ERHAN GENCER SONSUZA UĞURLANIRKEN

erhan 01Arif Bilgin (06-03-2014) Erhan Gencer, Türkiye’deki önemli komünist düşünür ve politikacılardan biriydi. Lakin devrimci kamuoyunda çok fazla bilinmez. Bu yalnızca mütevazi, gösterişsiz yaşama biçiminden kaynaklanmıyordu, ayrıca Türkiye’nin baskıcı koşullarından kaynaklı illegal devrimci çalışmasından da ileri gelirdi. Oysa akademik çevrelerde daha o günlerde epeyce taktir gören bir bilim insanıydı aynı zamanda. Nitekim bunu devlet de çok iyi biliyordu ki 12 Eylül’ün işkenceci polis ve MİT elemanları bunu sık sık tekrarlayarak, “ne işi var böyle bir insanın TKP/ML’de” diye haset ederlerdi. Erhan Dr. Mimar’dı. Birkaç yıl önce Freiburg ve Basel gezintilerimizde mimarlık üzerine yeni bir borve daha aldığını müjdelemişti. Yani bu moral yıkıcı dünya koşullarında, onca ağır işkence ve tutsaklık sürecinden sonra bilim aşkının hiç aşınmadığını kanıtlıyordu.

12 Eylül öncesinde Türkiye’nin sosyo-ekonomik durumu ve devrimin stratejik sorunları üzerine çalışma yüzünden sık sık biraraya gelirdik. Aynı görüşmeleri ve çalışmaları Feride ile de sürdürüyordu. Feride de Mamak zindanından şanlı bir geçiş yapan akademisyen, yazar, sağlam entelektüel bir yoldaştı, geçtiğimiz Antalya Film Festivali’nde Juri üyesi olduğunu okuyunca derin kıvanç duydum, yüreğim kabardı.

12 Eylül darbesi günlerinde ilişkilerimiz daha sıklaştı, birlikte faşizme karşı halkın direnişini örgütlemeye çalıştık. Darbe koşullarında (Şubat 1981’de) yapılan II.Konferans’tan kısa süre sonra yurtdışı hizibinin tahribatını önlemek üzere parti onu Avrupa’ya gönderdi. Döndüğünde bir görüşmemizde Karaköy Köprüsü’nde Atiye ile birlikte oltayla balık avlarken buluştuk. Çok sevinçliydi. Ülkeye geri geldikten bir süre sonra Süleyman Cihan yakalandı ve işkencede katledildi. Aslında yapılan bir dizi hata sonucu nerdeyse beklediğimiz bir durum olduğu halde ikimiz de ciddi biçimde sarsıldık: Süleyman büyük bir insandı ve onun yerini doldurmak çok zor olacaktı! İkimizin ortak görüşüydü bu ve ne yazık ki tarihsel olarak doğrulandı. Birlikte Süleyman’ın katledilişini önleme amacıyla başlatılacak kampaya bldirisini hazırlayıp gerekli yerlere ilettikten sonra İstanbul’u terkettik.

Bu arada hoş bir anekdotumu da paylaşmak isterim. Bu tehlikeli şartlarda yaptığımız buluşmalardan birinde Rumeli yakasından Anadolu yakasına geçerken Kadiköy iskelesinde olağanüstü bir vaziyetle karşilaştık. “Eyvah yakalandık galiba!” diye kulağina fısıldadım ve hemen birbirimize yabancı gibi mesafeli durmaya başladık; belki birimiz kurtarırız!.. İşkence gibi bir arama olduğu için iskelede 4 vapur yanaşık nizam duruyor, en arkadaki bizler üçüncü, ikinci, birinci vapura doğru yürüyerek inebiliyoruz. Sonunda vapurlardan indik. Çok sıkı aramalar yapıldığı için büyük birikim oluşmuştu, rıhtım tıklım tıklımdı. Öte yana baktık, sivil polislerin ayırdığı 50-60 talihsiz insanın önünde silahlı askerler bekliyor. Enterne edilen “şüpheliler” dehşet ve kaygı içinde beti benzi sapsarıydı. Ha bire “şüpheli” ayırıp askerlerin arasına atıyorlar. Biz de onlardan olacak mıyız, artık şansa kalmış bir şey! Erhan hocada en ufak bir korku yok, gayet rahat ve sakin birlikte ilerliyoruz arama noktasına doğru. Tam o sırada vapurun güvertesinde çılgın bir bağırtı duyuyoruz. “Sizin Kenan Paşanıza da, sizin ihtilalinize de, sizin polisinize de, sizin bilmem neyinize de ….!“ Sayıp duruyor!.. Kalabalık, “çıldırdı gariban adam!“ dedi uğultu halinde. O arada bir grup asker ve polis güverteye çıkıp derhal adamı şiddetle derdest ettiler. Meğer deliymiş!.. Kalabalık bu kez “Yazıklar olsun bize ki bir deli kadar olamıyoruz! Nedir bu işkence yahu!“ babında homurdanıyordu. Tam o sırada bir mücize gerçekleşti: arama kalktı, kapılar açıldı ve biz çıkıp gittik. “Usludan yeğdir delimiz!“ dedik birbirimize Moda’ya doğru yürürken.

Erhan kısa süreliğine yeniden kırsaldan İstanbul’a bir işi nedeniyle dönmek zorunda kaldı. Dönüşünü bekliyorduk, onu almaya giden arkadaş Elazıg Hozat garajında büyük bir operasyonun içine düştü: “Bürokrat” yakalanmış!.. Eşi ve başka arkadaşların operasyona uğrayıp faşist cuntanın eline düşmesinler diye alalacele İstanbula çıkıyorum ve dönüşte ben de Malatya’da tutsak düşüyorum.

Ben Diyarbakır’da, o Metris’teydi. Sık sık yazışırdık. Cezaevinde de bilimsever araştırmacı özelliğini sürdürdü. Bir mektubunda bana “Diplomasi Tarihi’ni mutlaka okumalısın!“ diye yazmıştı. Hemen alıp okudum, gerçekten söylediği gibiymiş.

Erhan hoca benden önce tahliye oldu, bir süre Kadıköy’de takıldı. Cezası Yargıtayda olumsuz sonuçlanınca mecburen Avrupa’ya gitti. 1992’de yurtdışına çıktığımda Münih’te olduğunu öğrendim, gidip görüştüm ve bu diyaloğumuzu hep sürdürdük. Sonra München’den ayrıldığını öğrendim, nerde olduğunu da bilmiyordum. Bir dostumun mimarlık işi nedeniyle görüşmek istedim, onu arıyordum ama nedense kendisini benden saklıyordu. Ben onu Mainz’de ararken Freiburg’da buldum. Sevindim, bu daha iyi, mimarlık işi de oraya yakın bir yerdeydi zaten. Görüştüğümüzde meslektaşı bir Alman’la evliydi ve bir de kızları vardı. Sempatik bir aile oluşturmuşlardı ve yine 200 kişilik “komün evinde” yaşıyorlardı. Arkadaşlarıyla birlikte çevre felaketi ve dünyanın sürdürülebilir geleceğiyle ilgili bilimsel ve politik çalışmalar yapıyordu. Özellikle kent atıklarının geriye dönüşümü konusunda hayli ileri gelişmeler sağlamışlardı. Son buluşmamızda AKP’li bazı belediyelerden bu projelerin uygulanması için teklif aldığını söylemişti.

Gitti… Biraz da kırgındım, bir daha görüşemedik. Önce Muzaffer’in, sonra onun kansere yakalandığını duydum. Çok sarsıldım, ne olursa olsun çok değerli insanlardı ikisi de. TürkiyeÄde böyleleri çok azdır. Kendi ağır ameliyatlarımı, sağlık sorunlarımı unuttum.

Muzaffer atlattı ve umarım bir adaha da bu insafsız illet asla semtine uğramaz! Ama işte sevgili yoldaşım, dostum “Erhan hoca” artık yok…

Kanser canavarının pençesine ilkin dostum Mazlum Eren, sonra annem, sonra 12 Eylül işkencehanesinde karşılaştığım Zeynep, sonra Muzaffer, sonra Erhan hoca düştü… Yılbaşında Strasbourg’a uğradığımda Zeynep yeniden tedaviye başlamıştı, kemoterapi yüzünden halsizdi konuştuğmuzda. Çok üzüldüm, oysa onun durumu atlattığını sanıyorduk. Üç sevgili dostumu kaybettim. Muzaffer atlattı sanırım. Diyarbakır zindanından yoldaşım, yiğit kadın Zeynep’e de şifalar diliyorum; Zeynep mutlaka yenecek o canavarı!..

Erhan Gencer’in naaşı Perşembe saat 16’da Şişli Osmanoğlu Hastanesinden Yurtdışına uğurlanacak. Kendi vesiyetine uyularak naaşı krimatoryumda yakılıp külleri Boğaz sularına serpilecek. Bu yakma sistemi galiba Türkiye’de yok ondan. İstanbul tutkunuydu Erhan, ebedi boğaz sularında gelip gelip gidecek ve el sallayacak bizlere. Onu Karaköy köprüsünde balık avlarken göreceğiz belki. Dostlarımdan onu iyi uğurlamalarını diliyorum.

Dostluğundan ve yoldaşlığından her zaman onur duyduk, asla unutmayacağız, her zaman sevgi ve muhabbetle anacağız. Uğurlar ola Erhan hoca…

Arif Bilgin

5 Mart 2014