiliği varlığını korumuştur.
Stalin sonrası ise, partiye hakim olan modern revizyonist politikalar, uluslar ve ulusal topluluklar arasında oluşan bu barış ortamını zehirleyen, düşmanlıkların tekrardan filizlenmesine zemin sunan bir rol oynar.
1980’lerin ortalarından sonra gündeme gelen “glasnost”(açıklık), “perestroyka”(yeniden inşa) politikalarıyla Sovyetler Birliği üyesi topluluklarda burjuva milliyetçiliği daha da görünür hale gelir.
Yükselen burjuva milliyetçiliğinin etkisiyle 1988 yılının başlarında nüfusunun çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu Dağlık Karabağ Özerk Oblast’ı, Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanması için SSCB Yüksek Sovyeti’ne başvurur, Temmuz 1989 yılında da Azerbaycan’dan ayrılma kararı alır. Sonrasında ise, Azerbaycan Dağlık Karabağ’ın özerk statüsünü fesheder, Dağlık Karabağ’ı Azerbaycan-Bakü yönetimine bağlar.
1991’de Rus Sosyal Emperyalizmi “sosyalizm” maskesini atması ile SSCB’yi oluşturan devletler birlikten ayrılarak “bağımsız”” devletlerini oluşturur. Oluşan devletler arasında Azerbaycan ve Ermenistan devletleri de vardır. Bu devletlerin oluşması ile Dağlık Karabağ meselesi bir kez daha gündeme gelir. Dağlık Karabağ Ermenileri, Azerbaycan’dan ayrılmak için 10 Aralık 1991 yılında referanduma gider ve referandumun ardından Dağlık Karabağ bağımsızlığını ilan eder. Bu durum bölgede tansiyonu yükseltir ve sıcak savaşa dönüşür. 1992’den 1994’de kadar devam eden savaş sonrasında Ermeniler Dağlık Karabağ’ı ve çevresinde bulunan “Kürdistan Uzeydi” de denilen Laçin merkezli Kürt yerleşim yerlerini de içine alan bölgeleri ele geçirir. Bu şartlarda Azerbaycan-Ermenistan arasında Bişkek Mutabakatı ile çatışmaya son verilir, sorunun çözümüne yönelik ise ABD, Rusya, Fransa eşbaşkanlığında AGİT’e bağlı Minsk Grubu oluşturulur. Ve bu tarihten itibaren de Azerbaycan-Ermenistan devletleri arasında dönem dönem “dondurulan” dönem dönemde ateşlenen ve savaşa neden olan Dağlık Karabağ ve çevresindeki reyonlar (bölgeler) emperyalist merkezlerin ve yerel gerici sınıfların yayılmacı politikalarının konusu olur.
Ermenistan-Azerbaycan Savaşının Anlattıkları
12 Temmuz’da Tovuz’da yaşanan çatışma sonrası Ermenistan-Azerbaycan arasındaki “husumet”e konu olan Dağlık Karabağ ve çevresindeki bölgeler yeniden gündem oldu. Ve Eylül sonlarına doğru çatışmalar Dağlık Karabağ’ı içine alacak şekilde yeniden şiddetlendi. Savaş, Dağlık Karabağ’ın merkezinde olduğu Azeri-Ermeni savaşı gibi görünse de, bölgenin emperyalistler arası önemi düşünüldüğünde perde arkasındaki esas aktörleri- güçleri görmemek olası değildir.
Rus emperyalizminin arka bahçesi olarak önemli bir bölgedir. Bölge, barındırdığı petrol-doğalgaz rezervleri bakımından sırf Rusya’nın değil diğer emperyalistlerinde hakimiyet kurmak istedikleri yerlerdendir. Üstelik, bölge enerji kaynaklarının Karadeniz ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ve boğazları aşarak Akdeniz’e, İran üzerinden Basra’ya ulaşılmasını sağlayan yol üzerindedir. Belki de en önemlisi Rusya’nın bu bölgeyle olan tarihsel, siyasal bağıdır. Tüm bunlar Rusya’nın bölge üzerindeki hassasiyetinin odak noktası durumundadır. Bölge siyasetinin belirlenmesinde aktif bir tutum sergilemesi, belirleyici aktör olarak yeri geldiğinde sahneye çıkması, son sözü söyleme hakkını kendinde görmesi de bundandır.
Özellikle, Rus Sosyal Emperyalizminin dağılması ve birlik üyesi devletlerin bağımsızlıklarını ilan etmesiyle gelişen süreç, bölge devletlerinin diğer emperyalistlerin pazar iştahını kabartmasını ve her bir bağımsız devlet üzerine emperyalist planları gündeme getirmişti. Gürcistan’ın NATO sevdası yüzünden, Azerbaycan’ın Batı-ABD yanlısı eğilimi yüzünden Rusya ile karşı karşıya gelmesi de bundandır. Gürcistan’ın Batı emperyalizmiyle kurduğu ilişkiden cesaret alarak Güney Osetya üzerine yürümesi sonrasında Ağustos 2008 yılında Rusya ve Gürcistan arasında kısa süreli savaş patlak vermiş bu savaş sonrasında Rusya hem Gürcistan’ın “kulağını çekmiş” hem de Güney Osetya ve Abhazya’da Rus yanlısı bağımsızlıkların oluşmasıyla savaş sonlanmıştı. 1990’ların ortasında Azerbaycan da ise ABD’nin taşeronluğuna soyunan “TC” Azerbaycan’da Elçibey’i iktidara taşımak amacıyla darbe yapmaya çalışmış fakat Rusya’nın müdahalesi bu darbeyi boşa çıkartmıştı.
Bugünkü gelişmeler ışığında Ermenistan içinde aynı şeyler söylenebilir. İlişkileri eskilere dayanan, bu ilişkilerin ekonomik ve askeri olarakta geliştirildiği ve Ermenistan’ın bölgede Rusya’nın askeri üssü olarak konumlandığı da belirtilebilir. Yukarıdaki örnekler ve bölgedeki son gelişmeler göstermektedir ki, bölgenin savaş içine çekilmesi emperyalistlerin politik hamlelerinden bağımsız değildir.
Elbette, emperyalizmden bağımsız gelişmeyeceği açık olan bu savaş halinin durup dururken ortaya çıkmadığı, üzeri küllenen sorunun yeniden kaşınarak gündemleştirilmesinin nedenlerinin olduğu açıktır
Aktör olarak uluslararası emperyalist politikalarda nispeten geri çekilmiş bir görüntü veren ABD emperyalizminin ve kendi içinde çelişkilerle boğuşan AB’nin bu bölge üzerinde yaptığı hesapların varlığını koruduğunu da ek olarak belirtmek gerek.
ABD emperyalizminin Ortadoğu politikası Rusya’yı karşısında istenilen sonucu verememesi, kendisi açısından uzatmalara neden olurken, bunun maliyetini de sürekli arttıran bir duruma sebep olmaktadır. Sürekli “oradan-buradan” çekiliyoruz açıklamalarına rağmen Ortadoğu’dan vazgeçemeyeceği belli olan ABD emperyalizminin seçimler nedeniyle “içe” dönmesi, bölgedeki diğer emperyalist aktörlerin(esasta da Rusya’nın) atak yapmasına zemin sunmaktadır. Bu nedenle, Ortadoğu’da, İsrail ve “TC” devleti üzerinden politik hamlelerini yürütmeye çalışmaktadır. İsrail’in Arap devletleriyle geliştirdiği yeni ilişkiler ve yapılan ikili anlaşmalar, “TC’nin İdlib üzerinde askeri varlığını koruyarak Suriye siyasetine aktif dahil olma çabası, yine Suriye’de “Kürtlerin Birliği” adı altında PYD ve ENKS’yi buluşturarak etkinliğini güçlendirme çabası vb düşünüldüğünde bu gelişmelerin Ortadoğu siyasetinde Rus emperyalizmi karşısında gücünü ve etkisini korumak ve geliştirmek isteminin olduğu anlaşılabilir.
Fakat, ABD’nin bu hamlelerinin yalnızca Ortadoğu ile sınırlı olduğunu da düşünmemek gereklidir. Rusya’nın Ortadoğu ve Libya üzerindeki dikkatini dağıtmak için Kafkasları’da tekrar gündeme aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Ki, bölgede “Dağlık Karabağ” merkezli gelişen sıcak çatışmanın bir tarafında “TC” üzerinden ABD’nin olduğunu belirtmek yerinde olacaktır.
Gürcistan’ın NATO hayali Rusya tarafından kabusa dönüştürülse de, Gürcistan’ın bu hayalinin ABD ve Batı emperyalizminin desteğiyle diri tutulduğu da bir gerçektir. “TC” devletinin Gürcistan’ı NATO’da görmek istediğini dillendirmesi, Gürcistan sevgisinden olmadığı açıktır. ABD’nin taşeronluğunu yapan “TC” devletinin hem Gürcistan çıkışı, hem de Azerbaycan’la geliştirdiği askeri-siyasi ilişkilerin bir yanı Türk egemen sınıflarının menfaatlerine yaslanırken, diğer bir yanı da ABD emperyalizminin çıkarlarına dayanmaktadır.
Ezeli Kürt düşmanlığı gibi Ermeni düşmanlığı da kökleri derinde olan bir düşmanlık olarak “TC” devletinin kodlarına işlenmiş olması, emperyalizmin bölge politikalarında aktif yer almasına, deyim yerinde ise üzerine atlamasına neden olmaktadır. Ermenistan-Azerbaycan arasında gündeme gelen çatışmaların ilk saatlerinden itibaren faşist “TC’nin gösterdiği refleks, gerici şoven milliyetçi açıklamalar eşliğinde sahip olduğu tüm askeri olanak ve imkanları Azerbaycan’la paylaşacağını açıklaması bunu göstermektedir.
Azerbaycan-Ermenistan arasında “ilk” ateşin kimden geldiğinden bağımsız olarak yapılacak ilk tespit, Rusya’nın ve ABD başta olmak üzere diğer emperyalistlerin bölgede konumunu sağlama almak, birbirlerinin hakimiyet alanlarını daraltmak, üstünlük sağlamak, bölge üzerine söyleyecek sözlerinin ağırlığını biraz daha arttırmanın hedeflendiğidir.
Rusya’nın aynı Çeçen lider Şaakaşvili gibi Batı yanlısı açıklamalar yapan Ermeni lider Paşinyan’ı hizaya getirmede veya onun yerine Rus yanlısı birini iktidara taşımada bu çatışmalı durumu fırsata çevirmeye çalışacağı açıktır. Ekonomik, askeri olarak Rusya’ya bağımlı olan Ermenistan Gümrü’de bir Rus askeri üssü de bulunmaktadır. Ermenistan’ın ekonomik ve askeri olarak Rusya ile olan bu bağımlılık ilişkisine rağmen 2018 yılında Erivan’daki kitlesel protestoların desteğini arkasına alarak Başbakanlık koltuğuna oturan Paşinyan’ın batı yanlısı açıklamalarının Rus emperyalizmini rahatsız etmesi, bu savaşın Rusya’nın Başbakan Paşinyan’ın burnunu sürtmek için iyi bir fırsat sunacağını söylemek abartı olmayacaktır. Rusya’nın arka bahçesindeki bu askeri üssünde çatlak ses çıkmasını kabul edeceği beklenmemelidir.
Keza aynı durum Azerbaycan için de geçerlidir. Her ne kadar Rusya ile olan askeri ve ekonomik ilişkisi önemli bir boyutta olsa da, “TC”nin Azerbaycan’daki darbe girişimini boşa çıkarıp baba Aliyev’i iktidarda tutan Rusya’ya rağmen, “TC”nin Azerbaycan’la olan “tek millet” ilişkisi hiç kopmamış, oğul İlham Aliyev döneminde de artarak devam etmiştir. Azerbaycan’da Hanedanlık kurmuş olan Aliyev ailesi, ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel olarak “TC” devletiyle geliştirdiği ilişkiler Batı emperyalizmiyle geliştirdiği ekonomik, siyasi ilişkide köprü olmuş, batı emperyalizmiyle gelişen bu ilişkiler, ekonomik, siyasi olarak Rusya ile olan ilişkilere rakip olabilecek potansiyele dayanmıştır.
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesinde yayımlanmıştır