Haklı davamız ve savaşımız karşısında, köhnemiş düzenin geliştirdiği askeri, siyasal, ideolojik tüm gerici barikatlar devrimci savaşla alt edilecektir Gerici zorun karşısında silahımız devrimci zordur.”ırk”, “mezhep”, “din”, “ulus” farklılığı kullanılarak gerici devlet tarafından geliştirilen,”ırkçı-şövenist”,zihniyete karşı, devrimci mevziler “HALKLARIN KARDEŞLİGİYLE” direnecektir. Kapitalist sömürü, emperyalist hegemonya ve onun gerici tüm ittifak güçlerinin dünyada estirdiği terör, ezilen uluslara ve sömürülen sınıflara uyguladığı zulüm, proletaryanın kendi coğrafyalarında yürüttüğü savaşla aşılacaktır. Ve emperyalist-kapitalist kuşatmaya karşı, Proletaryanın ENTERNASYONAL BAYRAĞI, tüm ezilenlerin en ileri mevzisidir. Her türlü gericilik bu iradeyle yıkılacaktır.
HABER MERKEZİ (20.09.2015)-Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında, faşist hâkim sınıfların öz mayası olan ırkçılık ve şovenizm, AKP hükümeti eliyle “yeni” bir sürecin ihtiyacı olarak, planlı ve programlı bir devlet politikası olarak sokaklara indirildi.” “TC”nin üzerinden şekillendiği gericilik olan Türk-Turancı ırkçılık ve şövenizm, dönem dönem Demokrasi ve insan hakları”, “Şeffaf devlet”, manüpilasyonu ile maskelensede, sürekli faşizmin egemen olduğu Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında, bir devlet terörü olarak sistemli kulanılmıştır, kullanılmaktadır. Son dönemlerde de, sosyalist, devrimci ve demokrasi güçlerinin toplumsal gelişimdeki ilerici dinamik rolünü ve Kürt ulusunun en meşru demokratik savunma hakkını, bu barbar yöntemle boğmayı hedefleyen faşist devlet, ırkçılık ve şövenizm zehiriyle, özellikle Kuzey-Kürdistan’da kaybolan inisiyatifini, vahşi katliamlarla tesis etmeye çalışıyor. Gerici hâkim sınıfların, ezilen halkların ve mazlum ulusların haklı ve meşru mücadelesi karşısında, kullandıkları en kirli silahlardan biridir IRKÇILIK VE ŞÖVENİZM. Başta mazlum Kürt ulusu olmak üzere, devrimciler, komünistler, aydınlar, yurtseverler bu kirli silahla tarihte defalarca yaşandığı gibi yine sindirilmek, katledilmek isteniyor. Somut olarak 7 Haziran seçimleriyle, HDP özgülünde, DHF’ nin de öznesi olduğu, demokrasi bloğun elde ettiği başarı, gerici burjuva sistemden kopan kitlelerin bir tavrıdır. Bu çeşitli milliyetlerden ezilen ulus, inanç grupları, işçi sınıfı, köylüler başta olmak üzere, halklarımızın mozaiğinin kendi davalarına sahip çıkmalarının küçük bir adımıydı. Taktiksel anlamda, burjuvazinin kendi minderinde kazanılan bu mevziyi, özellikle AKP özgülünde kurumsallaşan mevcut Hâkim sınıfların sistemi hazmedememiş, bu süreci geriletmenin bir adımı olarak, devlet terörü geliştirilmiştir. Geliştirilen bu devlet terörünün ana ögesi ırkçılık ve şövenizmdir.
Hâkim sınıflarının gerici savaş konseptlerinin önemli bir ayağı olarak, azgın bir şekilde yürüttükleri ırkçı şoven kampanya, gericiliğin tarihsel belleğinden beslenmektedir. Osmanlı ve “TC.” tarihi, resmi ideolojinin temel ayaklarından birini oluşturan Türk milliyetçiliginin kafatasçı ırkçı zihniyetinin katliam ve cinayetleriyle doludur. Bu resmi ideoloji, Sünni İslam-Türk olanların dışındaki tüm halkları, ulus, azınlık ve inanç gruplarını ezerek boyunduruk altına almayı, olmadı imha etmeyi,”medeniyetinin” paradigması olarak belirlemiş, her daim kendisi dışındaki halklara paronayakça korkularla düşmanlık beslemiştir. Kuruluşundan beri bu zihniyeti temel alan faşist devlet, ezen ulus milliyetçiliği olarak doğan ve devletin resmi ideolojisinde ırkçı şöven bir karakter taşıyan Türk-İslam “değerlerini”, her sürecin özgünlüklerine göre “yeniden” üretmiş, büyük bir bağnazlıkla devlet siyaseti olarak uygulamıştır. Kafatasçı bir zihniyetle Türklük kavramına “tehdit” olarak gördüğü, her toplumsal-sosyal dinamiği ortadan kaldırmak için, yasalar düzenlemiş, anayasal “hukukunu” oluşturmuş ve tertiplenen katliamlarla sürecini örgütlemiştir
Gerici hâkim sınıfların üzerinde şekillendiği, korumayı ve yüceltmeyi ilke olarak benimsediği Türk-Sunni İslam kavramı, bu kavramın ırkçı ideolojik dayanakları, tüm yönleriyle saçma, anti-bilimsel uyduruk fantezilerden beslenmektedir. İçeriği soyut, zora dayalı Türklük ülküsünün hâkim kılınması dikta uygulamalara dayalı, Anadolu başta olmak üzere, bölgede yaşayan tüm ulus ve halklara karşı beslenen düşmanlık üzerinden şekillenmektedir. Bunun için “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”.Bundan dolayı “Bir Türk dünyaya bedeldir”.Şizofrenik bir safsata olarak bunun için “Ne mutlu Türk’üm diyene” dir. Genel anlamda Irkçılığı ve özel olarak Hâkim sınıflarının ırkçılık anlayışını daha iyi anlamak için, bir tarih okuması gerçekleştirmek konuya daha hâkim olmayı sağlayacaktır.
Tarihsel gelişim sürecindeki birkaç vurguyla Irkçılık ve Milliyetçilik!
Irkçılık kavramsal baz da Fransız devrimiyle birlikte ortaya çıksa da, alt soy üst soy, köle sahibi-köle ilişkisi, Avrupalılar tarafından keşfedilen yeni coğrafyalarda yerli halka uygulanan zulümler, insanlığın daha önceki dönemlerinde ırkçılığa tekabul eden zorbalıkların olduğunu göstermektedir. Kalıtımsal olan, fiziksel ve fizyolojik özelliklerin, toplumsal özelliklerin yerine geçirilerek, bir ırkın başka ırklardan üstün olduğu savını, genetik bir kanun olduğunu savunan ırkçılık, kurumsal bir egemenlik bağlamında tarihte verebilecegimiz en açık örnek olarak, Mısırda Firavunlarla, Romada Soylularla, Osmanlıda Padişah, ulema ve hâkim ümmetçi sınıfla yaşam bulmuş bir anlayıştır. Kuşkusuz, sadece “güçlünün” haklı sayıldığı, insanların toplumsal konumlarına göre yoksul olanların zulüm altına alındığı, “aşağı” görülenlerin ezilerek yok edilmek istendikleri ve bunun bir “kanun “ olduğu,”üstün” insanların diğerlerine insanlık dışı muamelelerde bulunduğu tek azgın toplum Firavun egemenliğindeki eski Mısır, ya da Roma, Bizans, Osmanlı imparatorlukları değildi. Binlerce yıl öncesinden günümüze kadar bu tür yönetimlerin ve uygulamaların birçok örnegini tarihte bulmaktayız. Ama biz çok eski tarihteki “üstün soy” biçiminde var olan ırksal “üstünlük” zihniyetlerinin insanlığa olan zulmünü irdelemekten çok, burjuva “medeniyet” paradigmasıyla, milliyetçiliğin burjuva ideolojik tezgâhta kafatasçı biçimde nitelik kazanan haliyle süreci irdelemeyi konunun güncelligi açısından daha önemli görüyoruz. Günümüzde aldığı merkezi biçimiyle ırkçılık,”modern” çağın burjuva ideolojisi olarak milliyetçiliğin şekillendirilmesidir.18.yy. Fransız devriminin sonucunda milliyetçilik dünyaya yayılmıştır.
Burjuvazi, siyasal birliğini ve egemenliğini, ortak dil, din, tarih ve kültür birligi temelinde şekillendirdigi ulusçuluk üzerinden tanımladı. Meselenin özü, kendi sınıfının egemenlik aracı olan devlete ve bu ulusal devletin sınırlarını belirledigi ulusal pazara sahip olma, belirlediği üretim ilişkileriyle sömürüsünü kurumsallaştırma meselesidir. Siyasal iktidarı ele geçirmede, feodal derebeylige karşı özgürlük ve hürriyet siloganlarını kullanmış, eğemenligin tanrının gökten indirilmiş “temsilcileri” olarak soyluların degil,”ulusal” ögelere dayanması gerektigini savunmuştur.”Soylular ve feodal din adamları” dışındaki halk kitlelerini bu sloganlarla peşinden sürüklemiştir. Devlet başta olmak üzere, ordu, polis, parlamento gibi tüm kurumları, toplumun çıkarlarını koruma ve kamu düzenini sağlama safsatasıyla, kendi sınıf çıkarlarını ve egemenliğini tesis etmiştir. Feodalizme karşı kullandığı “özgürlük” ve “hürriyet” kavramları, iktidarı aldıktan sonra ezilen işçi sınıfı ve halk yığınlarına karşı, baskıcı ve otoriter bir rejimle, burjuvazi kendi sınıf çıkarlarını kurumsallaştırmıştır. Her kavram burjuvazinin sınıf çıkarlarına göre, özgün ihtiyaçlara göre biçimlendirilip, işçi sınıfı ve ezilan halk yığınlarının üzerinde baskıcı bir egemenlik aracına dönüştürülmüştür. Din, tarihsel “ortak degerler”,kültür, hukuk, ahlak vb. gibi birçok olguda, burjuvazi kendi sınıf çıkarlarını, halkın çıkarlarıymış gibi göstererek, bu “değerler” üzerinden hâkimiyet kurmuştur. Kuşkusuz bu kavramların hepsi, burjuvazinin sınıf çıkarlarına göre şekillendirilmiştir. Hangi kavramın hangi biçimde öne çıkarılacağı, sınıf çıkarlarına göre belirlenmektedir. Burjuva ideologları, bu kavramları burjuvazinin çıkarlarına göre kullanırken, ulus kimligi yaratma konusunda ana öge olan milliyetçilik, egemenlik, sömürme ve iktidar olma hırısında ırkçı bir içerik kazanmıştır. Ulus kavramının burjuva iktidar sisteminde ideolojik olarak şekillenmesi, fantazi düzeyine ulaşan kurgusal yaklaşımlarla, ulusal kimligin egemenlik katında kafatasçı ırksal özelliklere dayandırılması, burjuva dünya görüşünün barbar ve gerici biçimlerinden birini ifade etmektedir.
18.yy.daki burjuva aydınlanmacılığıyla birlikte, ırkçılık; işgalleri, sömürgeleri,”modern” köleciliği, sömürüyü ve mazlum uluslara uygulanan milli baskıyı “meşru” göstermek için kullanılan temel öge olmuştur. Özellikle Avrupa merkezli gelişen sömürgecilik, burjuva ideologların babalığını yaptığı fikirleri temel alarak,”üstün ırk”,”dünyayı yönetmesi gereken ırk” anlayışını, doğanın kanunu olarak vaaz ediyordu. Felsefe alanından Doğa bilimleri alanına kadar, burjuvazinin egemenliginde önemli akıl babaları olmuş,”düşünür” ve “ideologlar”,özellikle sömürgeciligi “meşru” göstermek için akıl dışı yığınlarca fikir üretmişlerdir. İnsanları deri rengine göre sınıflandıran İsveçli Carl Linnaeus, “İnsan ırkının farklılığı üzerine denemeler” yapıtıyla, sınıflandırılan ırklar şemasında en üste “beyaz ırkı” koyan Fransız Arthur de Gobineau, nüfusun besin kaynaklarından daha hızlı arttığını, bunun için nüfus üzerinde bir kontrol olması gerektiğini, Savaşların, salgın hastalıkların nüfus üzerinde doğal bir kontrol sağladığını ve bu nedenle faydalı olduklarını iddia eden Malthus, ve bu fikir silsilesinde Hitler, Mussolini gibi ırkçı faşizmin şekillenmesinde düşünceleri baz alınan Herbert Spencer, verebilecegimiz bir kaç örnektir.
Öyleki, buruva ulus devletin kapitalist yayılmacılığı olan sömürgeleştirme yarışında (burjuva ulus devletleri arasındaki yarış) ırkçılık, iktidar hırsıyla akıl tutulması düzeyindedir. Kapitalist yayılmacılık ve sömürge siyaseti, burjuva ideologların ırkçı faşist düşüncelerinin, burjuva egemenlik aygıtlarında kurumsallaşması paralelinde gelişip uygulama alanına geçiriliyordu.
“Sosyal Darwinizm” burjuva ideologların öne çıkan zırvalarının başında gelmektedir. Zırva diyoruz çünkü Darwin’in “Türlerin kökeni” ve “İnsanın Türeyişi” teorilerinden hareketle, toplumsal sosyal sınıflar tanımlanıyor ve toplumsal gelişim sınıf mücadelesinin dışında,”ileri” ve “geri” ırkların çatışmasında ifadelendiriliyordu. Doğanın kanunu olarak güçlü olanın zayıf olanı yutması denklemi, toplumsal var oluşta ve gelişimde özne olan insanın sosyal faaliyetine uyarlanarak,”zayıf ve güçsüz olanın ezilmesi gerektiği” bağnaz fikriyle, eşitsizliğin, haksızlığın, adaletsizliğin, sömürünün temeli güçlendirilmiştir.
Kısaca, Darwin’in fikirlerinin toplumsal sürece uyarlanması olarak “sosyal Darwinizm”, kapitalizmin kendi sürecini örgütlemesinde köşe taşı olmuştur. İngiltere’de Spencer ve Darwin’in kuzeni Francis Galton, Amerika’da William Graham Sumner gibi bazı akademisyenler ve bazı kapitalistler, Almanya’da ise Ernst Haeckel gibi Darwinistler ve ardından 20. yüzyılın kanlı diktatörü Adolf Hitler gibi faşist ırkçılar sosyal Darwinizm’in acımasız ve merhametsiz kurallarının önde gelen savunucu ve uygulayıcıları oldular.
Öz olarak, yukarda isimlerini sıraladığımız ilgili tarihsel koşullarda öne çıkan burjuva ideologları,”sosyal Darvinizm” ve “saf ırkın” arınması olarak gerici savaş cephesinde yerini alan Ojenik siyasetiyle, vahşi kapitalizm sürecini acımasız bir şekilde örgütlerken, ırkçıların, emperyalistlerin, feodal ağaların, temel savunusu bu olmuştur.”Zenginler ve asiller üstün ırktır. Dünyayı bu ırk yönetir. Güçlü olan bunlardır. Aşağı “ırk” olarak fakirlerin ve zayıfların, çalışma dışında rolleri kalmamışsa ayıklanması gerekir. Sömürgeleştirilen coğrafyalarda, sömürgeci olarak giden “soyluların” görevi, geri ırkları “medenileştirmektir”. Bu “medenileştirmede “, “üstün ırkın”, “aşağı ırklarla” karışması engellenmeli,”saf ırkın” bıyolojisi bozulmamalıdır.Doğanın kanunu budur.İnsanlığın ve toplumların ilerlemesinin tek yolu budur..
Tarih boyunca gerici eğemenliklerin elinde insanlığın başına bela olmuş, onarılmaz yaralar açmış bu fikirlerin özellikle II. Dünya savaşı ve sonrasında, emperyalist yayılmacı siyasetle nasıl barbarlaştığı hepimizin hafızasındadır. Tartışmasız burjuvazi ve ittifak gücü olan her türlü gericilik, milliyetçilik ve ırkçılığı, tüm egemenlik mekanizmalarında değişmez elemanlar olarak kullanmıştır. Hitler, Mussalini, Franko açık faşizmi, günümüzde parlemento maskesiyle örtülmüş, emperyalist hegomonyanın tüm kurumları, dünyayı kan gölüne çevirirken,”Almanların arıyan ırkı”, ”ingilizlerin soyluluğu”, “Amerikalıların üstün beyaz ırkı”, zihniyet olarak emperyalizmin hegomonya savaşında bir numaralı “medeniyet” çizgisi olarak güncel bir durumdadır. Gericilik her sürecin tarihsel özgünlüklerine göre, gerici tarihindeki kökleri üzerinden kendini “yeniden” üretiyor.
İdeolojik ve Tarihsel dayanaklarıyla Türk Irkçılığı!
Kökü Türk Sunni İslam sentezi olarak Turancılıktır. Ve bugün Türk İslam sentezi üzerinden gerici olarak iradeleşen Selefi bayrağının azgın savunucularına, hazin bir ironimiz olacaktır. Asil Türk ve saf Müslüman üzerinden siyaset yapıp, kendi dışındaki ulusları ve inançları horlayan, küçük gören “Türkçülüğün”, ideolojik gelişim süreci, Türk ve Osmanlıların hüküm sürdügü coğrafyaların dışında gelişmiştir. Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı, Ahmet Ağaoğlu ve Ziya Gökalp gibi kafatasçı Türk “aydınları”Türk ırkçılığının en net formülasyonu olan Turancılığı, gelişen milliyetçi akımdan etkilenerek biçimlendirmişlerdir.Deguigues, leon Cahun, Moiz Kohen,Vambery gibi Avrupalı “düşünürler”,Türkçülügün asıl fikir babalarıdır.Tabiki sorun Türkçülük konusunda bilimsel bazı sonuçlara ulaşma değildi. Kapitalist emperyalist devletlerin, Osmanlının hüküm sürdügü coğrafya üzerinde egemenlik kurma amaçlarına hizmet için, bir ulus üzerinden merkezileşmeye ihtiyaç hâsıl olmuştu. Özellikle Alman emperyalizmi yayılmacılığının aracı halinde şekillenen bu fikirler, dönemin Osmanlı imparatorluğu koşullarında bir “çözüm” olarak, özellikle ittihat Terakicileri etkisi altına almıştır. Süreç içinde Türkçü Turancılık İttihat ve Terakinin üzerinde şekillendiği temel ideoloji olmuştur. Ama ellerinde aradıkları Türk ulusu yoktu ve Türk ulusu yaratılmalıydı. Türk ırkına dayalı bir devlet ve devlet anlayışı için engel olarak görülen Rumlar, Ermeniler, Kürtler başta olmak üzere Anadoluda yaşayan tüm azınlık ve milliyetler Türkleştirilmeli, kabul etmeyenler katledilmeli. Osmanlıdaki “Ümmet” ve “millet”, “saf Türk ırkı ve dini bütün Sunni islam olmalı. Adriyanikten Çin seddine Türkî denen tüm milletler bu bayrak altında Turan Ülküsü ile bağlanmalı. Şimdi konumuz olmayan bazı ekonomik, siyasal ve kültürel sebeplerin yanında, Türkçülügün bu ülküsü, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar için soykırım ve katliam olmuştur.
“TC” nin kuruluşuyla bu anlayışı yeni sürece göre merkezileştiren Kemalistler, uluslararası dengeler ve Türk devletinin Lozan la aldığı “statü” sonucu,Turan ülküsünden pratik olarak vaz geçip,, ( “”Yüce Türkün idealinde Turancılık ülküsü hep var olmuştur)Türkiye -Kuzey Kürdistan cöğrafyasını içine alan Misak-ı Milli sınırlarında, Türkçülüğü barbar bir ırkçılık zihniyetiyle bayraklaştırmıştır.Turancılıktaki İslam vurgusu göreceli olarak geri planda tutularak Türklük kavramı öne çıkarılmış, Kemalistler,Türkiye-Kuzey Kürdistan’da tüm toplumu,bu eksende şiddet,baskı,katliamlarla Türkleştirmeye çalışmıştır.Toplum mühendisligine soyunmuş milli tarihçiler Mustafa Kemal öncülügünde,”Türk tarih tezi”,”Güneş Dil Teorisi” gibi akıl tutulması ürünü uydurmalarla,”Türkü dünyaya bedel” etmeye çalışıyorlardı.Kemalistlerin bu ideolojik yöneliminin askeri,siyasal ayağı, Kürtleri,Rumları,Sosyalistleri,devrimcileri,Aydınları kitlesel biçimde katletmek,zındanlara tıkmak,darağacına çekmek olmuştur. Kısacası, Türkiye-Kuzey Kürdistan’ da Kemalizm, yarattığı kan deryası üzerinden hâkimiyetini tesis etmiştir. Mesnetsiz fikirlerle Türk kimliğine “yepyeni” bir bakış açısı getirmeye çalışan Kemalist diktatörlük ve “doktirincileri”,Dünyadaki medeniyet beşiginden, kültür kuran ve yaratanların Türkler olduğunu söylemelerinin yalan olduğunu kendileride biliyorlardı. Tarih uygarlığın beşigini Mezopotamya olarak kabul eder. Sümerlerin ve Hititlerin bu uygarlık beşiginin temel dinamigi olduğu yine çıplak bir gerçek. Kemalistlerin, Mezopotamya uygarlığıyla, Türk klanları üzerinden bağlantı kurup, bir dönem kesintiye uğradıktan sonra, 1071 Malazgirt savaşıyla Anadolu’ya Türk’lerin girişiyle “yeni” süreci bağlandırmaları bir deli saçması olsada, Türk ırkçılığının yaratmaya çalıştığı faşist devlet niteligi ve Türkleştirmeye çalışacakları Anadolu’nun kadim halklarına uygulanacak zulum açısından bir yere oturmaktadır. Bu tarihsel kopukluk Türklerin Anadoluya yeniden gelmesiyle giderilmiş ve “TC” ile birlikte Anadolu yeniden gerçek sahibine kavuşmuştur. Şimdi gelen son göçle saf olan Türk ırkına göre Türkiye-Kuzey Kürdistan’ı içine alan Anadolu, temizlenmeli, saf Türk kanı hâkim hale getirilmeli. Genetik ve sosyolojik olarak Türkler bunu yapmalıydı, Faşist Kemalist diktatörlük bu rolün en vahşi uygulayıcısı oldu. ,Ermeni, Kürt, Süryani, Alevi, Müslüman olmayan inanç grupları başta olmak üzere, tarihi soykırımlar, katliamlar ve yağmalamalar olan hâkim sınıfların bu barbar mirası, bu ırkçı ve şövenist anlayışla yaşam bulmuş siyasetine dayanmaktadır.
Halklarımıza karşı geliştirilen her gerici saldırıda gerici hâkim sınıfların kirli bayrağı ırkçılık ve şovenizm olmuştur!
“Tek bayrak”, “Tek millet”, “Tek devlet”,”Tek vatan” sloganı hâkim gericiligin gerici tarihinden beslenen temel felsefesidir. Bu Türk Sünni İslam sentezli ırkçı zihniyet Faşist hakin sınıfların temel taşıdır. Devrimci ve Komünist hareketin yürüttüğü sosyal kurtuluş mücadelesi ve Kürt Ulusunun başkaldırısının toplumda yarattığı aydınlanma ve kazandığı mevziler karşısında, ırk ve soy temelli Türklük teorilerini yerle bir etse de, hâkim sınıflar bu zihniyeti tüm kurumlarında korumakta ve uygulamaktadır.
AKP nazarında merkezileşen “siyasal islam” modelli Türk İslam sentezli Selefilik, devlet egemenlik sisteminde ekonomik, siyasal ve ideolojik olarak süreci taşıyamayacağı açığa çıkan Kemalist kliğin yerine, emperyalist hegemonyanın dolaysız bir emir eri olarak hâkim klik oldu. Hâkim sınıflardaki bu klik değişimi, Türk devletinin üzerinde şekillendiği tarihsel miraslarda bir değişiklik değildi, olamazda.
Gökalpler, Kemaller nazarında merkezileşen Irkçı tekçi zihniyet, Orhan Gaziler, Yavuz Selimler, Ebu Suhud efendiler şahsında merkezileşmiş tekçi zihniyetle gerici ve barbar tarihin daha derinliklerinden ilham alması, zulmün daha da barbarlaşmasıdır. Değişen aktörler, öncellerinin ruhuna Fatiha okuyarak halklarımıza karşı zulüm estiriyorlar.
Yani Roboski, Reyhanlı, Gezi, Suruç, Cizre, Suruç katliamları, Ermeni, Rum, Şeyh Sait, Ağrı, Zilan, Dersim, Maraş, Çorum, Sivas katliamlarının yolu üzerindedir. Talat Paşaların, Kemal’lerin ve Erdoğan’ların bu katliamlardaki ortak noktaları sadece, gerici ve barbar zihniyetlerin, farklı argümanlarla aynı gericiligin bekası için yapmış olmaları degildir. Aynı zamanda Irkçı kafatasçı zihniyetleriye öldürmekten aldıkları hazda, bunların buluşma noktalarıdır.
Geçmişte olduğu gibi bugünde yapılan katliamlara paralel olarak, din,vatan,millet,devlet…. illada Türklük elden gidiyor gibi lanetli siloganlarla harekete geçirilen geri yığınlarla, yaratılan devlet terörünü, sokaklarda insan avına çıkarılmış durumdadır. Tablo Rum soykırımı, Ermeni soykırımından farklı değildir. Körüklenen mezhep ve din çatışması ekseninde, gerici yığınlarla toplumu sindirme hareketi geliştiriliyor. Gerici zihniyetin esiri olmuş, onun elinde bir maşaya dönüştügünü farkında bile olmayan bu insan sürülerinin, hedefi bilinçli olarak belirsizleştirilmiştir.
Devlet militarize güçleriyle gerilla alanlarına, mücadelenin ileri seviyede olduğu yerleşim alanlarına askeri operasyonlar gerçekleştirmesi, yürütülen gerici savaş konseptinin bir ayağıdır. Medya ve iletişim araçları üzerinden yaratılan dezenfermasyon ve bilgi kirliliği ve bununla yönlendirilmeye çalışılan kamuoyu, bu savaşın ikinci ayağıdır.Ve üçüncü ayak,faşist gerici ırkçı zihniyetin esiri haline getirilmiş “sivil” faşistlerle sokaklarda estirilen devlet terörüdür.Bu devlet terörü,akıl ve izandan yoksundur.Bu devlet terörü Erdoğan başta olmak üzere,devletin bekasında yer alanların akıl ve vicdan tutulmasıdır.Her çekik gözlünün,Çin’ li diye linç edildigi, her esmer tenlinin Kürt diye işkenceye tabi tutulduğu,her eli nasırlının “anarşist,terörist” diye katledildiği,işkenceyle Atatürk büstlerinin öptürüldügü bir sokak vahşetinden söz ediyoruz.Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ezilen halklarımız, Cizre,Sur,Hakkari,Dersim gibi yerlerde yaşandığı gibi,çocukların evlerinde,oyun oynadığı sokaklarda polis tarafından katledildiği bir savaş konseptiyle karşı karşıyadır.Irkçılığın ve Şovenizmin bu kadar sistemli olarak kullanıldığı bu süreç,Türk gerici devletinin,AKP önderliginde geliştirecegi gerici savaşın bir parçası olarak,dahada derinleşerek devam edecegi aşikardır.
Bu gerici savaş konsepti halkların kardeşliği ve Proletaryanın Enternasyonal bayrağıyla yerle bir edilecektir!
Türk hâkim gericiliği, gerilla karşısında en derin açmazını yaşıyor. Kitle hareketiyle bütünleşen ve kentlerde “alan tutmaya” başlayan gerillanın duruşu, askeri ve siyasal anlamda gericiligi zorluyor, söküp atıyor. Kürt ulusu tarihte hiç bu kadar ileri düzeyde irade beyan etmemişti. İşgalci Türk devletini Kurt Ulusu ve halkı istemiyor, coğrafyamdan def ol diyor. Kuzey Kürdistan’daki bu devrimci atılım, Ortadoğu özgülünde, Kürdistan’ın dört parçasının birleşmesi konusunda önemli tarihsel olanaklarla birleşerek, Bağımsız Sosyalist Kürdistan’ın müjdesini veriyor.
Sorun bunu stratejik anlamda bayraklaştırma sorunudur. Stratejik savaş mevzilerinde, taktiksel dönemsel politikalarda, Maoist hareket başta olmak üzere, devrimci ve sosyalist hareket, Kürt Ulusal hareketiyle ciddi bir ortaklık yaratmış durumdadır. Bu birlikteliğin mayası Halkların Kardeşliği ve birliği olan ENTERNASYONALİZMDİR.
Seçim vb.gibi taktiksel süreçlere esir olmadan ama bu taktikleri ustaca kullanarak, ”çözüm” vb.gibi faşist devletin tasfiye, inkâr ve imha planlarına dâhil olmadan, devrimci savaşı, Kürt ulusunun somut beyanı olarak iradeleşen “Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etmesi” ekseninde sürdürmesi, özgürleşecek Kürt ulusunun manifestosudur.
Ezilen halkların ve Ulusların Kurtuluşu, Sosyalizm ve Komünizmdir. Bu süreç basitten karmaşığa dönemin özgün toplumsal çelişkilerini, bir stratejik planla çözmekle gelişecektir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da bu stratejik planın askeri siyasal planı, Sosyalist Halk Savaşı Stratejisidir. Maoistler bu tarihsel rolü, stratejik savaş gücüyle yerine getirmek durumundadırlar.
Haklı davamız ve savaşımız karşısında, köhnemiş düzenin geliştirdiği askeri, siyasal, ideolojik tüm gerici barikatlar devrimci savaşla alt edilecektir. Gerici zorun karşısında silahımız devrimci zordur.”ırk”, “mezhep”, “din”, “ulus” farklılığı kullanılarak gerici devlet tarafından geliştirilen,”ırkçı-şövenist”,zihniyete karşı, devrimci mevziler “HALKLARIN KARDEŞLİGİYLE” direnecektir. Kapitalist sömürü, emperyalist hegemonya ve onun gerici tüm ittifak güçlerinin dünyada estirdiği terör, ezilen uluslara ve sömürülen sınıflara uyguladığı zulum, prolateryanın kendi coğrafyalarında yürüttüğü savaşla aşılacaktır. Ve emperyalist-kapitalist kuşatmaya karşı, Prolateryanın ENTERNASYONAL BAYRAĞI, tüm ezilenlerin en ileri mevzisidir. Her türlü gericilik bu iradeyle yıkılacaktır.
http://www.halkingunlugu.net/