Bu durum karşısında tüm demokratik güçlerin ittifak ederek demokratik mücadeleyi her alanda yükseltmesi önemliyken, daha da önemlisi devrimci ve sosyalist güçlerin ulusal hareketle ittifaklar temelinde haklı devrimci savaşı geliştirerek faşist dalgaya karşı mücadeleyi büyütmeleri elzemdir. Bu, aynı zamanda devrimci ve sosyalist hareketin önündeki tarihsel bir görev ve sorumluluktur. Aynı bağlamda anlamlı bir sınav sürecidir de. Ancak devrimci ve sosyalist hareketin bu görevi en ileri düzeyde yürütmesinin esas biçimi sınıf mücadelesi cephesinden Sosyalist Halk Savaşı’nı geliştirmek biçiminde olmalıdır. Yaşanan pratik gelişmeler Sosyalist Halk Savaşı’nı doğrulamaktadır. Kürt ulusunun bağımsız ve özgür bir ulus durumuna kavuşması sınıfsal perspektifle yürütülen Sosyalist Halk Savaşı ile gerçek anlamda mümkün olacaktır. Fakat bu esas Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik ve haklı mücadelesi bağlamında desteklenmesini yadsımayı gerektirmez. Dolayısıyla Kürt Ulusal Hareketi ile ittifaklar yapmak sosyalist devrim perspektifi dışında değerlendirilemez.
HABER MERKEZİ(07.08.2015)- Gazetemizin 104.Sayısında yayınlanan ‘’Gelişmeler denkleminde doğrulanan sonuç: Sosyalist Halk Savaşı!’’ adlı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.
Suruç katliamının Kuzey Kürdistan ve/veya genel Kürt sorununu, bu bağlamda Kürt ulusunu ve kuşkusuz ki Kürtleri destekleyen demokratik devrimci güçleri hedeflediğini söylemek doğru olur. Katliam saldırısı veya katliam hedefini salt SGDF ya da SGDF’nin düzenlediği etkinlik olarak saptamak dar çerçeveden bakmak olur ki, bu; katliamın özünü ve hedefini kısırlaştıran yaklaşım olur. Somutta hedef SGDF’liler olmuştur ama esas hedefin daha derinlikli stratejik kapsamda olduğu aşikârdır. O halde katliamın dayandığı gerici faşist zihniyet ve arka plan dokusunun, bilumum gerici güçlerin ortak yönelim ve stratejik planlarla devreye soktuğu faşist bir dalganın tezahürüne dayandığı, bu stratejiler ve faşist saldırganlığın tırmandırılması temelinde geliştirilmek istenen savaş süreci ekseninde planlanarak yürürlüğü konan kaostan beslenme gerçeğine oturduğu ve bütün bu düzlemde Kürt Ulusal Hareketi ile devrimci, sosyalist ve tüm demokratik güçleri devlet terörüyle terbiye edilip emperyalist stratejilerin uygulanması hedefine yaslandığı söylenebilir. Öte taraftan bu katliamın söz konusu emperyalist strateji ve devreye sokulmak istenen yeni saldırganlıklara zemin hazırlamak amacıyla gerçekleştirildiği de açıktır.
Çözüm sürecinin bitirilmesine dönük belli bir tarihten itibaren (kamuoyunun da hazırlanması amacıyla) Erdoğan’ın (ve AKP’nin) demagojik söylemler eşliğinde giriştiği özel gayretler ve açıklamalar düşünüldüğünde, Suriye sınırına “T.C.” devleti tarafında duvarların örülmesi biçiminde sınır güvenliğinin yeni konseptte geliştirilmesi, son olarak ABD emperyalizmiyle yapılan anlaşma ve bu anlaşma uyarınca üslerin IŞİD’e karşı yapılan hava saldırılarında kullanılması, “T.C.”nin savaş uçaklarıyla Irak devlet sınırlarına ve Güney Kürdistan topraklarına girmek suretiyle bombardımana katılması, bu bombardımanlarda özellikle PKK’nin çeşitli üs bölgelerinin vurulması, yine Suriye topraklarını kapsayacak biçimde güvenli bölgenin ilan edilmesine dönük adımlar ve Suruç katliamıyla planlanan saldırganlığın tırmandırılması ya da yeni saldırıların devreye sokulması planı gereği yapılan bombardımana ek olarak ülkede ulusal hareket ile devrimci ve sosyalist güçleri hedef alan geniş darbe tutuklamaları vb. düşünüldüğünde yeni stratejik saldırı konseptinin devreye sokulduğu anlaşılmaktadır ki, bu; Suruç’ta gerçekleştirilen katliamın derin arka plana sahip olduğunu teyit etmektedir.
Katliamda IŞİD’in kullanılması veya katliam tetikçisinin IŞİD olması bu gerçeği değiştirmez. IŞİD mevcut çelişkiler bağlamında da, emperyalist bir proje olması bağlamında da böyle bir katliamda kullanılmaya uygundur. Burjuvazi provokasyon ve komplolar geliştirmekte işin ehlidir. İstihbarat kurumlarının temel görevleri ve rollerinden biri provokasyon yapmak, komplolar düzenlemektir. Kumpaslar kurduklarını kendileri itiraf etmişlerdi. Yaptıkları gizli toplantıda “Suriye tarafına geçip birkaç roket Türkiye’ye sallar…” sözleriyle Suriye’ye saldırmanın koşullarını yaratmak için nasıl provokasyonlar yapabilecekleri çıplak biçimde açığa çıkmıştı… Tüm tarihlerinin entrika, hile, komplo ve provokasyonla dolu olduğu da bilinen gerçektir. Dolayısıyla IŞİD’e olanak, istihbarat ve yardım vererek böyle bir katliamı yaptırmaları tamamen mümkündür. Bu, hem “T.C.”nin işine gelmekte hem de IŞİD’in işine gelmektedir. İkisinin ortak zemini Kürt düşmanlığı ve halk düşmanlığıdır. Ya da IŞİD elemanlarının satın alınıp ajanlaştırılarak onlar vasıtasıyla ve bir IŞİD eylemiymiş gibi bu katliamı yaptırmaları mümkündür. Tıpkı PKK şehir örgütlenmelerine sızan MİT unsurlarının İstanbul gibi bir merkezde halk otobüsünü molotoflayıp genç bir kızı yakarak katletmeleri ya da askerlerinin geçtiği yola mayın döşeyip askerlerini öldürerek PKK’nin üstüne yıkmaları gibi…
AKP iktidarının IŞİD ile bilinen ilişkileri göz önüne alındığında, IŞİD ile görüşüp rehinelerini sağ alabilmesinde, yaralılarını tedavi etmesinde, tırlarla silah ve para göndermesinden, otellerde ağırlamasında vb. tüm ilişkilerinde görüldüğü üzere kandaşlıklarının derin olduğu, dolayısıyla IŞİD içinde iş yürütebilen durumda oldukları aşikârdır. Kısacası Kürtlere karşı IŞİD’i destekleyip ilişkilendikleri ortadadır. IŞİD’in ise Kürtlere düşmanlığı Kobanê zaferiyle zirve yapmış bir realitedir. Bu denklem içinde AKP’nin bu barbar çete vasıtasıyla Suruç katliamını gerçekleştirip işin dışındaymış görüntüsü vermesi tamamen mümkündür. Ki, Suruç katliamında MİT’in rolünün olduğu, dolayısıyla bir AKP senaryosu olduğu aşikârdır. Şimdi IŞİD’e karşı hava saldırılarına katılmaları ise tamamen AKP’nin aklanmasına dönük bir oyundur. Kaldı ki, “T.C.” savaş uçaklarının esasta PKK üslerine dönük bombardıman gerçekleştirdiği de gizli değildir.
Erdoğan/AKP, emperyalist stratejilerin uygulanması zemininin hazırlamasının yanı sıra, erken seçime gitme de dahil başkanlık sistemine geçişin şartlarını zorlayıp yaratmak için bu katliam ve saldırganlıklarla kaos koşullarını yaratmak istemektedir, yaratmaktadır. Çözüm sürecinin bitirilmesi de aynı zeminde planlanıp devreye sokulmuştur. Çözüm sürecinin bitirilmesi veya sabote edilmesinin başka da bir gerekçesi yoktu. Onay vererek bizzat takip ettiği Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımıyorum, bilgim yok vs. diyerek “oyunbozanlık” yapmasının da başka bir izahı yoktur. Onu başkan yaptırmayan HDP’nin adeta terörist ilan edilip hedef gösterilmesi ve her fırsatta düşmanca saldırıp açıktan savaş diline dönmesi, başkanlık rüyalarının Kürtler-HDP tarafından bozulmasına da dayanmaktadır. Başkanlık rüyaları kâbusa dönünce Kürtlerle savaşa döndüğü bir gerçektir. Özcesi Kürtlerin-HDP’nin dayatılan teslimiyeti kabul etmeyerek Erdoğan’ın planlarını boşa düşürmesi ve elbette Kobanê gelişmeleri zemininde yaşanan çelişkinin de rolüyle çözüm süreci Erdoğan tarafından rafa kaldırıldı. Rafa kaldırılan bu süreç Suruç katliamıyla birlikte yerini açık bir savaş ilanına bırakarak “geri dönülmez” rotaya girdi. Bundan sonra her bakımdan bir savaşın gelişeceği söylenebilir. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi çözüm süreci esasta daha önceden bitirildi fakat girilen sürecin nasıl biçimleneceği, hangi nitelikte derinleşeceği esasta veya bir anlamda Suruç katliamıyla kesinleşmiş oldu. Ki tekrar söyleyecek olursak; IŞİD’in içinde eli olan, onunla her düzeyde ilişkili olan, onu içten kontrol etme olanaklarına sahip olan ve onun ülke içindeki varlığından tüm faaliyetlerine kadar her şeye vakıf olan AKP iktidarının Suruç katliamını bilmemesi, habersiz olması düşünülemez. Bu açıdan bile Suruç katliamının MİT vasıtasıyla AKP’nin bilgisi ve sorumluluğu dahilinde olduğu açıktır.
Mevcut durumda çözüm süreci biterek yerini çatışmaya-savaşa bırakmıştır. Ki böylesine barbarca katliamların gerçekleştirildiği şartlarda çözüm ya da barıştan bahsetmek gerçekçi olmamakla birlikte, ahlaken de son derece zordur. Siyaseten barışın dile getirilmesi elbette ayrı bir sorundur. Fakat siyaseten de olsa koşulsuz, şartsız ve yaşananları kabullenerek bir barıştan söz etmek tasavvur edilemez. Evet, en azından bir dönem için de olsa çözüm süreci bitmiş, savaş-çatışma dönemine girilmiştir. Bir dönem diyoruz çünkü barış süreci olarak muhatapların bugüne kadar ortaya koymuş olduğu uzlaşma yaklaşımı ya da hala yürütüldüğü iddia edilen görüşmeler gerçeği, keskin bir dönüşün gündeme gelmesine yol açabilir. Bu durumlarda keskin çelişki ve çatışmalar içinde tersi koşulun ortaya çıkması belki zor ama mümkündür. Yani mevcut eğilim ve gelişme şimdilik çatışmanın gelişeceğine işaret etmektedir. Ne var ki, belli bir dönem sonra ve belki de çok uzun zaman geçmeden yeniden barış sürecinin gündeme gelmesi olasıdır. Ancak mevcut durumda keskin bir çatışma sürecinin hazır gerekçeleri, savaş simsarlığı yapan Erdoğan/AKP iktidarı tarafından kuvvetle yaratılmış durumdadır. Kürtlerin bu durumda gerici savaşa haklı savaşla yanıt vermekten başka yapabilecekleri bir şey, kendilerini savunmaktan daha doğal bir davranış olamaz. Çözüm sürecini bitirerek savaşa karar veren Erdoğan diktasıdır. HDP’yi suçlayarak saldırganlığına zemin arayan AKP, Öcalan’a uyguladığı tecritle, görüşmeleri yasaklamakla çözüm sürecini bitirip çatışma sürecinden nemalanmaya dönük niyetini ortaya koymuş durumdadır. Alenen başlattığı savaş ve katliamlarına devam etmesi, ev infazlarına başlaması, darbe tutuklamalarına girişmesi bu niyeti pratikleştiren aşamadır.
Bu sürecin ABD emperyalizmiyle sağlanan anlaşmaya denk gelmesi rastlantı değildir. ABD Erdoğan/AKP iktidarına belli ödünler karşılığında bölgedeki stratejilerini hayata geçirmek üzere saldırganlık görevi vermiştir. Yani gelişmelerin bir yüzü de Erdoğan/AKP’nin emperyalizmden aldığı talimatları hayata geçirdiği biçiminde okunabilir. AKP’nin resmi ağızdan, “çözüm süreci bitmemiştir, muhataplar değişmiştir” açıklaması çözüm sürecinin bittiğinin-bitirildiğinin ilanıdır. Bu başlatılmış olan savaş ilanıdır da. Çözüm ve barış sürecinden bahsetmek artık anlamsız ve imkânsızdır.
Erdoğan/AKP, büyük bir terör dalgası eşliğinde savaş simsarlığı yaparak düşmüş olduğu açmazdan çıkmayı amaçlayan bir kumar oynamaya başlamıştır. Erdoğan/AKP iktidarının bu batağa saplanıp dibe batması kaçınılmazdır. Ancak sonunu getirecek bu saldırganlığın kapsamlı bir konseptin ürünü olduğu açıktır. Dolayısıyla saldırılar ve saldırganlık tüm ilerici güçleri kapsayan nitelikte derinleşerek ilerleyecektir.
Bu durum karşısında tüm demokratik güçlerin ittifak ederek demokratik mücadeleyi her alanda yükseltmesi önemliyken, daha da önemlisi devrimci ve sosyalist güçlerin ulusal hareketle ittifaklar temelinde haklı devrimci savaşı geliştirerek faşist dalgaya karşı mücadeleyi büyütmeleri elzemdir. Bu, aynı zamanda devrimci ve sosyalist hareketin önündeki tarihsel bir görev ve sorumluluktur. Aynı bağlamda anlamlı bir sınav sürecidir de. Ancak devrimci ve sosyalist hareketin bu görevi en ileri düzeyde yürütmesinin esas biçimi sınıf mücadelesi cephesinden Sosyalist Halk Savaşı’nı geliştirmek biçiminde olmalıdır. Yaşanan pratik gelişmeler Sosyalist Halk Savaşı’nı doğrulamaktadır. Kürt ulusunun bağımsız ve özgür bir ulus durumuna kavuşması sınıfsal perspektifle yürütülen Sosyalist Halk Savaşı ile gerçek anlamda mümkün olacaktır. Fakat bu esas Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik ve haklı mücadelesi bağlamında desteklenmesini yadsımayı gerektirmez. Dolayısıyla Kürt Ulusal Hareketi ile ittifaklar yapmak sosyalist devrim perspektifi dışında değerlendirilemez.
Elbette Ulusal Hareket, düştüğü yanılgı ve yanılsamalar karşısındaki yükümlülükleriyle bir eşiğin önündedir. Teslimiyeti kabul etmemekle onurlu bir duruş sergilese de, sürecin “T.C.” devleti tarafından Kürt Ulusal Hareketi’ne dönük bir tasfiye planı olarak geliştirildiğini kabullenmekte, yaşadığı zorlanma ve işleyen sürecin oyalama özelliğiyle açık olmasına karşın net tavır almaktan kaçınma hatasına düşerek zaman yitirip aleyhine olan ısrarlı bir çözüm süreci sürdürmüştür. En önemlisi de AKP iktidarından beklentilere girerek çözüm sürecini stratejik bir siyaset ve çizgi olarak benimseme hatasına düşmüştür. Oysa AKP iktidarının PKK ve Öcalan’a dönük “terörist” söylemleri, çözüm sürecine rağmen somut bir adım atmaması, yapılan görüşmeleri anayasal güvence veya resmiyete almaması ve bu yönlü resmi mutabakatlar deklare etmemesi, Roboski katliamı, Sakine Cansızlar katliamı, Kürt gençleri ve hatta çocuklarının gösterilerde kurşunlanarak katledilmesi, baraj ve kalekol yapımları, seçim barajını düşürmemesi ve daha bir dizi gerici eylem ve pratik, AKP iktidarının bizlerce aleni olan sınıf karakterini ve gerçek amacını gözler önüne seren realiteydi. Özcesi PKK bu saatten sonra AKP’ye ve taktiklerine inanma lüksüne sahip değildir. Haklı savaşın geliştirilmesini esas alan bir yönelime girmesinin zamanı geçmiştir bile. Devrimci hareketin Ulusal Hareket ile ittifak ve destekleme tutumu da olumlu zemindedir.
Yeniden gündeme gelecek muhtemel bir “çözüm-barış süreci” kesinlikle Kürt ulusunun kendisine ait olan ulusal haklarının tanınması özünde anlamlı olabilir. Böylesi muhtemel bir süreci Kürt Ulusal Hareketi kesinlikle, Kürt ulusunun bağımsız devletini kurma hakkını stratejik yaklaşımı olarak koruyup diğer müzakere sürecini taktik bir süreç halinde ele alarak, ulusal demokratik haklarını kazanmaya ve hatta göreli anlaşma sürecinde statü elde etmeye dönük bir süreç biçiminde ele almalıdır. Bu zemindeki taktik anlaşma-uzlaşma ya da çözüm sürecine, ancak eşit hak ve tam demokratik koşullar şartında olur demelidir. Gerici sınıflardan bunu beklemek hayal de olsa siyaseten güdülecek taktik bir çözüm süreci siyaseti bu yaklaşımla ele alınmalıdır…
Çözüm süreci üzerinde özellikle durmamızın nedeni bu süreci önümüzdeki dönemde muhtemel bir gelişme olarak değerlendirmemizden kaynaklanmakla birlikte, AKP’nin çözüm süreci ile ilgili yeni muhataplardan bahsetmesidir de. Bu bahis esasta bir gizemi işaret ediyor. Kötü bir senaryo olarak Kürt hareketinin aktörlerini karşı karşıya getirerek parçalama planı yürürlükte olabilir. Bu senaryo mevcut durumda gerçekçi gelmese de mutlak bir imkânsızlık olarak da değerlendirilemez. AKP’nin söylemi bu olasılığı kast etmiyor ise, kendi Kürtlerini muhatap almaktan bahsediyor ki, bunun gerçekte karşılığı yoktur. Kemal Burkayların Kürt ulusu nezdinde yeri ve misyonu bellidir. Bu kartların boş bir blöften ileri gidemeyeceği açıktır. AKP’nin çözüm balonu sönmüş, buna dönük safsatalarının ipliği pazara çıkmıştır. AKP en keskin iddialarla ortaya koyduğu tüm argümanlarının manipülatif olduğunu, bugünkü keskin dönüşüyle ortaya koymuş ve beklentiye düşen Kürtler karşısında tüm inandırıcılığını yitirmiştir. Dolayısıyla “bizim için stratejiktir” demekten geri durmadıkları “çözüm” sürecini gerçekte rafa kaldırarak pratikleştirdikleri savaşı çok daha kanlı bir saldırganlık evresinde sürdürmeleri anlamına gelir ki, esas eğilim budur.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız gelişmeler; gerici sınıf iktidarlarıyla stratejik bir barış politikasının ve stratejik bir uzlaşma ve anlaşmanın sağlanamayacağını doğrulayarak bir kez daha bu gerçeği kanıtlamaktadır. Tersi, alenen sınıflar gerçeğini unutarak sınıf işbirlikçiliği siyasetine düşmektir. Aynı zamanda bu gelişmeler gerici sınıf iktidarlarına karşı siyasi iktidar perspektifiyle verilen devrimci ve sosyalist mücadelenin (elbette proletarya partisi önderliğinde) ordulaşma hedefi taşıyarak savaş biçimi almasını doğrulamaktadır. Doğrulamaktan da öteye devrimci savaşın gerici sınıf iktidarları ve egemenliği altında devrimci bir zorunluluk olduğu ötelenemez bir gerçektir. Tüm yanılsama, demagoji ve manipülasyonlara rağmen bugün gerici sınıf iktidarı olarak AKP’nin gerçek yüzü en çıplak biçimde açığa çıkmış, gelişmeler ışığında devrimci savaşın yaşamsal önemde bir ihtiyaç olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır.
Halkın Günlügü