Ezilenlerin ABD’de Çaktığı Kıvılcım, Kapitalist Barbarlığa Karşı İsyandır!

ABD’nin tüm sathına yayılan eylemler, kapitalizmin kurumsal merkezi olan Beyaz Saray’ın kapısına dayanması, kitlelerin itiraz ve öfkelerinin kapsamını, hedefini anlama açısından anlamlıdır Çünkü George Floyd’un “Nefes alamıyorum” sözü, dünya ezilenlerinin dilinde, “nefes alamıyoruz, çünkü Kapitalizm öldürüyor” siyasal duruşunun güçlü zemini olmuştur.

ANALİZ (04-06-2020) Kapitalizmin “merkez üssü” olarak kabul edilen ABD, kitlelerin görkemli eylemleriyle sarsılan günler yaşıyor. Coronavirüs “önlemleri” adı altında “eve sığdırılmaya” çalışılan hayat, ırkçılığın, sömürünün, baskının cenderesine alınan ezilen kitleler özgülünde, “sokaklara sığmayan” öfkeye dönüştü. Keyfiyete bağlı olarak öldürme yasalarıyla donatılmış, , sistemin tüm vahşetini “korumaya” ve uygulamaya şartlandırılmış” ABD polis teşkilatından Derek Chauvin’in, Siyahi George Floyd’du boğarak öldürmesi, kitlelerde, sadece ABD yönetimine karşı bir öfkeye değil, genel anlamda kapitalizme karşı bir isyana dönüştü. George Floyd’un, polis tarafından hunharca katledilmesinin anında, son sözleri olan “Nefes alamıyorum” çığlığı, emperyalist-kapitalist sistemin tüm iktidar biçimlerine karşı, tarihten feyiz alan bir direniş sloganı olarak, dünya ezilenlerinin perspektifi olmuştur adeta. 1 Mayıs’ı yaratan direnişin, ABD emperyalizmi tarafından idam edilen dört işçi önderlerinden olan August Spies’in, Haymarkent anıtına kazınan “ sessizliğimiz, bu gün boğduğunuz seslerden daha güçlü olacağı bir zaman gelecek” sözleri, George Floyd’un “nefes alamıyorum” çığlığıyla, baş kaldıran kitlelerin, sokakları zapt eden güçlü sesi, isyanı olmuştur. ABD polisinin hunharca katliamının ardından, ABD’nin tüm sathına yayılan eylemler, kapitalizmin kurumsal merkezi olan Beyaz Saray’ın kapısına dayanması, kitlelerin itiraz ve öfkelerinin kapsamını, hedefini anlama açısından anlamlıdır. Çünkü George Floyd’un “Nefes alamıyorum” sözü, dünya ezilenlerinin dilinde, “nefes alamıyoruz, çünkü Kapitalizm öldürüyor” siyasal duruşunun güçlü zemini olmuştur.

Şurası bir gerçek. İç ve dış siyasette, sömürü ve vahşetin yanında, ırkçılığı sistemli bir siyaset olarak ele alan ABD’ de, (diğer burjuva iktidarlar bu çizgiden muaf değildir) Floyd’un polis tarafından katledilmesi ne ilktir ne de son olacaktır. Kapitalizmin kalesi olarak ABD, tarihten bu yana, talan ettiği, kıyımlar ve kırımlarla egemenlik kurduğu tüm alanlarda, bu katliamcı özelliğini her koşulda ortaya koymuştur. ABD’nin militarize güçleriyle gerçekleştirilen bu katliamlar, bu kurumlarda yer alan bireylerin ferdi davranışı değil, ABD sisteminin (dolayısıyla kapitalist sistemin) ruhuna işlemiş, burjuva yasalar-hukuk biçiminin davranış ve yönetim biçimidir. Keşfedilmemiş, kapitalizmin sömürü çarklarından uzak, doğal hayatın hakim olduğu, tüm canlıların ekolojik dengelere göre bir hayat sürdüğü bu coğrafyayı, “uygarlık” ve “toplumsal ilerleme” adına fethedenler, kapitalist sömürü ve barbarlığı işgalci kültürle birleştirerek yüz yıllardır girdikleri bu topraklarda, “demokrasi”, “toplumsal gelişmeler” sosu ile “masumlaştırılmış” sözlerle, buralarda büyük kıyımlar gerçekleştirdiler, ve bu kıyıma aynı zihniyetle devam etmektedirler. Kapitalizmin temsili olarak “beyaz adam” ın, yağmalayıp talan ettiği, köle emeği olarak kullandığı yerli halka karşı suçu ve vahşeti, tarihin bir kesitindeki yaşanmışlıkla sınırlı değil, bir yönetim tarzı olarak sürekliliği sağlanmış, bugüne kadar süre gelen kurumsal bir egemenlik tarzı olarak devam etmektedir. Ve bu egemenlik çizgisi, kitlesel katliamlardan, sokakta tek tek bireyler olarak saldırdığı, sayısızca siyahi insanı katletmiş, tutuklamış ve eşitsiz hukuksal “yargılamalarla” ağır cezalarla mahkum etmiş, duruşma salonlarında “suçlu” ilan ederek idam kararlarını çıkarmış ve bu kararları infaz etmiştir. Bu anlamıyla Floyd’un katledilmesi, yeni değildir, münferit bir durum değildir.

Ezilen halkların eylemi, ırkçı çizgide sürdürülen sömürü ve baskı sistemine karşıdır!

Özel olarak ABD’de, genel olarak dünya halkları nazarında ciddi tepkiler uyandıracak düzeyde, sayısız cinayetlere, ABD egemenlik sistemi imza atmıştır. Her cinayete, özellikle cinayete maruz kalan siyahların yerel düzeyde geliştirdiği tepkilerle karşılık bulsa da Floyd cinayetinde, karşı koyuş daha kapsamlı olmuştur. Siyah ve beyaz kesim ayrımı olmaksızın, kadınların ve gençlerin önemli bir dinamik oluşturduğu bu yaygın eylemler, ırkçılık-sömürü-baskı ve güncel politikalar bağlamında, ABD sistemini sorgulamaktadır. Çünkü, uluslararası alanda, sermayenin çıkarları uğruna giriştiği tüm saldırganlıklar, ABD iç politikasına da aynı düzlemde uygulanmaktadır. Ekonomik krizlerden, tekel sermayesinin daha fazla kar ile çıkması için, iktisadi-siyasal politikalar belirleyen ABD emperyalizmi, içte, “kemer sıkma” politikalarıyla, toplumun yaşam standartlarını kuşatmaya almış, her gün derinleşen krizin ağır yükünü halka yüklemiştir. Her renk ve ulustan ezilenler, sömürü ve yoksulluk çarkında, geleceğe dair güvencesi kalmamış yığınlar halinde, son koronavirüs salgınının ağır sonuçlarıyla baş başa bırakılmıştır. Kapitalist sistemin, kendi bekasını sağlama almak için geliştirdiği iktisadi-sosyal-siyasal politikalarla toplumsal çelişkileri daha çok derinleştirmesi ve bunun ezilen kitleler özgülünde itiraza dönüşmesi, Floyd cinayetinde çakan kıvılcımı büyük yangına dönüştüren zemin olmuştur. Günlük iktisadi-siyasal politikaların, devlet ve polis terörünün, ırkçılığın, barbar toplumsal sonuçlarına karşı kabaran bu öfke, burjuva medyayı, diğer burjuva klik temsilcilerini (Demokratların iki yüzlülüğü başta olmak üzere), ABD’nin egemenlik-yönetim çizgisini hedefe koyması özelliğiyle de, günlük talepleri aşıp, sisteme karşı sınıfsal bir tutuma dönüşmüştür. Gerici-ırkçı sömürü çarkında, soluk aldırılmayan geniş yığınların, Floyd’un “nefes alamıyorum” son sözünde birleşmesi, bu eylemleri, siyahilerin daha önce geliştirdiği eylemlerden farklı kılmaktadır.

Genel anlamda kapitalizm ve özel anlamda, herhangi toplumsal bir gelişmede, bu sistemin egemen sınıf olan burjuva iktidarların tutumu, iradesi dışında kitlelerde, kapitalist sisteme karşı bir bilinç uyandırır. Bu tıpkı kapitalizmin gelişim trendine göre mezar kazıyıcısı olan sınıfı büyütmesi gibidir. Kapitalizmin sömürü ve aşırı kar hırsı zemininde kendi varlığını sürdürmesi hedefi, bunca baskılanmalara karşın iradesine rağmen, sosyal ve siyasal olarak mezar kazıyıcısı toplumsal sınıf ve dinamikleri geliştirir. Bu dinamiklerin, sınıf bilinci ekseninde kapitalizme karşı mücadele etmesi başka bir boyut olsa da kapitalist toplum nesnel olarak bu çelişik toplumsal zeminin varlığını, kendi yapısal konumu ile yaratır. Ezilen sınıf ve halk katmanlarının, kapitalizmin bu yapısal niteliğine karşı sınıf bilincine göre mücadele yürütmesi, önderlik, örgütlülük ve sınıf bilinci düzeyi ile alakalı bir durumdur. Bunun yanında, kapitalist sistem burjuva iktidarlarının, iktisadi-siyasal-sosyal politikalarıyla, toplumda yarattığı derin eşitsizlik, adaletsizlik, sömürü, güncel olarak direk kitlelerin yaşamını kuşatma altına alır ve bu somut sonuç, kendiliğinden ya da örgütlü toplumsal mücadelelerin, ekonomik-demokratik-akademik hak arama eylemlerinin zemini olur. Bu tür kitle hareketlerine, dışarıdan sınıf bilinci verilerek, kapitalist sisteme karşı stratejik mücadelenin mevzisi haline getirilmesi, proletaryanın öncüsünün görev sahası ile alakalı bir durumdur. Daha geniş analiz konusu olan bu konudan öte, somut tutumu ile, burjuva iktidarlarının, gerici sınıfsal tutumu, iktisadi ve siyasal olarak yarattığı bunalım ve kriz koşulları, kitleleri harekete geçiren kıvılcım olmaktadır.

Koronavirüse karşı alınan “önlemleri”, bir çırpıda kenara atarak, ABD’nin büyük eyaletleri başta olmak üzere, ülke geneline yayılan eylemler, açıkça gösteriyor ki, George Floyd örneğinde olduğu gibi, sadece siyahilere reva görülen katliamlar nedeniyle değil, her renkten ve ulustan halklara, göçmenlere uygulanan sömürü ve baskı sistemi bu başkaldırının nedeni olmuştur. ABD de sokağa dökülen ve isyana duran kitleler, bu eksende sistemi sorguluyor. Canlı görsel basında, halka izlettirilerek saniye saniye Floyd’un katledilmesi, buna karşı gelişen tepkilere polisin sert müdahalesi ve geniş tutuklamalar akabinde bir gencin daha öldürülmesi, katil polislerin “3. Derece cinayet” adı altında “yasal-hukuksal” devlet politikası ile korunması ve Trump’un ırkçı söylemleri, corona virüs “önlemleri “ adı altında, ekonomik kriz ve sermayenin tüm kurtarılma projelerinin yoksul halka fatura edilmesi, kitlelerin bu tepkisinin büyümesine neden olmakla sınırlı kalmamış sadece. Aynı zamanda, ABD emperyalist sisteminin gerici niteliği, eylemleri örgütleyecek düzeyde geniş kitlelerde bir bilince kavuşmuştur.

Burjuva ideologlar, siyasetçiler ve liberaller, Trump’un bu gibi tutumlarını “patavatsızlık” düşüncesizlik” gibi kişisel özelliklerle açıklamakla, Trump zihniyeti ile emperyalist-kapitalist sistem arasında duvar örmeye çalışmaktadırlar. Ama şu açık bir gerçektir. Kaba ve “kültürel estetikten” mahrumda olsa, Trump, emperyalist-kapitalist sistem ve onun burjuva iktidarlarının ideolojik zihniyetini ifade etmektedir. Trump’un, ırkçılığı geliştiren, koronavirüs “önlemlerine” karşı, sistemin sürdürülebilirliği için üretimin devamı gerekçesiyle “eylemler” yapan neofaşistlere, kafatasçılara alkış tutan tutumu, “iyi insanlara” tuttuğu alkış değil, sistemin ihtiyaçları için aldığı sınıf tavrıdır. Devamla, cinayetlere karşı itiraz edenler, “haydut”, tüm anti faşist-anti kapitalist örgütlenmeler “terörist”, kitle hareketlerinde biriken öfkenin sokaklardaki sonuçları “Vandalizm” olarak lanse edilmesi, gelişen ilerici kitle hareketlerini bastırma seferleri olarak bu sınıfsal tavrı-tutumu tamamlamaktadır.

Ki bugün ABD de gelişen kitlelerin haklı-meşru isyanı, kapitalist dünyanın birçok ülkesinde aynı benzerlikte gelişmektedir. Yıl dönümünde olduğumuz 2013 Gezi ayaklanması, benzerliği, gerici iktidarın tutumu açısından somut bir örnektir. Gezi parkındaki ağaçlara sahip çıkmanın kıvılcım olduğu direniş, AKP-Erdoğan iktidarının, ezilen ulus, etnik, inanç kesimleri ve sömürülen halk kesimlerine, uyguladığı ağır baskı ve sömürü koşullarına “artık yeter” diyerek isyan ateşi olmuştu ve tarihe “Gezi Direnişi” koduyla geçerek, bugün hala AKP-Erdoğan güruhunun korkulu rüyasıdır. ABD’deki meşru kitlesel isyana karşı Trump’un söyledikleri ile, Gezi’ye karşı Erdoğan’ın söyledikleri, dikkat edilirse tam bir uyumu ifade etmektedir. Aktörler farklı olsa da burjuva gerici sistemin ideolojik-siyasal niteliği aynı tutumu ortaya koymaktadır.

Pandemiye “evde kal” reçetesi yazan burjuva iktidarlar, “nefes almayanların” öfkeleri karşısında biçare kalacaklardır!

Emperyalist-kapitalist sistem çürümüştür. Bu toplumsal gelişmelerin yönüne göre yapılmış stratejik bir tespit olmaktan öte, güncel politik bir durumdur. Sistem tüm çürümüş ve yozlaşmış haliyle, ekonomik ve siyasal krizlerini aşmak için, talan ve yağma siyaseti ile, tüm toplumsal gözeneklere saldırmakta, doğada ve toplumda yarattığı onarılmaz tahribatlarla, kendini idame etmeye çalışmaktadır.

Özellikle pandemi süreci ile birlikte, emperyalist-kapitalist sisteme karşı geniş kitlelerde ortaya çıkan sorgulama ve “başka bir dünya” özlemi, burjuva iktidarların politikalarını “yeniden” kalıba dökmesini gündeme getirmiştir. Emperyalist-kapitalist sistemin özgün tarihsel koşullara göre biçimlenmesi olan “neo liberal” politikaların eleştirisi” üzerinden, “kamu-devlet tekeli” adı altında kapitalizmin denenmiş biçiminin geniş yığınlara “alternatif” olarak sunulması, burjuvazinin, derinleşen kitlesel hoşnutsuzlukları kendisine yedekleme çabasıdır. Aba altından sopa gösterir gibi, süreçle birlikte daha otoriter devlet biçimlerinin gündeme geleceği söylemi ise, burjuva iktidarların başka cepheden devreye koyduğu manevralardır. Oysa toplumsal gerçeklik açıktır. Burjuva iktidarlarının elinde “demokrasi” sosu, tüm dünyada otoriter, baskıcı, ırkçı bir egemenlik olarak tesis edilmektedir.

Salgına karşı “önlemler” adı altında, sermayenin çıkarlarını kollayan ve geliştiren burjuva iktidarlar, şimdide “normalleşme” adı altında, kapitalist sistemi yeni sürece göre üretme politikaları geliştirmektedirler. Üretim alanlarına, sosyal ilişkilere, toplumsal örgütlenmelere, “normalleşme” ile getirilmeye çalışılan “düzenlemeler”, otoriter yapıyı ve denetimi tüm toplumun gözeneklerine kadar örgütlemeyi planlamaktadırlar.

Salgının psikolojik-siyasal-ekonomik kuşatmasını, bir çırpıda kırıp, ABD de ortaya çıkan kitlesel isyan, kısa bir zamanda, İngiltere, Almanya, Danimarka, Brezilya gibi ülkelerde karşılık bulmuşsa, bu burjuva sistemin düne göre işinin daha zor olduğunu ortaya koymaktadır. Emperyalist-kapitalist sistemin genel iktisadi-siyasal krizi, pandemi süreciyle derinleşen hali ve “normalleşme” adı altında devreye konulmaya çalışılan “yeni” saldırılar, kapitalist dünyada geniş bir kitle hareketini mayalamaktadır. Tarihte proleter devrimleri yaratan toplumsal gelişmeler, 68 gibi geniş kitle hareketleri, yakın zaman bağlamında Arap baharı, Gezi isyanı, derinleşen toplumsal çelişkilerden, öne çıkan çelişkinin yaktığı tek bir kıvılcım üzerinden olmuştur.

Devrim-sosyalizm ve komünizm güçleri, tarihin tekerrürü anlayışı üzerinden değil, tarihler arası yaşanmış ilerici gelişmeler üzerinden bağ kurarak, bugünün ideolojik-siyasal görevlerine cevap olurlar, mücadeleyi bunun üzerinden geliştirirler. “Siyahi insanlar özgür değil ve bundan yorulduk. Bize yağmalamadan bahsetmeyin. Yağmacı olan sizlersiniz. Amerika siyahi insanları yağmaladı. Buraya geldiklerinde Amerikan yerlilerini yağmaladılar. Yağmacılığı sizden öğrendik. Şiddeti sizden öğrendik. Eğer bizden daha iyisini bekliyorsanız, önce siz bunu yapın!” başkaldırısı ile bugün ABD sokaklarında yükselen bu ses, tarihsel bir haksızlık olduğu kadar, bugün kapitalizme karşı hesaplaşması gereken ezilenlerin, mücadele çizgisi bağlamında tarihle kurulacak bağıdır.

Gezinin 7 yılında, ABD sokaklarında ezilen kitlelerin yaktığı ateş, kapitalizme karşı kitlelerin öfkesi bağlamında “yeni” bir başlangıç. Zulme uğrayan, katledilen, ekonomik demokratik hakları “suç” iddianamesi olarak dosyalanan, potansiyel “suçlu” olarak zindanlara tıkılan, inkar ve imha siyasetiyle soykırıma uğrayan, ırkçı şovenist histerilerle sokaklarda, evlerinde katledilen, fabrikada sömürülen, tarlada emeği gasp edilen, tüm ezilen uluslar-inançlar, sömürülen sınıf ve halk katmanları için, bu çığlığı büyütmek, tarihsel sürecin ortaya çıkardığı sorumluluktur. Bu sorumluluğun sınıf bilincimiz ekseninde örgütlenmesi, devrimci-komünist güçlerin görevidir. Derinleşen toplumsal çelişkiler ve kapitalist sisteme karşı geniş yığınlarda mayalanan başka bir dünya arayışı, güncel gelişmelere denk düşen politikalar ekseninde yapılacak müdahale ile, devrimci toplumsal değişimlere dinamik olur. Süreci izleyen değil, sürece müdahale gücü ile, büyük toplumsal fırtınalara hazırlanalım…